23 Şubat 2007 Sayı: 2007/07(07)

  Kızıl Bayrak'tan
   Siyonist İsrail’le işbirliği pekiştiriliyor
  İşbirlikçiler yeni suçlara ortak
olmaya hazırlanıyor!
  Ordu ve hükümet arasında Güney Kürdistan gerilimi...
Dinci gericiliğe ve düzenin laiklik sahtekarlığına karşı
Milliyetçilik versiyonları ve düzen medyası
8 Mart faaliyetleri ve etkinliklerinden...
 8 Mart yaklaşırken emekçi kadınlara yönelik çalışmamız üzerine...
  “Ev kadınlarına sigorta hakkı!”
  İbrahim Ethem İlaç işçisi fabrikaya kapandı...
  Haluk Gerger ile Ortadoğu’daki son gelişmeler üzerine konuştuk...
  Dışişleri Bakanı Washington’dan sonra
Suudi Arabistan’da!
  Filistin yönetimine tam teslimiyet dayatılıyor
  Yükselen bir kapitalist güç: Sosyal-emperyalist Çin
  TİB-DER Genel Kurulu gerçekleşti...
  ÇAM-DER’de birinci yıl etkinliği
  100. sayımızla sesimizi daha da
yükseltiyoruz
  “GATS, AB uyum sürecinde
meslekler nereye?”
  Yaşar Büyükanıt’ın ABD gezisi ve bir
kez daha ortaya çıkan gerçekler - M. Can Yüce
  Bültenlerden...
  Basından...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Yüzbinlerin yürüyüşünü güçlendirerek sürdürmek tek çözüm yoludur!..

Milliyetçilik versiyonları ve düzen medyası

Hrant Dink’in cenaze töreni, “milliyetçilik” tartışmasını gündemin ön sıralarına yerleştirdi. Çünkü Dink cinayeti gerici ve şoven milliyetçi ideolojinin bir ürünüydü. Doğal olarak buna tepki duyan kitle de, üzerindeki milliyetçi- şoven etkiyle hesaplaşmasının bir adımı olan tarihsel eylemiyle ona ağır bir darbe vurdu. Halen cinayet üzerinden bir ay geçmiş bulunmasına rağmen, tarafların sosyal ve siyasal konumuna uygun düşen tepkileri derinleşerek sürüyor.

Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra yürütülen tartışmaların dikkat çeken bir yanını, burjuva medyanın, cinayetin yüzbinlerce emekçi, genç ve aydın tarafından protesto edilmesi ve böylece düzenin ideolojik cephesinde açılan gediğin kapatılması, tahkim edilmesi için girişilen karşı kampanya oluşturuyor. Karşı kampanya organizatörleri, “cenazede Türk bayrağı taşınmaması”ndan, “Hepimiz Ermeni’yiz sloganının ayrımcılık ifadesi olduğu”ndan söz etmektedirler. Büyük bir ikiyüzlülükle “ayrımcılık”tan söz edenler, seksen yıllık imha, inkar ve asimilasyon politikalarının tescilli savunucusudurlar. Onlar, Türkiye’de yaşayan herkesin Türk olmak gibi bir zorunluluğu olduğu anlayışını dayatan ve bunu kabullenmeyenleri bölücü ve hain olarak dışlayan bir gerici-ırkçı “kültür”ü egemen kılmaya çalışanlardır. Emperyalizmin ve sermaye düzeninin çıkarlarının yönlendirdiği politikaların beslediği “zehirli politik kültür”ü, cenazeye katılan kitleye mal edecek kadar “yavuz hırsız”dırlar. Kuşkusuz ki, onları Hrant Dink’in cenazesinin kaldırılmasından bir gün sonra karşı kampanya düzenlemeye iten temel etken, emekçi kitlelerin ırkçı milliyetçiliğe, linçlere, kontra provokasyonlarına, gizli-açık devlet operasyonlarına karşı tepkilerinin daha kitlesel harekete geçmesinin önünün açılabileceği “tehlikesini” görmeleridir.

Karşı kampanya, iki kesim tarafından ve başlıca iki biçim altında sürdürülüyor: MHP-BBP-Kızılelmacı’ların oluşturduğu birinci kesim, Dink’in cenazesinde atılan sloganlarla taşınan pankartları gerekçe göstererek “Hepimiz Türk oğlu Türküz!” diyerek şovenizmi açıkça savunuyorlar.

Doğan Holding’e bağlı gazete ve televizyon kanallarının bazı yazar ve yorumcularının oluşturduğu ikinciler ise, liberal demokrat bir görünüm de vererek ve birincilerin aşırı ırkçı politikalarıyla belirli farklılıklarını ortaya koymayı da ihmal etmeyerek, daha inceltilmiş biçimde Dink’in cenazesinin yüzbinler tarafından sahiplenilmesini yine şoven milliyetçi bakış açısıyla değerlendiriyorlar. Oktay Ekşi, Ertuğrul Özkök, Taha Akyol bu konumda bulunuyorlar. Bunlar, Hrant Dink cinayeti bağlantılı olay ve gelişmeleri yorumlarlarken öncelikle, sermaye düzeni ve devleti tarafından izlenmiş ve kendilerince de benimsenmiş politikaların olaylardaki rolünü gizliyorlar. Yanısıra, olup bitenleri psikolojik sorun ve bozukluklarla izah etmeye çalışıyor, ayrıca emperyalistlerin Ermeni sorununu istismar politikalarını örtbas etmeyi öne alıyorlar.

Burada Radikal Gazetesi, “özel harp” vurgusuyla dikkat çekse de, olaylar arasındaki iç bağlantılara yaklaşımı ve önerdiği çözümle ikinci kesimde konumlanıyor. Örneğin, İsmet Berkan’ın, Mersin’den hareketle yazdığı “Başbakan’a sorular” başlıklı yazıda (14 Şubat 2006-Radikal) bir yandan özel harpçi örgütlenmeyi işaret ederken, diğer yandan özel harpçi milliyetçiliğin karşısında MHP’yi bir güvence saymaktan kendini alıkoyamıyor. İ. Berkan, “Öyle bir milliyetçi-ırkçı yoğunlaşma var ki MHP bile durumdan tedirgin” diyor.

MHP’yi bile tedirgin eden bir milliyetçilik varsa, çözüm, “makul” bir milliyetçilikte aranabiliyor! Liberal korku ve panik, MHP’nin “makul milliyetçilik” vitrinini meşrulaştırıcı bir etken oluyor. Bir başka deyişle, ölümü gösterip sıtmaya razı olmamız isteniyor. MHP’ye atfedilen bu misyon, açıktır ki, öteden beri kotarılmaya çalışılan “MHP’yi merkez partisi yapma” çabasına omuz vermektir. Oysa, MHP’yi bile tedirgin ettiği var sayılan “özel milliyetçilik” arasında niteliksel olarak hiçbir farklılık yoktur. Kontrgerilla devletinin körüklediği milliyetçiliğin MHP tarafından engellenmesini beklemek, ölüden gözyaşı beklemekle aynıdır. Engelleme bir yana, MHP de bu zeminden beslenmektedir. Bugün yaptığı da budur. Şu gerçeğin altı çizilmelidir ki, “emekli” subay ve polislerin oluşturduğu kontrgerilla çeteleri karşısında MHP’yi çare göstermek, bilinçli bir planın parçası değilse, Türkiye’deki milliyetçiliğin devletçi niteliğinden habersiz olma saflığıdır.

Bir süredir devam eden milliyetçilik tartışmalarında sorunun gözden kaçırılmaya çalışılan temel bir boyutu, milliyetçiliğin veya şovenizmin toplumda ‘kendiliğinden’ oluşan bir dalga olmadığı, devletin kontrgerilla birimlerinin bizzat içinde olduğu bir yapılanma üzerinden örgütlenip yönlendirilmeye çalışıldığı gerçeğidir. Bugün “Benim milliyetçiliğimi onunkiyle karıştırma” diyenlerden “ulusalcıyız” diyenlere, “kültür milliyetçisiyiz” diyenlerden “Atatürk milliyetçiliği”ne kadar çeşitli cinsten milliyetçi- şoven tayfanın hepsi de katil “Ogün-Yasin milliyetçiliği”yle alakalı olmadıklarını iddia edip duruyorlar. Ama açıktır ki, aralarındaki biçimsel fark ne olursa olsun, hepsini buluşturan ortak payda, sermaye devleti ve onun “güvenliği” üzerinden tanımladıkları “düşman” kavramını eksen alan şoven bir milliyetçi konumdur. Hepsinin hareket noktası da, devletin geleneksel kırmızı çizgileridir. Besbellidir ki, bu ülkedeki milliyetçiliğin bütün sürümleri devletin resmi ideolojisinden beslenmiştir. O “tek millet”çi ideolojik çerçeveden beslenmeyen hiçbir milliyetçilik türü yoktur. Bu ırkçı-milliyetçiler, “Biz ‘Ne mutlu Türküm diyene’ diyoruz, Türk doğmaktan bahsetmiyoruz, kafatasçı değiliz” diyorlar. Fakat “Türk doğmayanı Türkleştirme” icraatlarını örtbas etmeye çalışıyorlar. Hepsi de devlet milliyetçiliğinin yansımalarıdır. Bu nedenle, “özel harekât milliyetçiliği” tanımını haketmektedirler. Çetecilerin, tetikçilerin, mafya çakallarının hemen hepsinin “milliyetçiyim, devlet düşmanlarının kafasını koparırım” demesi boşuna değil. Susurluk örgütlenmesi de, Şemdinli bombacıları da, bugün Ogün Samast’a kadar uzanmış bir zincirin halkaları olarak bu milliyetçi şoven zemine yataklık eden kontrgerilla birimleridir. Bu durum, milliyetçi ya da ‘ulusalcı’ çevrelerin, Hrant Dink cinayetinde açıkça ortaya çıkan ve JİTEM’e, Emniyet’e uzanan ilişkileri örtbas etme çabalarının nedenini de açıklamaktadır.

Bugün, işçilerin sınıfsal çıkarlarının bilincine varmasına engel olan milliyetçilik, sermayenin sınıfı kontrol etmesinin en etkili araçlarından birisidir. Milliyetçilik, işçi sınıfının gözbağıdır. Bu salt Türkiye’de değil, dünyanın tüm ülkelerinde böyledir. İşçi sınıfına hiçbir gelecek vaat edemeyen, yapısal sorunları nedeniyle kitleleri işsizlik-yoksulluk sarmalıyla bunaltan sermaye düzeni sorunların kaynağını dışarıya havale etmektedir. Dışarının kim olduğu ise döneme göre değişmektedir. Ancak Türkiye sözkonusu olduğunda, milliyetçi dalganın düzen içi çatışmanın önemli bir boyutu olduğu da görülmelidir. AB üyelik sürecinde tekelci burjuvazi tam destek verirken, ordu destekli kimi devletçi-milliyetçi kesimler AB sürecine şüpheyle yaklaşmış ya da biraz daha ileri giden kimileri “vatan satılıyor” çığlıkları atmışlardı. Bunun gerisinde cumhuriyet tarihi boyunca elde ettikleri kendilerine özgü konumlarını kaybetme telaşı yeralmaktadır. Yoksa vatan dedikleri şeyin onların arpalıklarından başka bir şey olmadığı biliniyor.

Elbette bu kesimler özel konumlarını kaybetmeme çabasındalar ve genel olarak toplumu manipüle etme olanaklarına sahipler. Milliyetçi-şoven histeri bunun için biçilmiş kaftan. Emperyalistler tarafından şu veya bu niyetle gündeme getirilen ancak Türk devletinin inkarda ısrar ettiği Ermeni soykırımı, Kıbrıs işgali, ve ABD’nin Irak’a müdahalesiyle farklı bir minvalde akan Kürt sorunu, ihtiyaç duydukları olanakları bu kesime fazlasıyla sağlamaktadır.

Yaşananlar, milliyetçiliğin hiçbir türünün işçi sınıfı ve emekçi kitleler açısından tercih edilemeyeceğini göstermektedir. Bir milliyetçilik versiyonunu diğerlerine göre “kötünün iyisi” gösterenler, eğer bilinçli bir gerici planın parçası değillerse sıfır numara bir liberal saflık içindedirler.

Bugün ağırlaşan sorunlar karşısında, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin birleşik, kitlesel ve militan bir mücadele hattına acilen ihtiyaçları var. Kuşkusuz ki bu, kendiliğinden gerçekleşmeyecektir ve yüzbinlerin yürüyüşünü güçlendirerek sürdürmek tek çözüm yoludur.