23 Şubat 2007 Sayı: 2007/07(07)

  Kızıl Bayrak'tan
   Siyonist İsrail’le işbirliği pekiştiriliyor
  İşbirlikçiler yeni suçlara ortak
olmaya hazırlanıyor!
  Ordu ve hükümet arasında Güney Kürdistan gerilimi...
Dinci gericiliğe ve düzenin laiklik sahtekarlığına karşı
Milliyetçilik versiyonları ve düzen medyası
8 Mart faaliyetleri ve etkinliklerinden...
 8 Mart yaklaşırken emekçi kadınlara yönelik çalışmamız üzerine...
  “Ev kadınlarına sigorta hakkı!”
  İbrahim Ethem İlaç işçisi fabrikaya kapandı...
  Haluk Gerger ile Ortadoğu’daki son gelişmeler üzerine konuştuk...
  Dışişleri Bakanı Washington’dan sonra
Suudi Arabistan’da!
  Filistin yönetimine tam teslimiyet dayatılıyor
  Yükselen bir kapitalist güç: Sosyal-emperyalist Çin
  TİB-DER Genel Kurulu gerçekleşti...
  ÇAM-DER’de birinci yıl etkinliği
  100. sayımızla sesimizi daha da
yükseltiyoruz
  “GATS, AB uyum sürecinde
meslekler nereye?”
  Yaşar Büyükanıt’ın ABD gezisi ve bir
kez daha ortaya çıkan gerçekler - M. Can Yüce
  Bültenlerden...
  Basından...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Dinci gericiliğe ve düzenin laiklik sahtekarlığına karşı

İşçi sınıfının sosyalist iktidarı için mücadeleye!

Düzen cephesi yine laiklik tartışmalarını kızıştırmaya başladı. Takvim seçimlere ilerlerken, kitleler, laik/dinci kutuplaşmasında saf tutmaya çağrılıyor.

Son tartışmalardan biri de, Meclis Başkanı Arınç ile Cumhurbaşkanı Sezer’in laiklik tanımları üzerinden yürütülüyor. Arınç laikliği “din ve vicdan özgürlüğü” şeklinde tanımlarken, Cumhurbaşkanı “din ve vicdan özgürlüğü değildir”le başlayan ve Arınç’a yanıt niteliğinde bir tanımla katılıyor sürece. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler cephesinden sorun, hangi tarafın laikliği daha doğru tanımladığı değil kuşkusuz. Her iki tanımla da çağırılan saf düzenin safları olduğu ölçüde, doğruluğu tanımlarda değil uygulamalarda aramak gerekiyor.

Elbette, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin dinsel gericiliğe kökten karşı olması gerekiyor. Ancak, bu karşıtlıkla oluşturulacak saf, düzene ait başka gericiliklerin safı olamaz. İşçi sınıfı, farklıymış gibi gösterilen bu iki tanımla ortaya konan burjuva laikliğine toptan karşı çıkmak durumunda. Çünkü, bugüne dek yapılagelen ve şimdi de yapılmakta olan, dinin ve laikliğin, aynı burjuva gericiliği tarafından ve aynı amaçla, kitleleri kandırıp birbirine karşı saflaştırmak, dolayısıyla, asıl sorunlarını, gerçek düşmanlarını unutturmak amacıyla kullanılmasıdır.

Türkiye Cumhuriyeti, laikliği, dinin devlet tarafından ve sadece devlet eliyle kullanılması olarak algılamış ve uygulamıştır. İlkokul kitaplarına koyduğu tanımın aksine, din ile devlet işlerini ayırmamış, Diyanet adı altındaki kurumlaşma ile, tüm dini etkinlikleri devletin tekeline toplamaya çalışmıştır. Halen süregiden tartışma/çatışmaların bir yerinde de bu konudaki kimi başarısızlıkları yatmaktadır. 80 yıllık cumhuriyetin tüm çabalarına rağmen, hala, devletten habersiz ve bağımsız dini etkinlikler sürdürülebilmektedir. Kurulması ve kullanılması her ne kadar devlet denetiminde de olsa, dinci partilerin varlığının belirli bir rahatsızlık verdiği ortadadır. Devlet, dinin kullanılmasını, örneğin, ‘laikliğin kalesi’ CHP eliyle yapmayı tercih eder. Ya da örneğin, laikliğin ‘güvencesi’, ‘koruyucu ve kollayıcı’ gücü ordunun, Türk-İslam sentezci darbeci generalleri eliyle.

Ancak, kimin eliyle olursa olsun, çok fazla kullanıldığında ipin ucunun nasıl kaçırılacağı da ortadadır. Burjuvazinin laik cumhuriyeti, yoksul çocuklarına afyon niyetine ortalığı imam hatip lisesine boğarken, böylece laliklik, hatta cumhuriyet düşmanı bir kitlesel fanatizmin yolunu düzlemiştir. Burjuvazinin laik cumhuriyetinin, ülkeyi 80 yılda getirdiği nokta özetle şudur: Onların yönetimi altında bu ülke, tarikatlerin cirit attığı; laik cumhuriyet partileri meclise zor girerken, ancak üçü beşi bir araya gelerek hükümet kurabilirken, dinci partilerin ezici oylarla ve tek başlarına hükümet kurabildiği; adım başına kondurdukları camilerin çeşitli cemaatler tarafından paylaşıldığı, minberlerinden şeriat yeminleri ettirildiği; sokakları takkeli-cüppeli, saçlı-sakallı, çarşaflı-türbanlı ucubelerin doldurduğu bir yer haline gelmiştir. Bu tablo, o çok “modern” burjuvalarımıza, Koçlar’a, Sabancılar’a rağmen değil, tam da onların istek ve iradeleriyle ortaya çıkmıştır.

Emperyalizm işbirlikçisi bu kodamanlar, ABD’nin “yeşil kuşak” projesine dahil olurken, ABD’nin Afganistan’da Taliban’da, Hizbullah’ta ulaşacağı sonuçlar hakkında, elbette kafa yorma ihtiyacı duymadılar. Kuşkusuz kafa yorup bugünkü sonuçları tahmin etseler de sonuç değişmezdi. Çünkü sosyalizmden, işçi sınıfının devrimci eylemliliğinden öylesine korkuyorlardı ki, dinci gericilikle kıyas bile kabul etmez. Bugünkü sonuçları tahmin etseler de yine aynı tercihi yapar, aynı yolu yürürlerdi.

Düzen tarafından ayartılıp düşman saflarında birbirlerine karşı konumlanmamaları için, laiklik tanımına, bir de işçi sınıfı ve emekçiler cephesinden yaklaşmakta yarar var. Burjuvazinin anlayış ve uygulaması orta yerde durduğuna göre, işçi sınıfının laiklik anlayışı nedir ve iktidarında uygulama biçimi nasıl olacaktır?

Bu soruları yanıtlayan çerçevede bir propagandayla, işçi sınıfı ve emekçiler düzenin bugünkü oyunlarına karşı uyarılmalı, aynı zamanda, dinci gericiliğe karşıtlık adına düzenin belirlediği saflara yönelenler de işçi sınıfının, sosyalizmin saflarına çağrılmalıdır.

İşçi sınıfının devrimci partisi, programının ‘Acil demokratik ve sosyal istemler’ bölümünde, ‘inanç ve vicdan özgürlüğü’; ama aynı zamanda, “Din ve devlet işlerinin tam olarak ayrılması, Diyanet’in dağıtılması, devletin dinsel kurumlara her türlü yardımına son (verilmesi), gericilik yuvası tarikat ve cemaatlerin dağıtılması, mezhepsel ayrıcalıklara ve baskılara son” verilmesi taleplerini öne çıkararak, laikliğin, devrimci proletarya tarafından nasıl tanımlandığını ortaya koymuştur.

Din ve vicdan özgürlüğü, bireysel -ama sadece bireysel- anlamda, proleter devletin güvencesi altında olacaktır. Diğer yandan, ondan kitlelerin afyonu olarak yararlanma niyet ve tutumunda bir sömürücü sınıf yönetimde olmadığı için; ve proletarya, geçmiş yüzyılların kötü mirası anlamında bu afyon zehirine karşı bilimi çıkaracağından, dinci gericiliği devlet olarak kendisi kurumlaştırmak şöyle dursun, her türlü kurumlaşma girişimine karşı gereken her türlü önlemi alacağından; emekçi kitleler açısından artık dinci gericilik diye bir problem, esas itibarıyla, kalmayacaktır.

Ezilen halklar gerçek laikliği işçi sınıfının sosyalist iktidarı altında tanıyabilir. Dinci gericiliğin her türlü sapkınlığından, işçi sınıfının sosyalist iktidarıyla kurtulabilir.


İstanbul gençliğinden faşist saldırganlığa karşı eylem...

“Faşizme karşı omuz omuza!”

13 Şubat günü Mustafa Kemal Üniversitesi’ne bağlı Meslek Yüksek Okulu’nda okuyan üç Kürt öğrenciye faşistler tarafından saldırılmış, öğrenciler ağır yaralanarak hastaneye kaldırılmıştı. İskenderun Devlet Hastanesi’nde tedavi altına alınan öğrencilerden Metin Kurt aldığı bıçak darbeleri nedeniyle kan kaybından ölmüştü.

Yapılan faşist saldırıyı ve Metin Kurt’un katledilmesini protesto etmek için bir araya gelen üniversite öğrencileri 21 Şubat günü Yıldız Teknik Üniversitesi ana kapısı önüde bir basın açıklaması yaptılar.

YTÜ içinden çıkan ve diğer üniversitlereden gelen öğrenciler saat 13.00’de ana kapı önünde buluşarak “YÖK, polis, sivil faşist işbirliğine son! Kahrolsun faşizm!” pankartını açtılar. Basın açıklamasını okumak için Beşiktaş’a yürüyeceklerini söyleyen öğrencilerin önü ana kapı önünde kolluk güçleri tarafından kesildi. Yürüyüşe izin verilmeyeceği söylendi. Polis barikatı kurulması üzerine beklemeye başlayan öğrenciler “Öğrenciye değil çetelere barikat!”, “Katil polis üniversiteden defol!” sloganlarını attılar ve polisin tutumunu protesto etmek için 10 dakika oturma eylemi yaptılar. Oturma eylemi sırasında “Gün Doğdu”, “Çav bella” ve “Beyazıt Marşı” söylendi.

Öğrenciler adına ana kapı önünde yapılan açıklamada şunlar söylendi: “Dün üniversitelerde, muhalif, devrimci, demokrat öğrencileri siyasi kimlikleri nedeniyle satır çekip yaralayanlar bugün Hrant Dink’e kurşun atanlarla aynı kişilerdir, aynı zihniyetin ürünleridir. Şimdi de Metin’i katlettiler. Soruyuruz: Neden? Çünkü Metin muhalif bir Kürt öğrencisiydi. Katiller, kimliği belirsiz kişiler değildir. Ogün Samast’ın doğrudan Alperen Ocakları tarafından yetiştirildiği açık olduğu gibi Metin’in katillerinin de Atatürkçü Düşünce Dernekleri ile olan ilişkisi bilinmektedir. Ülkü Ocakları, Kuvayi Milliye gibi gerici örgütlenmeler şovenizm ve milliyetçilik haykırışlarıyla halkları düşmanlaştıracak faşist söylemlerle beslenmektedirler. Bu katil ocaklarının merkezi hemen YTÜ’nün karşısında bulunmaktadır. Birçok faşist saldırının ordan örgütlendiğine, saldıranların ordan çıktığına ve saldırı sonrası oraya kaçtıklarına defalarca tanıklık ettik...”

Tüm faşist saldırılara, açılan soruşturmalara, tutuklamalara rağmen onlara asla dikensiz bir gül bahçesi sunmayacaklarını ifade eden öğrenciler “Dün hepimiz Ermeni’ydik, bugün hepimiz Kürd’üz” diyerek basın açıklmasını bitirdiler.

Eylem sırasında sıklıkla “Türk-Kürt-Ermeni, yaşasın halkların kardeşliği!”, “Hepimiz Metin’iz, hepimiz Kürt’üz!”, “Faşizme karşı omuz omuza!”, “Yaşasın halkların kardeşliği!”, “Faşizmi döktüğü kanda boğacağız!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak/İstanbul