2 Şubat 2007 Sayı: 2007/04(04)

  Kızıl Bayrak'tan
   Düzenin şovenizm dalgasın kırmak için
devrim rüzgarını güçlendirelim!
  Kerkük çıkışının anlamı ve hedefleri
  ABD’nin hesapları ve
uşakların “muhatap” krizi!
  Demokrasi işçi sınıfının dişe diş
mücadelesiyle kazanılacaktır!
İncirlik Üssü derhal kapatılmalıdır!
İsmail Cem devlet töreniyle uğurlandı
Tecrit karşıtı eylemlerden...
 Büyük korku!.. - Yüksel Akkaya
  Karneler çöpe!
  Sağlık emekçilerinin eylemlerinden...
  Sermaye düzeninin zor yılı
  Filistin’deki çatışmanın gerisinde ABD-İsrail var
  Emperyalist/siyonist güçlerin Lübnan
halklarını birbirine kırdırma planı
  Suudi bakandan İran’a tehdit!
  Afganistan’a ek kuvvet gönderme hazırlığı
  Kadınlar mücadele ile özgürleşir!
  2007’ye girerken/4
  Programlanmış felaket! - Mumia Abu-Jamal
  GOİ, NATO ve Türkiye -
A. H. Yalaz
  Eylem ve etkinliklerden...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Kadınlar mücadele ile özgürleşir!

Kapitalist toplumda kadınlar, çifte baskı, sömürü, eşitsizlik ve ezilmişlikle karşı karşıya kalmakta, kapitalizme özgü erkek egemen sistemin kadına yönelik her türlü aşağılayıcı ve baskıcı uygulamalarını yaşamaktadır. Kadının ezilmişliği sınıflı toplumun ortaya çıkışına dayanmakta, kapitalizm ise, yeni biçimlerle ve boyutta kadın üzerindeki eşitsizliği daha da ağırlaştırarak devam ettirmektedir. Dolayısıyla kadının kurtuluşu da insanlığın kuruluşundan bağımsız değildir. İnsanlığın kurtuluşunu da ancak bir toplumsal devrim ile gerçekleşebilir.

Kadınların kurtuluşunu tanımlamak için kullandığımız “Kadın olmadan devrim olmaz, devrim olmadan kadın kurtulmaz!” sloganı da bu gerçeğe işaret etmektedir.

Bu slogan kadın sorunu konusunda çift yöne işaret etmektedir. Tüm insanlığın bir toplumsal devrime ve sosyalizme ihtiyacı olduğu gibi, kadınların da gerçek kurtuluşu için, her türlü eşitsizliğin sona ermesi için hem emekçi, hem de kadın olarak fazlasıyla devrime ihtiyaçları var. Ama bu ihtiyaç aynı zamanda devrim ve sosyalizm uğruna aktif mücadele sergilemeyi de gerektirir. İnsanlık soyunun yarısı olan kadınların katılmadığı toplumsal devrim süreçlerinin olumsuz sonuçlar ürettiği bir dizi tarihsel deneyim vardır.

Dolayısıyla kadınların bugünden mücadeleye aktif katılım sağlaması, bugünden devrim davasını omuzlaması büyük önem taşımaktadır. Kadının mücadele süreçlerine etkin katılımı mücadeleyi büyüteceği gibi, kadının mücadele içinde özgürleşmesinin önünü de açacaktır.

“Kadın bu mücadele içinde kendini bulacak, özgüven kazanacak, hükmedici erkek egemenliğinden kurtulacak, bağımsızlaşacaktır. Mücadeleye etkin ve inisiyatifli katılım kadının kendini ikinci sınıf insan olarak görmesine, böyle algılamasına etkili darbeler vuracaktır. Mücadele kadının kendisine bakışını değiştirmekle kalmayacak, erkek emekçinin kadına bakışını da değiştirecektir. Toplumsal mücadele erkek emekçiyi bir dizi başka konuda olduğu gibi kadın sorununda da yeniden eğitecek, onun gerici, ataerkil, darkafalı burjuva ve küçük-burjuva önyargılarına büyük darbeler indirecektir. İşçi ve emekçi kadını insan ve emekçi olarak, kendi eşiti ve mücadele yoldaşı olarak algılamasını kolaylaştıracaktır.” (Kadın Sorunu Üzerine Konferanslar, H. Fırat, Bölüm. 5)

İnsanlık tarihine bakıldığında, tüm toplumsal devrim süreçlerinde kadınların aktif rol oynadığı, yılların ezilmişliği ve baskısı karşısında önleri açıldığında nasıl ileri çıktıkları görülmüştür.

Örneklersek; özellikle emekçi kadınlar Fransız devrimine aktif bir şekilde katılmışlar, yoksul kadınlar (çamaşırcı kadınlar, balıkçıların eşleri, temizlikçi kadınlar vb.) ayaklanmanın başlatıcısı olmuşlardır. Ekmek talebinin ardından erkekler için silah ve cephane talebi ile hareket etmişlerdir. Kadınlar yığınlar halinde bu sürece aktif olarak katılmışlardır.

Fransız devriminden yaklaşık 82 yıl sonra Paris’te yine kadınlar, göğü fethe çıkan komünarların içinde azımsanmayacak roller üstlendiler, fedakarlıkları ve gözüpeklikleri ile dikkat çektiler. Paris Komünü’nde “Kadınlar Birliği’ni” kurdular. Amaçlarını ise “varolan sosyal ve siyasal yapının ortadan kaldırılması, tüm sömürü biçimlerinin ve ayrıcalıkların yok edilmesi, sermayenin iktidarının yerine emeğin iktidarının kurulması” olarak tanımladılar. Komünde kadınlar, gündelik yaşamın örgütlenmesinde (eğitim reformu, seyyar mutfakların planlanması vb.) aktif rol aldıkları gibi, barikatlarda da savaştılar.

Komünün yenilgisinin ardından 956’sı işçi olmak üzere 1051 kadın savaş konseyinin önüne çıkarıldı. Bu kadınlardan biri olan Louise Michel’in son sözleri kadınların gözüpekliğinin bir örneğidir yalnızca: “Bana komün’ün suç ortağı olup olmadığım sorulmuştu. Kesinlikle evet. Dahası, Komün’ün kurucularından biri olmakla onurlandırıldım... Özgürlük için çarpan bir kalbi küçük bir kurşun darbesinden başka bir şey durduramaz... Ben de hakkıma düşeni istiyorum. Eğer beni sağ bırakırsanız intikam çığlığım asla kesilmeyecek.”

En sonu Ekim Devrimi’nde kadınların oynadıkları rolü anlamak açısından, Şubat Devrimi’nin kadın tekstil işçilerinin gösterisi ile başladığını anımsamak bile yeterlidir.

Yine farklı ülkelerdeki toplumsal devrim süreçlerinde Nikaragua’da, Küba’da, Çin’de, Vietnam’da vb. kadınların sergilediği eşsiz direngenlik, dünya emekçi halklarının belleğinde yerini hala korumaktadır.

Kadının devrimci enerjisini açığa çıkarmak için!

Yukarıdaki örneklerden de görüldüğü üzere, kadınlar birçok ülkede devrim süreçlerinde aktif olarak yer almışlar, eşsiz bir çaba sergilemişler, devrimci enerjilerini ortaya koymuşlardır. Kuşkusuz bunun gerisinde yılların ezilmişliğinin yarattığı tepki ve öfke yatmaktadır. Bugün devrimci sınıf mücadelesinde bu enerjiyi açığa çıkarmak gerekiyor. Bu ihtiyaç, bugünden emekçi kadınlar içinde yapılacak çalışmanın önemine, kadınları devrimci mücadelenin aktif bir parçası yapabilmek için sergilenmesi gereken yoğun ve sistematik bir çalışmaya işaret etmektedir.



Küçükçekmece Emekçi Kadın Komisyonu’ndan panel...

“Evde, işyerinde, hapishanelerde, savaşta, yaşamda, mücadelede kadın olmak!”

28 Ocak günü Küçükçekmece Emekçi Kadın Komisyonu olarak düzenlediğimiz, şair ve sanatçı dostlarımızın da katıldığı panel Sefaköy İşçi Kültür Evi’nde gerçekleştirildi.

Şair Berrin Taş ile İnsancıl Atölyesi’nden tiyatro yönetmeni Neşe Baştürk’ün katıldığı panele Bilgesu Erenus rahatsızlığından dolayı katılamadı.

Panel Küçükçekmece Emekçi Kadın Komisyonu adına yapılan konuşma ile başladı. Komisyon olarak neden bu etkinliği gerçekleştirdiğimizi anlattık. 8 Mart’ın tarihsel ve sınıfsal özü ile New Yorklu dokuma işçisi kadınların başlattığı mücadele geleneğinden bahsettik. 8 Mart’ın bu özüne uygun olarak kutlanması gerektiğini vurgulandık.

İlk olarak şair Berrin Taş mücadelenin iki yönlü olması gerektiğini ifade etti. Pratik ve teorik eğitimin kadınlar için olmazsa olmaz olduğunu, bilinçlenmeyen kadının özgürleşemeyeceğini vurguladı. Berrin Taş, aynı zamanda kadınların maruz bırakıldığı çok yönlü saldırılardan da söz ederek, kadın haklarına önce kadınların kendilerinin sahip çıkması gerektiğini dile getirdi.

Neşe Baştürk ise, tiyatronun mücadelede önemli bir iletişim aracı olduğunu dile getirerek, tiyatronun tarihsel oluşum süreci ile günümüz koşullarında taşıdığı misyona değindi. Tarihsel süreç içerisinde kadının tiyatro alanında geri planda bıraktırıldığını ve nadir kadın tiyatrocuların, tiyatro yazarlarının olduğunu anlattı. Amacına uygun olarak kullanıldığında tiyatronun kadınlar için bilinçlendirici ve geliştirici bir zemin olduğunu, tiyatronun esas olarak emekçi semtlerde kullanılması gerektiğini vurguladı. Kendi bulunduğu atölyeden örnekler vererek konuşmasını tamamladı.

Küçükçekmece Emekçi Kadın Komisyonu adına yapılan konuşmada, emekçi kadının üretim sürecine katılmasından başlayarak bugün kadar karşı karşıya kaldığı baskı ve sömürü koşulları anlatıldı. Sınıfsal, cinsel, ulusal sömürünün yüzyıllardır sürdüğü ve özünde hiçbir şeyin değişmediği, yalnızca biçim değiştirerek bugün de devam ettiği dile getirildi. İşçi kadınların kapitalizmde karşı karşıya kaldığı çifte sömürü ve baskı, ev kadınlarının geleneksel aile yapısı içerisinde yaşadığı sıkışmışlık ve kültürel dejenerasyon, Kürt, Ermeni ve diğer azınlık milliyetinden kadınların yaşadığı baskı ve ezilmişlikten sözedildi. Ayrıca savaş koşullarında en büyük yıkımları kadınların yaşadığına değinilerek, bu saldırıların göğüslenebilmesi için emekçi kadınların mücadeleden başka bir yolunun olmadığı anlatıldı. Öte yandan 1886’dan bugüne mücadele geleneğini sürdüren kadınların Seka’da, Sümerbank’ta, gecekondu yıkımlarında ve semtlerdeki çeteleşme/yozlaşma karşıtı mücadelelerde en ön saflarda yer aldığı ve sömürü ve baskıya karşı en ön saflarda mücadele yürüttüğü vurgulandı.

Ardından katılımcılar çeşitli sorular sordular. Kadınlara pozitif ayrımcılığın uygulanması gerektiğine değinildi. Komisyon temsilcisi, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya yaratma mücadelesi ile yola çıkan Sovyetler Birliği’nde, kadınlara tanınan haklardan ve uygulamalardan bahsetti. Sovyet kadınlarının 15 yıl içerisinde katettiği yolu rakamlarla ifade eden temsilci, kadınların kurtuluşunun sınıfsız bir dünya yaratmak olduğunu anlattı.

Berrin Taş, Rıfat Ilgaz’ın ve A. Kadir’in kadınlarla ilgili şiirlerini okudu. İlk kez böyle bir etkinliğe katılan emekçi kadınların da söyleşiye katılması anlamlıydı.

Son olarak kadının hem kendini, hem de çevresini dönüştürerek özgürleşebileceği, kadın-erkek omuz omuza ve tüm sorunların kaynağı olan kapitalizmi hedef alarak mücadele yürütmesi gerektiği vurgulandı.

Berrin Taş bir şiirini bizlerle paylaştı ve böyle etkinliklerin her zaman yapılması gerektiğini dile getirdi. Dünyanın yarısını oluşturan kadınların evde, sokakta, fabrikada ve yaşamın her alanında kendini ifade edebilmesinin yolunun mücadeleden geçtiği vurgulanarak mücadele çağrısı yapıldı ve Rosa Luxemburg’un “Vardık, varız, varolacağız!” sözleriyle panel bitirildi.

Panel öncesinde, hazırlanan resim sergisi ve ressam bir dostumuzun gönderdiği Fransız Devrimi’nin simgesi haline gelen “Halka Yol Gösteren Özgürlük” tablosu oldukça ilgi gördü.

Panelin bitiminde Küçükçekmece Emekçi Kadın Komisyonu’nun Şubat ayı programı sunuldu ve katılımcılar etkinliklere davet edildi. Etkinliği yaklaşık 50 kişi katıldı.

Küçükçekmece Emekçi Kadın Komisyonu


Kadına yönelik şiddet ve devletin arsızlığı!

Kadına yönelik şiddet gün geçtikçe tırmanıyor. Töre ve namus adı altında işlenen cinayetler neredeyse meşrulaşmış durumda. Ama işin gerçeği, bu vahşet yıllardır uygulanmasına rağmen gündeme çok fazla giremiyordu. Son bir yıl içerisinde önce Malatya’da çocuk yuvasındaki şiddet, yakın zamanda yetiştirme yurtlarından kaçan kızların fuhuşa zorlanması ve bazı yerlerde tecavüze uğraması ile peş peşe patlak veren şiddet olayları devlet için bir skandala dönüşmüştü. Görüntüde şiddeti önlemek adı altında son günlerde bir dizi çalışma yapılıyordu. Ancak sözü edilen bu hazırlıklar, şiddete uğrayan kadınların evli olmaları koşuluyla korumaya alınacağı üzerineydi. Bu durum sermaye devletinin kadına yönelik şiddeti ne kadar önemsediğini bir kez daha görmemizi sağladı.

“Aile ve kadından sorumlu” devlet bakanı Nimet Çubukçu, bir soru üzerine, son beş yılda töre cinayeti ve intihar sonucu 1806 kadının öldüğünü, yabancılar da dahil 5375 kadının intihar girişiminde bulunduğunu söyledi. Yine Emniyet Genel Müdürlüğü rakamlarına göre 2001-2006 arası yıllarda 2774 kadın intihar etmiş. Çubukçu kadınlara yönelik 100 toplum merkezi kurduklarını söylüyor. Töre cinayetleriyle ilgili TCK’de yapılan düzenlemelere göre, devlet biçki-dikiş, el işi ve benzeri kurslarla kadınların bilinçlendirilmesini sağlayacak, böylece kadınları şiddetten koruyacakmış!

Bu açıklamadan önce Diyarbakır’dan bir cinayet haberi geldi. Ayşegül Alpaslan adındaki beş çocuk annesi kadın, birlikte yaşadığı ve uyuşturucu bağımlısı olan Abdurrezak Dikici tarafından öldürülmüştü. Ayşegül öldürülmeden önce şiddet gördüğü için savcılığa suç duyurusunda bulunmuş, ancak, Ailenin Korunmasına Dair Kanun kapsamında görülmediği (yani resmi nikahlı olmadığı) için evine gönderilmiş, yani ölümüne göz yumulmuştu. Ayşegül’ün ailesi ölüsünü bile sahiplenmemiş, cenaze Diyarbakır’daki İHD ve kadın kuruluşları tarafından kaldırılmıştı.

Türkiye’de son süreçte kadın kuruluşları dernek, sığınma evi vb. adı altında yaygınlaşmaya başladı. (Bunların ve bazı ‘STK’ların bir kısmının para spekülatörü olan George Soros tarafından finanse edildiği daha önce burjuva basına yansımıştı.) Bunlardan bir tanesi de geçtiğimiz Haziran ayında kurulan Genç Kız Sığınma Evi Derneği. Şu anda İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya gibi büyük illerde kurulmuş. Bu dernekte, 16 yıl önce Türkiye’deki ilk kadın sığınma evini açan Uğur İlhan tarafından kurulmuş. Aktüel dergisinin röportaj yaptığı Uğur İlhan derneğin amacını şöyle anlatıyor: “Derneğin amacı yetiştirme yurtlarından ayrılan, aile içi şiddete maruz kalan, tacize ve tecavüze uğrayan 18 yaş üstü genç kızlara, gidecek yeri olmayanlara barınabilecekleri bir yer, mesleği olmayanlara bir meslek sağlamak.”

Uğur İlhan şu örnekleri veriyor: “Beş altı yıl önce annesi babası olmayan bir kız vardı. Vasisi olarak tayin edilen dayısının tecavüzüne uğradığı için bir genç kız misafirhanesine gitmişti. Ama orada da başka tacizlere uğramıştı. Sonra kaçıp bize geldi ama 16 yaşında olduğu için onu sosyal hizmetlere teslim etmek zorunda kaldık. Sosyal hizmetler de tekrar dayısına teslim etti.”

Bir başka örnek: 17 yaşındaki A.R abisinin tecavüzüne uğruyor. Genç kız hapiste bulunan diğer abisinin çıkıp gelmesinden korkuyor. Çünkü o da aynı şeyi yapıyor. A.R sık sık evden kaçıp o zamanki kadın sığınma evine gidiyor. İlhan A.R’nin annesine soruyor, kızının oğlundan hamile kalmasından korkmuyor musun? Annesi’ şimdiye kadar hiç kalmadı? diyor. A.R çaresiz eve dönerken, ‘bir daha kaçarsam dönmeyeceğim’ diyor, öyle de yapıyor.

Son bir örnek. Uğur İlhan hala bu olayın etkisinde olduğunu söylüyor. “18’ine girmek üzereydi. Üniversiteye yeni başlamıştı. Yurtta kalıyordu. Gebeydi ve ısrarla kürtaj yaptırmak istiyordu. Ama bebek 3.5 aylık olmuştu. Çok tehlikeliydi. Sonunda neler yaşadığını anlattı. Kendi babasından hamileydi. Kaldıramayacağını düşündüğü için annesine söylememişti. Annesini babasını arayıp kızlarının zor durumda olduğunu söyleyerek Antalya’dan İstanbul’a çağırdım. Babasıyla yalnız konuştum. İyi eğitimli biriydi. Önce inkar etti. Delillerim olduğunu söyleyince itiraf etti. Bu kez, neden böyle bir şey yaptığını açıklarken sakindi… Daha da kötüsü kendinde bunu yapma hakkı görüyordu. ‘Benden çıkma, onu ben yetiştirdim, bedeni üzerinde hakkım var’ diyordu. Kızları bir daha eve dönmedi. Ve bu adam emekli albaydı.”

Dehşet verici bu örnekler her geçen gün çoğalıyor. Fuhuş ve pornonun son derece karlı bir pazara dönüştüğü kapitalizmde bu sapkınlık görüntüleri sıra dışı sayılmamalı. Bu nedenle sermaye devleti bunları engellemek için bir şey yapmıyor, yapamıyor. Nitekim göz göre göre yaşanan cinayetlere nasıl göz yumulduğunu görüyoruz.

İnsana özgü ne varsa tüm değerlerin düşmanı olmak ve yok etmek, insani olan ne varsa çürütmek onun var olma nedeni. Yoksulluk, işsizlik ve cehaletin toplumda nasıl bir çürümeye yolaçtığını, nasıl değerlerden yoksun insanlar ürettiğini, sapkınları ne düzeye vardırdığını tüm bu olaylar üzerinden görmek hiç de zor değil.

İşte bundan dolayı bu insanlık dışı düzeni yıkıp yerine insani olan her şeyi yaşatıp geliştiren ve bunu yapmak onun biricik temel hedefi olan sosyalizmi kurmak tek çıkar yolumuzdur.

A. Arda


Petrol-İş’ten “Kadın Öyküleri” yarışması

Petrol-İş Kadın Dergisi kadın işçilerin hikayelerini açığa çıkarmak için “Kadın Öyküleri” yarışması düzenliyor. Petrol-İş yarışma ile amaçlarını; “Kadınları yazmak konusunda yüreklendirmek ve kadın işçilerinin de edebiyata yansıtılabilecek gerçekliklerinin ve iç yaşantılarının olduğunu göstererek, tablonun eksik yönlerinin tamamlanmasına katkıda bulunmak” şeklinde özetliyor.

Ev kadınları, fabrikada çalışan kadın işçiler, ev eksenli çalışan kadınlar, memurlar, geçici işçiler, taşerona bağlı olarak sendikasız, güvencesiz çalışan işçiler, kısacası evde ve dışarıda çalışan her kadın hem bu yarışmanın konusu, hem de katılımcısı olabilecekler. Yarışmaya katılacak öykülerin daha önce yayınlanmamış olması gerekiyor.

Yarışmaya profesyonel, amatör tüm kadın öykücülerin katılabileceğini açıklayan Petrol-İş, en fazla üç öyküyle aday olunabileceğini açıkladı. Son başvuru tarihi 25 Mart.

Öyküleri değerlendirecek jüri üyeleri: Berat Günçıkan, Handan Koç, Jaklin Çelik, Latife Tekin, Saliha Paker, Sennur Sezer, Yaşar Seyman.

Yarışmanın sonuçları 2 Mayıs 2007 tarihinde açıklanacak. 10 Mayıs 2007’de Sendika Genel Merkezi’nde yapılacak törenle ödüller sahiplerine verilecek