2 Şubat 2007 Sayı: 2007/04(04)

  Kızıl Bayrak'tan
   Düzenin şovenizm dalgasın kırmak için
devrim rüzgarını güçlendirelim!
  Kerkük çıkışının anlamı ve hedefleri
  ABD’nin hesapları ve
uşakların “muhatap” krizi!
  Demokrasi işçi sınıfının dişe diş
mücadelesiyle kazanılacaktır!
İncirlik Üssü derhal kapatılmalıdır!
İsmail Cem devlet töreniyle uğurlandı
Tecrit karşıtı eylemlerden...
 Büyük korku!.. - Yüksel Akkaya
  Karneler çöpe!
  Sağlık emekçilerinin eylemlerinden...
  Sermaye düzeninin zor yılı
  Filistin’deki çatışmanın gerisinde ABD-İsrail var
  Emperyalist/siyonist güçlerin Lübnan
halklarını birbirine kırdırma planı
  Suudi bakandan İran’a tehdit!
  Afganistan’a ek kuvvet gönderme hazırlığı
  Kadınlar mücadele ile özgürleşir!
  2007’ye girerken/4
  Programlanmış felaket! - Mumia Abu-Jamal
  GOİ, NATO ve Türkiye -
A. H. Yalaz
  Eylem ve etkinliklerden...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Kerkük çıkışının anlamı ve hedefleri

Düzen cephesi yeni yılın ilk günlerinden başlayarak Kerkük konusuna yoğunlaşmış durumda. Açılış Başbakan tarafından yapıldı. Erdoğan özlü biçimde “dış politikada önceliğimiz AB değil Irak’tır” diyerek, konuşmasında ayrıca ABD’ye göndermelerde bulunarak, Irak’a müdahale haklarının olduğunu iddia etti. Onu MİT Müsteşarı’nın, “Türkiye bölgedeki gelişmeler karşısında savunmada kalamaz” biçimindeki çok konuşulan çıkışı izledi. Hemen ardından CHP, meclisi Kuzey Irak ve özelde Kerkük konusunda konuşmak üzere olağanüstü toplantıya çağırdı. CHP’nin meclisten talebi Güney Kürdistan’a askeri bir operasyon için düğmeye basılması ve meclisten bu yönde karar çıkarılmasıydı. CHP’nin bu girişimiyle toplanan Meclis konuyu “gizli gündem” kapsamına alarak görüştü. Son olarak ise, Irak Milli Petrol Şirketi’nin, petrol ticareti yapan Türk şirketlerine bundan böyle muhataplarının Güney Kürdistan yönetimi olduğu biçimindeki kararı gündeme geldi.

Kerkük gündemi bu tartışma konularına bağlı olarak sistemli bir şekilde işleniyor, bu şoven-milliyetçi bir kampanya biçiminde yürütülüyor. Belli ki, sermaye devletinin gündemini seçimlerle birlikte 2007’nin önemli gündemlerinden biri olan Kerkük oluşturuyor.

Kerkük’ü düzen için bu denli önemli bir gündem haline getiren neden, Kerkük’ün statüsünün belirleneceği referandumun 2007 yılı içerisinde yapılacak olmasıdır. Zira referandumun sonucu şimdiden bellidir. Kürt nüfusu Kerkük’te ezici bir ağırlığa sahiptir ve bu durumda Kerkük’ün Güney Kürdistan yönetimine bağlanacağı kesin gibidir. Bu sonuç, Irak petrollerinin yüzde 45’inin çıkarıldığı bu kentin Kürt yönetimine bırakılması anlamı taşıdığı ölçüde, bağımsız bir Kürdistan için de hayati bir adım olacaktır. Öyle ki, Barzani’nin de vurguladığı üzere Kerkük Kürdistan’ın kalbidir. Kürkük’ün Kürdistan’a bağlanması, bağımsız bir Kürdistan’a sağlam bir ekonomik temel hazırlayacaktır. Elbette bu durum, Türkiye’de de Kürt sorununu alevlendirecek ve Kürt sorunu konusunda 80 yıllık politikası iflas etmiş bulunan düzen açısından büyük bir handikap olacaktır.

Bu çerçevede Güney Kürdistan’daki gelişmelerin Kuzey’de yaratacağı sonuçlar konusunda uzun süredir etraflı bir tartışma yapılıyor. En son eski MİT müsteşar yardımcısı soruna ilişkin oldukça net ve çarpıcı ifadeler kullandı. Devletin inkar ve imha siyasetinin çözümsüz bir siyaset olduğunu, artık Güney Kürdistan’daki önü alınamayan devlet oluşumu karşısında imha siyaseti dışında yeni politik açılımların üretilmesi gerektiğini, aksi halde Türkiye’nin oldukça ciddi bir bölünme riskiyle yüz yüze kalacağını, Kürt sorunu konusunda inisiyatifi tümden yitirebileceğini dile getirdi.

Statüsünün kesinleşmesiyle birlikte Kürdistan devletine sağlam bir ekonomik temel kazandıracak olan Kerkük, tam da bundan dolayı sermaye devletinin öncelikli siyaseti haline gelmiş durumdadır.

Fakat, düzen cephesinden yapılan açıklama ve çıkışlara bakılırsa, sermaye devletinin Kerkük üzerinden geliştirdiği tek siyaset, hiçbir karşılığı olmayan Türkmen kartı ve askeri bir saldırıdan başka bir şey değildir. Hükümetinden muhalefetine düzenin tüm siyasal aktörleri de bu seçenekten başkasını telaffuz etmemektedirler. CHP’ye kalsa hemen bugünden saldırı başlatılmalıdır. Daha gözü dönmüş milliyetçi çevreler ise Kerkük’ü işgal düşleri kurmaya başlamış bulunuyorlar. Oysa daha akıllı olanları (buna CHP de dahil) bu çıkışlarının içeriye dönük etkili bir siyaset malzemesi olduğunun da farkındalar. Bu güçler toplum düzeyinde estirilen milliyetçi-şoven rüzgarlarla yelkenlerini şişirmenin hesabını yapıyorlar.

ABD’ye rağmen Güney Kürdistan’a yönelik bir askeri müdahalenin mümkün olmadığı artık biliniyor. Zira düzenin Güney Kürdistan’a askeri müdahale tehdidi yeni değildir. Dahası bu tehditlerin askeri hareketliliklerle de birleştirildiğini biliyoruz. Ancak, bu tür çıkışların hepsinde devletin siyasi ve askeri yetkilileri tükürdüklerini yalamak zorunda kalmışlardır. Çünkü, köpekçe bir sadakat düzeyinde Amerikancı olan hükümet ve ordunun, daha genelde ise sermaye iktidarının ABD’ye rağmen bunu yapma olanağı yoktur. Öyle ki, Güney Kürdistan konusunu “kırmızı çizgi” diye pazarlık konusu yapmaya kalkanlar, ABD’nin tavrı karşısında, artık kırmızı çizgilerinin olmadığını ilan etmek zorunda kalmışlardır. Böylesine utanç verici bir duruma düşen sermaye iktidarının, bugün kalkıp ABD’ye kafa tutması ve Irak’a girmek üzerinden yüksek perdeden atmasının hiçbir inandırıcılığı yoktur. Kerkük konusundaki bu tavır yalnızca bir çaresizlik ve aczin ifadesi olabilir.

Ancak, yaşananlar karşısında başka soruları da gündeme getirmek durumundayız. Bu çerçevede en önemli soru şudur: ABD karşısında tam bir teslimiyet sergileyen sermaye iktidarını, böyle bir celallenme içerisine sokan ve sonuçsuz kalacağını bile bile bu tür yollara iten nedir? ABD ile sermaye iktidarı arasındaki ilişkilerin son birkaç yılki seyrini bilenler, buradan ABD’nin sermaye iktidarından yeni taleplerinin olduğu sonucu çıkarması zor olmayacaktır. Sermaye devletinin ABD’ye kafa tutar bir pozisyon takınarak bölge halklarına diş gösterdiği her durumda, geri planda ABD’nin oldukça ağır taleplerinin olduğu görülmüştür. Sermaye devleti böylelikle kendince bir pazarlık marjı oluşturmaya, ABD’ye hizmet karşılığında koparabildiğini koparmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla sermaye devletinin Kerkük celallenmesini, “askeri bir saldırı olur mu olmaz mı?” ikileminden çıkararak tartıştığımızda, resmin bütününü görme imkanımız olacaktır.

Buradan giderek sorulacak en kritik soru şudur: Sermaye devletinin celallenmesi bir pazarlık marjı oluşturmak hedefliyse, o halde ABD ondan bazı ağır taleplerde bulunuyor demektir. Öyleyse bu talepler ne olabilir? Elbette “talepleri şu şu” demek mümkün değildir, görüşmeler kapalı kapılar ardında sürmektedir. Fakat ortada bir takım taşların oynatıldığı gerçeği durduğu ölçüde, bu taşların hareket yönüne bakarak bir takım sonuçlar çıkarmak mümkündür

Bilindiği üzere ABD yönetimi 2007’ye “yeni Irak politikası”nı açıklayarak girmişti. Bush’un açıkladığı bu politika, “Çalışma Grubu”nun hazırladığı ve Baker Raporu olarak bilinen politikadan oldukça farklı görünüyordu. Öyle ki, Baker raporunda Irak’ta çıkış için İran ve Suriye ile işbirliği yapılması bir seçenek olarak sunuluyordu. Bir takım çevreler bu rapora bakarak ABD’nin yeni Irak politikasında ciddi bir esneme olacağı ihtimali üzerinde durmaktaydılar. Fakat Bush’un açıkladığı resmi politika, tersine, askeri güç kullanımında ısrar ve yeni askeri güç takviyesi biçimindeydi. Bush yönetimi bu yönde ciddi adımlar atmaya da başladı. Bu adımlardan ilki, Güney Kürdistan’daki İran Konsolonsluğu’na yönelik bir çuval operasyonuydu. Bunu Irak’taki İran gizli istihbarat ajanlarının öldürülmesi emri izledi. Hemen ardından da yeni bir savaş gemisinin Basra Körfezi’ne gönderilmesi geldi. ABD Başkan Yardımcısı Cheney, bu son adımın İran’a yönelik askeri kararlılığın bir göstergesi olduğunu vurguladı. Tüm bunlar, ABD’nin İran’a yönelik bir askeri operasyon hazırlığı yaptığını gösteriyor. O halde, ABD’nin Türkiye’den istekleri de bu askeri saldırı kapsamında olmalıdır. Nitekim, bu günlerde Türkiye’ye gelen ABD üst düzey yetkilileri çantalarında İran ve Irak konusunu taşıdıklarını özellikle vurguluyorlar. İşte, şoven-milliyetçi kükremelerle kardeş haklara karşı diş gösterenler, böylesine soysuz ve uşakça bir ilişkiden güç alıyorlar.

İşin esasında, ABD Kürt sorununu bir kement gibi kullanmakta, sermaye devletini terbiye ederek kirli planlarının soysuz bir aleti haline getirmektedir. Bu yeni bir durum da değildir. Irak saldırısı öncesinde de bunu etkili bir biçimde kullanmıştır. Fakat gelinen yerde ABD yönetiminin bu oyunu iki yönlü oynadığı daha iyi görülmektedir. Amerikan kementi, sadece sermaye iktidarının değil Güney Kürdistan’daki Kürt güçlerinin de boynundadır. Zira, sermaye iktidarının dişlerini göstermesi, ABD’nin Kürt halkının hamisi maskesini takmasını kolaylaştırmakta ve Kürt yönetici güçleri ABD’nin dümenine çok daha sıkı biçimde bağlanmaktadırlar. Dikkat edilirse, sermaye devletinin diklenmesi, Güney Kürdistan Yönetimi’nin ABD hesabına Irak’ta savaşma isteksizliğini dışa vurdukları bir zamanda olmuştur. Güney Kürdistan yönetimi üzerinde bundan daha etkili bir denetim mekanizması bulunamaz. Bu mekanizmanın etkinliği, özellikle Baker Raporuyla dışavurulan politika değişikliği ihtimaliyle birlikte son derece artmış bulunmaktadır. Zira, bir kez daha görülmüştür ki, ABD’nin Kürt halkıyla ilişkisi gerici çıkarları temelindedir. Bu çıkarlar başka bir yoldan gitmeyi gerektirirse, ABD bunu yapmaktan çekinmeyecektir.

Bu tablo, halkların emperyalizme ve işbirlikçi gerici rejimlere karşı birleşmesinin, tam bir dayanışma içerisinde hareket etmesinin ne denli yakıcı bir ihtiyaç haline geldiğini göstermektedir. Bölgenin mazlum halklarının birbirlerine dayanmaktan, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı birleşmekten başka bir çıkış yolları yoktur.