2 Şubat 2007 Sayı: 2007/04(04)

  Kızıl Bayrak'tan
   Düzenin şovenizm dalgasın kırmak için
devrim rüzgarını güçlendirelim!
  Kerkük çıkışının anlamı ve hedefleri
  ABD’nin hesapları ve
uşakların “muhatap” krizi!
  Demokrasi işçi sınıfının dişe diş
mücadelesiyle kazanılacaktır!
İncirlik Üssü derhal kapatılmalıdır!
İsmail Cem devlet töreniyle uğurlandı
Tecrit karşıtı eylemlerden...
 Büyük korku!.. - Yüksel Akkaya
  Karneler çöpe!
  Sağlık emekçilerinin eylemlerinden...
  Sermaye düzeninin zor yılı
  Filistin’deki çatışmanın gerisinde ABD-İsrail var
  Emperyalist/siyonist güçlerin Lübnan
halklarını birbirine kırdırma planı
  Suudi bakandan İran’a tehdit!
  Afganistan’a ek kuvvet gönderme hazırlığı
  Kadınlar mücadele ile özgürleşir!
  2007’ye girerken/4
  Programlanmış felaket! - Mumia Abu-Jamal
  GOİ, NATO ve Türkiye -
A. H. Yalaz
  Eylem ve etkinliklerden...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Düzenin şovenizm dalgasını kırmak için devrim rüzgarını güçlendirelim!

Faşist devletin kadim politikası ve kitleler için zehirli otu şovenizm

Hrant Dink cinayetiyle bir kez daha görüldü ki, şovenizm bu toplumun iliklerine kadar işletilmiştir. Sadece faşist devletin, faşist parti ve örgütlerin söylem ve eylemlerinde değil, artık toplumsal zeminde de, yani sıradan kitleler içinde de yer bulduğu ortadadır. Trabzon ilk olabilir, ancak tek olmadığı, faşist/ırkçı örgütlerin tutunabildiği, kolayca militan derleyebildiği üç-beş ilin daha olduğu, kamuoyuna yansıyan olaylar üzerinden uzun zamandır biliniyor. Ne var ki artık problem bu birkaç ildeki faşist örgütlenme sınırını çoktan aşmış, yıllar boyu sistemli biçimde estirilen şovenizm dalgası toplumu önemli ölçüde zehirlemiş, tüm ülkede ciddi hasarlar yaratmıştır. Özellikle CHP’nin son zamanlarda ırkçı-şoven söylemleri öne çıkarması ve sistemli biçimde işlemesi, işin nerelere vardığını göstermekle kalmamış, dalganın boyutlarını da iyice büyütmüştür.

Burjuva gericiliği ve onun iktidar aygıtı olarak devlet zaten bütün bir ömrünü “milliyetçilik” adı altında sürdürülen ırkçılıkla, toplu kırımlara kadar varabilen halklara düşmanlıkla geçirmiş bulunuyor. Bunu onyıllardan beridir komşu halklara açık düşmanlık, ülke içindeki halkları ise yok sayma, sindirme, kültürel açıdan yoketme politikalarıyla sürdüregeldi. Burjuva gericiliği ve devleti için bu gök kubbe altında uşaklığını yaptıkları Amerikan emperyalizmi dışında herhangi bir ‘dost’, ‘müttefik’ ya da ‘kardeş’ topluluk yoktur. Onların “Türkün Türkten başka dostu yok” söylemleri gerçekte “Türkün Amerika’dan başka dostu yok” ile aynı anlama gelmektedir. Amerikancılık bu ülkenin burjuva gericiliğinin iliklerine öylesine sinmiştir ki, onyılları bulan bir macera olarak Avrupa Birliği süreci bile ona bu birliğin üyesi ülkeleri olsun ‘dost’ olarak görme olanağı sağlayamadı. Öcalan meselesinde İtalya’ya ve Ermeni yasası konusunda Fransa’ya karşı yürütülen histerik kampanyalarda görüldüğü gibi, her fırsatta şovenizmi ve halklara karşı düşmanlık duygularını körükleyip durdu. Düşününüz ki bu aynı ülkeler neredeyse 60 yıldır NATO üzerinden de bu aynı burjuva gericiliğinin güya dostu ve müttefiki idiler. Yine de burada bir bakıma herhangi çelişki yok; zira Türk burjuva gericiliği NATO’ya Amerikan emperyalizmi üzerinden girdi ve AB’ye de aynı Amerikan emperyalizminin beşinci kolu olarak girmeye çalışıyor. Üzerine bir yığın ikiyüzlü laf edilen AB, tüm ötekiler için olduğu gibi Türk burjuvazisi için de halklar arası bir ilerici birleşme ve bütünleşme zemini değil, fakat yalnızca emperyalist ve gerici çıkarların platformudur.

Şoven kudurganlıkla toplumun sersemletilmesinde neredeyse tüm düzen güçleri artık eleledirler. Geleneksel ırkçı-milliyetçi düzen güçleri ile düzen solu artık aynı çizgide ve söylemlerde buluşmuş durumdalar. Son zamanlarda CHP’de doruğuna ulaşan şoven-faşizan söylemler, bu konuda burjuva gericiliği için adeta bir taze kan işlevi gördü, şovenizmin ve ırkçılığın sıradan kitleler içinde meşrulaşmasını kolaylaştırdı.

Bu aynı konuda geçmişten bugüne temel bir zehirleme ve sersemletme kaynağı da doğal olarak düzen medyasıdır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da geniş kitleleri etkileme, yanıltma ve sersemletme konusunda düzen medyası, düzenin ve devletin elinde yeri doldurulamaz bir araçtır.

Medyanın gerçekte ne kadar etkili (ve aynı ölçüde rezil!) bir araç olabileceğini, son olarak Hrant Dink cinayeti bir kez daha çarpıcı bir biçimde göstermiş bulunuyor. Televizyon kanalları bir yandan Dink’e her türlü samimiyetten yoksun övgüler ve ağıtlar düzdüler. Diğer yandan ise daha baştan Hrant’ın gerçek katillerini gizleme ve daha cenazesi ancak kalkmışken de ırkçı faşizmi aklama yarışına girdiler. Bu ülkenin onlarca değerli aydını ve binlerce devrimcisi gibi Hrant Dink’i de kimlerin katlettiği ayan-beyan ortadayken bunu gözlerden gizlemeye çalıştılar. Faşist katillerin önde gelenlerinden ve “bin operasyon”ların elebaşısı durumundaki Mehmet Ağar gibileri anında ekranlara konuk edildi ve güya konuya ilişkin olarak toplumu aydınlatacak olan görüşleri alındı. Devletin ağzından kaçırmayı adet edindiği ‘milliyetçi duygularla işlenmiş cinayet’ gafı, faşist mayalı Türk milliyetçiliğini savunma ve övme fırsatına dönüştürüldü.

Susurlukta ortalığa saçılan kirli-kanlı gerçekleri ‘bin operasyon’ söylemiyle ‘dobra dobra’ savunarak devletin en kanlı örgütü kontr-gerillaya toz kondurmayan Ağar, Dink cinayetinden bile şovenizm dalgasını yaymak üzere yararlanmaya kalkan bu kokuşmuş düzende hiç de yalnız değildi. En sağından en soluna, tüm düzen partilerinin liderleri, sözcüleri günler boyu ekranlardan eksik olmadı. Günler boyu, el birliğiyle besleyip büyüttükleri şovenizmi, ağız birliğiyle savundular. Bireysel ve toplu katliamlardaki suçları düzen yargısının kararlarıyla bile sabit faşist partilerin sözcülerine dahi, hiç utanıp sıkılmadan söz verdiler düzenin medya kanalları ve organları.

Dink cenazesiyle kırılan dalga

Düzen cephesinin bu süreçteki kollektif savunma pozisyonu anlaşılmaz değil. Çünkü Dink’in cenazesi, onlarca yılın emeğiyle yarattıkları şoven milliyetçilik canavarının, aslında, nasıl da kağıttan bir kaplana dönüşebileceğini de göstermiş oldu. Özellikle Ermeni sorunu üzerinden bunca kışkırtmaya rağmen, onbinlerin ‘hepimiz Ermeniyiz!’ şiarıyla, İstanbul’un göbeğinde sabahtan akşama gösteri yapması, zeminin aslında neye uygun olup neye olmadığını da ortaya koydu. Emekçi halklarımız özgür ve demokratik bir ortamda birlikte kardeşçe yaşamaya hasrettir. İstanbul’un ilerici halk kitleleri, bunu Dink’i sahiplenme biçimiyle bir kez daha göstermiş oldular. Sadece İstanbul’un işçi ve emekçileri de değil, çok sayıda ilde gerçekleştirilen protesto eylemlerinin de gösterdiği gibi, bu, yurt sathında kendini gösterebilen güç ve umut verici bir gelişme oldu.

Dink’in katli, büyük bir ihtimalle tam tersi bir amaç uğruna hazırlanmıştı. Fakat faşizmin kirli ve karanlık hesapları ters tepti. Bu alçakça cinayet üzerinden sindirici ve yıldırıcı hesaplar yapanlar, büyük kitlelerin öfkeli ayağa kalkışıyla karşılaştılar. Bu cinayetle şovenizme güç taşımak isteyenler, Türkiye şovenizminin en utanç verici tabusunu hedef alan “Hepimiz Ermeni”yiz tutumunun kamçı etkisi yaratan gücüyle yüzyüze kaldılar. Olayın düzen cephesinde yarattığı telaşın asıl sebebi de gerçekte işte budur. Şovenizm dalgasını yükseltmeye çalışırlarken, hiç beklemedikleri bir dalgakıranın oluşmasına vesile olmuşlardır. Şimdi yapmaya çalıştıkları ise bunu yıkma çabasından başka bir şey değildir.

Fakat bu artık o kadar kolay da değildir. Bu ülkenin tarihinde bir ilk yaşanmış, onbinlerce insan faşist Türk katliamcılarına karşı Hrant Dink şahsında kardeş Ermeni halkını sahiplenmiştir. Bu bir kez yaşanmıştır, hiçbir çaba bu son derece anlamlı olayın yarattığı derin izi artık silemez.

Gerici dalgayı devrim rüzgarıyla kırma görevi

Hrant Dink olayı ile görkemli caneze töreni, gerici-şoven-faşist dalgayı kırmanın yolunu ve imkanlarını da göstermiş bulunuyor. Devrimci hareket bundan gerekli sonuçları çıkarmak ve durumdan en iyi biçimde yararlanmak acil göreviyle yüzyüzedir. Düzen ve devlet, nasıl cenaze eylemiyle ortaya çıkan büyük kardeşlik ve dayanışma duygularını kundaklayıp köreltmek üzere şovenizm dalgasını yükseltme peşindeyse, devrimci hareket de tersinden aynı kardeşlik ve dayanışma duygularını daha da geliştirip güçlendirmek için kolları sıvamak durumundadır. Düzen ve devlet eliyle bizzat yaratılan ve kitleleri sersemleten şoven Türk milliyetçiliğinin karşısına, halkların devrimci birliği ve kardeşliğini eksen alan devrimci enternasyonalist tutumla çıkılmalıdır. Binlerce insanın şovenist histeriye karşı sahiplendiği ve haykırdığı “Yaşasın Halkların Kardeşliği” bu tutumun sözü ve şiarı olmalıdır.

Bir devrim toprağı olduğundan her vesileyle ve övünerek söz ettiğimiz ülkemiz, işçi sınıfı ve emekçi halklarımızın oluşturduğu bu engin deniz, hiç kuşku yok ki, en fazla devrim rüzgarlarıyla dalgalanmayı bekliyor. Türkiye’nin emekçileri yakın tarihimizdeki devrimci yükselişleri besleyen kanallarıyla, bunu fazlasıyla hak ettiklerini kanıtlamış bulunuyor.

Bu ülkeyi derinden derine bir devrim toprağı olarak mayalayan koşullar, bizzat sermaye düzeni ve devleti eliyle hazırlanıyor. Kitleler bizzat bu düzen ve devlet tarafından sefalet bataklığına sürükleniyor. İşsizlik ve açlığa terkediliyor. Eğitimsizliğe ve temel sağlık hizmetlerinden yoksunluğa mahkum ediliyor. Gençlerimiz, bizzat şovenizm bayraktarlığı yapan sicilli Amerikan işbirlikçileri eliyle, emperyalist plan ve politikaların savaş gücü yapılmaya çalışılıyor.

Bu ve daha saymakla bitmez suçları, bu ülkenin emekçi halklarına ve işçi sınıfına karşı sistemli biçimde işleyenler, bu düzenin ve devletin sahipleridir. Bu gerçekleri işçi sınıfı ve emekçi kitleler arasında sistemli bir biçimde işlemek ve yaymak, düzenin ve devletin onları şovenizmle zehirlemesini engellenmek günün temel önemde görevidir. Bu görevi de ancak bu ülkenin devrimcileri yerine getirebilir. Kuşkusuz, bu hareketi oluşturan her bir yapı, kendi çapı, kavrayışı ve gücü oranında bu yöndeki görevleri yerine getirmeye çalışıyor. Bunu, devrimci olmanın bir gereği ve varlık koşulu olarak görüyor. Ama aynı zamanda, aynı işçi sınıfı ve aynı emekçi kitlelere karşı bu görevlerin, kendi aralarında bir bayrak yarışı gibi görüldüğü de açıktır.

Her vesileyle olduğu gibi Hrant Dink cinayeti olayında da görülmüştür ki, gerici düzen ve devlet cephesi, gerektiğinde tek bir yumruk gibi hareket etmeyi başarabilmektedir. Ve iyi bilindiği gibi o yumruk her seferinde öncelikle devrimci hareketin başına inmektedir. Artık emekçi halklarımızı da zehirlemeye başladığı gün gibi ortada olan gerici-şoven dalgaya karşı, devrimci hareketin de tam bir birlik ve dayanışma içinde hareket etmesi, son zamanlarda olumlu örnekleri görülen devrimci güç ve eylem birliğini daha da ilerletmesi zorunludur. Devrimci saflarda “Yaşasın devrimci dayanışma!” şiarının yarattığı etki ve heyecan biliniyor. Aynı şekilde son zamanlarda kitle hareketi içinde giderek daha çok kullanılan ve yaygın biçimde sahiplenilen “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!” şiarının özellikle son gelişmelerle birlikte kazandığı özel önem ve anlam da yeterince açıktır. O halde bu anlamlı şiarlara hayatın içinde daha büyük bir güç, anlam ve işlev kazandırmak da her kesimden ve eğilimden devrimcilerin ortak kaygısı ve pratik çabası olmalıdır.

Dink cenazesiyle yakalanan zemin, devrimci baharın imkanlarıyla birleştirilebilir. Ve bütün bu imkanlar birarada, sınıf ve kitle hareketinin yükseltilmesi yoluyla ırkçı-şoven dalganın kırılması hedefine yöneltilebilir.