26 Ocak 2007 Sayı: 2007/03(03)

  Kızıl Bayrak'tan
   Ermenilerin yüz yıllık yalnızlığında bir gedik açıldı... Gerisi mutlaka getirilmelidir!
  Hrant Dink’i uğurlama
töreninden yansıyanlar
  Cinayetin gerisinde devletin kirli ve karanlık odakları var!..
  Güvercin Kasapları’nın sefaleti - Haluk Gerger
Onbinler Hrant Dink’i uğurladı...
Yurtdışında Hrant Dink’in katledilmesi protesto edildi...
Mecliste Irak ve Kerkük için gizli oturum
 “Tecriti kaldırın, ölümleri durdurun!”
  Devlet sonunda geri adım atmak zorunda kaldı....
  Sınıf hareketi...
  Latin Amerika: 2006 yılından kesitler...
  Sendikal hareketin durumu/1
  İran emperyalist-siyonist saldırıya
karşı hazırlanıyor!
  Güney Irak’ta işgalcileri hedef alan saldırılar artıyor
  Küçükçekmece Emekçi Kadın Komisyonu 8 Mart’a doğru adımlarını hızlandırıyor…
  Bir emperyalist yeniden yapılandırma projesi: Geniş Ortadoğu İnisiyatifi-2
  2007’ye girerken/3
  Kendi uşağını asmak!
Mumia Abu-Jamal.
  Burjuva eğitim sistemi gençliğin gelecek özlemini öğütüyor!
  Havaya inat şarkı söylemek...
Bertolt Brecht
  Ruh halimin güvercin tedirginliği - Hırant Dink
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

2007’ye girerken/3

III.

Türkiye ve Kürdistan 2006 yılı içinde önemli gelişmelere sahne oldu; öyle ki bu gelişmeler, 2007 ve sonrasını da etkileme potansiyeline ve eğilimlerine de sahiptir. Bu nedenle üzerinde özet olarak durmakta yarar var.

2006 yılı içinde Türkiye, hem bölgesel ve uluslararası gelişmelerden etkilendi, hem de kendi içinde önemli iç gerilimlere ve egemenler cephesinde iktidar çekişmelerine konu oldu. Önce uluslararası gelişmeler ve ilişkiler alanına kısa bir göz atalım:

Bir kez AKP hükümetinin çok önem verdiği AB ile ilişkiler, gelinen noktada çıkmaza girdi. Gerçi resmi düzeyde “Müzakereler” “8 Başlık” dışında sürüyor olsa da paylaşılan ortak kanı, “AB treninin kazaya uğradığı” yönündedir. Hükümet de eskisi gibi bu konuda istekli değildir, bunu Erdoğan, “Irak, AB’den daha öncelikli konu haline gelişmiştir” sözleriyle ortaya koymuştur. AB ülkeleri ise bu konuda parçalı bir görünüm sergilemekte, Türkiye üzerinde yapılan hesaplar birbiriyle çelişmekte, oyalama ve zamanla bu ilişkiyi özel bir statüye bağlama eğilimi ağırlık kazanmaktadır.

Bu konuda tespit edilmesi gereken diğer bir nokta da iç politikada AB konusunun bir önceki yıla, yıllara göre daha alt düzeylere gerilemiş olmasıdır. AB karşısında tutum, önemli bir ayrım noktasıydı ve bu iç politika ve gerilimde kullanılan önemli bir “cepheleşme” noktasıydı.

Ama AKP hükümeti AB konusunda eski hızını kesti, Genelkurmay ise günlük politika ve iktidar ilişkilerinde daha belirleyici bir noktaya geldi. Unutmamak gerekir ki, dış bağımlılık ilişkileri iç politika ve iktidar ilişkilerinde gözetlenen, kollanan ve önem atfedilen bir konu olmuştur. AB ve ABD ile ilişkilerde iktidar odakları ve iktidar hesabı yapanlar her zaman destek arayışına girmiş, bu konuda uşaklıkta nefes kesen bir yarışa girmişlerdir. Hükümete gelir gelmez AB konusuna öncelik veren AKP, bunu bir yönüyle “dış destek” etkeni olarak algılamış ve değerlendirmiştir.

ABD ile ilişkilerde 1 Mart tezkeresiyle başlayan, Irak işgali ile süren ve Çuval Vakası ile derinleşen gerilimi aşmada Hükümet ve Genelkurmay bir yarış içine girdiler. En azından görüntü düzeyinde ilişkilerde belli bir “iyileşme” gözlemlendi. Ama Güney Kürdistan, Irak, İran ve Suriye konularında politika farklılıkları devam ediyor. Bu farklılık, esas olarak Kürt sorunu konusundaki “duyarlılığından” kaynaklanmaktadır. Parçalanan Irak, Güney’de kurulan Kürdistan, Kerkük üzerinde kurulmuş Kürt egemenliği, TC’nin korkulu rüyalarıdır. Kürdistan konusunda ABD’yi kendi tezlerine yakın tutma, bu bağlamda ellerindeki bütün kozları kullanma, en tipik bağımlılık örnekleriyle en “kabadayı” şantaj yöntemlerini iç içe kullanma çabası içindedirler. Bu bağlamda ABD emperyalizminin saplandığı Irak batağının kendisinin hareket zeminini genişlettiğini düşünmektedir. Gücünün ve sınırlarının, aynı zamanda olanaklarının ve kozlarının da farkındadır. Bunları en etkin ve sonuç alıcı tarzda kullanmanın hesabı, tartışması ve mücadelesi içindedir. 80. kuruluş yıldönümü vesilesiyle MİT Müsteşarı’nın yaptığı açıklama bu eğilimi çok net olarak ortaya koymaktadır. Etkin ve atak, “bekle-gör” politikalarıyla zaman öldürmeyen, kendini global gelişmemelere göre yeniden yapılandıran ve politik olarak yenileyen, ekonomisi, diplomasisi ve askeri gücüyle, etkili istihbarat örgütüyle bir bölge devleti olması gerektiğini belirten MİT şefi, bunların yapılmaması durumda ayakta kalmanın bile zorlaşacağını anlatmaktadır. TC için bölge çapında emperyal bir devlet olma arzusu ile Kürt sorunu karşısındaki katı inkârcı tutumu arasındaki çelişki, ciddi bir handikap oluşturmaktadır. Bu arzu, aslında daha radikal yeniden yapılandırmaları gerektirmektedir, ama bu ise egemenler cephesinde sonun başlangıcı, Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderinin tekrarlanması kâbusu olarak görülmektedir. Kürt sorununda en sıradan bir “açılım” ile toptan çöküş arasında kurulan bu doğrudan ilişki, aynı zamanda stratejide darlaşmayı getirmektedir. Bu, Güney’e yaklaşımda, Kuzey’de izlenen katı inkâr ve imha sisteminde çok çarpıcı olarak kendisini yansıtmaktadır. ABD’nin Ortadoğu ve Irak politikaları ile arasında beliren ve giderilmesi hemen hemen çok güç olan çatlakların nedeni budur! Bu, aynı zamanda TC’nin en büyük zaaflarından biridir. Büyük bir olasılıkla bu açmaz onun başını bundan böyle de ağrıtacaktır.

Kısacası dinamik veya saldırgan emperyal politika ile Kürt sorunu karşısındaki donmuşluk, yani geleneksel çizgideki eğilmez bükülmez ısrar, stratejik çıkmaza da işaret etmektedir. Bu büyük paradoks, aynı zamanda daha kanlı gelişmelerin de en önemli nedenlerinden biridir. ABD ile ilişkilerinde, bağımlılığın daha derinleşmesinde yine bu, önemli etkenlerden biri olacaktır.

ABD ile yaşanan diğer bir diğer gerilim noktası ise Güney’deki PKK varlığına karşı ortak ve etkili mücadele etme konusudur. Açık ki TC, PKK sorununu çözmek istemiyor. Çözmek isterse İmralı’da altın tepside sunulan teslimiyet ve tasfiye planını uygulardı. Ama Irak, Güney Kürdistan ve iç politikada PKK sorununun varlığını sürdürmesini istiyor. Özellikle Genelkurmay’ın duruşu budur! Güney ve Irak politikasında daha etkin bir konum elde etmek için kullanılan kartların başında PKK bahanesi gelmektedir. Bu konuda yoğunlaşan talepleri karşılamak için ABD, “PKK ile mücadele özel koordinatörlüğü” uygulamasına geçti. Ama gelinen noktada bu da kendilerini tatmin etmiş değildir. Çünkü onların kafalarındaki hesap, Güney’e askeri müdahale ve Güney üzerinden Irak politikasında etkin söz sahibi olmaktadır. ABD de bunu bilmektedir, bu nedenle aralarında taktik bir mücadele sürmektedir. Öyle anlaşılıyor ki ABD, TC’nin doğrudan ve etkin bir biçimde Irak ve Güney politikasına taraf olmasını istemiyor, bunun, Irak dengelerini daha da içinden çıkılmaz hale getireceğini düşünmektedir. Ama bir yandan da PKK bahanesini etkisizleştirmek ve boşa çıkarmak için adımlar atmaktadır. Koordinatörlük gibi, son günlerde Mahmur Kampı’na yapılan baskın gibi…

“Bağımsız Kürdistan tehdidi” ve Türkmen kartları da bu yaklaşımda etkin bir biçimde kullanılmaktadır. Özellikle Kerkük yoğun bir biçimde gündemde tutulmakta, Türkmen temsilcileri Ankara’da ağırlanmakta, onlara “Konferanslar” yaptırılmakta, dahası Güney’e asker gönderme konusunda Meclis’e önergeler sunulmakta ve bu konuda Meclis’te gizli oturumda görüşme kararı alınmaktadır. Belli ki TC, “tarihsel Musul-Kerkük meselesini” daha çok kaşımaya, önemli bir iç ve dış politika konusu yapmaya, bunun üzerinden Güney’e müdahale etme tehdidini canlı tutmaya çalışacaktır. Kerkük üzerinde koparılan fırtına, aslında, Güney Kürdistan ve onun uzun vadede Kürt sorununa yapacağı etkilerinden dolayıdır! Daha önce ilan edilen “kırmızı çizgiler”den arta kalan Kerkük sorunu bir baskı, tehdit ve giderek savaş konusu yapılmak istenmektedir!

ABD’ye rağmen Güney işgali mümkün mü? Biraz zor! Ama bir işgal tehdidi ve bunun somut hazırlıklarıyla elde edilebilecek kazanımların olduğunu da biliyorlar. Bunlar, Güney’deki gelişmeleri sınırlandırma, ABD’yi bu konuda daha fazla kendi tezlerine yaklaştırma, Kerkük referandumunu erteletme ve böylece Kerkük’ün resmi düzeyde Kürdistan’a bağlanmasını engelleme gibi hedeflerdir…

Görüldüğü gibi Irak ve Güney’deki gelişmeler TC’nin dış ilişkilerini, ABD ile bağımlılık ilişkilerini büyük ölçüde etkileme potansiyeline ve dinamiklerine sahiptir. Bunun iç politika, iç tartışma ve hesaplaşmalara yansıyacağı da unutulmamalıdır! Hatta iç politikada Güney ve Irak’taki gelişmeleri kendi varlık ve gelecek sorunlarıyla yakından bağlantılı olarak değerlendirdiklerini, bunun önümüzdeki aylarda daha yoğun tartışmalara konu olacağını hemen vurgulamamız gerekiyor.

İran ve Suriye ile ilişkiler konusunda da TC, ABD ile belli yönleriyle çelişmektedir. Buna Hamas’a karşı alınması gereken tutum konusunu da eklememiz gerekir. TC’nin kaygısı, Irak ile bozulan bölgesel dengelerin tümden ve içinden çıkılmaz bir kaosa dönüşmemesidir!

Bu çelişkilerle birlikte TC’nin ABD ile en üst düzeyde ve her alanda var olan işbirlikçi ilişkilerini daha da derinleştirmek istediği, bunun için her fırsatı değerlendirdiğini de vurgulamamız gerekir. Lübnan’a asker gönderme bunun en son örneklerinden biridir. Yine daha önce İncirlik Üssü ile ilgili yapılan anlaşma bunun başka bir somut örneği olmaktadır.

TC’nin diğer dış politika ilişkileri bu iki ekseni, ABD ve AB eksenlerini tamamlayıcı niteliktedir.

İç politika konusuna gelince kısaca şunların altı çizilebilir:

Esas iktidar odağı olan Genelkurmay, AB ile uyum yasaları çerçevesinde en azından bazı mevzilerde gerilemiş, psikolojik üstünlükte gedikler almaya başlamıştı. Ne var ki 2005’te başlatılan sistemli ve planlı atakla Genelkurmay eski konumunu yakaladı, dahası esas iktidar odağı olduğunu bir kez daha her kesime gösterdi. Bunu “darbe” olarak tanımlayanlar az olmadı. 2005’in sonbaharında Şemdinli’de ortaya çıkan ve bir ucu şimdiki Genelkurmay başkanına kadar uzanan kontrgerilla yapısı, Büyükanıt ve ekibini tasfiye etmede kullanılmadı. Tersine, anılan ekip çok daha hızlı, atak ve baskın davranarak bu olayı hükümeti geriletmede ve iktidar kavgasında önemli bir kaldıraç haline getirdi. Burada kullanılan en temel etken, PKK oldu. Zaten 2004 ortalarında alınan “yeniden savaş” kararında Genelkurmay’ın iç politika hesapları belirleyici etken olmuştu. O tarihten bu yana Genelkurmay, günlük politikadaki ağırlığını adım adım, deyim uygunsa “alıştıra, alıştıra…” ortaya koymuştur. 2006 yılında bu ağırlık çok daha net hissedilmiş, daha da ağırlaştırılan terör yasasındaki değişikliklerle bu sürecin hukuki cephesi tamamlanmış, devrimci demokrat ve yurtsever basın üzerindeki bastırıcı uygulamalar, F tipi cezaevlerindeki ağırlaştırılmış tecrit ve baskılarla özel savaş terörü her alanda daha da boyutlandırılmıştır.

Şemdinli Çetesi ile ilişkileri açığa çıkan zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Büyükanıt tasfiye edilmek yerine ağırlığını ortaya koymuş, hükümete boyun eğdirmiş ve TC’nin militarist ve özel savaşçı kimliğini bir kez daha doğrulatmıştır. Hükümet de boyun eğmekten, özel savaşta ondan geri kalmamaya özen göstermiştir. Hatta tayin ve terfi ayı olarak bilinen Ağustos ayında Askeri Şura sonuçlanmadan Büyükanıt’ı Genelkurmay Başkanı yapan kararnameyi imzalamıştır. Genelkurmay Başkanı olduktan sonra Büyükanıt her konuda görüş açıklamış, hükümeti sert ve azarlayıcı demeçlerle aşağılamakta bir sakınca görmemiş, tersine bunu iktidar mücadelesinin bir parçası haline getirmiştir!

Bu iktidar hesaplaşması devam etmektedir. Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinde bunun daha da yoğunlaşacağı kesin gibidir. Belli ki Genelkurmay kendileri açısından kritik bir makam olarak gördükleri bu makamı AKP ve özellikle R. Tayyip Erdoğan’a kaptırmama kararında görünüyor. Bundan dolayı yasal ve yasadışı her türlü yolun deneneceği, ortamın daha da gerileceği çok açıktır. Bu yöntemlerin içinde önemli kişilere karşı politik suikastlar var ki bunlar, şimdiden gündeme getirildi. Ermeni yazar ve gazeteci Hrant Dink’in hunharca katledilmesi, bir yönüyle anılan süreç ve beklentilerle bağlantılıdır! Tabii bu cinayetin çok daha önemli boyutları ve hedefleri vardır. En başta, kendilerinden olmayan halklara ve muhaliflere bu topraklarda yaşam hakkı olmayacağı mesajı kanlı bir biçimde verilemek istenmiştir. Bu mesaj, aslında TC’nin özü, kuruluş felsefesi ve kendini sürdürme tarzından başka bir şey değildir! Cinayet sonrası her düzeyde dile getirilen üzüntü mesajları, timsah gözyaşları olarak değerlendirilmelidir!

Özel savaş aygıtının iktidar üzerindeki hesapları ve sonuçlarından en çok Kürt halkı ve emekçilerin, devrimci sosyalist ve demokratların etkileneceği çok açıktır. Terör yasası ve diğer uygulamalar bunun açık kanıtıdır. Dolayısıyla 2007 çok daha zorlu geçmeye adaydır. Bu, devrimciler açısından önemli bir değerlendirme konusu yapılmalıdır! Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler öncesinde var olan baskı ortamının daha da yoğunlaşacağı kesin gibidir.

(Devam edecek…)

23 Ocak 2007

SOSYALİST-ŞOREŞGER

(Kürdistan Devrimci Sosyalistleri)