15 Aralık 2006 Sayı: 2006/49 (49)
  Kızıl Bayrak'tan
   AB aldatmacasına karşı “işçilerin birliği, halkların kardeşliği”!
  Devrimci dayanışmanın kaynakları ve birleşik mücadelenin geleceği üzerine
  Faşist devlet terörüne karşı birleşik devrimci direnişi büyütelim!
  Devlet terörüne geçit vermeyelim, birleşik direnişi geliştirelim!
Faşist devlet terörüne karşı omuz omuza!
Asgari ücret kampanyası çalışmalarından...
Yapı-Yol Sen’den iş yavaşlatma eylemleri...
 Üç kapan ve devrimci sınıf hareketi - Haluk Gerger
  Gençlik geleceğine sahip çıkıyor!.. Sermayenin kölesi, diplomalı işsiz olmayacağız!
  Faşizmi protesto eylemine 500 öğrenci katıldı.....
  İLGP’den Erdal Eren’i anma haftası...
  Gençlikten...
  12 Eylül sonrasında MHP ve sendikacılık - Yüksel Akkaya
  Nepal Komünist Partisi/Maoist ile hükümet arasında sorunlar
  Bitmedi, sürüyor o kavga!..
  Kanlı diktatörün sonu!
  Irak Çalışma Grubu hezimetin raporunu açıkladı
  İran: Emperyalistler arası çekişme arenası
  AB üyeliği masalının çöküşü! - Yüksel Akkaya
  Irak Çalışma Grubu’nun raporu ve Güney Kürdistan - M. Can Yüce
  Asıl mahpusluk, esareti dışarıda
yaşamaktır!
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

MHP: Değişen ya da değişmeyen ne?/4

12 Eylül sonrasında MHP ve sendikacılık

Yüksel Akkaya

Bir Zor Dönemeç 12 Eylül: “Fikri iktidarda kendisi içerde bir parti” ya da görev tamam (mı?)

Ulaştığı oy oranı itibariyle iktidara gelemeyeceğini anlayan MHP için yeni iktidar stratejisi ordu içinde destek sağlayarak buna ulaşmaktı. Bunun için ordunun harekete geçirilmesi gerekiyordu, bu ise, şiddetin dozunu artırmak anlamına geliyordu. Ama önce bir çağrı yapmak gerekiyordu. Bu amaçla, “1978 yılı sonlarında MHP Genel Başkanı, dünyada bir sivil parti için pek az rastlanılabilir bir çağrı ile ortaya çıkıyor ve ülke yönetiminin ‘yetki ve sorumluluğunun askeri yönetime devredilmesini’ istiyor[du]. Bunu bir genel idare kurulu bildirisi olarak kamuya açıklıyor[du]”. İktidar arayışında bir de bu yolu deneyecek, gergin ortamdan çıkacak olan bir askeri yönetim ile bu hedefine ulaşmaya çalışacaktı. Bu nedenle, bu çağrıdan sonra, MHP, “1978 sonbaharından önce sıkıyönetim programı kan dökülerek dile getiriliyor[du]. 1978 yılı sonunda çok daha büyük kanlı bir programla sonuca ulaşıyor[du]”. Aralık 1978’de Maraş katliamı ile sıkıyönetimi ilan ettiren MHP, aynı yoldan devam ederek iktidara ordu aracılığı ile ulaşmayı tasarladı. Çünkü, “girilen evrede sıkıyönetimin de ‘iktidarsızlığını açığa çıkararak ülkedeki otorite bunalımını” derinleştirmek gerekiyordu. Çorum bir deneme oldu. Ancak, karşılaşılan direniş, “ülkücü hareketin hamle insiyatifini tamamen yitirdiğini” gösteriyordu. Sıkıyönetim ile görece rahatlamış görünen büyük sermaye için de MHP artık bir yedek güç olmaktan çıkıyordu. Bu nedenle 1979 yılında tecrit edilmeye başlandı, 2. MC’nin kuruluşuna Türkeş dahil edilmedi.

12 Eylül darbesinin doğal bir müttefiki olmayı bekleyen MHP için sürecin dışında tutulmak şokun da ötesinde anlamlar taşıyordu. Yıllar sonra bu durumu şöyle değerlendireceklerdi:

“12 Eylül 1980, siyasi sisteme dışarıdan bir müdahale olması hasebiyle, Türk siyasi hayatının tabii gelişim çizgisinde bir kırılmaya yol açmış, siyasi sistemin şartlarında ve aktörlerinde ‘muhtemel’ olanın ötesinde dönüşümlere hayatiyet kazandırmıştır. Ülke genelindeki sosyal çalışma ortamı gerekçe gösterilerek girişilen askeri müdahale ve bu müdahalenin getirdiği siyasi şartlar, Türk Milliyetçiliği Hareketi açısından pek çok sıkıntının ve ızdırabın kaynağı olmuştur. Askeri müdahalenin ardından, diğer bütün siyasi partiler ile birlikte, MHP’nin de faaliyette bulunması yasaklanmıştır. 16 Ekim 1981 tarihli Milli Güvenlik Konseyi kararıyla parti kapatılarak mallarına el konmuştur. 29 Nisan 1981 tarihinde ise, MHP ve Ülkücü kuruluşlar hakkındaki soruşturma sonrasında 945 sayfalık bir iddianame ile ‘MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’ açılmıştır. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası, 7 Nisan 1987’de neticelenmiştir. Ankara 1 Numaralı Askeri Mahkemesinde görülen 392 sanıklı davada, MHP lideri Alparslan Türkeş’e 11 yıl, 1 ay, 10 gün hapis cezası verilmiştir. MHP lideri Alparslan Türkeş, 14 Ekim 1981 tarihli duruşmada, davaya ilişkin iddianameyi ret ederken şöyle demiştir: ‘Türkiye’nin maruz kaldığı ideolojik nitelikteki ve gayri nizami harp metodları ile yürütülen en büyük hıyanet saldırısı karşısında, dün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığını, ülkesi ve milletiyle bölünmezliğini, insan haysiyetine uygun yegane rejim olan hukukun üstünlüğüne dayalı hür demokratik rejimi savunma yolunda hergün birkaç arkadaşımızı hakkın rahmetine tevdi ederek, şehit vererek, meşruiyetten kıl payı ayrılmaksızın siyasi bir mücadele verdik.’ Türkeş, ‘Devlet ve millet adına görev ifa eden bir makamda bulunan kişilerin milliyetçilik fikrini suçlamaları, milli birliği sabote edilmek istenen bu ülkenin geleceğinde tahripkar neticeler doğuracaktır.’ değerlendirmesini yapmıştır. MHP’ye göre “12 Eylül hareketi, bir fikir sistemi olarak Türk milliyetçiliğine cephe almıştır. MHP’nin temsil ettiği Türk milliyetçiliğine karşı bu tavrın en bariz göstergesi, Anayasa’daki “milliyetçilik” ilkesinin “Atatürk milliyetçiliği” şekline dönüştürülmesidir. Bununla yapılmak istenen, farklı bir milliyetçilik kavramlaştırılması ile MHP’nin temsil ettiği milliyetçilik anlayışının meşruiyet zeminini yok etmektedir. Gerçekte, Atatürk’ün de bir Türk milliyetçisi olduğu, tartışma götürmez bir husustur”.

MHP’nin en önemli ideolojik silahı olan anti-komünizm, 12 Eylül ile “devletleştirilmiş, ülkücülere yönelik ‘ehlileştirme’ süreci başlatılmıştı”.

MP’nin 30 Kasım 1985 günü toplanan Birinci Büyük Kongrede, MP’nin adının Milliyetçi Çalışma Partisi ( MÇP ) olarak değiştirilmiştir. 1987 yılı içerisinde MÇP iki olağan üstü kongre yaşamıştır. MÇP Genel Başkanlığı’na seçilen Abdülkerim Doğru’nun Milli Selamet Partisi kökenli olması, değişik yorumlara sebep olmuştur.

A. Doğru’nun başkanlığa seçilmesi nedeniyle “faşizan milliyetçi-sağ entelejensiyanın özellikle laik kesimleri, ‘MÇP’nin MSP’leştiği’ tezini işleyerek, MÇP’lileri tahrik ettiler”. Ancak, bu dönemde, MÇP yönetimini fiilen sürdüren ve Türkeş ile düzenli olarak görüşen Devlet Bahçeli, bu eleştirilerin göğüslenmesine yardımcı oldu. D. Bahçeli ekibi reorganizasyona yönelik çalışmaları, “özellikle parti söyleminden ve pratiğindeki modernleştirici etkisinde belirginleşti. MHP misyonunun “dava ve fikir hareketi” niteliği, belirli bir dozda “kitle partisi” etmenleriyle yoğurulmaya çalışıldı; “ilimci-pozitivist” düşünce dünyası nedeniyle siyasi partinin bilimadamlarına, üniversiteye dayanması gerektiği dile getirildi; Parti vitrininde kentli ve “medeni” portrelere yer verilmeye başlandı. Böylece, “hem ülkücü kökenli işadamlarına, genelde de sermayeye daha fazla güven” verilmeye çalışıldı. Çünkü, 1980’li yıllarda, özellikle Türkeş’in yasağının kalktığı yıla kadar, “MÇP ülkücü hareket içi çelişkileri massedecek ideolojik perspektifi ve örgütsel hiyerarşiyi oluşturama[mıştı]. Tersine, yönetimindeki, hizipçi karakteriyle, hareket içi ideolojik-siyasal uyuşmazlıkları körükle[miş]di”.

1987 yılı içerisindeki ikinci olağanüstü kongre ise 4 Ekim günü yapılmıştır. 6 Eylül 1987 tarihindeki referandumla 12 Eylül’ün getirdiği siyasi yasaklar son bulmuş, Alparslan Türkeş de 20 Eylül 1987’de törenle MÇP’ye kaydını yaptırmıştır. Törendeki konuşmasında Türkeş, MÇP’yi “Türk milliyetçiliği misyonunun icra edilebileceği tek yer” olarak nitelendirmiştir. Bu gelişme sonrasında Olağanüstü Kongre kararı alınmış ve 4 Ekim 1987’deki bu 2. Olağanüstü Kongre’de oy kullanan 210 delegenin tamamımın oyunu alan Alparslan Türkeş MÇP Genel başkanlığına seçilmiştir. Bu kongrenin önemi, milliyetçi siyasi aksiyonun 7 yıl aradan sonra tekrar eski liderine kavuşmuş olmasında yatmaktadır.

29 Kasım 1987’de yapılan Milletvekilliği Genel Seçimleri, MÇP için ilk ciddi seçim sınavı olmuştur. Bu seçimlerde MÇP ülke genelinde %2.91 oranında oy almıştır. Bu oran MHP’nin 12 Eylül öncesindeki %6.4’lük oy oranına göre daha düşük bir orana tekabül etmektedir. Partinin genel ve resmi beklentisi ise en azından % 5 oranında bir oy alınacağı yönündeydi. 1980 öncesinde MHP’nin güçlü olduğu coğrafyada ulaşılan oy oranının da beklenenin çok altında olması morallerin bozulmasına neden olacaktı. Bu seçim, “hareketçilerin soy ülkücü hareketten uzaklaşarak ANAP’a entegrasyonunu iyice pekiştirdi, MÇP ile mücadelede ilk kez yapılan siyasal rekabetten güvenle çıktılar. “Milliyetçi hareketin” ANAP’taki “hareketçilere” yönelik tepkisi giderek sertleşerek, tehdit içeren tonlara ulaştı. Türkeş eski arkadaşları olan “bazı memleket evlatları[nın] (...) Türkiye’ye yönelik yıkıcı kültür, propaganda ve yayın faaliyetlerinde yeralanlarla da sert bir uğraşma ve karşı koyma yerine, onlarla medeni münasebetler içinde bulunarak yakınlık kurmak görüşleri ortaya” getirdikleri”nden yakınıyordu. 1989 yılı yerel seçimlerinde ANAP’ın büyük oy kaybetmesi, MÇP’nin biraz daha güçlenerek çıkması, “eve dön” çağrılarının daha büyük özgüvenle yapılmasına yol açtı.

MÇP’nin 2. Olağan Kongresi, 27 Kasım 1988 tarihinde gerçekleştirilmiş, Alparslan Türkeş yeniden Genel Başkanlığa seçilmiştir, Genel Sekreterliğe ise Devlet Bahçeli getirilmiştir. 2. Olağan Kongre’nin genel özelliği, yeni parti programının da kabul edildiği bir kongre olmasıdır. Yeni program 4 temel prensip üzerine oturmaktadır: Meşruiyetçilik, insan haklarına ve haysiyetine saygı, hukukun üstünlüğü ve gönül seferberliği. “9 Işık Milli Doktrin”de bahsi geçen bu dört prensip üzerine oturan politikalar ve ilkeler bütünü olarak programın çatısını oluşturmaktadır. 1980 öncesi MHP programı ile 1988 yılında kabul edilen program karşılaştırıldığında yeni “programın bütünü[nün] faşist niteliği belirgin olan bazı önerilerin yumuşatılmasıyla ve kimi ‘ülkü’lerin biraz mütevazileştirilmesiyle yeniden” yazıldığı görülmektedir. Kuşkusuz, bunda ürkütücü olmama ve “medeni” bir görüntü verme isteğinin büyük yeri bulunmaktadır.

26 Mart 1989 mahalli seçimleri, MÇP bakımından, bir büyüme ve serpilme döneminin görünür ilk adımını teşkil etmiştir. Seçim çalışmalarında çizilen kentli, “medeni” profile uygun davranılması için genelgeler yayımlanmış, “ürkütücü” sloganlardan kaçınılması istenmiştir. Batılılaşmaya karşı milli ve manevi kimliğe sahip çıkma, kapitalistleşmeyi önlememe, mazlum hakkının yenmediği bir düzen kurma hedefleri işlenerek, 1980 sonrası süreçten zarar gören kesimlerin desteği sağlanmaya çalışıldı. Bu seçimlerde MÇP oylarını önemli ölçüde arttırdı, % 2.9’dan % 4.1’ yükseltti. 1987’de kazanılan belediye başkanlıkları MÇP’yi yeniden meşrulaştırmada önemli bir işlev üstlendi. Özellikle Orta Anadolu’da MÇP, MHP’nin 12 Eylül öncesindeki oy oranlarına yaklaşmış, MHP’nin siyasi coğrafyasında yeniden doğmuştur. Elde edilen başarı, “hem genel olarak parlamenter düzen içinde seçimlerle güçlenme umudunu yükseltti; hem de (...) reel politikaya ve seçimlere dönük profesyonel siyasal çalışmaya ağırlık verilmesi doğrultusundaki yaklaşımlarına güç kazandırdı”. Sağlanan bu güç ile Partinin çehresini değiştirmek için eğitim çalışmalarına hız verildi.

1992 yılı içinde 12 Eylül 1980 öncesinde varolan ve Milli Güvenlik Konseyi kararıyla kapatılan siyasi partilerin yeniden açılması gündeme gelmesi, MHP’nin yeniden açılmasına ilişkin tartışmaları da beraberinde getirmiştir. 1980 öncesinde MHP içinde yer almış, 1980 sonrasında ise milliyetçi hareketin siyasi örgütlenmesinin dışında kalmış ya da başka siyasi partilere katılmış kimseler de, MHP’nin yeniden açılması sürecine müdahale etmek istemişlerdir. 1992 yılının ortalarında Yeni Düşünce Gazetesi’nde yayınlanan “MHP Konusunda Türk Milliyetçilerinin Tavrı Ne Olmalıdır?” başlıklı bir yazıda şu ifadelere yer verilmiştir:

“Türk-İslam ülküsünde kaynağını bulan Türk milliyetçiliği davasının tek ve öz siyasi kuruluşu 12 Eylül öncesinde Milliyetçi Hareket Partisidir. Bu partinin açılması herşeyden evvel bir adaletsizliğin, haksızlığın giderilmesi ve devletin varlığı, milletin birliği, vatanın bölünmezliği mücadelesinde bir hakkın iadesidir. Bu düşünce ve fikrin 12 Eylül sonrasındaki siyasi kuruluşu ise Milliyetçi Çalışma Partisidir. Çünkü milliyetçi-ülkücü irade 12 Eylül felaketi sonrası (vurgu bana ait, y.a.) yeniden siyasi yapılanma döneminde varlık sebebini sürdürme azim ve kararlılığını bağımsız bir siyasi kuruluş olarak MÇP’nde ortaya koymuştur. Başka bir ifadeyle, milliyetçi-ülkücü iradenin bir siyasi aksiyon olarak MHP’nde tecellisi 12 Eylül sonrasında onun iz düşümü olan MÇP’nde gerçekleşmiştir. ‘İki noktadan bir doğru geçer’ hipotezine uygun bir mantık sürdürüldüğünde ‘lider ve fikir’ gibi iki temel müessese MÇP’nde varlığını gösterdiği içindir ki; milliyetçi-ülkücü iradenin tercih odağı MÇP olmak gerekir.”

MHP’nin yeniden açılması tartışmaları devam ederken 27 Aralık 1992 günü toplanan MHP’nin son kurultay delegeleri partinin feshine ve isminin ve ambleminin de MÇP tarafından kullanılabileceğine karar vermişlerdir. Bu gelişme üzerine, 24 Ocak 1993 günü toplanan MÇP 4. Olağanüstü Kongresi, MÇP’nin isminin MHP olarak değiştirilmesine ve amblem olarak da üç hilalin kabulüne karar vermiştir. Böylece “MHP’nin ikinci doğuşu” gerçekleşmiştir. Kongre sonunda Genel Başkanlığa Alparslan Türkeş 589 delegenin ittifakıyla seçilmiştir. Alparslan Türkeş, Kongre konuşmasında milliyetçi hareketin geldiği aşamayı şöyle özetlemiştir:

“12 Eylül baskınıyla kervanı vurulan ve dağıtılan Milliyetçi Hareket (vurgu bana ait, y.a), bugün bu salonda gerçekleşen muhteşem vuslatla, 12 Eylül evvelinden 12 Eylül sonrasına ve bugünlere kadar uzanan, aslında hiç sapmamış, hiç kırılmamış olan bir çizgi üzerindeki yürüyüşünde 12 Eylül hukukuyla kullanılmaz hale getirilmiş haklarını artık tamamen geri almanın hazzını yaşamaktadır. Artık, dedelerimizin azamet ve ihtişam sembolü diye isimlendirdiğimiz şanlı üç hilalimiz; yine şerefli bir mücadelenin adı olarak tarih sayfalarına yazılan ‘Milliyetçi Hareket’ ismi 12 Eylül’den bu yana olduğu gibi sadece gönüllerimizde yaşayan bir sevgi unsuru olmaktan çıkarak hukuken ve fiilen de siyasi hayatımızdaki şerefli yerini yeniden alma imkanına kavuşmuş bulunmaktadır.”

Konuşmasında, Milliyetçi Hareket kervanını en zor şartlarda yürütenin ve 12 Eylül sonrasında bu hareketi Meclis’e taşıyan kadroların ve siyasi organizasyonun MÇP olduğunu belirten Türkeş, “eğer MÇP olmasaydı, eğer 12 Eylül sonrasında Milliyetçi Hareket davasını yürütme ve temsil gayretinin isimsiz erleri olan MÇP’lilerin siyasi mücadeleleri olmasaydı, acaba ortada 27 Aralık evvelinde ‘MHP açılsın mı kapatılsın mı?’ tartışmalarının yapıldığı bir zemin kalabilir; Milliyetçi Hareket’in bugününden yarınına hangi yolu takip edeceğinin münakaşaları yapılır mıydı?” sorusunu sormuştur. Türkeş, dün olduğu gibi bundan sonra da Türk milliyetçiliği hareketinin yegane temsil yerinin üç hilalli bayrağıyla MHP olacağını ifade etmiştir.

1990’lı yıllar, “pan-Türkizmin ‘rasyonel’ hale gelmesi, ama özellikle Kürt milli hareketine karşı kabaran reaksiyoner milliyetçi dalgayla birlikte yeni bir dönem” yaşanmaya başlandı. “Ülkücü hareket, gerek pan-Türkizmin eski savunucusu sıfatıyla, gerekse Kürt ‘bölücülüğüne’ karşı devlete manevi ve maddi destek vermesiyle, resmi milliyetçilikle ilişkisini rehabelite” ederken, “hem devlete hem de politik merkeze yaklaştı”, kitlesel ve popüler bağlarını da güçlendirdi. Bu gelişmeler sonucunda, MHP, 27 Mart 1994 Mahalli İdareler Seçimlerinde 1980 öncesi oy oranını aşarak %7.96 oranında oy almış, 55’i belde 56’sı ilçe ve 7’si de il merkezi olmak üzere toplam 118 belediye başkanlığı kazanmıştır.

MHP, kendi kaynaklarında seçim sonuçlarını şöyle değerlendiriyordu:

“MHP’nin yükselişi konusunda “dışarıdan” yapılan değerlendirmeler, bu yükselişi iki ana gelişmenin bir sonucu olarak görme temayülü içindedirler. Bu gelişmelerin birincisi, 1989 yılı içinde Sovyet sisteminin çöküşü ile birlikte bu sistem içindeki Türk Cumhuriyetleri’nin bağımsızlık kazanması, ikincisi ise, 1984’den beri devam eden PKK terörünün 1990’li yılların başından itibaren yoğunluk kazanması ve Güneydoğu meselesinin boyutlarının genişlemesidir. MHP’ye yükseliş imkanı sağlayanın, MHP’nin tavrından bağımsız olarak başlı başına bu gelişmelerin kendisi olduğunu söylemek, siyasi tahlil açısından yanlış ya da eksik bir değerlendirme olarak kabul edilmelidir. Burada esas belirleyici husus, MHP’nin bu gelişmeler karşısında takındığı tavır ve izlediği politikaların, Türk milletinin genel temayülüne ve hissiyatına tercüman olan bir muhteviyata sahip olmasıdır. MHP fikriyatının baştan beri bel kemiğini oluşturan hususlardan biri, Türkiye dışında esaret altındaki bir Türk dünyasının varlığına ve bu dünya ile tesis edilmesi gereken münasebetlerin niteliğine ilişkin görüşlerdir. 1989 yılındaki gelişmeler göstermiştir ki, Türkiye dışındaki Türk dünyası ile ilgili doğru dürüst bir politikaya sahip tek parti MHP’dir. Türkiye’de pek çok şahıs ve müessese bu dünyanın varlığını gayri iradi şekilde öğrenmiştir. Türk dünyası ile ilgili gelişmeler, bir anlamda, Türk milliyetçiliği fikrinin ana eksenlerinden birini “doğrulayıcı” bir fonksiyon icra etmiştir.”

“Güneydoğu meselesine gelince, bu konuda MHP’nin tavrına ilişkin başında pek çok çarpıtmaya tanık olmuştur. Hatta ülkücü hareketin potansiyel gücü Kürt kökenli vatandaşlarımıza karşı provake edilmek istenmiştir. Ancak MHP, bu provakasyonlara düşmemiş, ülkenin bütünlüğünü ve vatandaşların birliğini temel alan çizgisini sürdürmüştür. Alparslan Türkeş, terörle mücadelenin devletin görevi olduğunu, kendilerine düşen vazifenin ise, bölücülüğe karşı fikri bir mücadeleyi yürütmek olduğunu ifade etmiştir. MHP’nin bölücülük karşısındaki tutumu, Türkiye Cumhuriyeti’nin her vatandaşını eşit kabul eden etnik ayrılıkları esas alan kurumlaşmayı reddeden ve bölücü unsurlarla gerekli mücadelenin de en iyi şekilde yürütülmesini isteyen bir tutumdur (vurgu bana ait, y.a). Bu tavır, Türk toplumunun büyük çoğunluğunun da benimsemiş bulunduğu bir tavırdır.”

1990’lı yılların başında yükselen Kürt hareketi nedeniyle, “milliyetçi hareket” de her zaman hazır ve nazır olan bir kaygı ve korku beslenerek yeniden reaksiyoner bir eğilime yönelmiş, faşizan eğilimler yükselmeye, neo-faşist özellikler arz eden kitlesel bir saldırganlık ve şiddet içermeye başlamıştır. Bu ortamda 12 Eylül’ün yarattığı devlete olan kırgınlığı da artık sona erdirmek gerekiyordu. “ ‘Güneydoğu sorunu’nun kesbettiği vahamet, ‘devletle barışma’ hamlesinin önemli bir gerekçesi” olacaktı. Kuşkusuz, bu barışma da bir seçim rantı sağlayacaktı. PKK’nın etkinlik alanının marjında kalan Bitlis, Muş ve Van gibi illerde MHP’nin bir önceki döneme göre patlama sayılacak bir oy oranına ulaşması; Kürt göçünün yoğun yaşandığı Antalya, Mersin ve Adana gibi illerde, Manisa’nın Salihli ve Turgutlu ilçeleri ile Balıkesir’in Ayvalık ilçesinde en büyük başarının sağlanması bu siyasal rantın boyutlarını da göstermektedir. Bu siyasal rantın en önemli göstergelerinden birini de MHP’nin ideolojik söyleminin en sağlam tabanı, siyasi zihniyetinin toplumsallaşmasını sağlayan kitle ruhunun en canlı varolduğu Orta-Doğu Anadolu’daki performansının bu bölgeler kadar yüksek olmayışıdır. Refah Partisi ve BBP karşısında MHP bu bölgede iyi bir performans gösterememiştir.

MHP merkezine göre, “MHP’nin yükseliş sebeplerinden bir diğeri de izlediği sorumlu muhalefet anlayışıdır. Milliyetçi hareketin temsilcileri 1980 sonrasında Meclis çatısı altında yer aldıklarından beri, Türkiye’deki yozlaşmış muhalefet anlayışını reddetmişler, parti çıkarlarından önce ülkenin ve milletin menfaatlerini gözeten bir muhalefet tarzı geliştirmişlerdir. DYP-SHP koalisyon hükümetine zaman zaman verdiği destek milli sorunlar konusunda gündeme gelmiş, zamansız bir hükümet krizini önlemede rol oynamıştır. Bu muhalefet tarzı, MHP’nin memleket menfaatleri çerçevesindeki uzlaşmacı imajını da pekiştirmiştir. Netice itibarıyla, MHP’nin 1989 mahalli seçimlerinden bu yana çizdiği yükselen grafiği, fikri alt yapısını koruyarak daha geniş kitlelerin hissiyatına tercüman olmasına, fikir partisi ile kitle partisi olmanın gereklerini bağdaştırabilen (vurgu bana ait, y.a) bir yapıya kavuşmasına bağlayabiliriz.”

6 Temmuz 1997 tarihindeki olağanüstü kongre ile 23 Kasım 1997 tarihindeki 5. Olağan Kongre’de Devlet Bahçeli’nin seçilmesi ile çalkantılı fetret devri sona erdi. A. Türkeş’in oğlu, Tuğrul Türkeş yeni bir parti kurarak (Aydınlık Türkiye Partisi), MHP’nin dışına düşerken Devlet Bahçeli ve ekibi MHP’deki yerlerini sağlamlaştırıyor, MHP tabanı ve “ülkücü hareket” ile bütünleşiyorlardı. Bu bütünleşme, “parti AR-GE Merkezinin açılması, yeni fikirlerin üretilmeye başlaması, Parti yöneticilerinin tepeden tırnağa eğitimden geçirilmesi, Ocaklara çekidüzen verilmesi”ni de kolaylaştıracaktır. Örgüt içinde yerini ve klasik seçmen tabanı ile olan bağını pekiştiren MHP için bir önemli “şans” da “hızla meşrulaştıkları, popülerleştikleri 1991-sonrası dönemde ortaokul ve liselerde büyük bir etki kurmuş” olmaları, ve bu kuşağın seçmen yaşına gelmesidir. Kuşkusuz buna askerlik sürecinde aldıkları milliyetçi eğitimi de eklemek gerekmektedir.

18 Nisan seçimlerinde yüzde 18 oranında oy alarak ikinci büyük parti haline gelen MHP, 57. Hükümet’te de yer alarak yıllar sonra bir kez daha “iktidara” ortak olmuştur. Böylece “fikri iktidarda kendi içerde” olan düşünce, bu kez “kendi iktidarda asıl fikri dışarda” olan bir partiye dönüşmüştür. İktidar olanaklarını iyi değerlendirmeye çalışan MHP, bu süreçte iktidara gelerek üzerindeki kuşkuları silerek meşrulaşma; bu meşrulaşma sürecine bağlı olarak da kitleselleşmeye başlamıştır. İktidarda muhalefeti oynayarak, hem iktidarın nimetlerinden hem de muhalefetin nimetlerinden yararlanarak oy potansiyelini genişletmeye çalışmaktadır. Bunda çok da başarısız olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Çünkü, MHP, faşist hareketlerin karakteristik niteliklerinden biri olan demogojik düzen karşıtlığı ile yoksul halkın sorunlarını dile getiren bir söylemi politikasının merkezine yerleştirmiş bulunmaktadır. Yoksulluğun, işsizliğin derinleşerek arttığı Türkiye’de yolsuzluğun ayyukaya çıkmış olması MHP’nin bu söylemine önemli ölçüde alıcı bulmasına yol açmaktadır. Bir dönem Refah Partisi’nin hitap ettiği kır ve kent yoksullarına bu kez MHP hitap etmektedir. Her iki partinin sorunu da büyük kentlerde güçlerini arttıramamış olmasıdır. RP’nin tersine MHP iktidar olanaklarını daha iyi kullanarak, devletle çatışmaya girmek yerine onunla bütünleşerek meşruluğunu pekiştirmektedir. Bu durum ise kentlerde oy potansiyelini arttıracak yeni olanaklar sunmaktadır. Meşrulaşmış ve kitleselleşmiş haliyle MHP 1980 öncesinden daha etkili ve önemli bir konuma ulaşmış bulunmaktadır. İtalya ve Almanya deneyleri de faşist hareketlerin iktidarda meşrulaşarak, önemli ölçüde kitleselleştiğine tanıklık etmektedir. Bu nedenle, bugünün MHP’si 1980 öncesinin devlet destekli MHP’sinden daha fazla dikkate alınmayı gerektirecek bir konuma ulaşmış bulunmaktadır. MHP’nin koalisyon şeklindeki iktidar ortaklığı döneminde yaşanmış olanlar, tek başına ya da en büyük parti olarak iktidara gelmesi halinde yaşanacak olanlar için önemli ipuçları sunmaktadır. Orta ve Doğu Anadolu’daki kurt ulumaları bugün kentlere özellikle fabrikalara kadar inmiş bulunmaktadır. Faşizmin iktidara geldiği İtalya ve Almanya’da işçi sınıfından önemli bir destek görmüş olduğu ise herhalde unutulmayacak kadar önemli bir tarihsel olgudur.

MHP, 12 Eylül sonrasında siyasal alandaki “meşrulaşma ve kitleselleşmeye” dönük anlayışını, benzeri bir şekilde sendikal alanda da gösterecek miydi, yoksa “milliyetçi-toplumcu sendikacılık” anlayışında ısrar mı edecekti?

(Devam edecek...)