15 Aralık 2006 Sayı: 2006/49 (49)
  Kızıl Bayrak'tan
   AB aldatmacasına karşı “işçilerin birliği, halkların kardeşliği”!
  Devrimci dayanışmanın kaynakları ve birleşik mücadelenin geleceği üzerine
  Faşist devlet terörüne karşı birleşik devrimci direnişi büyütelim!
  Devlet terörüne geçit vermeyelim, birleşik direnişi geliştirelim!
Faşist devlet terörüne karşı omuz omuza!
Asgari ücret kampanyası çalışmalarından...
Yapı-Yol Sen’den iş yavaşlatma eylemleri...
 Üç kapan ve devrimci sınıf hareketi - Haluk Gerger
  Gençlik geleceğine sahip çıkıyor!.. Sermayenin kölesi, diplomalı işsiz olmayacağız!
  Faşizmi protesto eylemine 500 öğrenci katıldı.....
  İLGP’den Erdal Eren’i anma haftası...
  Gençlikten...
  12 Eylül sonrasında MHP ve sendikacılık - Yüksel Akkaya
  Nepal Komünist Partisi/Maoist ile hükümet arasında sorunlar
  Bitmedi, sürüyor o kavga!..
  Kanlı diktatörün sonu!
  Irak Çalışma Grubu hezimetin raporunu açıkladı
  İran: Emperyalistler arası çekişme arenası
  AB üyeliği masalının çöküşü! - Yüksel Akkaya
  Irak Çalışma Grubu’nun raporu ve Güney Kürdistan - M. Can Yüce
  Asıl mahpusluk, esareti dışarıda
yaşamaktır!
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Asgari ücret mücadelesi ve sendikalar

Asgari Ücret Tespit Komisyonu ilk toplantısını 30 Kasım’da gerçekleştirdi. İkinci toplantının da 15 Aralık’ta yapılacağı bildirildi. Komisyonun toplam dört kez toplanması ve son toplantının ardından da 2007 yılında uygulanacak asgari ücretin açıklanması bekleniyor.

Komisyonun ilk toplantısında özelikle hükümet ve işveren temsilcileri tarafından ortaya konulan görüşler, asgari ücretteki artışın oldukça düşük düzeyde kalacağını gösteriyor. Zaten hükümetin 2007 yılına ilişkin açıkladığı programda da asgari ücrete yüzde 4-8 civarında bir zam yapılacağının öngörülmesi bu beklentiyi güçlendirir nitelikte. Yani hükümet zam oranı konusundaki tercihini çoktan yapmış durumda.

Asgari ücret gündemi ve sendikalar

Henüz Asgari Ücret Tespit Komisyonu ilk toplantısını dahi yapmadan, Türk-İş, DİSK ve Hak-İş asgari ücretle ilgili talep ve düşüncelerini birer açıklamayla ortaya koymuşlardı. Konfederasyonların açıklamalarında, sermayenin asgari ücret hakkını ortadan kaldırmaya dönük bir niyet ve planla hareket ettiği görmezden geliniyor, daha ziyade konuyla ilgili bir takım klişeleşmiş tespit ve yakınmalar dile getiriliyordu. Sermayenin bu önemli saldırı politikasına karşı ciddiye alınabilecek herhangi bir mücadele ve eylem programı önerilmiyordu. Özellikle Hak-İş ve Türk-İş’in açıklamaları tam olarak bundan ibaretti.

Türk-İş yönetiminin asgari ücretle ilgili bir şeyler yapmak gibi bir niyetinin bulunmadığı, konuya “şu iş bitse de rahatlasak” düşüncesiyle yaklaştıkları, komisyonun ilk toplantısından sonra daha da net olarak anlaşıldı. Türk-İş adına komisyon toplantısına katılan Genel Eğitim Sekreteri, toplantı çıkışında konuyla ilgili epeyce bir yakınmakla yetindi. Ne Mustafa Türkel’den ne de diğer Türk-İş yöneticilerinden ilk toplantıyı izleyen günlerde herhangi bir ses çıkmadı. Buna, Papa’nın Türkiye ziyaretine karşı eylem örgütleme türünden düşünceleriyle tanınan Türk-İş Genel Mali Sekreteri Ergun Atalay da dahil.

Bu suskunluk bir hafta kadar sürdü ve nihayet 7 Aralık’ta sona erdi. Bir gün sonraki gazeteler Türk-İş’in asgari ücretle ilgili eylemler yapacağını yazdılar. Ne var ki suskunluğu sona erdiren Türk-İş’in merkez yönetiminde yer alan bürokrat takımı değildi. Bu görev Türk-İş 1. Bölge Başkanı Faruk Büyükkucak’a düşmüştü. Görüldüğü kadarıyla İstanbul’daki çeşitli şubelerin asgari ücret konusunda bir şeyler yapılması yönünde yarattıkları basınç ve başlattıkları yerel imza kampanyası tepedeki bürokratları istemeyerek de olsa “eylem kararı” almaya zorlamıştı. Bunun sonucunda da İstanbul’daki imza kampanyasının tüm ülkedeki işyerlerine yaygınlaştırılması kararlaştırılmıştı. Konuyla ilgili açıklamayı bir yerel yönetici durumundaki Faruk Büyükkucak’ın yapması ise, Türk-İş’in tepesindeki bürokratların bu kararın arkasında durmaya hiç de niyetlerinin olmadığını daha en başından gösteriyordu.

Nitekim öyle de olmuştur. Açıklamada işyerlerinde toplanan imzaların “yurt genelinde yapılacak eylemlerle” başbakanlığa gönderileceği vurgulanmasına rağmen hiç de öyle olmamıştır. Şu ana kadar gelen bilgiler, 13 Aralık’ta sadece İstanbul’da Galatasaray Postanesi önünde 300 kadar kişinin katılımıyla bir eylem gerçekleştirildiğini, “yurt genelinde” ise benzeri eylemlerin söz konusu olmadığını göstermektedir. Kaldı ki belli başlı üç beş ilde daha son derece dar katılımlarla benzeri eylemlerin yapılmış olması da bu tabloyu hiçbir biçimde değiştirmeyecektir.

Bu tablo Türk-İş’in tepesindeki ihanet çetesinin sınıfın en temel sorunlarına ne ölçüde duyarlı olduklarını, nasıl yaklaştıklarını hiçbir tartışmaya yer vermeyecek açıklıkta bir kere daha göstermektedir.

“Çalışan kesimin haklarını yılmaz bir savunucusu oldum ve halen de işçi haklarının sonuna kadar savunmaktayım. İşçilerimizin haklarını hiçbir zaman ve hiç kimseye karşı yedirmedik ve yedirmeyeceğiz. Bunun içinde her zaman en iyisini yapmaya çalıştık ve çalışmaya da devam edeceğiz” Bu satırları Türk-İş Genel Mali Sekreteri Ergun Atalay’ın bundan bir süre önce Kızıl Bayrak’ta kendisiyle ilgili yayınlanan yazılara gönderdiği yanıt metninden aktardık. Sözler ve pratik arasındaki bu tezatlık söylenecek bir şey bırakmıyor. Dolayısıyla Ergun Atalay’ın ve diğer Türk-İş yöneticilerinin kulaklarını çınlatmak, başta Türk-İş üyeleri olmak üzere işçilere düşüyor.

DİSK, en başından beri, asgari ücreti ele alma konusunda diğer iki konfederasyondan biraz daha farklı bir çizgi izledi. Asgari ücretin düşük belirlenmesine karşı tutum aldığı gibi tespit komisyonunun yapısına ve işleyişine dönük eleştiriler getirdi. Türk-İş’i “figüran” olarak yer aldığı komisyondan çekilmeye ve mücadeleyi birlikte örgütlemeye çağırdı. Bu kadar da değil. 25 Kasım günü Ankara’da toplanan DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu toplantısında asgari ücret konusu da ele alındı. Açıklanan sonuç bildirisinde, DİSK’in asgari ücret konusunda bir kampanya başlatacağı duyuruldu.

DİSK yönetiminin bu ataklığı kuşkusuz nedensiz değildir. Birincisi, DİSK yönetimi Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda “işçiler adına” sadece Türk-İş’in bulunmasından rahatsızdır. Mevcut yapı ve işleyişe yönelttikleri eleştirilerin arka planındaki amaçlardan bir tanesi DİSK’in de temsil edileceği yeni bir yapılanmanın önünü açmaktır. Fakat bu gene de tali bir neden sayılmalıdır. Yönetimin asgari ücret ve diğer gündemler üzerinden ortaya koyduğu medyatik çabanın asıl hedefi, 2007 yılında gerçekleştirilecek DİSK Genel Kurulu’na hazırlanmaktır. 25 Kasım tarihli GBK sonuç bildirisi bunun böyle olduğunun ifadesiydi. Son bir haftadır “Asgari Ücret Kampanyası” adı altında gerçekleştirilenler ise somut ifadesi olmuştur.

Bu söylediklerimiz DİSK’in asgari ücret konusunda aldığı tutumu ve bununla ilgili yapılanları yok saydığımız şeklinde anlaşılmamalıdır. Diğer iki konfederasyonla karşılaştırıldığında, DİSK’in asgari ücret konusundaki duruşu elbette olumluluk taşımaktadır. Örneğin DİSK tarafından öne sürülen ve 13 Aralık Kadıköy eyleminde de Süleyman Çelebi tarafından dile getirilen talepler asgari ücret konusunda oldukça ileri bir noktanın ifadesidir.

Fakat asıl önemli olan DİSK yönetiminin pratikte ne yaptığıdır. Asgari ücretle ilgili söylediklerini kendisinin belli bir ciddiyetle hayata geçirip geçirmediğidir. Sorun buradadır ve 13 Aralık itibarıyla görünen tablo, DİSK’in asgari ücretle ilgili kampanyasının medyatik bir göz boyama çabasından öteye gitmediğini göstermektedir.

Ortaya koydukları pratik, asgari ücret konusunda iki farklı yaklaşım sahibi olan DİSK ile Türk-İş’in aslında aynı yerde durduklarına işaret etmektedir. Şu farkla ki, Türk-İş asgari ücret belirlenmesi sürecini sessizce geçirmenin derdindeyken, DİSK yönetimi bu aynı süreci 2007 yılındaki genel kurul öncesinde mücadeleci bir görüntü vermenin imkanına çevirmeye çalışmaktadır. Fakat sınıfın geniş kesimlerini sermayenin saldırılarına karşı birleşik militan bir mücadeleye çağırma, bu mücadeleye önderlik etme noktasında sorumluluk almaktan bilinçli bir tarzda kaçınmaları, onların gerçekte aynı kumaştan dokunduğunu bütün açıklığıyla göstermektedir.

Sınıf bilinçli işçiler, önümüzdeki günlerde bu konfederasyonlar tarafından örgütlenecek eylem ve etkinliklere elbette kayıtsız kalmayacaklardır. Fakat hem bu eylem ve etkinlikleri, hem de kendi bağımsız çalışmalarını, sendikal ihanet çetelerinin gerçek yüzlerini teşhir etmenin zemini olarak değerlendirmekten de geri durmayacaklardır.