15 Aralık 2006 Sayı: 2006/49 (49)
  Kızıl Bayrak'tan
   AB aldatmacasına karşı “işçilerin birliği, halkların kardeşliği”!
  Devrimci dayanışmanın kaynakları ve birleşik mücadelenin geleceği üzerine
  Faşist devlet terörüne karşı birleşik devrimci direnişi büyütelim!
  Devlet terörüne geçit vermeyelim, birleşik direnişi geliştirelim!
Faşist devlet terörüne karşı omuz omuza!
Asgari ücret kampanyası çalışmalarından...
Yapı-Yol Sen’den iş yavaşlatma eylemleri...
 Üç kapan ve devrimci sınıf hareketi - Haluk Gerger
  Gençlik geleceğine sahip çıkıyor!.. Sermayenin kölesi, diplomalı işsiz olmayacağız!
  Faşizmi protesto eylemine 500 öğrenci katıldı.....
  İLGP’den Erdal Eren’i anma haftası...
  Gençlikten...
  12 Eylül sonrasında MHP ve sendikacılık - Yüksel Akkaya
  Nepal Komünist Partisi/Maoist ile hükümet arasında sorunlar
  Bitmedi, sürüyor o kavga!..
  Kanlı diktatörün sonu!
  Irak Çalışma Grubu hezimetin raporunu açıkladı
  İran: Emperyalistler arası çekişme arenası
  AB üyeliği masalının çöküşü! - Yüksel Akkaya
  Irak Çalışma Grubu’nun raporu ve Güney Kürdistan - M. Can Yüce
  Asıl mahpusluk, esareti dışarıda
yaşamaktır!
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Faşist devlet terörüne karşı birleşik devrimci direnişi büyütelim!

Devrimci güçler 1996’da sermaye iktidarının saldırılarına karşı ciddi, fakat neticede sonuçsuz bir güç birliği deneyimi yaşamışlardı. Daha sonraki dönemde siper yoldaşlığı adına önemli örnekler yaşanmasına rağmen kalıcı bir güç birliği imkanı yaratılamadı. Son birkaç yıllık dönemde 1 Mayıs vb. gündemler üzerinden yaşanan ortaklıklar bunun aşılabilmesi konusunda belli umutlar doğurdu. Son dönemde ise, devletin kolluk güçlerinin devrimci ve demokratik kurumlara dönük artan saldırganlığı ve bu saldırılar karşısında sergilenen ortak refleksler bu konuda koşulların, zeminin yeniden olgunlaşmakta olduğunu gösteriyor.

Bir yandan Kürt halkına yönelik askeri operasyonlar sürerken, öte yandan da devrimci hareketi hedef alan ve sindirmeye yönelik operasyonlar sürmektedir. Son dönemde Mercan katliamıyla başlatılan kapsamlı saldırı, Lübnan tezkeresi sürecinde yoğun gözaltı ve tutuklamalarla ve Atılım gazetesi çizgisindeki devrimci kişi ve kurumlara yönelik operasyonla devam etti. Şimdi ise bu saldırı dalgasına, Yürüyüş dergisi çizgisindeki devrimci kişi ve kurumlar eklenmiştir. Görünen o ki, bu saldırı dalgasına yeni halkalar eklenecektir.

Atılım’a yönelik saldırıya olduğu gibi, son saldırıya da ilerici-devrimci güçler tarafından ilk elden gerekli birleşik yanıt verildi. Geçtiğimiz aylarda oluşturulan “Acil Hat”tın çağrısıyla anında bir eylem takvimi oluşturuldu ve örgütlü eylemli tepkiler gösterildi.

Sermaye iktidarının sistematik bir karakter kazanan ve giderek boyutlanan devrimci güçlere yönelik saldırılarının en başta gelen nedeni, kuşkusuz ki, ABD emperyalizminin Ortadoğu ve İç Asya’ya yönelik planlarıdır. Ortadoğu’yu çıkarları doğrultusunda şekillendirmek öteden beri ABD’nin başlıca politik amaçları arasındadır. Onun bu konudaki çabaları son 5-6 yıldır çok daha sistematik ve yoğun bir saldırganlık halini aldı. 11 Eylül saldırıları bahane edilerek önce Afganistan’ın, ardından da Irak’ın işgali ve siyonist İsrail devletinin Filistin ve Lübnan’da uyguladığı politikalar bunun somut ifadeleri olmuştur. Fakat bütün bu saldırılar umulduğu gibi başarıyla sonuçlanmamış, emperyalist işgal orduları Irak’ta ve belli ölçülerde Afganistan’da direnişin yarattığı bir batağa saplanmış durumdadır. Yıllardır Filistin halkının onurlu direnişini ezme konusunda başarısız kalan İsrail siyonizmi ise, işgal ettiği Lübnan’da hedeflerine ulaşamamış ve direnişin gücü karşısında geri çekilmek zorunda kalmıştır. Ne var ki, ABD emperyalizmi ve ortakları, yüzyüze kaldığı tüm zorluklara rağmen Ortadoğu’ya ve İç Asya’ya ilişkin planlarından vazgeçmiş değildir. Dolayısıyla yapılan tüm hazırlıklar ve alınan önlemler “Büyük Ortadoğu Planı”yla ilgilidir.

Kuşkusuz ki bu politikalar, Türkiye’deki işbirlikçi sermaye iktidarı için de fazlasıyla geçerlidir. İşbirlikçi sermaye iktidarı, emperyalizmin Ortadoğu planları çerçevesinde aktif bir biçimde rol almaya hazırlanmaktadır. Bu savaşta Türkiye’ye biçilen rol bölgede emperyalizmin tetikçiliğini yapmaktır. Sermaye iktidarı, bu arada cephe gerisini mümkün olduğunca temizlemesi gerektiğinin de bilincindedir

Dahası sermaye iktidarı içerde de bir dizi önemli sorunla yüz yüzedir. Bunlardan biri ve en önemlisi, İMF patentli sömürü ve yıkım politikalarının eksiksiz uygulanmasıdır. Bunun için ise, işçi ve emekçilerin baskı ve terör yoluyla denetim altında tutulması, örgütlü mücadeleyi ezmesi gerekmektedir. Yine sermaye iktidarının bir türlü üstesinden gelemediği bir diğer temel konu ise, bilindiği gibi Kürt sorunudur. Sermaye iktidarı, Kürt halkının meşru taleplerine inkar ve imha politikasıyla yanıt vermektedir. O, Kürt halkını istediği kalıba sokamamakta, boyun eğdirememekte, Güney Kürdistan’daki son gelişmelere de bağlı olarak kirli savaşı boyutlandırmaktadır.

Anlaşılacağı üzere, sermaye düzeninin başlıca politik amacı, dışarıda emperyalizme tetikçilik; içerde ise, işçi sınıfı ve emekçilere, Kürt halkına boyun eğdirilmesidir. Hal böyle iken de, tutarlı bir anti-emperyalist mücadelenin temsilcisi olma, işçi ve emekçileri kapitalist sömürü ve yıkıma karşı örgütlenmeye ve mücadele etmeye çağırma, Kürt halkının haklı ve meşru mücadelesine omuz verme konularında tek potansiyel siyasal güç durumundaki devrimci hareket ile ilerici toplumsal muhalefet, sermaye devletinin başlıca hedefi durumuna gelmektedir. Bu ihtiyacın bir ürünü olarak sermaye devleti, son iki yıldır 11 Eylül’ün sağladığı olanakları da değerlendirerek, bir dizi yeni yasal düzenleme ile bu politikanın zeminini döşemiştir. Cezaları arttıran, ceza infaz sistemini ağırlaştıran, örgütlenme, toplantı ve gösteri yapma gibi hak ve özgürlükleri tümüyle göstermelik hale getiren bu yasal düzenlemelerin son halkası, temel amacı devrimci hareketi her alanda ezmek ve etkisizleştirmek olan Terörle Mücadele Yasası’nın yenilenmesi olmuştur. Sözkonusu yasanın yürürlüğe girmesinden kısa bir süre sonra devrimci harekete dönük saldırılar artmış, devrimci kurumlar üzerindeki baskılar yoğunlaşmış, dahası hemen her türden protesto ve hak arama eylemi kolluk güçlerinin saldırısına uğramış, gözaltı ve tutuklamalar belirgin bir artış göstermiştir. Bunun son örneği Yürüyüş dergisi ve onunla aynı politik çizgideki kurumlara yönelik saldırılar olmuştur.

Bu saldırıların asıl hedefi, devrimci olma iddiasını sürdüren bütün örgütlenmelerin tasfiye edilmesi, devrimcilerin denetimi ya da etkisi altındaki bütün kurum ve örgütlenmelerin etkisizleştirilmesidir. Görünüşün aksine, saldırılar bir bütün olarak devrimci hareketi hedef almaktadır. Bütün devrimci yapılar ve kurumlar, bütün devrimciler bu saldırının hedefindedir. O halde, bu saldırıya karşı mücadele de birleşik devrimci bir nitelikte olmalıdır. Sermaye düzeninin bu saldırısını püskürtmenin başka bir yolu da yoktur.

Son saldırılar bağlamında, Türkiye devrimci hareketinin hemen bütün bileşenleri, saldırıyı kendisine yönelmiş kabul ederek yerinde bir refleks ve tutumla saldırıya uğrayan devrimci gruplarla belli bir dayanışma içerisine girmişlerdir. Kısmen yetersiz de olsa bir destek ve dayanışma örgütlenmiştir. Bu destek ve dayanışma bu haliyle bile son derece anlamlıdır ve daha da büyütülmek durumundadır. Devrimci siyasal mücadele açısından son derece olumlu bu gelişme, gelinen yerde devrimci birleşik bir mücadele ekseni oluşturma sorumluluğundan daha fazla geri durulamayacağını göstermektedir.

Devrimci güçlerin son saldırıya uğrayan kurumları sahiplenme örnekleri, saldırıyı birlikte göğüsleme pratikleri tabanda, devrimci güç ve eylem birliğini daha ileri taşımaya uygun bir ortam yaratmış bulunmaktadır. Bundan en iyi biçimde yararlanmak, bu ortamı amacına uygun bir biçimde değerlendirmek, her alandaki komünistlerin ve devrimcilerin ortak sorumluluğudur. Bu imkan daha bilinçli bir biçimde kullanılabilmelidir.

Açıktır ki, devrimci yapılar güç ve eylem birliğini geliştirmek doğrultusunda somut çalışmalara girişerek, yalnızca bugüne kadar ihmal ettikleri bir devrimci sorumluluğun gereklerini yerine getirmiş olacaklardır. Bir başka ifadeyle, sorun devrimci açıdan, devrime ve emekçi kitlelere karşı sorumluluk açısından ele alındığında, yapılan bir yükümlülüğün gereklerini yerine getirmeye çalışmaktan başka bir şey değildir.

Tüm devrimci yapılar arasında sağlanması gereken güç birliğinin kalıcı bir hal alması devrimci siyasal mücadelenin temel önemde yakıcı bir ihtiyacıdır. Komünistler kendi paylarına soruna bu ihtiyacın gerektirdiği bir duyarlılık, çaba ve sorumlulukla yaklaşacaklardır. Fiilen başlamış bulunan devrimci güç ve eylem birliği sürecine komünistler özel bir ilgi göstermeli, bu ilgiyi bulundukları alanlardaki tüm devrimcilere ve devrimci yapıların tabanını oluşturan kitlelere yaymalıdırlar. Bugün için devrimci güç ve eylem birliğine yönelik en yakıcı pratik görevlerden biri budur. Birlik yönündeki gelişmelerin devrimci tabana maledilmesi sürecin seyrini ayrıca kolaylaştıracaktır.

Ayrıca altını çizelim ki, devrimci birleşik mücadele, asıl anlamını bizzat işçi sınıfına ve emekçi kitlelere yönelik etkili ve çok yönlü bir devrimci müdahalede gösterebilir. Devrimciler saldırıları protesto ile yetinmek sınırlılığından kurtulmalı, işçi sınıfına ve emekçi kitlelere dönük etkili bir devrimci müdahalenin yol, yöntem ve araçlarını işbirliği ve dayanışma halinde bulma ve uygulama çabası içinde olmalıdırlar. Bütün bileşenleriyle devrimci hareketin dikkatini ve enerjisini yoğunlaştırması gereken alan, sınıfın ve emekçilerin örgütlenmesi, mücadeleye seferber edilmesi olmalıdır. Sermayenin saldırılarını göğüsleyip püskürtebilmenin ve yığınların biriken öfke ve tepkisini devrimci temellerde harekete geçirebilmenin başka yolu yoktur.