3 Kasım 2006 Sayı: 2006/43 (43)
  Kızıl Bayrak'tan
   Yeni Ekimler’le yeni bir dünya kurulacak, mazlum halklar sosyalizm bayrağı altında toplanacak!
  Depremlerde beton mezarlara gömülmemek için de sosyalizm!
  Kölelik bağlarını parçalamak için mücadeleye!
  Emperyalist işgalcilerin Irak batağından çıkış arayışları
Asgari ücretin tek taraflı belirlenmesine seyirci kalmayalım!
İstanbul İşçi Kurultayı hazırlık çalışmaları sürüyor
DİSK/Genel-İş Sendikası Anadolu Yakası 3 No’lu Bölge Başkanı Veysel Demir ile konuştuk...
İşçilerle mücadelenin ve örgütlenmenin önündeki engeller üzerine konuştuk.
 AL-CO işçisi Atilla Atalay’la sınıf hareketinin, örgütlenmenin önündeki engeller ve çıkış yolları üzerine konuştuk...
  Sermayenin saldırılarına karşı asgari ücret hakkını savunalım! (Orta sayfa)
  6 Kasım çalışmalarından...
  İstanbul Ekim Gençliği: Kampanyamız tüm hızıyla devam ediyor!
  Gençlik hareketinden...
  Vatikan ve CIA’nın çocuklarının yeni biçimi - Yüksel Akkaya
  10. yılında Susurluk gerçeği…
  OSİM-DER 2. Olağan Genel Kurulu gerçekleşti...
  NATO Afganistan batağında güç durumda!
  Oaxaca’da isyan devam ediyor!
  Eski Sandinistalar kilisenin hizmetinde!
  ESP’nin eylemlerinden
  İşçi sınıfının ruhu: Sovyetler/2 - Volkan Yaraşır
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Eski Sandinistalar kilisenin hizmetinde!

Devrimle iktidarı ele geçiren Sandinista gerillaları, CIA’nın örgütlediği karşıdevrimci kontralarla da uzun ve zorlu bir savaş yürütmüşlerdi. Ancak ‘90’lı yıllarla birlikte devrimci ideallerini yitirme sürecine giren Daniel Ortega başkanlığındaki Sandinist yönetim, emperyalist dayatmayla aldığı seçim kararı sonucunda hezimete uğrayarak, iktidarı gerisin geri Amerikancı burjuvaziye teslim etmişti.

Bu utanç verici duruma düştükten sonra büyük bir siyasi güç kaybeden Sandinistalar, Latin Amerika’daki “sol dalga”nın yarattığı konjonktürün de etkisiyle yeniden başkanlık seçimlerine hazırlanıyorlar. Ancak görünen o ki, isimleri dışında eski Sandinistalarla aralarında ortak bir özellik kalmamış. Öyle ki, oy toplama kaygısıyla kilisenin ortaçağ zihniyetinin peşine takılacak noktaya kadar gerilemiş durumdalar.

5 Kasım’da yapılacak seçimler öncesinde harekete geçen kilise, Nikaragua’da kadınlara tıbbi amaçlı kürtaj izni veren ceza kanununun 165. maddesinin değiştirilmesini gündeme getirdi. Kilisenin desteğini almak için sıraya giren partiler, bu isteye uyarak yasaları yüzyıl geriye götürdüler. Yasaya göre, Nikaragualı kadınlar, ölümleri pahasına da olsa gebeliklerini tıbbi bir müdahaleyle sonlandıramayacaklar. (Tabii parası olan burjuva kadınlar komşu ülkelere geçerek kürtaj yapabilecekler.) Kilise, gebeliğini tıbbi müdahaleyle sonlandıran kadınların 20 yıl hapis yatmasını da talep ediyor.

90 üyeli mecliste yapılan oylamaya 29 üye katılmazken, Nikaragua Liberal İttifakı’ndan (ALN) 6, Anayasacı Liberal Parti’den (PLC) 18, Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi’nden (FSLN) ise 28 oy kilisenin istediği yönde kullanıldı. Göründüğü kadarıyla kiliseye en çok yaranan taraf FSLN oldu.

Bu arada “Kararı ben veririm!” şiarı altında birleşerek alanlara inen kadınlar, yasanın değiştirilmesini protesto etiler. Kadınlar, eylemi engellemek isteyen kolluk kuvvetleriyle de çatıştılar. Ortaçağ kalıntısı kilisenin emriyle oy veren milletvekilleri ise, yasayı protesto eden kadınlara, “Ahlaki düşkünler, katiller!” diyerek hakaret etmekten geri durmadılar.

Katolik nikâhının mutlaklığını savunan Nikaragua kilisesi, kürtajın yanı sıra boşanma hakkının da yasaklanmasını istiyor. İşte böyle bir kilisenin izinde giden FSLN’nin düştüğü nokta, devrimci ideallerini yitirenlerin nasıl gericileştiğinin ibret verici bir tablosunu sunmaktadır.


İsrail’in tutuklama terörünün son kurbanı öğrenciler!

İsrail güçleri tarafından sürdürülmekte olan tutuklama terörü ayrım gözetmeden toplumun tüm kesimlerini hedef almaya devam ediyor. Bu saldırıların son hedefi çevredeki Arap ülkelerindeki üniversitelerde okuyan ve bayram tatili için ülkelerine gelen öğrenciler oldu. Birçok öğrenci Ürdün’ü Bati Şeria’ya bağlayan Kral Hüseyin Köprüsü’nde alıkonuldu ya da tutuklandı.

Gözaltı ve tutuklama terörü nedeniyle birçok öğrenci okullarına dönemedi ve kayıtlarını dondurmak zorunda kaldı. Bunun Filistinli gençlerin eğitim almalarının engellenmesi için yapılan bir hareket olduğunu belirten Filistin’li yetkililer, son tutuklananlar ile birlikte İsrail tarafından tutulan öğrencilerin sayısının 720yi bulduğunu ifade ettiler.


Siyonistler uranyumlu bombalar da kullanmış!

“Uluslararası toplum”un desteğiyle Lübnan’ı tahrip eden İsrail savaş makinesinin işlediği ağır insanlık suçlarına yenileri ekleniyor. Kanıtların dünya kamuoyunun önüne serilmesinden sonra fosforlu bomba kullandığını itiraf etmek zorunda kalan siyonistlerin, uranyumlu bombalar kullandığına dair de veriler bulundu.

İsrail ordusunun Lübnan halkı üzerine yağdırdığı bombaların açtığı kraterlerden alınan toprak örneklerinde yapılan incelemelerde radyoaktif madde saptandığı bildirildi. İsrail bombalarının açtığı iki kraterden alınan örneklerin, ayrıntılı inceleme için İngiltere’nin güneyindeki Harwell laboratuvarına gönderildiği haberini veren İngiliz Independent gazetesi, incelemeyi yapan bilim insanlarının bu toprak örneklerinde yüksek radyoaktivite bulduğunu yazdı. İsrail saldırganlığının suç ortaklarından İngiliz savunma bakanlığı da, örneklerde yüksek miktarda uranyum izotopu bulunduğunu teyit etti. Uzmanlar, toprak örneklerinde radyoaktif maddelerin bulunmasını, uranyumlu bomba kullanıldığının göstergesi olarak kabul ediyor.

İsrail ordusunun 34 gün süren bombardımanda dört milyondan fazla misket bombası kullandığı tahmin ediliyor. Güney Lübnan’da hala bir milyondan fazla patlamamış misket bombası olduğunu bildiren uzmanlar, bu bombaların siviller için büyük tehdit oluşturduğuna dikkat çekiyor. Nitekim sadece Birleşmiş Milletler’in saptadığı vakalarda, çatışmaların bitmesi sonrasında bu bombalar nedeniyle 21 Lübnanlı öldü, 100 kişi de yaralandı.


Kayseri İşçi Kültür Evi: “Devrimci sanat susmadı, susmayacak!”

Kayseri İşçi Kültür Evi 30 Ekim tarihinde “işyeri ruhsatı olmadığı” bahanesiyle kapatıldı. Bu saldırıyı protesto etmek amacıyla 1 Kasım günü saat 17:00’de Kayseri İnsan Hakları Derneği Şubesi’nde bir basın açıklaması yapıldı.

Ezilenlerin Sosyalist Platformu, İHD, TKP ve Pir Sultan Abdal Derneği’nin de destek verdiği açıklamaya 25 kişi katıldı.

Kayseri İşçi Kültür Evi adına yapılan açıklama şöyle:

Niçin kapatıldık?

“Sermaye devletinin devrimci-demokrat kurumlara yönelik yoğunlaşan saldırılarına bir yenisi daha eklendi. Kayseri İşçi Kültür Evi ‘işyeri ruhsatı olmadığı’ şeklinde komik bir gerekçeyle kapatıldı...

İşçi Kültür Evi; tüm dünyada kol gezen açlık, yoksulluk, sefalet son bulsun dediği için kapatıldı.

İşçi Kültür Evi; çocuklar hastalıktan ölmesin, sokak başlarında kadınlar bedenlerini satmasın dediği için kapatıldı.

İşçi Kültür Evi; kölece çalışma koşulları, her türden eşitsizlik ve baskı ortadan kalksın, emeğimizin karşılığı ödensin dediği için kapatıldı.

İşçi Kültür Evi; bir avuç kan emicinin çıkarları uğruna sürdürdüğü savaş, işgal ve katliamlar yeryüzünden silinsin, halklar barış içinde, kardeşçe bir arada yaşasın dediği için kapatıldı.

İşçi Kültür Evi; kapitalizmin yoz kültürüne karşı devrimci kültür ve sanatın bayrağını yükselttiği için kapatıldı.

İşçi Kültür Evi; işçi ve emekçileri her geçen gün yoksulluğa ve yozlaşmaya mahkum edenlerin karşısında yepyeni bir dünya kurma iddiası taşıdığı için kapatıldı.

İşçi Kültür Evi; işçi ve emekçilerle devrimci-ilerici aydın ve sanatçıları buluşturduğu için, yoksul çocuklara sanat ve dershane eğitimi imkanı sunduğu için kapatıldı.

Kısacası İşçi Kültür Evi, hakkımız olan insanca yaşam ve özgür bir geleceğin mücadelesini verdiği için kapatıldı.

Bizler Kayseri İşçi Kültür Evi çalışanları olarak şunları söylüyoruz:

Bizler gücümüzü kapitalizmin tarihsel yenilgisinden ve bilimsel sosyalizmin kaçınılmazlığından alıyoruz.

Bizler gücümüzü bu dünyayı yaratan ve yine geleceğin güzel dünyasını yaratacak olan ellerden yani işçi ve emekçilerden alıyoruz.

Bizler gücümüzü bugün savaş içinde acıya boğulan ama yarın emperyalist barbarları döktükleri kanda boğacak olan ezilen halklardan alıyoruz.

Bugün devrimci bir kurumu kapatmakla bizleri susturduğunuzu sanabilirsiniz, ancak biz işçi ve emekçileriz, biz kana ve gözyaşına boğduğunuz halkların sesiyiz, biz binleriz, milyonlarız. Bu yüzden bizi kapatmakla, tutuklamakla, katletmekle bitiremezsiniz. İşçi Kültür Evleri, devrimci basın, devrimci sanat susmadı, susmayacak!

Biz İşçi Kültür Evi çalışanları olarak çalışmalarımızı daha da büyüterek sürdürmeye devam edeceğimizi herkese ilan ediyoruz. Ve tüm işçi ve emekçileri, devrimci-demokrat-ilerici kamuoyunu İşçi Kültür Evi’ni sahiplenmeye çağırıyoruz.”

Kayseri İşçi Kültür Evi çalışanları


Elveda arka bahçe!

Mumia Abu-Jamal

Latin-Amerika’nın ABD tarafından uzun yıllar baskı altında tutulması ve Hugo Chavez’in BM önündeki konuşması üzerine!

Venezüella Başkanı Hugo Chavez’in bundan birkaç hafta önce New York’taki BM toplantısında ABD Başkanı George W. Bush’a yönelik eleştirel konuşmasının ardından, ülkenin sağ eğilimli radyo ve televizyon kanalları Venezüella başkanına karşı karalama kampanyasında adeta birbirleri ile yarışa girdiler. Ama meseleye Latin-Amerikalılar’ın perspektifinden bakarsak Başkan Chavez’i onaylamak gerek. Kuzey Amerikalılar güneyli komşularına karşı gerçekten de bir şeytan gibi davrandılar.

En azından, ABD Başkanı James Monroe 1823 yılında ilan ettiği doktrininden beri, Latin-Amerika ABD’nin arka bahçesinden (sömürgesinden) başka bir şey değildir. Monroe Doktrini her şeyden önce Avrupalı devletlerin Latin-Amerika’da angaje olma ihtimallerine karşı idi. ABD’nin nüfuz alanında bulunmakta olan herhangi bir ülkenin işlerine karışmayı ABD’nin dolaysız olarak güvenliğini tehdit olarak görmekteydi.

1972 yılında köşe yazarı Walter Lippman New York Times gazetesinde ABD’nin emperyal çabasını “Biz Karibik ülkelerinin aralarındaki ilişkileri denetlemekteyiz. Biz, kendi hükümetlerine karşı var olma ve yok olmalarını belirleyen tahakküm politikası uygulamaktayız, çünkü onayımız olmadan hiçbirinin yaşama şansı yoktur. Biz birçok ülkeye, bizim seçim dediğimize ilişkin karar vermelerinde yardımcı oluyor ve şu an Meksika’da olduğu gibi bize göre sahip olmaları gereken anayasayı onlara dikte etmekten bile tereddüt etmiyoruz. Biz bunu nasıl adlandırırsak adlandıralım, dünyanın büyük bölümü bizi İmparatorluk olarak nitelendirmekte, ya da en azından imparatorluğa dönüşme çabası içinde olan bir ülke olarak tanımlamaktalar” cümleleri ile tarif etmişti.

ABD’nin müttefiklerinin durumları nedir? ABD’nin “Teröre Karşı Savaşta” Pakistan’ı müttefik olarak nasıl kazandığını haberlerde okuduk. Haberlere göre ABD hükümetinin temsilcileri Pakistan Başbakanı Pervez Müşerref’e “Eğer siz bize yardım etmezseniz bombalarla Pakistan’ı taş devrine geri göndeririz” dediler. Bunlar Mafyavari metotlarıdır.

Bundan dolayı Başkan Chavez, George W. Bush’un BM önündeki konuşmasını “Şeytanın sesi gibi” diye tanımladı. Ama biz bu politikanın sadece Bush ile alakalı olduğunu sanmaktan kaçınmalıyız. ABD’nin eski başkanlarından Lydon B. Johnson 1970’li yıllarda ABD’de görev yapmakta olan Yunanistan’ın büyük elçisi ile arasında geçen politik tartışmada “Sizin parlamentonuz ve anayasanız beni bir dirhem ilgilendirmemekte. ABD bir fildir. Kıbrıs bir bittir. Yunanistan bir bittir. Ve eğer bu iki bit fili kızdırmaya devam ederlerse, fil bunları hortumu ile ezer, tamamen ezer” dedi.

Bizim şimdi yaşamakta olduğumuz eskiden beri bilinen bir şeydir. Emperyalist ABD kaynaklarını güvenceye alabilmek için dünyanın birçok kesimini kıskaç içinde tutmakta. Bu kendini beğenmiş güçlünün politikasından dolayı George W. Bush az alkış aldı. Hugo Chavez ise ayakta alkışlandı. Venezüellalı, delegelerin gözleri önünde bizzat kendilerinin de içtenlikle yapmak istediklerini yaptı: Yani hükümdarlara gerçeği yüzlerine karşı söylemeyi. İmparatorluklar düşmanlarını kendileri yaratırlar. Eski Roma imparatorluğuna verilen dersler emperyalist küstahlık döneminde unutulmuş gibi görünüyor.

(Junge Welt, Çeviri: Kızıl Bayrak)