3 Kasım 2006 Sayı: 2006/43 (43)
  Kızıl Bayrak'tan
   Yeni Ekimler’le yeni bir dünya kurulacak, mazlum halklar sosyalizm bayrağı altında toplanacak!
  Depremlerde beton mezarlara gömülmemek için de sosyalizm!
  Kölelik bağlarını parçalamak için mücadeleye!
  Emperyalist işgalcilerin Irak batağından çıkış arayışları
Asgari ücretin tek taraflı belirlenmesine seyirci kalmayalım!
DİSK/Genel-İş Sendikası Anadolu Yakası 3 No’lu Bölge Başkanı Veysel Demir ile konuştuk...
İşçilerle mücadelenin ve örgütlenmenin önündeki engeller üzerine konuştuk.
 AL-CO işçisi Atilla Atalay’la sınıf hareketinin, örgütlenmenin önündeki engeller ve çıkış yolları üzerine konuştuk...
  Sermayenin saldırılarına karşı asgari ücret hakkını savunalım! (Orta sayfa)
  6 Kasım çalışmalarından...
  İstanbul Ekim Gençliği: Kampanyamız tüm hızıyla devam ediyor!
  Gençlik hareketinden
  Vatikan ve CIA’nın çocuklarının yeni biçimi - Yüksel Akkaya
  10. yılında Susurluk gerçeği…
  OSİM-DER 2. Olağan Genel Kurulu gerçekleşti...
  NATO Afganistan batağında güç durumda!
  Oaxaca’da isyan devam ediyor!
  Eski Sandinistalar kilisenin hizmetinde!
  ESP’nin eylemlerinden
  İşçi sınıfının ruhu: Sovyetler/2 - Volkan Yaraşır
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Sermaye devleti karşılıklı ziyaretlerle kölelik ilişkilerini pekiştiriyor...

Kölelik bağlarını parçalamak için mücadeleye!

Amerikan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Peter Schoomaker geçen hafta Türkiye’deydi. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ ve Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’la görüştüğü bildirilen Amerikalı komutanın neyi görüştüğü sır gibi saklandı. Ancak, karargahtaki karşılama töreninin ardından görüşmenin yapılacağı salona geçerken askeri bandonun Frank Sinatra’nın ünlü “My Way” şarkısını çaldığı bilgisi kamuoyundan esirgenmedi. Bu jestin, YAŞ öncesi Kara Kuvvetleri Komutanı iken ABD’ye giden Yaşar Büyükanıt’a Schoomaker’in evinde verilen yemek sırasında yapılan jeste karşılık olduğu da hatırlatılıyordu. ABD’li yetkililer tarafından “çok verimli” geçtiği vurgulanan ve Büyükanıt’a övgüler düzülen bu görüşmeler ve söz konusu yemek konusunda, Türkiye’deki görüşmelerden daha fazla ayrıntı yansıtılmıştı.

Büyükanıt’ın bu gezisinin, “iki başkent tarafından da 1 Mart tezkeresiyle bozulan Türk-Amerikan askeri diyaloğunun tamirinde önemli bir sembol olarak görüldüğü” yorumları yapılıyordu örneğin. Her ne kadar Türk medyasında bu geziyi, CIA ve FBI başkanlarının “sürpriz” Türkiye gezileriyle ilişkilendiren yorumlar çıktıysa da, Türk ve ABD’li yetkililer, “bu gezilerin aynı döneme denk gelmesinin tesadüf olduğunu, ancak tüm bunların ABD yönetiminin Türkiye’de tüm kurumlarla ilişkileri yeniden ve ‘en üst seviyede’ kurmak isteğinin bir uzantısı olduğunu” belirtmişlerdi. Bu vesileyle belirtilen bir başka “önemli” konu da, yorumların Büyükanıt “paşa”yı ne kadar rahatsız ettiğiydi!..

Türk medyasında böyle “rahatsızlık” verecek soru sorma cüreti gösteren birkaç kalem olmakla birlikte, onun esas karakterinin “müstemleke”lik olduğu malumdur. İşte bu malum karakterini, Büyükanıt’ın görüşmeleri sürecinde ABD’li yetkililere sordukları sorularla bir kez daha ortaya sermişlerdi. O süreçte, Şemdinli olaylarıyla bir kez daha gündeme taşınan kontracı kimliği nedeniyle gündemde olan Genelkurmay Başkanlığı tartışmaları ve bu Başkanlık konusunda ne düşündükleri, daha doğrusu, Büyükanıt’ın başkanlığını onaylayıp onaylamadıklarını sordukları ABD’li yetkililerden; “Biz YAŞ’ta oy sahibi değiliz. Bizim muhatabımız, Türkiye’de sistemin getirdiği askeri liderlerdir. Favori belirlemiş de değiliz. Gezi favori belirleme çabası değil. Kimin genelkurmay başkanı olacağı Türkler’e bağlıdır. Büyükanıt’ın çok iyi, hatta müthiş geçen gezisi kendi içinde değerlendirilmeli” yanıtını almışlardı. Sömürgeciler, kul-köle haline getirdikleri müstemleke basınına, “bu kadar da açığa vurulmaz ki” demeye getiriyor, fakat aslında soruya yanıt vermiş oluyorlardı. Evet, ABD Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanlığı’nı onaylıyordu. Ondan daha Amerikancı bir başkan bulabilecek değillerdi. CİA güdümlü ve destekli kontrgerillanın tepesindeki has adamlarından biri olarak, en güvendikleri kurmayların başında geliyor olmalıydı.

Gerçi basında “1 Mart tezkeresiyle bozulan ilişkiler”in sözü geçiyordu ama, bu Büyükanıt’ın “gönül alma” jestlerini ifade edebilirdi sadece. Diğer yandan, karşı tarafın da “çuval vakası” için gönül alması gerekiyordu, ki göründüğü kadarıyla, onu da “katibim” jestiyle halletmiş oldular. Zaten, iki “dost ve müttefik” -üstelik de stratejik- ülke arasında birkaç çuvalın lafı mı olurdu?!.. Türkiye kamuoyunda imaj bozulması sorunu olmasa mesele de çıkmazdı. ABD açısından, “bu ordu kullanılacaksa prestijini de fazla zedelememek gerekiyor”dan ibaretti konu.

Fakat gerçekte ABD-Türkiye ilişkileri öyle “sağlam” temellere dayanıyor ki, ne tezkere kazası ne çuval vakası onu bozabilir. Göbek bağı haricinde, ABD emperyalizmi Türk devletini her koldan, her kurumundan -özellikle en güçlü ve etkili kurumu olan ordusundan- öylesine kuşatmış, öyle güçlü bağlarla bağlamıştır ki, koparabilmek mümkün değildir. İlişki efendi-köle ilişkisi olunca, elbette, çuval vakası türünden terbiye operasyonlarına da sık sık ihtiyaç duyuyorlar. Ve elbette, uşaklar da uşaklıklarının gerektirdiği bağışlanma jestlerini ihmal etmiyorlar. 1 Mart tezkeresi için çuval terbiyesi yetmedi, başbakanından KKK’nına kadar en tepedekiler huzura kabul edilmek ve özürlerini bildirmek üzere sıraya girdiler. Fakat öyle kuru bir özürle af beklemiyorlardı kuşkusuz. Yeni bir tezkere ile ordunun ABD-İsrail’in emrine amade kılınması yanında, kapalı kapılar ardında, çok daha derin ve tehlikeli hizmetler için sözler alınıp veriliyordu.

Aynı süreçte yaşanan bir başka olay, Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin, emperyalist-siyonist orduları için nasıl piyon yapılmaya, işçi ve emekçi gençlerin nasıl utanç verici misyonların peşine takılmaya çalışıldığını, bir başka cepheden gösteriyordu:

İran’a operasyon söylentilerinin arttığı bir süreçte bir kez daha Doğu Akdeniz’e gelen ve Kıbrıs açıklarında Suriye’ye yakın bir bölgede yuvalanan, ABD’nin dev savaş -esasında operasyon- gemisi Eisenhower’a, geçtiğimiz cumartesi, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson tarafından bazı Türkler konuk edildi. Milletvekilinden sanatçısına ve ATO Başkanı’na kadar oldukça “farklı” kesimlerden seçilen davetliler konusunda konuşan Wilson, haliyle, geminin “operasyonal” görevlerine ilişkin tek ipucu vermedi. Fakat bu olay, ABD ile ilişkilerin ulaştığı düzeyi tüm açıklığı ile ortaya koydu. Bu emperyalist haydut artık salt devletle ilişkileriyle yetinmek istemiyor. “Devletli” sivillerden yandaş sayısını da artırmaya çalışıyor. Aslında bir kontra faaliyet olarak, bağlı ülkelerin basınını bağlamaya yönelik yürütülen çalışmaların, harcanan paraların haberleri de aynı süreçte yayılmıştı. Wilson’un bu girişimi, satılık kalemlerle yetinmek istemediklerini göstermiş oldu.

Aslında Türkiye’de öyle pek fazla para harcamalarına da gerek olmadığı, fazlasıyla gönüllü uşak edindikleri biliniyor. Bunun kadar bilinen bir başka gerçek ise, bu durumun sonsuza dek böyle sürüp gitmeyeceği, emperyalizmin, askeri üsleri ve silahları, paralı/gönüllü askerleri ve uşaklarıyla birlikte bu topraklardan sökülüp atılmasının çok uzak olmadığıdır.