3 Kasım 2006 Sayı: 2006/43 (43)
  Kızıl Bayrak'tan
   Yeni Ekimler’le yeni bir dünya kurulacak, mazlum halklar sosyalizm bayrağı altında toplanacak!
  Depremlerde beton mezarlara gömülmemek için de sosyalizm!
  Kölelik bağlarını parçalamak için mücadeleye!
  Emperyalist işgalcilerin Irak batağından çıkış arayışları
Asgari ücretin tek taraflı belirlenmesine seyirci kalmayalım!
İstanbul İşçi Kurultayı hazırlık çalışmaları sürüyor
DİSK/Genel-İş Sendikası Anadolu Yakası 3 No’lu Bölge Başkanı Veysel Demir ile konuştuk...
İşçilerle mücadelenin ve örgütlenmenin önündeki engeller üzerine konuştuk.
 AL-CO işçisi Atilla Atalay’la sınıf hareketinin, örgütlenmenin önündeki engeller ve çıkış yolları üzerine konuştuk...
  Sermayenin saldırılarına karşı asgari ücret hakkını savunalım! (Orta sayfa)
  6 Kasım çalışmalarından...
  İstanbul Ekim Gençliği: Kampanyamız tüm hızıyla devam ediyor!
  Gençlik hareketinden
  Vatikan ve CIA’nın çocuklarının yeni biçimi - Yüksel Akkaya
  10. yılında Susurluk gerçeği…
  OSİM-DER 2. Olağan Genel Kurulu gerçekleşti...
  NATO Afganistan batağında güç durumda!
  Oaxaca’da isyan devam ediyor!
  Eski Sandinistalar kilisenin hizmetinde!
  ESP’nin eylemlerinden
  İşçi sınıfının ruhu: Sovyetler/2 - Volkan Yaraşır
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Sermayenin saldırılarına karşı asgari ücret hakkını savunalım!

İnsanca yaşamaya yeten vergiden muaf asgari ücret!

2007 yılında uygulanacak asgari ücretin belirlenmesiyle ilgili komisyon toplantıları Kasım ayı içerisinde başlayacak. Toplantı takviminin şekillenmeye başlamasıyla birlikte sermaye sözcüleri ve sendikalar asgari ücretle ilgili görüş ve tutumlarını ortaya koymaya başladılar. Bu noktadaki tartışmaların giderek yoğunlaşacağı görülüyor.

Sermaye bu kez doğrudan doğruya
asgari ücret hakkını tartışmaya açıyor!

Son birkaç yıldır asgari ücretle ilgili tartışmalarda önemli bir nitelik değişikliği yaşanmaktadır. Önceki yıllarda asgari ücret konusu daha çok da yapılacak zam oranının azlığı-çokluğu ekseninde tartışılırdı. Patronlar zam oranını düşük tutmak için bastırırlar, bunun ötesinde asgari ücret hakkına doğrudan bir saldırıyı göze alamazlardı. Hatta asgari ücret bir anlamda “azami ücret”, “standart ücret” olarak uygulandığı için, bu durum patronların işine bile gelmekteydi. Asgari ücretin belli bir meşruluğu söz konusuydu ve bu patronlar tarafından da kabul edilmiş durumdaydı. Elbette bu meşruluğu sağlayan şey patronların iyi niyetleri değil fakat sınıf mücadelesindeki karşılıklı dengelerdi.

Asgari ücret hakkının kazanılması Türkiye’de çetin sınıf mücadeleleri sonucunda olmadı. Bu hak uluslararası planda yürütülen mücadelenin ve sermayenin dönemsel politikalarının bir ürünüydü. Diğer bazı haklar gibi asgari ücret uygulaması da devletin vatandaşına tanıdığı bir hak olarak algılandı ve kabul edildi.

Bu koşullarda asgari ücret hakkını geliştirmek yönündeki çabalar başından beri cılız kaldı. Bu konudaki talepler hep daha alçak sesle dile getirildi. İşçiler ve sendikalar cephesinde de asgari ücret konusu esas olarak ücret artış oranları üzerinden ele alındı. Asgari ücretin tek bir işçinin mi yoksa dört kişilik bir ailenin mi geçim ihtiyaçları gözetilerek hesaplanacağı konusu sermaye ile işçi tarafı arasındaki tartışmaların en temel meselelerinden biri oldu. Ama örneğin asgari ücreti belirleme mekanizması ya da bu mekanizmanın tümüyle sermayenin denetiminde olması gibi sorunlar bir biçimde dile getirilseler de, esaslı tartışma ya da mücadele konuları haline gelemediler. Böylelikle her defasında asgari ücret artış dönemleri, birbirinin tıpatıp benzeri tartışma ve gelişmeler halinde yaşanır oldu. Hemen herkes tarafından bu biçimiyle kanıksandı.

Son birkaç yıldır ise bu kanıksanmış durum yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Asgari ücretle ilgili tartışmaların kapsamı sermaye sözcülerinin çıkışlarıyla, raporlarıyla genişlemektedir. Kuşkusuz bu şaşırtıcı da değildir. Türkiye’de ‘80’li yıllardan beri parça parça uygulamaya sokulan neoliberal saldırı politikalarının şiddeti ve yoğunluğu son yıllarda alabildiğine artmıştır. Bu politikaların gereği olarak sermaye işçi ve emekçilerin kullandığı en temel hak ve kazanımları birer birer hedef tahtasına oturtmuş ve sırasıyla bunları ortadan kaldırmaya girişmiştir. Buna işçi ve emekçileri yıkıma uğratan ekonomik ve sosyal uygulamalar eşlik etmiştir. Kölelik yasasının kabulünü, ücretsiz sağlık ve emeklilik haklarının kuşa çevrilmesini, en büyük kamu işletmelerinin birer birer özelleştirilmesini bu saldırıların en temel başlıkları olarak saymak mümkündür. Ne var ki neoliberal saldırı politikalarının hayata geçirilmesinde bugüne kadar çok ciddi bir mesafe alan sermaye için bu kadarı bile yeterli gelmemektedir. Şimdi de gözlerini işçi ve emekçilerin elinde kalan son hak kazanımlarına dikmiştir. Kıdem tazminatının ve asgari ücretin ortadan kaldırılması ya da hiç değilse önemli oranda budanması şu an sermayenin en öncelikli saldırı gündemleri haline gelmiş bulunmaktadır.

Sermaye “asgari ücret vergi dışı bırakılsın”
talebini tersyüz ediyor!

Sermaye asgari ücret hakkına saldırırken ağzına sakız ettiği iki konu var. Bunlardan biri kayıt dışılığın önlenmesi, diğeri ise istihdamın artırılması. Bunlar aslında kapitalist ekonominin en temel nitelikleri. İşsizliğin ve kayıt dışılığın olmadığı bir kapitalist ekonomi düşünmek mümkün değil. Çünkü sistemin işleyebilmesi, sömürü çarkının dönebilmesi başka şeyler yanında bunların varlığına da bağlı. Yani işsizlik ve kayıt dışı ekonominin yaygınlığı konusunda suçlu aranacaksa, bu suçlu en başta da kapitalizmin kendisi. Ve tabii bu sistemin efendisi konumundaki sermaye sınıfı.

Fakat işte sermaye sınıfı büyük bir yüzsüzlük örneği sergileyerek gerçekleri tersyüz ediyor ve işçilerin kullandığı ekonomik ve sosyal hakları bir anda işsizlik ve kayıt dışılığın temel nedenleri ilan ediveriyor. Şu son bir yıl içinde sermaye örgütleri tarafından bununla ilgili sayısız açıklama ve rapor yayınlandı.

Bunların sonuncularından biri, patron örgütü TİSK tarafından asgari ücret tartışmalarının yeniden başladığı günlerde yayınlanan bir rapor. TİSK tarafından hazırlatılan bu raporda uzun uzun ekonominin karşı karşıya olduğu sorunlardan söz ediliyor ve bu sorunlara karşı çözüm önerileri sıralanıyor. Bu tür raporlarda adet olduğu üzere sıralanan sorunlar arasında işsizlik ve kayıt dışılık da yer alıyor. Sorunlar bunlar olur da asgari ücretten söz etmemek olur mu? Nitekim çözümler kısmında sıralanan maddelerde de asgari ücrete ilişkin yeni düzenlemeler öneriliyor. “Çözüm önerileri”nin biri patronların bu konudaki düşüncesini net olarak ortaya koyuyor. İlgili maddede “İstihdam üzerinden ödenen vergi oranlarında ve sosyal güvenlik kesintilerinde indirim yapılmadıkça kayıt dışılık azaltılamaz” deniliyor. Bunu tamamlayan bir diğer maddede ise “Asgari ücret üzerindeki vergi yükü azaltılsın, uzun vadede asgari ücret vergi dışı bırakılsın” önerisi dile getiriliyor.

İlk bakışta bu söylenenler asgari ücretle çalışan işçilere dönük bir saldırı olarak algılanmayabilir. Hatta patronların “asgari ücret vergi dışı bırakılsın” talebini dile getirmelerini şaşırtıcı fakat takdire değer bulanlar da olacaktır. Ne var ki mesele bu kadar basit değil. Yukarıda aktardığımız iki ayrı madde bir arada ele alındığında, patronların gerçek niyetinin çok daha farklı olduğu, söylenenlerin asgari ücretle çalışanlara dönük sinsi bir saldırı anlamına geldiği rahatlıkla anlaşılıyor.

Evet, patronlar gerçekten de asgari ücretin vergi dışı bırakılmasını istiyorlar. Üstelik bu talebi Türk-İş bürokratları gibi göstermelik bir biçimde dile getirmiyorlar, samimi bir biçimde savunuyorlar. Fakat küçük bir ayrıntı var. Patronların derdi vergi ve primlerin aşağı çekilmesi sayesinde asgari ücretlinin daha fazla para alması değil. Yani onlar devlet asgari ücretliden vergi almasın, primlerini de düşürsün, fakat aradaki fark işçinin değil bizim cebimize girsin diyorlar.

Kısacası dolaylı bir dille asgari ücretin düşürülmesini, bugün “net ücret” olarak tanımlanan düzeye çekilmesini istiyorlar. Üstü kapalı olarak ve sanki işçilerin yararına imiş gibi ileri sürülen bu istek, İMF’nin, OECD’nin ve diğer pek çok sermaye kuruluşunun artık açıktan açığa dile getirmeye başladıkları “asgari ücret düşürülsün” talebiyle tam bir paralellik taşımaktadır. TİSK gerçekte işçilerin en temel istemlerinden olan/olması gereken “asgari ücret vergi dışı bırakılsın” talebini istismar etmeye kalkmakta ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışmaktadır. Oysa bu talebin gerçek amacı patronun kasasını biraz daha doldurmak değil, asgari ücretle çalışan işçilerin gelir düzeyini yukarı çekmek, “insanca yaşamaya yeten” düzeye biraz olsun yaklaştırarak onun yaşam koşullarını iyileştirmektir.

Açık sözlü bir sermayedar

Sermaye cephesinde asgari ücret konusunda konuşan başkaları da var. Koç Holding’in başekonomisti Cevdet Akçay da bunlardan biri. Fakat o sermayenin has temsilcilerinden biri olarak derdini TİSK raporundaki gibi üstü kapalı bir biçimde anlatmayı yeğlemiyor. Çok daha açık sözlü ve temsil ettiği sınıf adına asgari ücret hakkına çok daha cepheden bir saldırı yöneltiyor. 26 Ekim tarihli Bugün gazetesinin haberine göre Cevdet Akçay “Asgari ücret salakça bir şeydir” şeklinde konuşuyor. Devamında ise bu görüşünü “Asgari ücret 500 liraysa, 400 liraya çalışmaya razı bir sürü insan var. Veremiyorsun 500’ü, mecburen kayıt dışında kalıyor. Nesi mantıklı bunun” sözleriyle güya gerekçelendirmiş oluyor. Asgari ücret uygulamasından vazgeçildiği takdirde yabancı sermayenin Türkiye’ye akın edeceğini, kayıt dışılığın büyük ölçüde önleneceğini iddia ediyor. Yani gene işsizlik ve kayıt dışılık, gene tek suçlu asgari ücretle çalışan işçiler.

Cevdet Akçay bir noktada doğru söylüyor aslında. Şayet asgari ücret uygulaması kaldırılır ve işçiler bugünkünden çok daha beter kölelik koşullarında çalışmaya mahkum edilirlerse, sermaye bu durum karşısında düğün bayram ilan edecektir. Tıpkı “yerli”ler gibi “yabancı sermaye” de buna kayıtsız kalmayacaktır. Ve daha yoğun bir sömürü gerçekleştirmek ve kârlarını yükseltmek isteyen birçok “yabancı” kapitalistin yatırımlarını bu “ucuz emek cenneti”ne kaydıracakları kesindir.

Ama bunun ötesinde, asgari ücreti ortadan kaldırmanın kayıt dışı çalışmayı yok edeceği ya da azaltacağı iddiası koca bir yalandan ibarettir. Hem zaten ne isim altında olursa olsun şirketlerden, patronlardan vergi almayacaksan, sigorta primi toplamayacaksan, onları başka hiçbir yükümlülük altına sokmayacaksan, kayıt içi olmaları ile kayıt dışı olmaları arasında ne fark kalır ki? Kayıt altında olmanın boş yere defter doldurmaktan başka ne anlamı kalır ki?

Burada şunu bir kez daha vurgulayalım ki, Türkiye’nin en büyük sermaye gruplarından birinin en üst düzey yöneticilerinden biri olarak Cevdet Akçay bu sözleriyle sermaye sınıfının asgari ücret hakkındaki gerçek görüş ve isteklerini dile getirmektedir. Asgari ücretin kaldırılması, diğer bütün ekonomik ve sosyal hakların sıfırlanması bir bütün olarak sermaye sınıfının dileğidir. İşçi sınıfının yarım yamalak kullandığı bir hak olan asgari ücret uygulamasının bu durumda dahi nasıl da sermayeyi çileden çıkardığını, fırsatını bulduklarında bu hakkı ortadan kaldırmak için nasıl bir kararlılık içinde olduklarını göstermektedir. Cevdet Akçay aynı zamanda sermaye sınıfının doymak bilmez kâr hırsını, acımasız işçi düşmanı yüzünü layıkıyla temsil etmektedir. Sermaye sınıfının gerçek yüzünü tanımak isteyen her işçi Cevdet Akçay’ın sözlerini tekrar tekrar okumalıdır.

Sınıf cephesinde durum

Sermaye cephesinden yapılan ve son zamanlarda yoğunlaşan çıkışlar asgari ücret konusunun önümüzdeki dönemde temel saldırı başlıklarından biri haline geleceğini göstermektedir. Fakat işçi sendikalarının bağlı oldukları konfederasyonların böyle bir saldırıya karşı hazırlık içinde olduğunu söylemek mümkün değildir.

Türk-İş ve Hak-İş tarafından asgari ücret konusunda yapılan son açıklamalar, bu konfederasyonların meseleyi hala da ücret artış oranı ekseninde tartışmalardan ibaret gördüğünü ortaya koymaktadır. Bu nedenle de açlık ve yoksulluk sınırlarını gösteren veriler, rakamlar ortaya serilmekte, son bir yıldır asgari ücretin alım gücünün 332 Euro’dan 289 Euro’ya gerilediği vurgulanarak bu kaybın telafisi talep edilmektedir.

Ama bu bile göstermeliktir. Örneğin Türk-İş Genel Başkanı Salih Kılıç, bu konuda yaptığı açıklamada bir taraftan asgari ücret “bilimsel, objektif, güvenilir veri kavramına uygun” şekilde tespit edilmeli derken, bir başka cümlesinde de asgari ücretin “en düşük memur maaşı olan 663 YTL’ye” yaklaşmasını istemektedir. Bu ülkede yoksulluk sınırının 1500 YTL’nin üzerinde olduğu dikkate alınırsa, Salih Kılıç’ın öne sürdüğü artış talebinin “bilimsel, objektif, güvenilir veri kavramına uygun” olmadığı kolaylıkla anlaşılacaktır. Türk-İş yönetimi asgari ücret tartışmaları başladığında, hemen her seferinde aynı şeyleri söyleyerek işe başlamakta, fakat asgari ücretin belirlenmesi süreci boyunca bu açıklamalara denk düşen tek bir pratik adım bile atmamaktadır. Tek yaptığı, açıklanan asgari ücretin belirlendiği karar metninin altına iki satırlık bir muhalefet şerhi koymaktan ibarettir. Kısacası Türk-İş yönetimi sermayenin sahnelediği asgari ücret oyununun kıdemli bir üyesi durumundadır ve bu rolünden pek hoşnut görünmektedir.

Ücret artış oranıyla ilgili bu talebin dışında Türk-İş bugüne kadar asgari ücret hakkına dönük saldırıya karşı bir tutum açıklamamıştır. Hak-İş için de benzer şeyleri söylemek mümkündür. Hak-İş’in açıklamalarında Türk-İş’inkinden farklı olan tek şey asgari ücret tespitine ilişkin mevcut mekanizmaya dair söylenenlerdir. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’na girmek için yanıp tutuşan Hak-İş’in açıklamaları bu isteğini ele verir niteliktedir ve sınıfın çıkarları doğrultusunda bir şeyler yapmak gibi bir niyeti olmadığını zaten vurgulamaya pek gerek yoktur.

Konfederasyon olarak geriye DİSK kalmaktadır. DİSK de bu konuda bir açıklama yapmıştır. Açıklamada ücret artış oranlarından ziyade asgari ücret tespit sistemiyle ilgili eleştiriler dile getirilmekte ve Türk-İş’e komisyondan çekilme çağrısı yapılmaktadır.

DİSK’in de asgari ücretin belirlendiği mekanizmaya girmek yönünde bir eğiliminin olduğu bilinmektedir. Fakat buna rağmen DİSK’in asgari ücret tespit sistemiyle ilgili eleştirileri ile Hak-İş’in bu konudaki yaklaşımı arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. DİSK bir ölçüde sınıf cephesinden yaklaşarak bugünkü asgari ücret belirleme mekanizmasının sermayenin denetiminde olduğunu, meşruluğunun bulunmadığını, bu mekanizma içerisinde sınıfa sadece “konu mankeni” rolü biçildiğini açık bir biçimde vurgulamaktadır. Asgari ücretin belirlenmesi konusunda emekçilerin birlikte tutum almasını ve sürece müdahalesini savunmakta ve bu çerçevede komisyonu işlevsiz kılmak için Türk-İş’i çekilmeye, birlikte tutum almaya çağırmaktadır. DİSK’in açıklaması, hele de diğer konfederasyonların tutumlarıyla kıyaslandığında, içerik bakımından belli bir olumluluk taşımaktadır. Bununla birlikte, konfederasyon yönetimi bu açıklamaya uygun pratik adımlar atmadığı takdirde olumlu açıklamalar yapmış olmasının bir değeri kalmayacaktır.

Görev ve sorumluluk öncü işçilerin,
devrimcilerin omuzlarında!

Geçmiş yıllarda yaşanan pratikler konfederasyonların bu konuda sadece konuşmakla yetindiklerini, onun ötesinde asgari ücret gibi sınıfın özellikle örgütsüz kesimini yakından ilgilendiren temel bir konuda parmaklarını dahi oynatmadıklarını göstermiştir.

Oysa bugün sınıfın yüzde doksanlık kesimini oluşturan sendikasız işçi yığınlarını örgütlemek konusunda en küçük bir niyet taşıyan sendikaların mücadele gündemlerine ilk alması gereken şeylerden biri asgari ücrettir. Asgari ücret konusunda mücadeleye karşı gösterdikleri bu açık ilgisizlik, belli istisnalar dışında, bu sendikaların sınıfı gerçekten örgütlemek gibi bir gündemleri olmadığını ispat etmektedir.

Dolayısıyla konfederasyonlardan ve bu arada olumlu bir açıklamanın sahibi olan DİSK’ten, “Asgari ücret hakkımızı sermayeye yem etmeyeceğiz” ve “İnsanca yaşamaya yeten vergiden muaf asgari ücret” talepleri için mücadeleye önderlik yapmasını beklemek olmayacak duaya amin demektir. Asgari ücret eksenli bir mücadeleyi daha başından rafa kaldırmak, bu alanda ortaya çıkan olanakları en başından heba etmektir.

Yıllardan bu yana asgari ücrete ilişkin tartışmalar daha ziyade belirlenen ücretin azlığı-fazlalığı ekseninde yürütüldü. Bununla da bağlantılı olarak asgari ücretin dört kişilik bir ailenin ihtiyaçları temel alınarak belirlenmesi, vergi dışı bırakılması, insanca yaşamaya yetecek bir düzeyde olması talepleri öne sürüldü. Asgari ücret belirleme mekanizmasının tümüyle sermayenin denetiminde olmasına karşı itirazlar dile getirildi. Asgari ücret hakkının tam olarak tanınmadığı, uygulanmadığı koşullarda bunların elbette bir karşılığı ve anlamı da vardı.

Bütün bu talepler bugün de günceldir ve en kararlı bir biçimde dile getirilip savunulmalıdır. Ama artık bugün sermaye doğrudan doğruya asgari ücret hakkının kendisini tartışmaya açmıştır ve bu hakkı ortadan kaldırmak, olmadı daha da budamak için harekete geçmiştir.

İşçi sınıfı bu saldırıyı yanıtsız bırakmamalıdır. Asgari ücret hakkının kararlı bir biçimde savunulması için gerekli mücadeleyi örgütlemek için bir an önce harekete geçilmesi, uygun araçların yaratılması gerekmektedir.

Sınıfın sendikalarda örgütlü olmayan geniş kesimlerinin mücadeleye kazanılması bu çatışmada en belirleyici faktör durumundadır. Çünkü saldırının sivri ucu sendikalı işçilerden ziyade örgütsüz durumdaki milyonlara dönüktür. Bu konuda gereken inisiyatifi sınıfı örgütleme, ondan geçtik halihazırdaki üyelerinin haklarını koruma niyet ve iradesinden yoksun konfederasyon yönetimlerinden beklemek saflık olacaktır. Onlar örgütsüz sınıf kesimlerine karşı bugüne kadar sergiledikleri yaklaşımla bunun boşuna bir çaba olacağını zaten sayısız kez ispatlamışlardır. Görev ve sorumluluk bir kez daha öncü işçilerin, devrimci bir sınıf hareketi yaratma çabası içinde olan devrimci ve ilerici güçlerin omuzlarındadır. Görev ve sorumluluk örgütsüzlerin örgütlenmesi, mücadeleye seferber edilmesidir.