3 Kasım 2006 Sayı: 2006/43 (43)
  Kızıl Bayrak'tan
   Yeni Ekimler’le yeni bir dünya kurulacak, mazlum halklar sosyalizm bayrağı altında toplanacak!
  Depremlerde beton mezarlara gömülmemek için de sosyalizm!
  Kölelik bağlarını parçalamak için mücadeleye!
  Emperyalist işgalcilerin Irak batağından çıkış arayışları
Asgari ücretin tek taraflı belirlenmesine seyirci kalmayalım!
İstanbul İşçi Kurultayı hazırlık çalışmaları sürüyor
DİSK/Genel-İş Sendikası Anadolu Yakası 3 No’lu Bölge Başkanı Veysel Demir ile konuştuk...
İşçilerle mücadelenin ve örgütlenmenin önündeki engeller üzerine konuştuk.
 AL-CO işçisi Atilla Atalay’la sınıf hareketinin, örgütlenmenin önündeki engeller ve çıkış yolları üzerine konuştuk...
  Sermayenin saldırılarına karşı asgari ücret hakkını savunalım! (Orta sayfa)
  6 Kasım çalışmalarından...
  İstanbul Ekim Gençliği: Kampanyamız tüm hızıyla devam ediyor!
  Gençlik hareketinden...
  Vatikan ve CIA’nın çocuklarının yeni biçimi - Yüksel Akkaya
  10. yılında Susurluk gerçeği…
  OSİM-DER 2. Olağan Genel Kurulu gerçekleşti...
  NATO Afganistan batağında güç durumda!
  Oaxaca’da isyan devam ediyor!
  Eski Sandinistalar kilisenin hizmetinde!
  ESP’nin eylemlerinden
  İşçi sınıfının ruhu: Sovyetler/2 - Volkan Yaraşır
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

10. yılında Susurluk gerçeği…

Bu pisliği devrim temizler!

3 Kasım ‘96’da yaşanan Susurluk olayı üzerinden 10 yıl geçti. Bütün iddialara rağmen sermaye devletinin kurumları Susurluk’tan saçılan pisliğin hesabını sormadı, soramadı. Devrimciler ve komünistler o zamanlar da “Susurluk devlettir, Susurluk’u yargılamanız için devleti yargılamanız gerekir” diyorlardı. Geçen zaman devrimci ve komünistleri tam olarak doğruladı. Susurluk’un hesabı sorulmadı. Aksine sermayenin ve ona hizmet eden devletin kirli, kanlı yüzü korundu ve daha da geliştirildi. Bugün artık devlet, o gün gizli kapaklı yaptıklarını bugün alenen yapar ve savunur hale gelmiş durumda. Eli en fazla kana bulanmış sermaye uşaklarından Mehmet Ağar ise, şimdilerde demokrasi kahramanı yapılmaya çalışılıyor.

Hatırlanacağı gibi, İstanbul’a gitmekte olan Mercedes marka otomobil, 3 Kasım ‘96’da Susurluk’ta benzin istasyonundan çıkan kamyona çarptı. Kazada ölen kişilerin İstanbul Polis Okulu Müdürü Hüseyin Kocadağ, ‘’Mehmet Özbay’’ adına düzenlenmiş kimliği ile faşist katil Abdullah Çatlı ve yaralanan kişinin de DYP Şanlıurfa Milletvekili ve Bucak Aşiret reisi Sedat Bucak olduğu anlaşılınca, olay Türkiye gündemine adeta ‘’bomba gibi’’ düştü. Zırhlı Mercedes’in hemen ardından gelen bir başka araçta bulunan kontrgerillacıların korumaları, araçtan bilmediğimiz bazı şeyleri aldılar. Ama yine de Mercedes’te şunlar bulunmuştu: Son sistem bir dinleme cihazı, MP 5 silahlar, çeşitli silahlara uygun susturucular…

Bir milletvekili, bir polis müdürü ve onların yanında da “aranan” durumundaki bir faşist şef. Bu üçlünün neden bir arada oldukları hiçbir zaman açıklanmadı. Mercedestekiler, kazadan önce İzmir Balçova’da bir otelde buluşuyorlar. Aralarında Çakıcı ve adamları da var... Dahası bu gruba eski Emniyet Genel Müdürü ve o günlerde de Refahyol Hükümeti İçişleri Bakanı olan Mehmet Ağar’ın da dahil olmasıdır. Bu isimlerin, mafyacılardan generallere uzanan çok geniş bir kesimle ilişki içinde olduğu birkaç gün içinde ortaya çıktı.

Susurluk, bir trafik kazasında ortaya çıkan sermaye devletinin gerçeğiydi. Susurluk’ta ortaya çıkan gerçekler; komünistlerin, devrimcilerin onyıllardır bu devletin niteliği üzerine söylediklerinin apaçık kanıtıydı.

Susurluk’un üstünü örtme çabaları

Sermaye iktidarı, Mercedes’te açığa çıkan grubun bütün suçunu Ömer Lütfü Topal isimli bir kumarhanecinin öldürülmesinden ibaretmiş gibi göstermeye çalıştı. Bu amaçla üç-beş özel timcinin adı öne çıkarıldı. Böylece geri kalanı kurtarmak için, açığa çıkan bölüm devre dışı bırakılıyordu.

Sermaye iktidarının gerçekleri perdeleme işinde en büyük yardımcısı ise burjuva medyaydı. Değil gerçeklerin açığa çıkarılması, Susurluk gerçeği daha kalın bir sis perdesi altına çekilerek bulanıklaştırıldı. “Temiz toplum” sloganıyla kampanya başlatıldı. Sanki tartışılan sorun devlet değil de, “toplum”un temiz olup olmamasıymış gibi. Susurluk skandalını izleyen yıllarda da aynı terane sürdürüldü. Ama onların bu konuda derin bir ikiyüzlülük içinde olduğunu burjuva medyasının amiral gemisi Hürriyet’in başyazarı Ertuğrul Özkök şöyle itiraf ediyor:

“Her ülkenin, makul ölçüde derin devlet kurumlarına ve operasyonlarına ihtiyacı vardır... Hakkımız olan şey, bütün bu operasyonların kontrol altında olmasıdır... Gizli kahramanların bir bölümü, işlerini düzgün şekilde, kontrol altında yapar ve kenara çekilirler. Bazıları ise yolundan sapar. Bizim eleştirimiz, gizli kahramanları değil, yoldan çıkanları hedef almalı.”

Bu sözleri, E. Özkök’ün hezeyanları olarak değerlendirmek safça bir tutum olacaktır. O, sadece kendisinin değil, burjuva medyanın da Susurluk devletinin safında olduğunu tartışmasız bir şekilde ortaya koyuyor.

Susurluk’un bizzat sermaye devleti olduğu gerçeğini örtme çabası elbette medyayla sınırlı değildi. Bu çabaya düzen solundan liberal-reformist çevrelere dek uzanan geniş bir kesim de eşlik ediyordu. Bunların kimisi, bir yandan bir şeylerin açığa çıkmasını istiyor, ama öte yandan devletin ve ordunun yıpranmasını da istemiyorlardı. Onlara göre; Susurluk’ta açığa çıkan, devlet içinde örgütlenen bir çeteydi, fakat örgütleyen bizzat devlet değildi. O halde Susurluk, devlet ve ordunun dışında gösterilmeliydi! Kimileri de, Susurluk’u “Çiller-Ağar Çetesi”ne daralttı.“Devlet içinde yuvalanmış çeteler”den, “karanlık odaklar”dan dem vurularak, “şeffaf devlet”, “hukuk devleti”, “hukukun üstünlüğü”, “temiz toplum” ayinleri yapıldı.

Oysa sermaye devletinin iradesi dışında bir çete mafya düzeni yoktur. Çetelerle devletin ilişkisi de, iddia edildiği gibi, devlet içindeki kimi unsurlarla sınırlı bir ilişki değildir. Organik bir ilişkidir ve en açık ifadesini Susurluk’ta bulan kontrgerilla politikalarından bağımsız olmayıp, bunun bir ürünüdür. “Devletin içine sızmış mafya çeteleri” yoktur, çeteleşen, mafyalaşan bir devlet vardır karşımızda.

Liberal devlet tasavvuruna göre ise, “temiz bir devlet mümkündür ama bir takım kötü niyetli unsurlar zaman zaman devlete sızarak karanlık işler çeviriyorlar. Yapılması gereken, devleti bu kanun dışı karanlık unsurlardan temizlemektir”!

Devlet hakkında öne sürülen bu liberal saçmalıkların hepsi gerçekte devletin burjuva sınıfın diktatörlük aygıtı olduğunu gizleme çabasıdır. Liberallerin burjuva devlet kavramının dışına atmaya çalıştıkları “karanlık organizasyonlar” aslında burjuva devletin temel varlık sebebini oluşturan işlevlerini yerine getirirler. Bu işlevler olmaksızın burjuva devlet olamaz. Burjuva iktidarında işler aksamadığı sürece varlığı pek hissedilmeyen bu organizasyonlar, burjuvazinin çıkarları şu ya da bu biçimde zedelenme tehlikesi doğduğunda sahneye çıkarlar. Burjuva devlet var olmaya devam ettikçe, onun bu tür yapılanmaları hep olacaktır. Liberallerin pek imrendikleri gelişmiş kapitalist ülkelerde de bu tür yapılanmalar, hem de daha gelişkin biçimde mevcuttur.

Açıktır ki, gerçeği perdeleyen bu yaklaşımların tümü, sermaye iktidarının işini kolaylaştırır, onu aklamaya yarar.

Susurluk da, Şemdinli de devlettir!

Komünistler, Susurluk ve onun devamı olan Şemdinli sürecinde “derin devlet” söylemlerine karşılık, döne döne “devlet” vurgusunu öne çıkardılar. Zira yapılan herşey devletin bilgisi dahilindeydi. Devletin izni ve onayı olmadan sıkılan bir tek kurşun, atılan bir tek bomba bile yoktur. Bir tek kaybetme olayı, bir tek faili meçhul, devletin bilgisi dışında değildir. Aslında, Susurluk’un ne olup olmadığı, bu süreçte bizzat Susurlukçular tarafından itiraf edilmiştir Kontrgerilla şefi Mehmet Ağar tam bir açık sözlülükle, “Herşey devletin zirvesinde kararlaştırılmıştır. Eğer konuşulacaksa, toplayın devletin zirvesini, orada konuşalım”, “deşifre olmamış arkadaşlarımız görevinin başında” demiştir! Sayısı bir hayli kabarık emekli ve muvazzaf general, 2002 Martı’nda “Susurluk Davası”nda göstermelik ceza alan Korkut Eken’i savunurken, “Korkut Eken kahraman bir subaydır, herşeyi bilgimiz dahilinde yapmıştır” açıklamasını yapmıştır. Susurluk’takiler de, Şemdinli’dekiler de “devlet için” çalışmaktadırlar. Susurluk diye tanımlanan kontrgerilla tam da sermaye devletinin politikaları doğrultusunda oluşturulmuştur ve yine onun bilgisi dahilinde kararları uygulamaktadır. Kontrgerilla operasyonlarının başında burjuvazi adına ülkeyi yöneten MGK vardır.

Susurluk’u Susurlukçular çözemez!

Susurluk çözülemezdi, çünkü Susurluk devletti! Eğer Susurluk soruşturmasında “gittiği yere kadar” gitselerdi, bu ülkenin yöneticilerinden bir teki bile kendini kurtaramazdı. Çünkü hepsi o pisliğin içindeydi. Üç-beş özel timci katili kurban edip, kontrgerilla örgütlenmesini devam ettirdiler. Susurluk onyıllardır devam ediyor. 6-7 Eylül 1955’te Atatürk’ün Selanik’teki evi bizzat MİT tarafından bombalandı, sonra da halkı “Rumlar Atatürk’ün Selanik’teki evini bombaladı” diye kışkırtarak, İstanbul’da katliam ve talan yapıldı.

O günden bu yana da oyun hep böyle oynandı. Susurluk devletinin kontrgerilla operasyonları, bundan sonra da hiç durmadı. Kahramanmaraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta halkı birbirine kırdıran Susurluk devletiydi. 1977 1 Mayıs’ında Taksim’de katliam düzenleyen, 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde 33 insanımızı yaktıran, Gazi’de katliam yapan yine oydu!

Parti binaları, gazete binaları, dernekler bombalandı, binlerce insan katledildi bu ülkede ve “fail meçhul” kaldı. Halk için meçhuldür bunlar, devlet için ise hiç de meçhul değildir. Yüzlerce provokasyon, cinayet ve katliamın hiçbiri çözülmedi, hiçbiri yargılanmadı. Zira, hepsinin sorumlusu sermaye devletidir.

Bundan dolayıdır ki, “pisliğin temizlenmesi”, ancak işçi sınıfının bir proleter devrimle burjuva devleti ortadan kaldırması ve kendi iktidarını kurmasıyla mümkün olacaktır. Liberallerin “temizlik” söyleminin anlamı, bu tür olaylarda, bir kısım alt kademe görevlilerin yanı sıra en azından birkaç üst düzey yetkilinin mahkûm edilmesinden ibarettir. Bunlar, kusuru gizlenemeyecek biçimde açığa çıkanın cezalandırılması veya istifa etmesini isterler. Aslında bunun anlamı, bundan sonra bu işlerin daha kontrollü yürütülmesidir. Böylece liberal vicdan rahat edecektir.

Komünistlere düşen görev, devletin niteliği konusundaki liberal aldatmacaları teşhir ederek, “pisliği” temizlemenin tek gerçek yolunun proleter devrim olduğunu göstermektir. Devletlerin bu tür pisliklerinin nasıl açığa çıkarıldığına ilişkin en güzel örneği 1917 Ekim Devrimi vermiştir. Devrimci işçi iktidarı, yıkılan Çarlık devletinin yaptığı gizli anlaşmaları ve gizli polisin arşivlerini teşhir etmiştir. İşçilere olduğu kadar ezilen halklara da kan kusturan burjuva devlet denen pisliği temizleyecek olan tek güç devrimci işçi sınıfıdır. On yıllık Susurluk süreci, bu gerçeği bir kez daha teyit etmektedir.