3 Kasım 2006 Sayı: 2006/43 (43)
  Kızıl Bayrak'tan
   Yeni Ekimler’le yeni bir dünya kurulacak, mazlum halklar sosyalizm bayrağı altında toplanacak!
  Depremlerde beton mezarlara gömülmemek için de sosyalizm!
  Kölelik bağlarını parçalamak için mücadeleye!
  Emperyalist işgalcilerin Irak batağından çıkış arayışları
Asgari ücretin tek taraflı belirlenmesine seyirci kalmayalım!
DİSK/Genel-İş Sendikası Anadolu Yakası 3 No’lu Bölge Başkanı Veysel Demir ile konuştuk...
İşçilerle mücadelenin ve örgütlenmenin önündeki engeller üzerine konuştuk.
 AL-CO işçisi Atilla Atalay’la sınıf hareketinin, örgütlenmenin önündeki engeller ve çıkış yolları üzerine konuştuk...
  Sermayenin saldırılarına karşı asgari ücret hakkını savunalım! (Orta sayfa)
  6 Kasım çalışmalarından...
  İstanbul Ekim Gençliği: Kampanyamız tüm hızıyla devam ediyor!
  Gençlik hareketinden
  Vatikan ve CIA’nın çocuklarının yeni biçimi - Yüksel Akkaya
  10. yılında Susurluk gerçeği…
  OSİM-DER 2. Olağan Genel Kurulu gerçekleşti...
  NATO Afganistan batağında güç durumda!
  Oaxaca’da isyan devam ediyor!
  Eski Sandinistalar kilisenin hizmetinde!
  ESP’nin eylemlerinden
  İşçi sınıfının ruhu: Sovyetler/2 - Volkan Yaraşır
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Depremlerde beton mezarlara gömülmemek için de sosyalizm!

Marmara çevresinde yaşanan birkaç sarsıntının ardından, bir kez daha beklenen İstanbul depremi konuşulmaya, tartışılmaya başlandı. Yine televizyon kanallarını deprem “uzman”larıyla doldurdular. Bu uzmanların yine her biri başka telden çalarak halkın kafasını karıştırma uzmanı olduklarını kanıtladılar. Kimi yaşanan sarsıntıları beklenen İstanbul depremi ile bağlantılandırırken, kimi ısrarla ilgisi olmadığını söylüyordu. Fakat diğer yandan, İstanbul Valiliği, Kasım ayında geniş kapsamlı bir deprem tatbikatına hazırlandıklarını açıkladı.

Valiliğin açıklamasına göre İstanbul’un birkaç ilçesinde birden arama kurtarma tatbikatı yapılacak. Bazı komşu illerden ekiplerin de katılacağı kurtarma senaryosu, aslında tam bir senaryo sayılmalı. Çünkü en son ‘99 depremlerinde de görüldü ki, devletin derdi arama-kurtarma değildir. Yıkımı önleme hiç değildir, bu zaten valiliğin açıklamasında da itiraf ediliyor. İstanbul Valisi Güler’in tatbikata ilişkin açıklamada da itiraf ettiği gibi, “İdare açısından esas olan afetin, krizin yönetilmesi”dir. ‘99 depremlerinden devletin çıkardığı ders işte budur; depremin yarattığı krizin yönetilmesi.

Peki, sermaye devletinin ‘99 depremlerinde yapamadığını gördüğü ve şimdi “deprem hazırlığı” adı altında esasta hazırlandığı konu neydi?

Hatırlanacağı gibi bu depremlerde, önceki büyük depremlerden farklı bazı gelişmeler olmuştu. Bunların başında da yer yer çıkan “isyan”lar geliyordu. Aslında toplu feverandan başka bir şey olmayan bu toplu çığlıkları devlet, isyan provası olarak gördü ve son derece rahatsız oldu. Bir başka farklı gelişme, çevre illerden, özellikle de İstanbul’dan, devletten önce ve etkin biçimde yardım örgütlendi bölgeye. Bölgedeki isyan değilse bile bu yardımlaşma gerçekten örgütlüydü. Depremzedelerin yardımına bazı örgütler yetişmişti. Kızılay yemek çadırı kurmadan onlar kurmuş, ilgili bakanlıklar bölgeye ulaşamadan onlar ulaşmıştı. Bu da devletin unutabileceği ve üstelik affedebileceği bir olay değildi. Nitekim kendine gelir gelmez ilk iş olarak bu yardım organizasyonlarını dağıttı, yasakladı, çadırlarını kaldırttı, bölgeden çıkardı. Üçüncü fark, isyan konusunda değilse bile, başka bazı konularda depremzedelerin örgütlü hareket edebildiği görüldü. Çocukların, yaralıların organ mafyasınca kaçırıldığına dair haberlerin yayılması üzerine, pek çok yerleşim biriminde gençler, ellerine geçirdikleri her türlü araçla semtlerini korumaya aldılar, tabii bunun için örgütlenerek.

Şimdi valinin söylediğine göre, İstanbul’u depreme hazırlıyorlarmış!

İstanbul’a bu kadar uzakta kırılan faylar yüzünden İstanbul’da çatlamadık devlet binası kalmadı. Hastaneler, okullar uzman olmayan gözlerin bile farkedebileceği çatlaklarla dolu. Aradan geçen 7 yıl boyunca bu hasarlar yokmuş gibi davranıldı. Toplumun en korumasız nüfusu, çocuklar, hastalar bu binalarda toplu olarak bulunmaya devam ediyor. Ve İstanbul valiliği depreme hazırlanıyormuş.

İstanbul’da yaşayan milyonlar, bu 7 yıl boyunca herhangi bir hazırlığa tanık olmadılar ama, ilk depremde kendilerine mezar olacak beton binalara sürekli yeni beton mezarların eklendiğine tanık oldular. İstanbul’da denetimsiz yapılaşma hızlanarak sürdü. Denetim olmamasına rağmen “depreme dayanıklı” etiketi konarak, fiyatlar 3-5 katına fırlatıldı. İstanbul’da elde kalan üç karış toprağın rantına göz diken, sadece aç gözlü müttahhitler değil. Öncelikle devletin ilgili kurumları ve İstanbul belediyesi, İstanbul’un parklarına, bahçelerine, tarihi korularına, ormanlarına gözlerini dikmiş, ellerini uzatmış, koparabildikleri her karış toprağı rantiyelere peşkeş çekmekle meşguller. Kendi yazdıkları yasaları, kendi koydukları hukuku hiçe sayanlar, elbette kendileri gibi davranan inşaat sektörüne de ses çıkarmayacaktır, denetlemeyecektir, denetlemek zorunda kaldığına göz yumacaktır. Nitekim böyle de oluyor.

Uzmanların, ‘İstanbul’un yarısı yıkılacak’ dediği yerde, vali bey, “Zeytinburnu’nda 16 binin üzerinde yapının tek tek incelendiğini ve 2 bin 500’ün üzerindeki binanın bir büyük depreme dayanmayacak boyutta olduğunun görüldüğünü” söylüyor. Bunları yıkmak gereğinden söz ediyor. Siz önce sürmekte olan inşaatların dayanıklılığını kontrol edin. Hiç olmazsa yeni yapılar dayanıklı olsun. Eskiler için zaten, siz imkan yok diyorsunuz, aslında niyetiniz yok. Ama nerde?.. Bu niyetsizlik yeni inşaatlarda bütün çıplaklığıyla kendini ortaya koymakta.

Fakat zaten sermayenin devletinden ne bekleyebilirsiniz ki? İzmit’te, deprem konutu adı altında yaptıkları binalar daha içine girmeden dökülmeye başlamadı mı? Deprem konutlarının ihaleleri, depremde yerle bir olan binaları yapan firmalara verilmedi mi? Hepsi bir yana, enkaz altından çıkmış, tüm yakınlarını yitirmiş, aç-açıkta kalmış insanlara gelen yardımlara el koymadı mı? Bunu bir de tam bir arsızlıkla savunmadı mı?

Yaşanan bütün deneyimler göstermektedir ki, işçi ve emekçi kitlelerin ihtiyaçları, sorunları, dertleri, acıları sermaye devletini zerre kadar ilgilendirmiyor. O, deprem şokunu fırsat belleyip mezarda emeklilik yasasını çıkarması örneğinde olduğu gibi, işçi ve emekçilerin acılarından kar elde etme peşindedir. Beklenen İstanbul depremi, yahut beklenmeyen başka depremlerde, halk her zaman olduğu gibi yine kaderiyle baş başa bırakılacaktır. Bundan kimse kuşku duymuyor. Devletin tek hazırlığı, sorumluluğunu yerine getirmeyişine duyulan öfkeyi, yükselen isyanı nasıl bastıracağı yönündedir.

İstanbul’un işçi ve emekçileri de, kendi karşı hazırlıklarını yapmak zorundadırlar. Hem devletin yapmadığı ve asla yapmayacağını bildikleri kurtarmaya ilişkin konularda, hem de kriz yönetimi konusunda. Fakat en iyi ve garantili tedbir, insanı, işçi ve emekçiyi merkez gören, devletin güç ve imkanlarını onların daha iyi, daha sağlıklı yaşaması için harcayacak olan kendi devletlerini kurmaları, kendi sosyalist düzenlerini örgütlemeleridir. Ancak işçi sınıfının sosyalist düzeni, baştan başa bir deprem coğrafyası olan Türkiye’de konut sorununu çözebilir. Üstelik sadece depreme dayanıklılık yönünden de değil. Sağlıklı ve sağlam bir konutta yaşamayan tek bir işçi ve emekçi kalmayacak şekilde çözecektir sorunu. Kapitalistlerin düzeninde izbe gecekondularda, çok katlı mezardan başka bir şey olmayan beton blokların bodrum katlarında sefil bir yaşam sürmeye mahkum edilenlerin, kendi düzenlerini kurduklarında, doğal olarak, ilk el atacakları sorunlardan biridir konut sorunu.

Depremlerde beton mezarlara gömülmemek için sosyalizm!