15 Temmuz 2006 Sayı: 2006/27
  Kızıl Bayrak'tan
   Filistin halkıyla dayanışmanın anlamı
  İsrail ordusunun vahşi yıkım ve katliamları sürüyor...
  Irak’a komşu ülkelerin Dışişleri Bakanları Tahran’da toplandı...
  Filistin halkıyla devrimci dayanışmayı yükseltelim!
  İMF’ye yeni bir niyet mektubu daha gönderildi...
  Kıdem tazminatının gaspı ve bölgesel asgari ücret uygulaması yine gündemde...
AB’ye azalan destek ve yükselen milliyetçilik
Eylemlerden, direnişlerden...
KESK’in “dönemsel mücadele programı” üzerine
İstanbul İşçi Kurultayı Hazırlık Komitesi ile kurultay üzerine konuştuk…
Kapitalist hayata karşı koyuştan teslimiyete, teslimiyetten nereye? - III Yüksel Akkaya
  Faşist baskı ve terör yasasına karşı mücadeleyi yükseltelim!
  Sermaye iktidarı TÜBİTAK ortak yapımı yeni teknolojiler yolda...
  Meslek liseleri sermayenin talanına açılıyor
  Uluslararası hareket
  İsrail kanlı savaşı tırmandırıyor / Rohan Pearce
  Bir kara bayrak / Gideon Levy
  Hapishanelerde işkence devam ediyor
  AKP hükümeti patronlara uşaklıkta sınır tanımıyor…
  Uzun soluklu olmak…
  Rıfat Ilgaz: Toplumun karanlığını yırtan bir aydınlık
  TUYAB tutsak yakınlarının katılımıyla piknik düzenledi
  Radikal Jest-Bir Örnek
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Radikal Jest-Bir Örnek

Pazartesi yazımda “radikal” bir jestten söz ettim: Emperyalizme direnmek, demokrasiyi korumak, geliştirmek için Türkiye’nin bütünlüğünü, özellikle Kürtlerin savunması gerekiyordu. Bu, verili tüm açıklamaları kısa devre yaptırarak yeni olasılıklara yol açabilecek bir jestti. Ama, “gerçekçi” bir beklenti değil. Ancak “gerçeklik”, egemen çıkarlara uygun bir tutarlılık izlenimi verebilmek için, kendisini istikrarsızlığa itecek olasılıkları bastırarak kapatmış ideolojik bir “sahte bütünlük” değil mi? “Gerçekliğe” uydukça, hep onun içinde kalmaya devam etmiyor muyuz? Çözüm üretmedeki yetersizliğin bir nedeni de bu değil mi? Somuta indirgemeye çalışalım.

Saddam’ı savunmak olanaklı mı?

Irak’ın işgalini savunanların son sığınma çizgisi: “Saddam rejimini, Saddam’ın geri getirilmesini mi savunuyorsun?” Ya ABD, ya Saddam. Ya demokratik uygar bir ülke ya da bir diktatör. ABD’nin demokratikliği, uygarlığı tartışılabilir, ama Saddam’ın eli kanlı bir zorba olduğu kesin! öyleyse, yargılansın; en azından Halepçe’de, İran savaşında ve Şii ayaklanmalarında katledilenlerin kanı yerde kalmasın!

Gerçekten de, etten kemikten bir “insan” olarak Saddam adeta bir canavar. İnsan yaşamına değer vermeyen, ama aynı zamanda “kitch” aşk romanları da yazan bir abukluk. Bu adamı kim savunur. Bir an evvel cezasını bulup cehenneme gitsin... Adalet yerini bulsun.

Ama, bir “simge” olarak Saddam için aynı şeyleri söylemek olanaklı mı? Los Angeles Times’ın aktardığına göre, Saddam’ın tutuklu kaldığı binanın Iraklı muhafızları bile, Saddam’a avukatlar aracılığıyla sempati, destek mesajları gönderiyorlarmış (08/07). ABD’nin yanında çalışan Iraklıların ruh hali böyleyse gerisini siz düşünün. İktidardayken Arap aydınlarının nefret nesnesi olan Saddam, şimdi Arap dünyasının birliğinin, teslimiyetçi Arap rejimlerinin aksine, direncin simgesi haline gelmiş. “O asla teslim olmadı, iktidarını terk etmedi. Eğer terk etseydi tüm Arap dünyasının ruhu, altın bir tepsi içinde ABD’ye sunulmuş olacaktı” diyor biri... Dün ondan nefret edenler, şimdi mahkemedeki “duruşunu” gururla izliyorlar. Suudi Arabistan’dan Libya’ya kadar, Kaddafi’nin kızı da dahil birçok kadın avukat Saddam’ı savunmak için başvurmuş. Ne oluyor?

Buşra Halil

Bu sorunun cevabı, “insan” olarak Saddam’la “simge” olarak Saddam arasındaki çelişkide yatıyor, radikal bir jestin olasılığı da... Saddam’ı birileri savunmaya kalkabilir. Ama ya ailesinin fertleri Saddam’ın elinde ölmüş, Şii ve kadın bir avukat savunmaya kalkarsa? İşte o zaman verili anlamlar sistemi, ya Saddam - ya ABD ikilemi çöker. Buşra Halil böyle biri. Bir kış günü Lübnan’da evinde otururken El Cezire televizyonunda Saddam’ın tutuklanışını izlediğinden bu yana, kendini onu savunmaya adamış.

Los Angeles Times’ın aktardığına göre Halil, “Saddam’ın kim olduğu, Şii, Sünni düşmanlığı hiç önemli değil. Ortadaki sorun tüm bunları aşıyor” diyormuş. “Sorun” da Saddam’ın Arap dünyası için ne anlama geldiğiyle ilgili.

Halil, Şii Müslüman, ama Los Angeles Times onu, başı açık, yüksek topuklu sandaletli, bol paça kot pantolonlu, takıp takıştırmış, 40 yaşlarında modern bir kadın olarak tanımlıyor. Her gittiği yerde -diğer Arap ülkelerini sık ziyaret ediyormuş- Halil’e, Saddam’a iletilmek üzere destek, dayanışma, sevgi mesajları veriliyormuş. Halil, Saddam’ın duruşmasını ABD’nin işgalinin yargılanmasına dönüştürmeye çalışıyor, hâkimleri, savcıyı çileden çıkarıyormuş. Bir keresinde tekme tokat salondan atmışlar Halil’i. “ABD’deki demokrasiyle, Saddam rejimi arasında bir karşılaştırma yapmak istiyorum” diyor Halil ve ekliyor: “Saddam’ın rejimini korumak için yaptıklarını, ABD’nin 11 Eylül’den sonra yaptıklarıyla karşılaştırın. ABD çok daha fazlasını yapmadı mı?” Sonra da, “Saddam ABD işgaline karşı çıktı. İmam Ali bugün burada olsaydı kimden yana olurdu” diye soruyor.

Halil, kararın çoktan verildiğine, Saddam’ın idam edileceğine inanıyor. Saddam da bunu biliyormuş. Saddam aynı zamanda bir simge. Emperyalist zorbalığa karşı “tarihin önünde, dini, etnik bölünmüşlükleri aşarak” bu simgeyi savunmaya çalışıyor Buşra Halil. Onun “radikal jesti” de işte bu. İşgalden kurtulmanın, demokratik bir ülke kurmanın yolu; Sünni, Şii, Kürt, ABD’ye karşı birlikte mücadele etmekten geçmiyor mu? Gerçekçi değil mi? Ama ya “gerçeklik” işgalden, soygundan, katliamdan, tecavüz ve aşağılanmadan, etnik temizliklerden, iç savaştan oluşuyorsa?

Ergin Yıldızoğlu

(Cumhuriyet, 12 Temmuz 06)