15 Temmuz 2006 Sayı: 2006/27
  Kızıl Bayrak'tan
   Filistin halkıyla dayanışmanın anlamı
  İsrail ordusunun vahşi yıkım ve katliamları sürüyor...
  Irak’a komşu ülkelerin Dışişleri Bakanları Tahran’da toplandı...
  Filistin halkıyla devrimci dayanışmayı yükseltelim!
  İMF’ye yeni bir niyet mektubu daha gönderildi...
  Kıdem tazminatının gaspı ve bölgesel asgari ücret uygulaması yine gündemde...
AB’ye azalan destek ve yükselen milliyetçilik
Eylemlerden, direnişlerden...
KESK’in “dönemsel mücadele programı” üzerine
İstanbul İşçi Kurultayı Hazırlık Komitesi ile kurultay üzerine konuştuk…
Kapitalist hayata karşı koyuştan teslimiyete, teslimiyetten nereye? - III Yüksel Akkaya
  Faşist baskı ve terör yasasına karşı mücadeleyi yükseltelim!
  Sermaye iktidarı TÜBİTAK ortak yapımı yeni teknolojiler yolda...
  Meslek liseleri sermayenin talanına açılıyor
  Uluslararası hareket
  İsrail kanlı savaşı tırmandırıyor / Rohan Pearce
  Bir kara bayrak / Gideon Levy
  Hapishanelerde işkence devam ediyor
  AKP hükümeti patronlara uşaklıkta sınır tanımıyor…
  Uzun soluklu olmak…
  Rıfat Ilgaz: Toplumun karanlığını yırtan bir aydınlık
  TUYAB tutsak yakınlarının katılımıyla piknik düzenledi
  Radikal Jest-Bir Örnek
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

AB’ye azalan destek ve yükselen milliyetçilik

Avrupa’da faaliyet gösteren Eurobarometre’nin yaptığı son ankete göre, Türkiye’de Avrupa Birliği’ne olumlu bakanların oranı, bir yıl içinde, %60’dan %43’e düştü. Türkiye aday ülkeler arasında AB’ye en az güvenen ülke. Bunun anlamı, büyük bir heyecan ve onayla başlayan Avrupa Birliği müzakere sürecinin mevcut koşullarda gelişim sınırlarına dayanmış olduğudur. Ağır toplumsal sorunlarla karşı karşıya kalan işçi ve emekçiler AB’nin işsizliğe, yoksulluğa çözüm olacağını ya da demokratikleşme yoluyla sıkıntıları azaltacağını umut ederek onay vermişlerdi. Ancak gelinen noktada hem sorunların katmerleşerek sürmesi hem de Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler umutları boşa çıkarmıştır.

Emekçiler bugün son derece geri bir zeminden, “milliyetçilikten beslenerek” AB’ye şüpheyle yaklaşmaktadır. Kan gölüne döndürülmüş Ortadoğu gerçeği içe kapanmayı, en geri milliyetçi duygularla hareket etmeyi beraberinde getirmektedir. Ancak AB ve ABD’nin tüm sorunların sorumlusu olarak görülmesi, Türk burjuvazisinin rolünün görülmesini engellemektedir.

Yükselen milliyetçilik

Avrupa Birliği sermayenin çıkar birliğini ifade etmektedir; işçi ve emekçilerin bu birliği bu nedenle dur demesi gerekiyor. Ancak Türkiye’de yükselen AB karşıtlığının ideolojik beslenme alanı milliyetçiliktir. İşçilerin sınıfsal çıkarlarının bilincine varmasına engel olan milliyetçilik, sermayenin sınıfı kontrol etmesinin en etkili araçlarından birisidir. Bu salt Türkiye’de değil, dünyanın tüm ülkelerinde böyledir. İşçi sınıfına hiçbir gelecek vaadedemeyen, yapısal sorunları nedeniyle kitleleri işsizlik-yoksulluk sarmalıyla bunaltan sermaye düzeni sorunların kaynağını dışarıya havale etmektedir. Dışarının kim olduğu ise döneme göre değişmektedir. Şu an bu AB iken yarın başka bir odak olacaktır.

Ancak Türkiye sözkonusu olduğunda, milliyetçi dalganın düzen içi çatışmanın önemli bir boyutu olduğu da görülmelidir. AB üyelik sürecinde tekelci burjuvazi tam destek verirken, ordu destekli kimi devletçi-milliyetçi kesimler AB sürecine şüpheyle yaklaşmış ya da biraz daha ileri giden kimileri “vatan satılıyor” çığlıkları atmışlardı. Bunun gerisinde cumhuriyet tarihi boyunca elde ettikleri kendilerine özgü konumlarını kaybetme telaşı yer almaktadır. Yoksa vatan dedikleri şeyin onların arpalıklarından başka bir şey olmadığı biliniyor.

Elbette bu kesimler özel konumlarını kaybetmeme çabasındalar ve genel olarak toplumu manipüle etme olanaklarına sahipler. Milliyetçi-şoven histeri bunun için biçilmiş kaftan. AB tarafından şu veya bu niyetle gündeme getirilen ancak Türk devletinin inkarda ısrar ettiği Ermeni soykırımı, Kıbrıs işgali, ve ABD’nin Irak’a müdahalesiyle farklı bir minvalde akan Kürt sorunu, ihtiyaç duydukları olanakları bu kesime fazlasıyla sağlamaktadır.

Toplumsal histeri bilinçli bir biçimde besleniyor

2005 Mersin Newroz’unda bayrak provokasyonuyla estirilen terör-milliyetçi kampanya dozu arttırılarak sürdürülmektedir. Mersin’de başlayan süreç başta İzmir olmak üzere Kürtler’e yönelik linç girişimlerinin hız kazanmasıyla devam etmiştir. Aynı süreçte toplumsal muhalefet dinamikleri de “bunlar PKK”li denilerek linçlerden payını almıştır. Bu girişimlerin hepsi de devlet tarafından hoş karşılanmış, resmi ağızlar “huzuru bozmak isteyenlerin sonuçlarına katlanacaklarını” açıkça dillendirmiştir.

Ermeni konferansı bu süreçte ertelenmiş, bu konuda fikir beyan eden, daha doğrusu resmi söylem dışında beyanatta bulunanlar, başını tescilli faşistlerin çektiği grupların saldırısına maruz kalmıştır. Hrant Dink ve askerliği gözden düşürdüğü yolundaki iddialar nedeniyle Perihan Mağden hakkında açılan davalar güncelliklerini hala korumaktadır. Sevr anlaşmasının yeni versiyonlarının uygulanacağı, ülkenin AB ve ABD tarafından parçalattırılacağı üzerine senaryolar birbirini izlemiş, bunlar mahkeme salonlarından “Kurtlar Vadisi Irak’ta” filmiyle salonlara; “Şu Çılgın Türkler”, “Metal Fırtınası” gibi kitaplarla kitap raflarına taşınmıştır. Kitabın yazarları o toplantıdan o toplantıya koşturarak “Türk” olmayan herkesi düşman ilan eden nefret yüklü cümleleri sarfetmişlerdir. Kısacası siyaset alanında yaşananlar tüm toplumsal yapıya nüfuz etmiş ve milliyetçi ideolojinin söylemleri tüm topluma dayatılmıştır.

Bu süreçte reformistler de işçi sınıfının bilincini bulandırma noktasında milliyetçi cepheye destek vermişlerdir. Örneğin TKP en “vatansever” benim diyerek sahnede yer almış, EMEP ilk elden- son kongresinde- bayrağı sahiplenmiştir. Oysa işçi ve emekçilerin sistemin etkisinden kurtulması burjuva söylemlerle yapılamaz, burjuva ideolojisine cepheden karşı durulmadan emekçilerin bilinci geliştirilemez.

Mevcut tarihsel koşullarda anti-emperyalizm ancak ve ancak anti-kapitalist mücadeleyle birleştiği noktada ilerici bir rol oynayabilir. Kıbrıs ve Kürt sorunundan gerici temelde beslenen anti-Amerikancı, anti-AB’ci söylemin ve hareketin anti-emperyalizmle hiçbir ilgisi yoktur. İşçi ve emekçiler Türk sermayesinin uluslararası kapitalist sistemin parçası olduğunu ve işsizliğin, yoksulluğun, baskının dışardan bu ülkeye taşınmadığını, iç dinamiklerinin Türkiye’de olduğunu bilince çıkarmalıdır.