15 Temmuz 2006 Sayı: 2006/27
  Kızıl Bayrak'tan
   Filistin halkıyla dayanışmanın anlamı
  İsrail ordusunun vahşi yıkım ve katliamları sürüyor...
  Irak’a komşu ülkelerin Dışişleri Bakanları Tahran’da toplandı...
  Filistin halkıyla devrimci dayanışmayı yükseltelim!
  İMF’ye yeni bir niyet mektubu daha gönderildi...
  Kıdem tazminatının gaspı ve bölgesel asgari ücret uygulaması yine gündemde...
AB’ye azalan destek ve yükselen milliyetçilik
Eylemlerden, direnişlerden...
KESK’in “dönemsel mücadele programı” üzerine
İstanbul İşçi Kurultayı Hazırlık Komitesi ile kurultay üzerine konuştuk…
Kapitalist hayata karşı koyuştan teslimiyete, teslimiyetten nereye? - III Yüksel Akkaya
  Faşist baskı ve terör yasasına karşı mücadeleyi yükseltelim!
  Sermaye iktidarı TÜBİTAK ortak yapımı yeni teknolojiler yolda...
  Meslek liseleri sermayenin talanına açılıyor
  Uluslararası hareket
  İsrail kanlı savaşı tırmandırıyor / Rohan Pearce
  Bir kara bayrak / Gideon Levy
  Hapishanelerde işkence devam ediyor
  AKP hükümeti patronlara uşaklıkta sınır tanımıyor…
  Uzun soluklu olmak…
  Rıfat Ilgaz: Toplumun karanlığını yırtan bir aydınlık
  TUYAB tutsak yakınlarının katılımıyla piknik düzenledi
  Radikal Jest-Bir Örnek
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İsrail ordusunun vahşi yıkım ve katliamları sürüyor...

Siyonist barbarlık, emperyalist güçler, gerici Arap-Müslüman rejimler

Gazze Şeridi’nin önemli bir kısmını işgal eden İsrail ordusunun Filistin halkına karşı başlattığı topyekûn saldırı devam ediyor. Bölgeyi kana bulayan işgalci ordu, çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek ayrımı yapmadan Filistinliler’i katlediyor. Sadece Gazze’de 24 saat içinde 21 Filistinli’nin katledilmesi, 20’si çocuk, 7’si ağır 62 kişinin yaralanması, vahşetin vardığı boyutu gösteriyor. Gazze’yi büyük bir Guantanamo’ya benzeten Filistinli bir doktorun anlatımı ise, siyonistlerin artık Naziler’i de geride bıraktığını gösteriyor: “Hastanedeyken acil servise indim. Çocuklar, patlama sonrası insan parçaları taşıyorlardı, kiminin elinde bir el, kiminin elinde bir baş”.

Gazze’nin tek elektrik santralini, köprüleri, bölgenin su ihtiyacını karşılayan kaynakları bombalayan İsrail ordusu bunlarla yetinmiyor. Zeytinlikleri kesip, ekinleri de tahrip ediyor. Havadan, karadan, denizden atılan bombalara rağmen hayatta kalabilen Filistinliler’e ya açlık ve susuzluktan ölmek ya da yurdunu terketmek kalıyor. Bu, “ya topraklarınızı işgalci siyonistlere terkedin, ya da ırkçı-faşist İsrail rejiminin dayattığı köleliğe boyun eğin” demenin bir başka ifadesidir. Zira ırkçı-faşist rejimin kudurmasının temel nedenlerinden biri de, Filistin halkının zulme boyun eğmeyi reddedip direnişi sahiplenmesidir.

Irkçı İsrail rejimini azdıran emperyalistlerin desteğidir

İsrail rejiminin “kaçırılan askeri kurtarma” bahanesiyle başlattığı saldırı, peşpeşe gerçekleşen katliamlar dizisinin ardından geldi. Bu da vahşi saldırının önceden planlandığının göstergesidir. Nitekim Hamas’ın bir yılı aşkın süredir ateşkes anlaşmasına uymasına rağmen -ki İsrail hiçbir şekilde anlaşmaya uymamıştır- Mayıs ayında gerçekleşen katliamlar, İsrail’in topyekûn bir saldırı hazırlığı içinde olduğunu gösteriyordu.

Mayıs ayındaki saldırganlığın sadece bir kısmına bakmak bile, İsrail’in pervasız hazırlığını ortaya koymaya yetiyor. Filistin İnsan Hakları Merkezi’nin haftalık raporunda Mayıs ayının üç haftasıyla ilgili rakamlar şöyle: 4 -10 Mayıs tarihleri arasında 9 Filistinli İsrail ordusu tarafından katledildi, 7’si çocuk 24 Filistinli yaralandı. 11-17 Mayıs tarihleri arasında Batı Şeria’da 9 Filistinli katledildi, 13’ü çocuk 41 Filistinli yaralandı. 18-24 Mayıs tarihleri arasında 9 Filistinli katledildi, 10’u çocuk 26 sivil yaralandı. Bu süre zarfında 300’den fazla Filistinli de tutuklandı. Haziran ayında ise İsrail saldırganlığının dozu artarak, topyekûn saldırıya kadar vardı.

İsrail’in barbarca saldırıları aralıksız sürdüğü halde, ABD emperyalizmi ve batılı müttefikleri, Hamas’ı tercih eden Filistin halkını cezalandırmakla uğraşıyordu. Yarısı yoksulluk sınırı altında yaşayan Filistinliler’i tamamen aç bırakarak teslim alacağını hesap ediyordu emperyalist/siyonist cellat takımı. Ancak ne açlıkla teslim alma saldırısı sonuç verdi, ne de Filistin’in iç savaşa sürüklenmesi çabası amacına ulaştı. Tersine, tüm sorunlara rağmen taraflar, birlikte hareket etmenin yollarını arama çabası içine girdi. Topyekûn saldırının gündeme getirilmesinin bir nedeni de bu kirli saldırı ve planların sonuç vermemesidir.

Bebekleri katleden İsrail’in “kendini savunma hakkı olduğunu” vaazeden emperyalistler, utanmadan Filistinliler’e “şiddete son verin” çağrısı yapmaya devam ettiler. Buna, Türkiye’deki Amerikancı rejim ile gerici Arap rejimlerinin emperyalist güçlerle suç ortaklığı içine girmesini de eklemek gerek. Bu koşullarda kasap Şaron’un selefi Ehud Olmert celladı liderliğindeki siyonist rejim büsbütün azdı. Her tür hukuku ayaklar altında çiğneyen siyonist saldırganların, bölge halkları için de ciddi bir tehdit oluşturduğu bir kez daha görüldü.

Gazze saldırısı maskeleri paramparça etti

Gazze işgaliyle topyekûn bir hal alan İsrail saldırganlığı karşısında takınılan tutum, hem uluslararası toplumun (ABD-AB), hem gerici Arap rejimlerinin, hem de Amerikancı müslüman rejimlerin iğrençliğini ortaya koydu.

ABD emperyalizmi bu konuda zaten sabıkalıydı. Hemen herkes, ABD’nin, Filistin halkına karşı işlenen yıkım ve cinayetlerde İsrail’in dolaysız suç ortağı olduğunu biliyordu. Son saldırı vesilesiyle Hamas’ı suçlaması, bilinç açıklığını daha da pekiştirdi.

ABD’den olmasa da, AB’den soruna müdahale beklentisi içinde olan çevreler var. Oysa Filistin halkının aç bırakılmasının önde gelen aktörü AB’li emperyalistler, baştan savma demeçlerde bile siyonist barbarlığa ses çıkarmadılar. Bu aynı AB, toprakları ırkçı-siyonistler tarafından işgal edilen Filistinliler’in direnişini ise “terör” kategorisine yerleştirmiştir. Irkçı-siyonistlerin dayattığı köleliği kabul etmesi için Filistin halkına ambargo uygulayan AB, tüm maskelerini atmak zorunda kalmıştır. Zira İsrail vahşetine karşı çıkmayanların demokrasiden, insan hak ve özgürlüklerinden sözetmeleri, ancak riyakarlık kabilinden bir söylev olarak algılanabilir.

Filistin sorununu her fırsatta gerici çıkarları için kullanan Arap rejimleri ise, siyonist cellatlara tepki gösterecekleri yerde İsrail askerini kurtarma derdine düştüler. Bu rejimlerin başını çeken asalakların sınıfsal çıkarı bölge halkları ile değil, emperyalistlerle birlik olmayı gerektiriyor. Bundan dolayı sergilenen tutum şaşırtıcı değildir. Gazze’nin işgaline sessiz kalan Arap halklarının “tepkisizliği” de, önemli ölçüde gerici rejimlerin her toplumsal hareketi şiddetle bastırma politikasının bir sonucudur. Rejimlerin suçu ne olursa olsun yaygın olan suskunluk, bu halkları da vebal altında bırakmıştır.

Her fırsatta dini istismar eden Amerikancı Müslüman ülke rejimlerinin tutumu da tiksinti vericidir. Bu rejimler, her iki tarafa itidal çağrısında bulunarak şiddetin son bulması gerektiğini söylemekten öteye gidemediler. Bu rejimlerin başını çeken Ankara’daki Amerikancılar’ın tutumu ise, diğerlerinden de berbattır. Zira bunlar, Filistin halkından yana gibi görünerek emperyalist-siyonist zorbalar adına çalışıyorlar.

Washington dönüşü Gazze işgaline “tepki” gösteren Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, İsrail vahşetini kınamaktan kaçınırken, “operasyon”un bir an önce sona erdirilmesini istedi. Ancak dinci Amerikancı’nın derdi Filistin halkının çektiği acılar, ödediği ağır bedeller değil. O, saldırının bir an önce bitmesini farklı kaygılardan dolayı istiyor. İsrail ve Filistin arasındaki gerilimin sadece Ortadoğu’yu değil tüm dünyayı olumsuz etkilediğini belirten Gül, Türkiye’de son dönemde yapılan anketlerden çıkan sonuçlarda da (Amerikan karşıtlığının yüzde 80’leri aşması) bu tür politikaların etkisi olduğunu söyledi. Görüldüğü üzere Gül’ü rahatsız eden, esas olarak Washington’daki efendilerinin imajının giderek bozulmasıdır.

Bu tabloya medyadaki Mossad uzantıları ve İsrail yalakalarını da eklemek gerek. Kalemlerinden kan damlayan bu güruha göre; İsrail’in askerini kurtarmak için harcadığı çaba “takdire şayan”dır. Ancak “orantısız güç” kullanımına da son vermek gerek. Zira bu hem İsrail’in, hem de İsrail’in batılı hamilerinin saygınlığına gölge düşürüyor. Bu vaizlere göre “Filistinliler’i muhakkak dize getirmek gerekir”, ancak bunun yolu “orantısız güç kullanmak olmamalıdır.”

Filistin halkına karşı oluşan geniş katılımlı gerici cephe, medyanın da etkin kullanımıyla Filistin halkının maruz kaldığı vahşetin dünya halklarına yansıtılmasını engelliyor veya sorunu çarpıtarak Filistinliler’i sorumlu tutuyor. Yine de bu boğucu ablukayı delerek, Filistin halkından yana onurlu seslerin yükselmesi engellenemiyor.

Emperyalist, siyonist, gerici abluka, işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinliler’in direnme umudunu tüketmeyi hedefleyen stratejinin bir parçasıdır. Bu stratejiyi boşa düşürmek yalnızca Filistin halkının sorunu değildir. Tersine, emperyalizme, siyonizme ve gericiliğe karşı direnişin diri tutulmasında özel bir yeri olan Filistin direnişiyle güçlü bir dayanışma hareketi geliştirmek, bölge emekçi halklarının ertelenemez sorumluluğudur.