29 Nisan 2006 Sayı: 2006/16 (16)
  Kızıl Bayrak'tan
   Güncel sorular, yakıcı sorunlar ve tarihsel önemde sorumluluklar
  ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın Türkiye ziyareti
  Rice'ı protesto eylemleri
  İlerici-devrimci güçlerden anti-emperyalist mücadeleyi yükseltme çağrısı
  İMF yeni saldırılar için geliyor
  Temiz bir çevre için sosyalizm!
Zehirli sanayi artıkları skandalında yeni halka: Dilovası'nda kanserli ölümler
Şemdinli savcısı düzen ordusunun gazabına uğradı
Van savcısı çeteci generale dokunduğu için görevden alındı
Sosyal Güvenlik Yasası mecliste kabul edildi
İstanbul İşçi Kurultayı Hazırlık Komitesi'nin 1 Mayıs pikniği yapıldı
Küçükçekmece BDSP'nin 1 Mayıs çalışmaları
Pendik Kartal Maltepe İşçi Platformu'nun 1 Mayıs çalışmalarından
  Devrimci 1 Mayıs Platformu'ndan 1 Mayıs hazırlık sürecine ilişkin açıklama ve çağrı/ 1 Mayıs ayrışması;iki ayrı politik tutum, iki ayrı irade / (Orta sayfa)
  1 Mayıs'ta i ş bırakarak alanlara çıkma çağrısı
  Ankara Mamak'ta 1 Mayıs faaliyetleri
  1 Mayıs hazırlık çalışmalarından
  Rusya İran'a amborgo uygulanmasına karşı çıktı
  Nepal'de kitlesel eylemler devam ediyor
  İMF başekonomisti;"Ey dünya hiç bu kadar iyi olmamıştın"
  Üniversitelerde faşist saldırılar sürüyor
  İÜ Fen Edebiyat Fakültesi öğrencileri formasyon çalışması devam ediyor
  İLGP Lise Kurultayı Sonuç Bildirgesi
  İLGP Lise Kurultayı "Meslek Liseleri" tebliği
  İLGP Lise Kurultayı 1 Mayıs tebliği
  Biji 1 Gulan /Kürdistan Devrimci Sosyalistleri
  Nereye gidiyoruz? /Ergin Yıldızoğlu
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Çeteci generale dokundu diye Van savcısı görevden alındı!..

AB “demokrasisi”nin gücü ve ömrü işte bu kadar!

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Şemdinli İddianamesi'ni hazırlayan savcı Ferhat Sarıkaya'yı meslekten ihraç etti. Düzen ordusunun meşum tepkisi yüzünden bir cezalandırma bekleniyordu ama, görünen o ki, bu kadarı düzen cephesinde bile ‘çok ağır' bulunmuştur…

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), meslekten ihraç cezasının gerekçesini açıklamadı ama, duyumlara göre Sarıkaya; “Ordu ile yargıyı karşı karşıya getirip, yargıyı bugüne kadar görülmedik şekilde yıpratmak”tan suçlu bulunmuş. Savcının yargıyı yıpratma biçimi ise, ‘İmzasız ihbar mektuplarına dayanarak, hukuka ve yasalara aykırı şekilde asker kişiler hakkında suçlamalarda bulunulmak suretiyle mesleğin şeref, onur, memuriyet nüfuz ve itibarını bozması' imiş.

Hatırlanacağı gibi Genelkurmay iddianamede Orgeneral Büyükanıt'ın suçlandığı duyulur duyulmaz, savcı hakkında ‘gereğinin yapılması'nı istemişti. Aslında askerin bu istemi sadece savcı için değil, iddianame vesilesiyle askere karşı suçlamalara adı karışan herkes için geçerliydi; nitekim prosedür icabı hızlı yürütülebildiği için, ilk darbe istihbarat daire başkanını vurdu. Meclis komisyonuna verdiği ifadede, ‘hırsız içerdeyse kilit işe yaramaz' gibi sözler sarfeden bu ‘devlet memuru' derhal görevden uzaklaştırıldı. Ancak savcının cezasını kesmek biraz uzun sürdü; eh, ne de olsa ‘yargı bağımsızlığı!..' diye bir şey var!.. Önce Bakanlık müfettişleri soruşturma yürütecek, ardından Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu konuyu görüşecek de bir ceza verilebilecek. Böyle olunca uzuyor tabii, ama ne yaparsın, “demokrasi”nin hatırına böyle bürokratik süreçlere katlanılıyor artık!..

Van Savcısı'nın, silah satıp PKK ile görüşen şüpheli hakkında jandarmadan bilgi istemesi de suç sayılmış. Bazı medya organları bunları abarta abarta anlatıyor. Şaşırmış gibi yapmayı da ihmal etmeden tabii. Oysa ne bunda şaşıracak bir şey var, ve ne de 40 yıllık savcının bunları bilmemesi mümkün. Hem hukuk kariyeri yapıp, hem de Adliye gibi bir devlet kurumunda yıllarca savcılık gibi bir görev (bu insanların devlet adına suçlanması anlamına geliyor) yürüttükten sonra, “askerden sual olmayacağı”nı öğrenmemek, kavramamak mümkün değildir. Üstelik Türkiye'nin bu çarpıcı gerçeğini sokaktaki çocuktan, hiç eğitimi olmayan vatandaşa kadar herkes bilirken.

Medyadaki kalemşorler de biliyor elbet, ama şov yapıyorlar. Kuşkusuz Van savcısı da söz konusu iddianameyi hazırlarken iyice düşünüp/taşınmış, hesabını-kitabını yapmış ondan sonra karar vermiştir öfke cezbeden metinleri yazmaya. Bu yolla kontrgerillanın sorgulanabileceğini hayal etti mi bilemeyiz, ancak bunca tartışma konusu yapılması bile iddianameye belirli bir işlev kazandırmış durumda. En azından demokratikleşme/sivilleşme yalanlarına önemli bir darbe indirmiş oldu.

Düzen cephesinden, özellikle de medya üzerinden ortaya konan tepkiler genelde timsah gözyaşlarını andırmakla birlikte, savcıya verilen cezaya daha anlamlı tepkiler de geliyor. Daha çok da barolar veya bazı avukat kuruluşlarının organize ettiği tepki eylem ve açıklamaları, yeterli olmasa da, “hukukun siyasallaştırılması”na yönelik anlamlı karşı çıkışlar anlamına geliyor. Örneğin; Ankara Barosu Başkanı Vedat Ahsen Coşar yazılı açıklamayla kararı eleştirdi. İstanbul Barosu çeşitli eylemler yaptı. Hukukçular Derneği, ‘HSYK emir ve görüşlerinize hazırdır', ‘Emir yargıyı kesti' pankartları açtı. Van Barosu zaten daha askerin ilk açıklamaları sırasında tepkisini ortaya koymuştu.

Önce İstihbarat Daire Başkanı, şimdi de Savcı'nın görevden alınması, askerin dokunulmazlığını bir kez daha kanıtladı ama, yine de askere “göğsünü siper etmek” eylemini ısrarla sürdürenler var. Başı, her zamanki gibi, çizme yalayıcılığıyla ünlü Deniz Baykal çekiyor. Daha 6 Mart'ta; “Bu savcı iktidarın hoşlanmadığı önemli makamları yıpratmak için elinden geleni yapıyor. Prof. Aşkın' da gördük, burada da görüyoruz. Altında hangi niyetler var? Silahlı Kuvvetlere karşı bir girişimle karşı karşıyayız. Genellikle Silahlı Kuvvetler darbe yapar diye bilinir. Öyle anlaşılıyor ki, bazen de Silahlı Kuvvetlere karşı darbe planlanıp, girişimde bulunulabiliyor” diyen “sosyal demokrat” CHP'nin lideri, HSYK'nun ibretlik kararı karşısında, “darbe girişimi ispatlanmıştır” açıklamasını yapmaktan hiç utanıp sıkılmıyor.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ise, 12 Nisan'da Harp Akademileri Komutanlığı'nda yaptığı ve pek çok yönüyle hala tartışılan konuşmasında: “Yargının siyasallaştırılmasının yaratacağı sakıncaların önemli bir başka örneği, çok kısa bir süre önce Şemdinli'de yaşanmıştır. Şemdinli'de dile getirilen savlar adalet duygusuna büyük zarar vermiş; Türk Ordusu'nu hak etmediği bir tartışmanın konusu yapmıştır. Ordu'nun itibarının korunması Devlet'in asli görevlerindendir” ifadeleriyle görevini ifa etmiş oldu.

Cumhurbaşkanı söz konusu olduğunda ne bu ve ne de tartışılan “laiklik uyarısı” ifadeleri bir gariplik taşır. Yeri ve makamı itibarıyla böyle düşünmesi ve konuşması son derece doğal. Türkiye'nin devlet geleneğini bilen, kabullenen ve istisnasız uygulayan bir “memur”dur Sezer. Burada, (Türkiye açısından değilse de genel mantık açısından) tek gariplik, işgal ettiği makam itibarıyla başkanlık yapması gerekirken memurluk yapmasıdır ki, Türkiye'nin devlet geleneği icabı bu da hiç garip karşılanmamaktadır.

Görevi icabı ve görevinin aynası niteliğinde bir açıklama da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Nuri Ok tarafından yapıldı: 13 Nisan tarihli açıklamasında; “Anayasa'nın 138'nci maddesinin üçüncü fıkrasına, hukuk devleti ilkesine ve adil yargılamayı etkileme yasaklarına rağmen yargıya intikal eden bir olayda Meclis araştırması yapılmasının yanlışlığını özellikle ifade etmek istiyorum. Orada alınan ifadenin, bir adli belgede aynen yer alması ise düşündürücü olmaktan öte kaygı vericidir” diyen Nuri Ok, sadece savcının cezalandırılmasıyla yetinilmemesi, zaten hiçbir yaptırımı bulunmayan meclis araştırma komisyonlarının da bundan böyle tümüyle ortadan kaldırılmasını arzuladığını ortaya koymuş oldu. Düzen cephesinde bunu arzulayan tek kişi de değil Başsavcı. Bu fırsattan istifade benzeri niyetleri dillendirenler çoğalmaya başladı.

AB ile ilişkiler, Kopenhag Kriterleri, yıllara yayılan “demokratikleşme paketleri” derken, gelinen noktada ve bu son yaşananlar üzerinden bakıldığında, köklü bir işçi-emekçi hareketine dayanmayan bir “demokratikleşme”nin, demokrasiden başka her şeyi getirebileceği ama demokrasi konusunda tümüyle boş hayaller yaymaktan başka bir işe yaramayacağı bir kez daha görülmekte; aslında tarihin tanıklığında bir kez daha kanıtlanmaktadır.

Kontrgerilladan hesap sormak, yönetimde askerin ağırlığını ortadan kaldırmak gibi “rejim sorunu” olan konularda ileriye doğru küçücük bir adım dahi atabilmek için, Türkiye'nin çok büyük sınıf mücadelelerine ihtiyacı bulunuyor. Sınıf kitleleri bilinçle, örgütlülükle ve milyonlarla ayağa kalkmadan ülkenin hali pür melalinde en küçük bir değişiklik beklemek, hiçbir şeyin değişmesini istemediği için ham hayal yaratmaya çalışmak değilse eğer, ham ahmaklıktan başka bir şeyle açıklanamaz. Geleceğe umutla bakmayı unutmayanlar, gözlerini işçi sınıfına çevirmek, emeğini sınıf mücadelesine eklemek zorundadır.

---------------------------------------------------------------------------------------

Anadolu Üniversitesi Eğitim Öğrencileri çalışması sürüyor...

Geleceğimize sahip çıkacağız!

Ticari eğitim kampanyası çerçevesinde Anadolu Üniversitesi'nde başlatmış olduğumuz Bağımsız Eğitim Öğrencileri çalışmasını 3 haftadır sürdürüyoruz.

Gençliğin sorunlarına duyarsızlaştırıldığı, üniversitelerin sermayenin arka bahçesi haline getirildiği, paralı eğitim politikalarıyla eğitim kurumlarının ticarethaneye dönüştürüldüğü günümüzde üniversite kapıları işçi ve emekçi çocuklarına her geçen gün biraz daha kapanıyor. Saldırılarını her alanda yoğunlaştıran sermaye devleti, biz öğrenci gençliği de geleceksizliğe mahkum ediyor. Geleceğimize yönelen bu saldırılardan biri de kamu emekçilerini ve eğitim fakültesi öğrencilerini kölelik koşullarında çalışmaya mahkum eden sözleşmeli öğretmenlik uygulamasıdır. Bu saldırılar karşısında Anadolu Üniversitesi de eğitim öğrencilerini saldırıları geri püskürtmenin yolunun mücadele olduğunu anlatan, kendi bağımsız örgütlülüklerini oluşturarak geleceği için mücadele etmeye çağıran Bağımsız Eğitim Öğrencileri çalışmasını ilmek ilmek örüyoruz.

İlk olarak sözleşmeli öğretmenliği, bu uygulamanın temelinin nereye dayandığını ve bu saldırılar karşısında bizim taleplerimizin ne olduğunu anlatan bir bildiri dağıttık. Daha sonra bu uygulamayla ne gibi sorunlar beklediğini maddeler halinde sıralayan ve geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiğimiz toplantıya çağrı yapan el ilanlar çıkardık. Ardından eğitim öğrencilerinin bu uygulama karşısında tepkisini ölçebilmek için bir anket çalışması başlattık. Kantinlerde Eğitim Öğrencileri Gazetesi'nin satışını gerçekleştirdik.

Yaptığımız toplantıya beklediğimiz düzeyde bir katılım olmasa da, toplantı sonucunda eğitim fakültesi kantininde bir okuma masası açmak, sözleşmeli öğretmenlik ve ticari eğitim ile ilgili bir duvar gazetesi hazırlamak ve öğrenci gençliği 1 Mayıs'ta sorunlarına sahip çıkmaya, taleplerini alanlarda haykırmaya çağıran materyalleri kullanmak kararı aldık. Ayrıca 1 Mayıs'tan sonraki hafta sözleşmeli öğretmenlikle neyin amaçlandığını anlatan bir panel gerçekleştirmeyi düşünüyoruz.

Gençlik geleceğine sahip çıkarak bu saldırıları geri püskürtecek. Geleceğimiz karartan sermaye devletine cevabımızı gençliğin birleşik devrimci hareketini yükselterek mücadele alanlarında vereceğiz.

AÜ'den Bağımsız Eğitim Öğrencileri/Eskişehir

--------------------------------------------------------------------------------------

İzmir'de GSS protestosu...

24 Nisan günü DİSK, KESK, TTB, TMMOB Genel Sağlık Sigortası'na karşı Şirinyer Forbes girişinde bir eylem düzenlendi. Buca BDSP güçleri olarak ortak bildirileri Çamlıkule semtinde eylemden iki gün önce dağıttık. Çevremizdeki insanları eyleme davet ettik.

24 Nisan günü Forbes girişinde saat 12:00'de toplanan 130 kişilik bir kitle “Aile hekimliğine hayır, sağlık ocaklarıma dokunma!” şiarlı pankartı açarak Şirinyer Sağlık Ocağı'na kadar yürüdü. Yürüyüş anında dağıtımı yapıldı. Sağlık ocağına önünde yapılan açıklamada; sağlığın paralı hale getirileceği, sağlık ocaklarının kapatılacağı ve emeklilik yaşının artırılacağı vurgulandı. Eylemde “ Sağlık haktır, satılamaz!”, “ İMF defol, bu memleket bizim!”, “ Sağlık ocakları kapatılamaz!” sloganlar atıldı. Buca BDSP olarak eyleme destek verdik.

Buca/ BDSP