07 Ocak 2006 Sayı: 2006/01 (01)
  Kızıl Bayrak'tan
  Geleceğe umutla bakmak için devrim ve sosyalizm bayrağını yükseltelim!
  MGK toplantısı, Sezer’in mesajı ve yeni “terör” yasaları
  Savaş kundakçıları halkların katili NATO ile birlikte İran saldırısına hazırlanıyor
  OYAK-Arcelor yağma ortaklığı
OYAK şirketleri Güney Kürdistan’da
  TCK’nın 301. ve 305. madde tartışmaları
Özel televizyonlarda Kürtçe yayın
  Özelleştirme saldırısına karşı işçi-emekçi barikatı!
  DİSK Yönetim Kurulu’nun 2005 yılı değerlendirmesi ve 2006 yılı hedefleri üzerine / Yüksel Akkaya
  2005 yılında kamu emekçileri hareketi
  2005 yılı dünyasından bazı kesitler
  Yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde Kürt sorunu... İnkara dayalı devekuşu politikasına devam (Orta sayfa)
  YÖK’ün terör uygulamaları, faşist saldırılar, büyüyen ticari eğitim saldırısı!
  Kızıl Bayrak’ın örnek kullanımı
  Yeni yıl mesajları; Gelecek emeğin olacak!.
  Washington-Tel Aviv şefleri Suriye etrafındaki çemberi daraltıyor
  2005 yılını geride bırakırken.../2
  Hava-İş Eğitim ve ÖrgütlenmeUzmanı Munzur Pekgüleç ile röportaj
  Bültenlerden...
  Sınıf hareketinden...
  Ekim Devrimi ve kültür
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

2005 yılını geride bırakırken.../2

III.

2005 yılında Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da önemli gelişmeler yaşandı, bunlar birbirini çok yakından etkileyen gelişmelerdi. 2004 yılının sonunda AB'ye tam üyelik müzakereleri için tarih alan TC, bu yıl içinde bu hedefine varmak için belli bir çaba içinde oldu. Ancak bu çabalar yine egemenler cephesinden belli bir dirençle karşılaştı. AB konusunda egemenler cephesindeki bölünme varlığını arttırarak sürdürdü. Ama sonunda belirlenen tarihte AB'ye tam üyelik müzakereleri başladı. Bu müzakerelerin sonunda TC'nin tam üyeliğe kabul edilip edilmeyeceği büyük bir soru işaretidir. Genel kanı, bunun olanaksızlığa yakın çok zor olduğu yönündedir… AB ülkelerinin kendi içlerinde yaşadıkları sorunlar ve derinleşen çelişkiler göz önüne getirildiğinde TC'nin tam üyeliği büyük bir hayal olarak durmaktadır. Öyle de olsa AB üyeliği egemenler cephesinde bir “ayrım” noktası olmaya devam edeceğe benziyor…

Bu yıl Kürdistan sorunu üzerinden, iktidar ilişkileri üzerinden önemli bir mücadeleye, oyun ve operasyonlara tanık olduk. Newroz kutlamaları sırasında tezgâhlanan “Bayrak oyunu”, aynı zamanda özel savaş aygıtının inisiyatifi yeniden ele geçirme planının ikinci adımı niteliğindeydi. Birinci adım, hatırlanacağı üzere, 2004 yazında Öcalan üzerinden aldırılan “savaş kararı”ydı. “Bayrak oyunu” ile birlikte ırkçı-şoven hareket dört bir yandan tetiklendi, Kürtler'e karşı adeta “Cadı kazanı” kaynatıldı. Bununla birlikte Kürdistan'da özel savaş operasyonlarına hız verildi, bombalama, sokak infazları, linç girişimleri, işkence ve tutuklamalar, geniş kapsamlı askeri operasyonlar günlük yaşamın ayrılmaz parçaları haline geldi. Bunlar yetmiyormuş gibi Genelkurmay, yetkilerin sınırlılığından söz ederek daha fazla yetki isteminde bulundu. Hükümet de bunu bir “emir” olarak algılayarak harekete geçti, özel savaşı daha da derinleştirmeyi hedefleyen, var olan demokratik hakları tümden ortadan kaldıracak yeni bir Terörle Mücadele Yasası'nı hazırlayacağını açıkladı. Kısa bir süre sonra bu yasanın taslağı basına yansıtıldı. Demokratikleşme, Kürt reformu, siyasetin “normalleştirilmesini” bekleyenler tam bir hayal kırıklığı yaşadılar. Açık ki TC'nin onun gerçek iktidar odağının esneme, Kürt sorununda kırıntılar düzeyinde bile adımlar atma olanağı yoktu, niyetleri de yoktu. Onlar, esnemeyi sonu belirsiz bir kırılma ve çöküşün başlangıcı olarak algılıyorlardı.

Özel savaş aygıtının bu ırkçı-şoven ve özel savaşı derinleştiren atağı, aynı zamanda af ve kimi kırıntılar beklentisi içinde olan İmralı teslimiyet ve tasfiyeciliğinin de iflasını anlatıyor ve belgeliyordu. Aynı dönemde Öcalan üzerindeki tecrit biraz daha derinleştirildi, aşağılayıcı uygulamalar (görüş yerinin temizletilmesi, yakınlarıyla Kürtçe konuşmasının yasaklanması gibi…) devreye sokuldu. Kürdistan baştanbaşa bir operasyonlar alanına çevrildi… Bu gelişmeler karşısında PKK/Kongra-Gel çaresizleri oynamaktan başka bir şey yapamadı. Ancak halk, İmralı Partisi'nin teslimiyetçi çizgisine rağmen on yılların verdiği birikimle direnmekten geri durmadı, ama doğru bir önderlikten yoksun olduğu için bu direnişlerin politik etkileri sınırlı oldu… Devleti ürküten halkın bu bitmeyen, tersine her gün kendisini yeniden üreten direnişidir.

Bir yandan özel savaş uygulamaları derinleştirilirken, bir yandan da içi boş “Kürt sorunu vardır” gibi aldatıcı ve oyalayıcı sözlerle gündem saptırıldı. T. Erdoğan'ın bir grup “aydın” ile görüşmesi ve ardından Diyarbakır'da yaptığı konuşmada “Kürt sorunu vardır” demesi, ama ardından MGK toplantısından çıkan bildiride resmi çizginin çok kesin bir biçimde vurgulanması, bunun değiştirilemezliğinin belirtilmesi, devletin Kürt sorunu konusundaki duruşunu tartışmasız bir biçimde ortaya koydu. Bunu tamamlayan kontra operasyonları oldu. Tam bir gözü dönmüşlükle Şemdinli'de bir kitapevinin bombalanması özel aygıtın yönelimini çok net olarak özetliyordu. Ancak Şemdinli halkı özel savaş elemanları şahsında TC'yi suçüstü yakaladı. Kirli özel savaş uygulamaları o kadar açıktı ki göstermelik davalar açmak, soruşturma komisyonu kurmak durumunda kaldılar. Bu dava ve soruşturmaların daha önceki örneklerinde olduğu gibi devleti aklama pratiğinden öte bir işlev görmeyecekleri çok açıktır.

Aslında ABD'nin Ortadoğu politikası, Irak ve Güney Kürdistan'daki gelişmeler, bunların iç ve dış politikada getirdiği sorunlar TC için ciddi bir açmazı anlatmaktadır. Bir kez 1 Mart tezkere vakasının kendilerine büyük bir fatura bindirdiğini düşünüyorlar. Bu nedenle iki yıldır bunun sonuçlarını gidermeye çalışıyorlar. Bunun anlamı, olabildiğince ABD'nin politikalarına uyumlu, onunla etkin bir işbirliği içinde olma biçiminde özetlenebilir. Elbette diplomatik ifade bu, ama gerçeklikte bunu, ABD politikalarına tam anlamıyla boyun eğme, ABD'nin her isteğine “evet” deme olarak okumak gerekiyor. Bu, Ortadoğu'da ABD-İsrail-TC eksenini tahkim etme anlamına geliyor. İncirlik üssü ile ilgili yapılan anlaşma bu yaklaşımın bir sonucudur. Bu yaklaşım güncellenen “Milli Siyaset Belgesi”nde de tekrarlanmıştır.

Ancak Ortadoğu politikasında tam anlamıyla ve etkin bir biçimde ABD çizgisinde yürümenin kendisi için getirdiği, getireceği büyük faturalar var. Bir kez Güney Kürdistan ile ilgili bütün “kırmızı çizgileri” ayaklar altına alındı. Federe Kürt Devleti, anayasal ve uluslararası meşrutiyete kavuştu. Kendisi de bunu tanıma hazırlıkları içindedir, Genelkurmay Başkanı'nın “realiteyi tanıma” sözleri, MİT Müsteşarı'nın Federe Başkanı sıfatıyla M. Barzani ile görüşmesi, Güney'i ekonomik ve siyasal olarak kendi etki alanı haline getirme tartışmaları, bu tanıma hazırlığının belli başlı işaretleri niteliğindedir. Kuşkusuz Güney'e bu düzeydeki ilgi ile Kuzey'de özel savaşı derinleştirme çabaları büyük bir açmazı, aşılması güç bir paradoksu anlatmaktadır.

Diğer bir açmazları da ABD'nin olası İran ve Suriye saldırılarında Türkiye'nin bir saldırı üssü olarak kullandırılması ve bunun çok yönlü politik sonuçlarıdır. En başta da bu saldırılar sonucunda nesnel olarak Doğu ve Güney Batı Kürdistan'da Kürtler'in yakalayacağı fırsatlar ve bunun politik yansımaları TC için Kürdistan sorununu gerçek anlamda bir kâbusa dönüşecektir. Aslında TC Kürdistan sorununu her zaman dört parçayı içerecek biçimde bir bütün olarak algıladı ve bunun bir sonucu olarak diğer sömürgeci devletlerle ortak bir Kürdistan politikasını izledi. Bunu Irak işgalinden sonra da denemek istedi, ancak bu kez bunda başarılı olamadı. İran ve Suriye, somut olarak PKK konusunda TC'ye her türlü desteği vermelerine rağmen olası bir ABD saldırısı karşısında bu politik ortam da ortadan kalkacaktır.

Görülüyor ki, TC, güncellenen Milli Siyaset Belgesi'nde resmen tekrarlanan ABD'ye boyun eğme çizgisi ile geleneksel inkâr ve imha siyaseti olarak özetleyebileceğimiz Kürt politikası bir açmazı anlatmaktadır. Bu açmaz, TC için ucu belirsiz çözülüş sürecinin başlangıcı olabilir… Devrimciler bu derin ve onulmaz açmazı görmek ve bunun nesnel olarak sağlayacağı politik olanakları ve etkileri bugünden hesaplamak durumundadırlar…

Buradan ABD'nin “Kürt dostu” olduğu gibi bir yanlış sonuç çıkarılmamalıdır. ABD küresel hegemonya stratejisini uyguluyor, Ortadoğu bu stratejide kilit bir yer tutuyor. Irak işgali, İran ve Suriye politikaları bu genel stratejinin birer ayağı durumundadır. ABD bu hegemonyacı politikasını izlerken bunun sonucunda, esas olarak I. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan dengeler de sarsılmakta, yer yer yıkılmakta ve Kürtler açısından da nesnel avantajlar ve fırsatlar ortaya çıkmaktadır. Bu noktada Kürdistan devrimcileri, ABD emperyalizminin hegemonya politikalarına karşı durdukları gibi, sömürgeci statükoya karşı da mücadele etmek ve sömürgeci rejimlerle ABD arasındaki çelişkilerden, bunun ortaya çıkardığı fırsatlardan sonuna kadar yararlanmak durumundadırlar. Burada gelişmelerin çelişik, paradoksal, çok yönlü boyutlarını görmek, devrimci yurtsever duruşu bu bakış açısı üzerinden somutlaştırmak önemlidir.

Öte yandan Türkiye'de yıllardır sürdürülen IMF patentli ekonomi ve sosyal saldırı politikaları toplumsal çelişkileri daha da derinleştiriyor. Buna karşı belli toplumsal direnişler olmakla birlikte bunlar, etkili ve sonuç getirmekten uzaktır. Bunda sendikaların bilinen teslimiyetçi tutumu belirleyici bir etkendir. Yine devletin Kürt sorunu üzerinden geliştirdiği ırkçı-şoven politikaların ideolojik ve psikolojik sonuçları da toplumsal mücadeleyi olumsuz etkilemektedir. Ayrıca Türkiye devrimci hareketinin politik olarak güçsüzlüğü ve etkisizliği de bunda diğer etkili bir unsurdur. Oysa toplumsal çelişkiler, Kürdistan sorununun yol açtığı sorunlar ve TC'yi karşı karşıya getirdiği açmazlar gelişmek, güçlenmek ve devrimci mücadeleyi güncel politikayı etkiler düzeye getirmek için çok önemli bir nesnel temel oluşturmaktadır. Bütün mesele bunu değerlendirebilmekte düğümleniyor…

IV.

İmralı teslimiyetine ve tasfiyeciliğine rağmen halkımızın direnişi bitirilemedi, dahası düzen sınırları içine çekilemedi, ehlileştirilemedi. Ne PKK/Kongra-Gel bunu başardı, ne de tek misyonu Kürt hareketini ve dinamiklerini denetleyip düzene bağlamak olan Demokratik Toplum Hareketi (şimdi Partisi) başardı. Tersine 2005, İmralı çizgisinin iflasını da belgeleyen bir yıl oldu. (Bunun açılımı daha önce yayınlanan yazılarımızda var, o nedenle bu konuda bir tekrara girmeyi gerekli görmüyoruz.) Hem devletin özel savaştaki ısrarı, katı inkâr ve imha siyasetindeki esnemez duruşu, hem de Newroz ve en son Şemdinli, Hakkâri direnişlerinde olduğu gibi Kürt halkının direnişi anılan iflası anlatmakta ve kanıtlamaktadır. Halkımız direniyor, ama direnen halk, aynı zamanda PKK/Kongra-Gel çizgisinin de etkisinde, dolayısıyla bu direniş de belli bir paradoks içindedir. Bu paradoks aşılmadan mücadeleyi ve direnişi bağımsız ve özgür bir çizgide götürmek, gerçekten uluslararası ve bölgesel etkileri olacak bir politik güce dönüştürmek olanaksızdır. Kuzey Kürdistan açısından bütün mesele bu noktada düğümlenmektedir.

Peki, bunu kim, hangi güçler, hangi toplumsal ve politik özneler yapabilir?

İmralı Partisi'nin dışında kalan politik çevreler ve kişiler, belli toplantılar yapmakta, kimi arayışlar içinde olmakta, çağrılar yayınlamaktadırlar. Ama bu girişimlerin başarı şansı pek yok. Bunun, tek tek bireylerin ve çevrelerin iradesinden bağımsız nesnel nedenleri var. Bunlar, daha önceki yazılarımızda değerlendirildiği gibi bundan sonraki çalışmalarımızda da değerlendirilecektir. Kısaca şunu vurgulamak istiyoruz:

Düzen içi, reformist, teslimiyetçi çizgilerin Kuzey Kürdistan'da etkin politik güç haline gelme olanak ve şansları yok! Kuzey'in bir KDP ve YNK hareketlerini ortaya çıkarma şansı yok, yani egemen sınıfların iktidar programları, bu çerçevede bir Kürt programları yok, olma olanakları da yok! Kuzey'in geleceği, özgür ve bağımsız bir ülke ve halk özlemi, ancak Kürdistan emekçilerinin, onun politik sözcüleri devrimci sosyalistlerin politik bir hareket haline gelmelerinde düğümlenmiştir. Acil ve yakıcı sorun bu düğümü çözmektir!

Bunun için daha çok çaba, daha çok özveri, daha çok güncel çalışmalara yüklenmek gerektiği ortadır. Son bir yılda bu doğrultudaki çalışmalarımızı aralıksız sürdürdük. Elbette eksikliklerimiz, zorluklarımız, engellerimiz var; ama bunları aşarak yürüme kararındayız. 2006 yılında ülke topraklarında daha etkili, daha sonuç alıcı çalışmalar yapma kararında ve pratik çabası içinde olduğumuzu, bir de bu anlamda geleceğe daha umutla baktığımızı ifade etmek istiyoruz.

Topraklarımızın devrime ihtiyacı var!

Topraklarımız ve emekçi halkımız, devrimcilerin doğru, geçmişin derslerini özümsemiş, etkili politik çalışmalarını bekliyor!

2005 yılını geride bırakırken emekçi halkımızın, tüm ezilenlerin, devrimcilerin, yurtseverlerin, sosyalistlerin, dostlarımızın, arkadaşlarımızın yeni yılını kutluyoruz!

Özgür yıllara ulaşmak dileğiyle!..

SOSYALİST-ŞOREŞGER

(Kürdistan Devrimci Sosyalistleri)