07 Ocak 2006 Sayı: 2006/01 (01)
  Kızıl Bayrak'tan
  Geleceğe umutla bakmak için devrim ve sosyalizm bayrağını yükseltelim!
  MGK toplantısı, Sezer’in mesajı ve yeni “terör” yasaları
  Savaş kundakçıları halkların katili NATO ile birlikte İran saldırısına hazırlanıyor
  OYAK-Arcelor yağma ortaklığı
OYAK şirketleri Güney Kürdistan’da
  TCK’nın 301. ve 305. madde tartışmaları
Özel televizyonlarda Kürtçe yayın
  Özelleştirme saldırısına karşı işçi-emekçi barikatı!
  DİSK Yönetim Kurulu’nun 2005 yılı değerlendirmesi ve 2006 yılı hedefleri üzerine / Yüksel Akkaya
  2005 yılında kamu emekçileri hareketi
  2005 yılı dünyasından bazı kesitler
  Yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde Kürt sorunu... İnkara dayalı devekuşu politikasına devam (Orta sayfa)
  YÖK’ün terör uygulamaları, faşist saldırılar, büyüyen ticari eğitim saldırısı!
  Kızıl Bayrak’ın örnek kullanımı
  Yeni yıl mesajları; Gelecek emeğin olacak!.
  Washington-Tel Aviv şefleri Suriye etrafındaki çemberi daraltıyor
  2005 yılını geride bırakırken.../2
  Hava-İş Eğitim ve ÖrgütlenmeUzmanı Munzur Pekgüleç ile röportaj
  Bültenlerden...
  Sınıf hareketinden...
  Ekim Devrimi ve kültür
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

2005 yılında kamu emekçileri hareketi…

Kayıplarla dolu bir yıl!

2005 yılı kamu emekçileri açısından kayıplar, sorunlar ve saldırılarla yüklü bir yıl oldu. Bu bakımdan kendisini önceleyen birkaç yılın genel manzarasından özünde bir farklılık taşımamaktadır. Bununla birlikte hareketin genel gelişme seyri üzerinden bu yıla baktığımızda oldukça çarpıcı özgünlükler ve olgular dikkat çekmektedir. Sahte sendika yasası ile birlikte hareketin girdiği yolda başaşağı düşüşü devam etmiş, artık dibe vurmaya ramak kalınmıştır. Öyle ki, birçok noktadan bu süreç tamamlanmıştır. Diğer taraftan bu sürecin ileri çıkış dinamiklerini de hazırladığını gösteren bir dizi veri de bu yıl içerisinde görülmüştür.

Çok yönlü saldırı furyası

Kamu emekçileri uzun süredir neo-liberal saldırganlığın baskısı altındaydılar. ‘80'li yıllar boyunca parça parça uygulanan, hedefinde ticarileştirme ve köleleştirme bulunan bu saldırganlık yakın zamanda kapsamı genişletilerek ve topyekûn bir darbeyle sonuca gitmeyi hedefleyen bir saldırı programında somutlanmıştı: “Kamu Yönetimi Reformu”. 2004 yılında bu programda yeralan saldırı yasaları meclisten kısmen geçirilmiş, fakat anlaşmazlıklar nedeniyle büyük ölçüde rafa kaldırılmış, esası yönünden yürürlüğe sokulamamıştı. Kamu emekçileri 2005'e bundan dolayı belli bir soluklanmayla girmişlerdi. Fakat bu soluklanma kısa sürdü. Saldırı yasalarının bir kısmı yasalaşmadan fiilen uygulamaya sokuldu.

Bu yıl onbinlerce sözleşmeli işe alınırken, taşeronlaştırma uygulaması da ana hizmet birimlerine kadar yaygınlaştırıldı. Saldırı programının en önemli ayaklarından biri olan performansa göre çalıştırma ve ücretlendirme büyük ölçüde uygulamaya sokuldu. Tüm bunlarla birlikte her alanın özgünlüğüne bağlı olarak bu kapsamda bir dizi saldırıya tanık olduk. Öyle ki, kamu emekçileri hareketi cephesinden saldırı programına karşı verilecek mücadele bütünlüklü değil tek tek saldırı yasalarının geçirilmemesine endeksli olarak kurgulanırken, sermaye cephesi işi böylesi nihai kapışmalara bırakmaksızın halletmek niyetindeydi.

Bir yılın ardından haklar ve kazanımlar açısından bir muhasebe yapıldığında, büyük kayıpların olduğu görülmektedir. Sermaye ticarileştirme/köleleştirme hedefi doğrultusunda büyük mesafeler almış, kamu emekçileri saflarında tam anlamıyla bir bozgun havasına yolaçmıştır.

Sendikal cephede dağılma dönemi

Bu saldırı dalgası karşısında kamu emekçileri cephesinden ise anlamlı bir karşı koyuş örgütlenemedi. Bu durum sendikal cephede tam bir dağılmaya yolaçtı. Öyle ki, sadece kamu emekçilerinin en ileri ve mücadeleci sendikal platformu olan KESK değil, sermaye işbirlikçiliğini bayrak haline getirmiş devlet güdümlü sendikalar da büyük yaralar aldı. Kapsamlı saldırılarla yüzyüze kalan ve bu süreç içerisinde sendikaların işlevsizliğine tanık olan kamu emekçileri sendikaları terketmeye başladılar.

Bu sürecin temel belirleyeni doğal olarak KESK'ti. Zira devlet güdümlü sendikaların kuruluş nedenleri KESK'te örgütlü kamu emekçileri hareketini güçten düşürmek olduğu gibi, güçlerini de büyük ölçüde KESK'in verdiği mücadelenin etkilerine borçlulardı. Fakat bugün artık görülmektedir ki, bu işbirlikçi sendikalar sahte sendika yasası ile birlikte kazandıkları ivmeyi büyük ölçüde yitirmiş ve güçten düşmüşlerdir. Sermayenin kırıntı verecek bir esneklikten yoksun olmasıyla birlikte KESK'in durumu, onlara bu sonu hazırlamaktadır. Bu tür bir son onlar açısından kaçınılmaz olduğu gibi emekçi hareketi açısından da yararlıdır. Bununla birlikte kamu emekçileri hareketi için kötü olan ve üzerinde tartışılması gereken KESK'in durumudur.

2005 yılında KESK, sahte sendika yasasıyla ve reformist-icazetçi yönetimler eliyle sokulduğu çıkmaz yolun sonuna gelmiştir. Bu yolda fiili-meşru mücadele döneminin kazanımları büyük ölçüde tüketilmiş, canlı-mücadeleci KESK'ten geriye neredeyse boş bir kabuk kalmıştır. Sendikal mücadeleye güvensizlik safları derinden etkilemiş, kamu emekçileri sendikalarını boşaltmıştır. Öyle ki, KESK'e bağlı birçok sendika tabela sendikası durumuna düşmüş, sendikal mekanizmalar çalışamaz hale gelmiştir. Böylelikle 2005 yılında toplugörüşme oyununa ve bu oyunda yeralmak için düzenlenen yetki yarışına endeksli sendikacılık anlayışının iflası kesinleşmiştir.

Elbette bu yıl içerisinde de bir önceki yılda olduğu gibi KESK'e hakim sendikacılık anlayışının dışına taşan bir takım girişimler görülmüştür. BES ve SES gibi sendikalar KESK MYK'sını beklemeksizin direnme yolunu tutmuşlar, fakat iç sorunlar ve sınırlılıkların yanısıra yalnız kalmış olmalarından dolayı sonuca ulaşamamışlardır. Sonuçta bu sendikalar da KESK'in genel olarak yaşadığı akıbeti paylaşmışlardır.

Diğer taraftan yıl içerisinde KESK MYK'sı tarafından çeşitli vesilelerle bir dizi merkezi eylem kararı alınmakla birlikte, büyük ölçüde Eğitim-Sen'in özgün sürecinden dolayı güçlü geçen 17 Aralık Ankara eylemi dışta tutulursa, hemen hepsi fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Tüm eylemlerin ortak yönünü ise, protestocu-günü birlik olmalarının yanısıra sonuç alıcı bir mücadele programına bağlanmamaları oluşturmuştur. Masa başında alınan kararlar büyük ölçüde masa başında kalmıştır.

Eğitim-Sen'in kapatma davası ve icazetçi sendikacılığın ulaştığı son nokta

2005'te kamu emekçileri hareketini esastan etkileyen ve damgasını vuran temel olay ise Eğitim-Sen'e açılan kapatma davası ve ona bağlı gelişmeler oldu. Kapatma davasının genel siyasal hedefleri olmakla birlikte, özelde kamu emekçileri hareketini içerisine düşürüldüğü durumdan yararlanarak teslim almak, fiili-meşru mücadelenin değerlerini tümüyle tasfiye etmek ve icazetçi-güdümlü sendikacılığı her bakımdan egemen kılmak hedeflerini taşımaktaydı. Saldırının hedeflerine ilişkin bu düşünceler, başta Eğitim-Sen olmak üzere KESK genelinde paylaşılmaktaydı. Fakat asıl ayrışma saldırıya karşı gösterilecek tutum ve bu tutuma bağlı olarak yürütülecek mücadele planında yaşanmaktaydı.

Sürecin bütününde KESK yönetimi tam anlamıyla üç maymunu oynarken, Eğitim-Sen yönetimi ise asıl sınavını bu yıl içerisinde verdi. Devlet Eğitim-Sen'i bir seçim yapmak durumunda bırakarak kararlılığını gösterdi; ya devletin belirlediği sınırlarda bir sendikacılığa evet denecekti, ya da yeniden fiili-meşru mücadele yolu tutularak kurulu düzenle çatışma yolu tutulacaktı. Sonuçta Eğitim-Sen yönetimi ilk yolu seçti ve kapatmaya malzeme edilen maddeyi tüzükten çıkarttı. Fakat Eğitim-Sen yönetimine hakim icazetçi sendikacılık bunu yaparken içerisine düştüğü durumun tablosunu çizmekteydi. Reformist-icazetçi sendikal anlayışlar sahte sendika yasasıyla girdikleri yolda artık üyelerine Genel Kurul salonunu zorla kapatacak bir noktaya düşerek her bakımdan KESK'i KESK yapan mücadele değerlerine sırtlarını çevirdiklerini, devletin önlerine koyduğu sınırlarda bir sendikacılıkta karar kıldıklarını göstermekteydi.

Eğitim-Sen davası aynı zamanda icazetçi-reformist sendikacılığın tam bir bataklık olduğunu ortaya koymuştur. Zira Eğitim-Sen'in kapatılmasına gerekçe yapılan madde fiili-meşru mücadelenin güçlü olduğu dönemde bu biçimde kullanılamadığı gibi, tüzük maddesinin çıkarılması saldırıyı bitirmek yerine devleti daha da cesaretlendirerek yeni hamleler yapmasına vesile olmuştur. 2005'in son günlerinde KESK'e tüzüğünden emperyalizm ve faşizm kavramlarını çıkarması yönünde ihtarlar yapılmıştır.

Diğer taraftan zamanında sahte sendika yasasının daha ileri haklar için dayanak olacağı iddiasında bulunan icazetçi sendikacılık herşeyiyle kendisini bu yasaya uydurmuştur, ama devlete yine de yaranamamaktadır. Zira sermaye ve devletiyle pazarlık masasına oturmak için dahi emekçilerin gücüne yaslanmak gerekir, dayandıkları bu gücü sistematik olarak ortadan kaldıranlar kendi konumlarını da tehlikeye sokmuşlardır. 2005'te bunun çarpıcı örneklerine de tanık olduk. Toplu görüşme sürecinde eylem tehditlerinde bulunan KESK yönetimine hükümetin yanıtı Eğitim-Sen davasını hatırlatarak alay etmek oldu.

Kara bir yıldan aydınlık emareleri

2005'in tablosuna iç karartıcı tonlar hakim olmakla birlikte gelişmeler tek yanlı değildir. Her ne kadar ortada kazanım yoksa da gelecek açısından olumlu sayılabilecek bir takım emareler de yok değildir. Bu kapsamda özellikle anılması gereken gelişmelerden biri, hayata geçirilmekte olan neo-liberal saldırıların yarattığı karşı sonuçlardır. Bu sonuçlardan birincisi, neo-liberal uygulamaların salgın hastalıklar ve bebek ölümleri vakalarında olduğu gibi çivisinin erken çıkmış olmasıdır. Bu gibi olaylar değerlendirilebildiğinde, mücadelenin geliştirilmesi bakımından önemli imkanlar sunmaktadır. Diğer önemli sonuç ise taşeron işçilerin örgütlenme ve mücadele yönünde ciddi bir takım adımlar atmaya başlamış olmalarıdır. Yılın son aylarında sıklık kazanan bu adımlar saldırının püskürtülmesi ve etkisizleştirilmesi bakımından önemli deneyimler olarak geleceğe ışık tutmaktadır.

Diğer taraftan Eğitim-Sen davası sırasında yaşananlar icazetçi sendikacılığın iflasıyla sınırlı değildir. Bu süreçte meydan onlara kalmamıştır. Sendikalarını teslim etmemekte direnen ilerici-devrimci kamu emekçileri, devamını getirememekle birlikte, uzun süredir görülmeyen bir direngelik ve girişkenlikle hareket etmişlerdir. Onların bu çıkışı KESK bünyesindeki ileri-devrimci potansiyeller üzerinde olumlu bir moral güç sağlamıştır. İşte bu moral gücün de etkisiyle icazetçi yönetimin karar altına aldığı arkası boş 17 Aralık eylemine kamu emekçileri büyük bir ilgi göstermişlerdir. 2005 yılının son günlerinde gerçekleşen bu eylem, kamu emekçilerinin ileri ve politik güçlerinin harekete geçme istek ve kararlılığını göstermiştir.

2006'da hava mücadeleden yana dönmeli!

Kamu emekçileri hareketini 2006'da personel rejimi ve sosyal güvenlik yasaları gibi hayati saldırı başlıkları beklemektedir. Bu yüzden bu yıl kamu emekçileri açısından kritik bir yıl olacaktır. Ya saflar hızla toparlanarak sonuç olmaya odaklanmış bir mücadele cephesi kurulacaktır ya da her yanından bozgunluk havası esen mevcut duruma teslim olunacak, böylelikle kazanım adına ne kaldıysa sermaye tarafından silinip süpürülecektir. Bu konuda son sözü ilerici-devrimci kamu emekçileri söyleyecektir. Eğer ilerici-devrimci kamu emekçileri devrimci bir mücadele programını uygulamak üzere örgütlü ve güçlü bir inisiyatif gösterebilirlerse hava tersine dönebilir. Aksi halde, dış etkenlere bağlı olağanüstü gelişmeler olmazsa, bu beklentiyi geleceğe ertelemek kaçınılmaz olacaktır.

------------------------------------------------------------------------------------------

Geleceğimizi belirleyecek kritik bir yıla giriyoruz!

Mutlu bir yıl ve onurlu bir gelecek için mücadeleye!

Her yılın başında geçmiş yılın muhasebesini yapmak adettendir. Kuşkusuz yıl başları biçimsel geçiş anlarıdır, fakat gerek tek tek bireyler gerekse de örgütler için bir yıla göz atmak ve deneyimler çıkarmak gerekmektedir. Özellikle mücadelenin yönünün belirlenmesi/varsa pürüzlerin giderilmesi bakımından oldukça önemlidir. Biz böyle bir muhasebeyi genel başlıklar halinde ve kamu emekçileri hareketi için yapacağız.

Kamu emekçileri için 2005 yılı karanlık bir yıl olarak tanımlanabilir. Bu iki yönden böyledir. Birincisi genel olarak sermayenin saldırıları ile bir dizi hakkımız gaspedildiği ve hayatımız her bakımdan çekilmez kılındığı için karanlık bir yıldı. İkincisi ise tüm bu koşullar karşısında umutlarımızı diri tutacak ve yolumuzu bulmamızı sağlayacak olan mücadelemiz/örgütlenmemiz oldukça zor bir dönemden geçti.

Şimdi her iki açıdan duruma daha yakından bakalım.

Kamu sektöründe çalışma ve yaşama koşullarını kökten değiştirecek politikalar açısından bir geçiş dönemi oldu 2005. Kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesini ve emekçilerin köleleştirilmesini hedefleyen “Kamu Yönetimi Reformu” gerek ana saldırı yasalarıyla, gerekse de hemen tüm işkollarında bu yasaları da beklemeksizin yoğunlaştırılan uygulamalarla hayata geçirilmeye başlandı. Kamu hizmet alanlarının tam bir ticarethane mantığına dayalı olarak yapılandırılması kapsamında epeyce bir mesafe alındı. Eğitimde katkı payı adı altında eğitimin ticarileştirme süreci tam gaz devam etti. Sağlıkta döner sermaye ödemeleri performansa bağlanarak ticarileştirmenin bir başka süreci tamamlandı. Çalışma düzeninde kölelik sistemi doğrultusunda ise, taşeronlaştırma, sözleşmeli çalıştırma gibi uygulamalar aldı başını yürüdü. Diğer taraftan zam dönemleri sadaka dahi denilmeyecek düzeylerde artışlarla geçiştirildi. Ücretlerimizden kesilen vergiler katmerlendi, emeklilik hakkımızın gaspını öngören yasalar hazırlandı vb.

Kısacası sermaye açısından neo-liberal saldırı programı doğrultusunda ciddi bir mesafe alındı. Fakat bu program daha yolun başında hem bizler ve hem de halk açısından ağır bir fatura olarak ürünlerini vermeye başladı. Birçok hastanede yaşanan seri bebek ölümleri esasta kamudaki özelleştirme/taşeronlaştırma politikalarının sonucuydu. Ankara'da patlak veren kolera vakasında olduğu gibi halk sağlığını tehdit eden salgın hastalıklar kapıya dayanmış bulunuyor. Faturayı uzatmak mümkün ama sanırız durum son derece açık. Henüz yolun başında böyle ise, gelecekte yaşanacakların boyutlarını düşünmek durumun vahametini ortaya koymaya yetiyor.

Bununla beraber belirtmeliyiz ki, bu yaşananlar şu ya da bu basiretsiz ya da iş bilmez şahsın icraatları değil, dünyanın her köşesinde uygulanmaya çalışılan sistematik bir politikanın ürünüdür. Kapitalizm doğası gereği emekçilere ve işçilere yaşam hakkı tanımayan bir sistemdir. Özel mülkiyet esasına dayalı bu düzende herşey kâr esasına bağlanmış olduğundan insan yaşamının hiçbir önemi bulunmamaktadır. Kapitalizmin insana düşmanlığına karşı ayakta kalmanın yegane yolu mücadeledir. Ancak 2005'in karanlık tablosu karşısında eksik olan da budur, mücadelenin yokluğudur. Mücadelenin en keskin olması gereken bu dönemi kamu emekçileri olarak suskunlukla geçirdik. Elle tutulur, sermayeye ve hükümetini korkutacak, geri adım atmaya zorlayacak bir güç ortaya koyamadık. Koyamadığımız için onlar da ellerini kollarını sallayarak yaşamlarımızla diledikleri gibi oynadılar.

Sendikal mücadele cephesinden ise 2005 yılı tam bir çözülüş yılı oldu. Yılları bulan mücadelenin ürünü sendikalarımız icazetçi sendikal anlayış tarafından felç edildi. Göstermelik bir oyundan ibaret toplu görüşme süreçlerine endeksli sendikacılık anlayışı hem sendikal kazanımları bir oyuncağa çevirdi, hem de deyim uygunsa iflas bayrağını çekti. Kamu emekçileri bu yıl kitlesel ölçekte sendikalarını terkettiler. Henüz bir sendika yasası yokken emekçilerin umudu olan KESK, sahte sendika yasasıyla açılan kulvara kapaklanan icazetçi yönetimler eliyle umut olmaktan çıkarılmış oldu. Sonuç olarak 2005 yılı sendikal mücadelemiz açısından tam anlamıyla bir dibe vuruş yılı idi.

Ama her dibe vuruş yeni bir toparlanma ve çıkışı da zorunlu kılar, zira kaçacak yer yoktur. İşte bulunduğumuz nokta budur. 2005'in son ayları bu bakımdan yeni bir takım arayışları gündeme getirdi. İcazetçi sendikacılık bulunduğu aşamada dibe vuruş kendi konumunu da sarstığı ölçüde hareketlenme gereği duydu. Bildik protestocu eylem tarzının yeni örneklerine şahit olduk. Bu eylemlere binlerce emekçi katılarak hiçbir şeyin bitmediğini gösterdi. 17 Aralık mitingi bunun ifadesiydi. Kendi içerisinde pek anlamı olmayan bu eylem buradan bakıldığında pekala anlam kazanabildi birçoğumuz için. Umudu ayağa kaldırmak için yollara döküldük, yıl boyu sustuk ama en azından böylelikle 2006'yı eylemle karşıladık.

2006'ya sermayenin ağır saldırı hamleleriyle birlikte girmekteyiz. Tüm zorluklara ve zayıflıklara karşın 2006 bizim için kritik bir yıl olacak. Ya yeniden ayağa kalkarak sermayenin saldırılarına karşı göğüs gerecek bir direnme kapasitesi ortaya koyacağız. Ya da saldırılara boyun eğerek tükeneceğiz; sadece kazanılmış haklarımızı değil geleceğimizi de yitireceğiz. İşte 2006'ya girerken yanıt bekleyen soru budur. Her emekçinin yeni yıla ilişkin muhasebesinin temelde bağlanacağı noktayı da bu soruya verilecek yanıt oluşturmaktadır. Yeni yıldan dileğimiz bir bütün olarak tercihimizi mücadeleden yana yaparak bu yılı mutlu kılmaktır.

Herşey çocuklarımıza onurlu ve mutlu bir gelecek bırakmak için!

(Kamu Emekçileri Bülteni'nin son sayısından alınmıştır...)