Ruhi Su: Ezgili bir yürek,
devrimci bir sanatçı
İşçi sınıfının ve emekçi halkların, burjuva egemenler tarafından her türlü baskı ve sömürüye maruz bırakıldığı kapitalist sistemde, tavrını sınıftan ve halktan yana koyan bir sanatçı olmak bedel ödemek demektir. İşkence görmek, yüzyıllık hapis cezalarına çarptırılmak, asılmak, kurşuna dizilmek, bile bile ölüme terkedilmek, diri diri yakılmak, yargısız infazlarda katledilmek demektir...
Nerudanın, Brechtin, Lorcanın, Vaptsarovun, Chaplinin, Jaranın, Robesonun, Nazımın yaşamları buna tanıktır... Nesiminin, Pir Sultanın, Hasan Hüseyinin, Enver Gökçenin, Ahmet Arifin, Yılmaz Güneyin yaşamları da... Ve işte, o yaşamlardan biridir Ruhi Sunun yaşamı.
Yaşadığımız toprakların tarihi pek çok onurlu ozanın yasaklarla, baskılarla, işkencelerle ve acılarla dolu yaşamına da tanıklık eder. Kimisi Osmanlının zalim sultanlarına karşı sazıyla sözüyle savaşmış, kimisi katli vaciptir fetvasını hiçe sayarak doğru bildiği yoldan şaşmamıştır. Kimisi zalimlerin yüzüne Yürü bre Hızır paşa/Senin de çarkın kırılır/Güvendiğin padişahın /Onun da tahtı devrilir dizeleriyle haykırmış, kimisi Ferman padişahınsa dağlar bizimdir diyerek meydan okumuştur. Yakın tarihimizde ise onların onuruna erişebilen pek az ozan vardır. Bu ozanların başında da Ruhi Su gelir.
Öksüzler yurdundan Operaya...
1912 yılında, Ermeni bir ailenin çocuğu olarak, Vanda dünyaya geldi Ruhi Su. Annesini ve babasını hiç tanımadı... Kendi deyişiyle Birinci Dünya Savaşının ortada bıraktığı çocuklardandı. Ona sahip çıkan yoksul bir ailenin yanında Adanaya geldiğinde henüz bebekti. On yaşına bastığındaysa artık öksüzler yurdunda kalıyor ve yatılı olarak okula devam ediyordu. Sonrasında hep yatılı okulda okudu Ruhi Su, konservatuarı bitirene dek...
Sefalet içinde geçen ilk çocukluk yıllarının ardından, öksüzler yurdu yeniliklerle dolu bir başlangıç oldu yaşamında. Yine kendi deyişiyle Oyun diye bir şey olduğunu ilk bu dönemde öğrendi Kemanla da ilk kez öksüzler yurdunda tanıştı.
Türkü söylemeyi seviyordu ve yetenekliydi. Bu yeteneği ve daha da önemlisi müziğe olan tutkusu Ruhi Suyu Müzik Öğretmenliği Okuluna girmeye yöneltti. Çeşitli zorlukların ardından bu okula girmeyi başaran Ruhi Su, sonradan eğitimini o yıllarda yeni açılmış olan Ankara Devlet Konservatuarı Şan Bölümünde sürdürmeye karar verdi. Klasik batı müziği eğitimi aldığı bu okulu tamamladıktan sonra, bir süre Hasanoğlan Köy Enstitüsünde müzik öğretmeni olarak görev yaptı. Ardından Devlet Operasında opera sanatçısı olarak işe başladı
Bu yıllarda sahnelenen pek çok operada rol aldı. Bir opera sanatçısı olarak gösterdiği başarıyla müzik çevrelerine kısa süre içinde kendini kabul ettirdi. Fakat Ruhi Su, bir yandan aryalar söylerken diğer yandan da türkü söylemekten geri kalmıyordu. Dost ortamlarında ve davetlerde söylediği parçaların içinde mutlaka türküler de ye alıyordu. Aldığı eğitimin de etkisiyle farklı bir tarzda söylediği bu türküler kısa sürede ses getirdi ve bir süre sonra bas bariton Ruhi Sunun sesi, radyo programlarından duyulmaya başlandı
Burjuvazinin değil, emekçi halkların sanatçısı
Ruhi Sunun sesi yalın bir söyleyiş taşıyordu. Türküler ayrı bir renk kazanmıştı onun sesiyle. Kabukları kırıp öze giden, özle sözü bir eden bu ses, gücünü halk sevgisinden ve sabırlı bir çalışmadan alıyordu. Nitekim radyoda yaptığı programlar halkın büyük ilgisini çekti. Öyle ki, insanlar program sırasında telefonla arıyor, Ruhi Suyu evlerine çay içmeye, yemek yemeye davet ediyorlardı. Kısa bir süre sonra, klasik batı müziği kültürüne henüz yabancı olan bir ülkede halkının sevgisini kazanmış bir opera sanatçısı olarak dünyanın da ilgisini üzerine çekti. Yurtdışından davetler almaya başladı.
Ruhi Su gittiği yolun ne denli doğru olduğunu anlamıştı. Bundan sonra da bu yolda devam edecekti. Bir aydın sorumluluğuyla sanatını halkı için yapacak, safını emekçilerden yana tutacaktı. Eğitimini, bilgisini ve yeteneğini bu bilinçle iyice yoğurarak türkülerle dolu bu yoldaki yürüyüşünü sürdürdü. Pir Sultandan Karacaoğlana, Yunus Emreden Dadaloğluna; söylediği türkülerin anlam ve içeriği onun dünya görüşünü şekillendirdiği gibi, dünya görüşü de bu türküleri daha çok sevip sahiplenmesinde belirleyici oldu.
Kuşkusuz Ruhi Su, halkına karşı bir sorumluluk bilinciyle hareket ediyor olmasaydı, bir opera sanatçısı olarak kalabilirdi. Çünkü o alanda kendini kanıtlamış bir isimdi. Hazır belli bir güce ve saygınlığa erişmişken elit burjuva çevreler içindeki yerini daha da sağlamlaştırmayı tercih edebilirdi. Fakat o halk türkülerinin doğru bir şekilde söylenişi üzerine çalışarak, onları zenginleştirmeyi, onun gerçek tadını ve anlamını halka yeniden ulaştırmayı misyon edindi.
1951 tevkifatı
Bir yandan bu misyonun gereklerini yerine getirmek için çalışmalarını sürdüren Ruhi Su, bir yandan da siyasi faaliyetlerine devam ediyordu. Örgütlü olmanın gerekliliğini her fırsatta savunan sanatçı, kendi yaşamında da örgütlü olmaktan asla kaçınmadı. Hem de bunu en ileri noktada gerçekleştirdi. Partili bir sanatçı olarak, gönül verdiği türkülere ve halk kültürüne yeniden eğildi
Ülkede Hitler faşizminin gölgesinin kol gezdiği ve komünistlerin teker teker toplanarak işkence tezgahlarına yatırıldığı günlerde, egemenlerin saldırılarından o da payını aldı. 1951 tevkifatında gözaltına alınanlar arasında Ruhi Su da vardı. Sansaryanhanda haftalarca işkence gördükten sonra, 1952de komünizm propagandası yapmaktan yargılanarak 5.5 yıl ceza aldı.
Aldığı ceza ve cezaevi süreci Ruhi Sunun opera yaşamını noktalarken, onu türkülerin tam da ortasına attı. Yaşadığı toprakların ve o topraklarda yaşayan halkların sesi olan türküleri, yöre yöre araştırıp derledi. Sesiyle, yorumuyla, sazıyla, bilinciyle ve yüreğiyle harmanlayıp yine halkına verdi. Emekçilerin, ezilenlerin acılarını ve umutlarını besteleriyle türküye dönüştürüp, onların sesi oldu. Nazım Hikmetin şiirlerini ilk kez besteleyen, şarkı olarak yeniden kitlelerle buluşturan da yine o oldu. Sevda türküleri de söyledi, kavga türküleri de; fakat hep aşkla söyledi.
Ezgileri susturulamayan bir yürek
Yaşamı boyunca emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı duyduğu öfkeyi son nefesine kadar haykırmaktan kaçınmayan, sosyalizme olan inancını hep canlı tutan ve bu yüzden sayısız bedeller ödeyen devrimci bir ozandı Ruhi Su. Ne sanatından, ne dünya görüşünden yaşamı boyunca ödün vermedi ve bundan dolayı büyük acılar çekti.
Onu ve güçlü sesini yok etmek isteyen egemenler ellerinden geleni yaptılar: Demir parmaklıklar ardına hapsettiler. Sürgüne yolladılar. Konservatuardaki hocalık görevine, Devlet Operasındaki işine son verdiler. Plaklarını, kasetlerini yasakladılar. Yurtdışından aldığı konser ve hocalık tekliflerini engellemek için pasaport vermediler. Yakalandığı amansız hastalığın tedavisi için bile yurtdışına çıkmasını engellediler. Onu bile bile ölüme terkettiler.
Ruhi Su, devrime ve sosyalizme inanmış bir sanatçı olmanın bedelini yaşamıyla ödedi. 20 Eylül 1985te aramızdan ayrıldı. Ezgili yüreğinden taşan ses ise kulaklarımızda yankılanmaya devam ediyor...
İnsan ve emek
Bir sergiyle geldi bahar
Ne don vurur, ne meyve verir
Öylece bir çiçek düşlemesi
Ne güzel bir oyun değil mi canım
Taşlara bakan gözün çiçeği görmesi
Benim memleketimde bugün
Kırk bin, elli bin liradır
Resmin metrekaresi
Ve dillere destandır canım
Turan Erol beyazıyla Bodrumun mavisi
Bir gece kulübünde bugün
Kırk bin, elli bin liradır
Zeki Müren dinletisi
Ve elbette güzeldir canım
Emeğin değerlendirilmesi
Ama benin memleketimde bugün
İnsan kanı sudan ucuz
Oysa en güzel emek insanın kendisi
Kolay mı kan uykulardan kalkıp
Ninniler söylemesi
Belki bu nedenle, yazık
Asılmış gibi durur
Asılmış gibi kederinden
Duvarlarımda resim
Çalgılarımda müzik
|