20 Eylül'03
Sayı: 37 (127)


  Kızıl Bayrak'tan
  Anti emperyalist mücadele ve görevlerimiz
  Amerikan uşaklarından hesap soralım!
  Emperyalist savaş karşıtı mücadelenin artan önemi
  Kaderini emperyalist sisteme ve sistemin efendisi ABD'ye bağlayanlar
  8.5 milyar dolarlık kredinin içyüzü
  Ekonomide pembe yalanlar
  Depremzedelerle konuştuk...
  Demokratikleşme adı altında düzenin tahkimatı
  Filistin halkı siyonist saldırganlığa, emperyalist ikiyüzlülüğe karşı direniyor!
  Emperyalistler arası kirli pazarlıklar sürüyor...
  Özelleştirme saldırısının yeni dönemi
  Sınıftan haberler, röportajlar...
  DTÖ'nün Cancun fiyaskosu.
  Gençlik yasaya karşı barikatı yükseltmeli!
  Ekim Gençliği'nden..
  Mert Çelik Fabrikası'nın gerçek yüzü...
  Ruhi Su: Ezgili bir yürek, devrimci bir sanatçı
  Irak'ta Mehmetçik'e saldırılır mı?
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Mert Çelik Fabrikası’nın gerçek yüzü...

Cennet değil sömürü cehennemi!

Büyükçekmece’ye bağlı Kıraç’ta kurulu olan Mert Çelik Fabrikası, 8 Eylül tarihli Sabah gazetesine ‘Fabrika değil cennet’ başlığı ile yazı konusu yapılmıştı. Oysa Mert Çelik Fabrikası’nda yaşananlar fabrikanın işçiler için tam bir cehennem olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor. Mert Çelik Fabrikası geçtiğimiz yıl da yine ‘Fabrika değil Laila’ başlığı ile, hem magazin programlarına hem de satılmış medyanın kalemşörleri tarafından burjuva gazetelerine ‘çalışmıyorlar, keyif çatıyorlar’ türünden meze yapılmıştı.

Vahşi sömürü dişlileri arasında emekleri acımasızca öğütülen, iliklerine kadar sömürülen işçilerin kölece çalışma koşullarına dair zerrece doğru bilgi yok yapılan haberde. Yalan ve gerçek dışı iddialarla dolu bu haberin yinelenmesi medyanın kimlerin hizmetinde olduğu gerçeğini bir kez daha ortaya çıkarıyor. Fabrika sahibi Mehmet Tanrısever’in sinemacı-yönetmen olması böylesine bir haberin medyada yer almasında ayrıca önemli. Bu haberi yaptırmak için patronların sözcülüğünü yapan burjuva medyayı kaç paraya satın aldığı ve Sabah’ın da bu haberden nasıl bir çıkarı olduğu haberin niteliği ile ortada.

“Vatan-millet-Sakarya” edebiyatıyla
bulandırılan bilinçler

Mert Çelik’in patronu olan M. Tanrısever’i diğer patronlardan ayıran fark, islami sinemanın önde gelen isimlerinden biri olmasıdır. “Minyeli Abdullah” adlı filmin yapımcısı, “Sürgün ve Çizme” gibi ödüllü filmlerin de yönetmeni olan Tanrısever, işçilerin dini duygularını kullanmakta da profesyonelce bir taktik izliyor. Vicdanlı, babacan, dürüst, dini bütün ve imanlı bir insan rolüne bürünerek yönetmenlik kadar oyunculuk yeteneğini de sergiliyor. İşçi-patron çelişkisini perdelemek, azgın sömürü çarkları arasında işçileri daha da fazla sömürebilmek için her yolu kullanıyor. Tabii ki işbirlikçi düzen medyası bilinçli olarak işçilerin çalışma koşullarından bahsetmiyor. Fabrikadaki çalışma koşulları, satılmış kalemşörlerin yansıttığı gibi hiç de öyle cenne gibi güllük gülistanlık değil. Fabrikadaki sömürünün dozu ve çalışma koşullarının ağırlığı ne eğlence merkezleriyle ne de modernlik görüntüsü yaratılan cennet gibi bahçesiyle, havuzuyla, tenisiyle, diskosuyla, sinema salonuyla gizlenemiyor.

300 işçi günde 14 bin gibi rekor
sayılabilecek düzeyde tencere üretiyor

Mert Çelik’in Avrupa’nın en büyük, dünyanın ise dördüncü büyük tencere üreticisi haline gelmesi işçilerin yoğun bir çalışma temposu altında vahşice sömürülmesinin ürünüdür. İşçilerin sömürüsü üzerinden patron servetine servet katarak bugünlere gelmiştir. Kriz dönemlerinde bile üretimini %40 artırmıştır.

“İş dünyasına hızlı ve çapkın bir genç olarak giren M. Tanrısever, kısa sürede büyük yol katedip fabrikasını cennete çevirmiştir” deniliyor söz konusu haberde. Büyüterek entegre tesis haline getirdiği fabrikasında başlattığı uygulamalar için Japonya’da gezdiği işyerlerinden ilham almış. Esnek çalışma modelini Japonya’da iyi gözlemlediği belli. İşçiler için sömürü cehennemi olan fabrikasını şöyle anlatıyor:

“Birgün fabrikada sorunlarla boğuşurken baktım ne benim yüzüm gülüyor ne de çalışanların. Kimse hayatından, işinden memnun değil. Aklıma yıllar önce gittiğim Japonya’daki fabrikalar geldi. Neden olmasın dedim ve başladım vatan-millet-Sakarya edebiyatına. Baktım insanlar bir gayrete geldi. O zaman ustabaşılarına her sabah bunları tekrarlamalarını söyledim. Bir süre sonra gelip hep aynı şey olmuyor, insanlar bıktı dediler. Ben de bu fikri geliştirmeye başladım. İşin içine dans girdi, aerobik, jimnastik, müzik girdi. Bir de Kur’an girdi. Konu sıkıntısı çekiliyordu. Düşündüm Kur’an 600 sayfa. Hergün bir sayfa okunsa iki yılda sıra gelmez...”

Bu arada fabrikaya yeni bölümler de eklemiş. Piyanosu, bilardosu, teleskopu bulunan batılı tarzda döşenmiş fitness salonlu, saunalı, kapalı yüzme havuzlu, sinemalı bir ofis binası da var. Konuk işadamlarının dinlenmesi için 5 yıldızlı bir otel suiti bile düşünmüş. Binanın içinde bulunduğu bahçede ise milyarlarca liralık ağaçların yer aldığı küçük koru, yarı olimpik yüzme havuzu. Bir başka bölümde ise disko.

Patronlar için cennet,
işçiler için sömürü cehennemi

Evet burası tam bir cennet! Ama bir farkla; patronlar için rüyaları süsleyen bir cennet, işçiler için ‘sömürü cehennemi’dir. Tanrısever tüm tesisleri fabrika işçilerinin kullanımına açıyor. İşçilerin sabah patronlarıyla birlikte aerobik yaptıktan, Kur’an okuduktan sonra işe başladığı, öğle tatillerinde havuza girdiği, film seyrettiği bu sömürü cehenneminde fabrika verimlilik artış rekorları kırılmış. Bu rekor da sömürünün gerçek boyutunu ortaya koyuyor. Ancak habere bakılırsa işçiler sanki çalışmaya değil, eğlenceye geliyor. İşyeri değil eğlence merkezi. İşbirlikçi medya burasını işçilerin alınteri döktükleri, kendileri için sefalet, patron için servet ürettikleri bir yer olarak değil de bir eğlence merkezi olarak sunmak için elinden geleni ardın koymuyor.

Evet orada tenis kortu, havuz, sinema salonu vb. şeyler var, ama kimin için? “Tüm bu etkinliklerin ve lüksün işçiler için olması, işçilerin tümünden yararlanması” deniliyor haberde. Günde 14-15 saat çalışan bir işçi nasıl olur da kendisi için orada eğlenebilir. Üstelik bu aktivitelere katılmak işçinin özgür iradesine bağlı değilse. Verimliliği yani patronun kârını artırmaya dönük katılmak zorunluysa. Her sabah Kur’an dinletilerek, dinsel gericiliği sonuna kadar kullanarak işçilerin bilincini bulandırırsa burada nasıl bir cennetten bahsedilebilir? Çağdaşlık ve modernlik görüntüsü altında dinsel gericilik uygulanıyor, işçiler üzerindeki azgınca sömürü kolaylaştırılıyor.

“Psikolojim bozulursa adam bile öldürürüm”

İşçiler çelik üretiminin de getirdiği ağır çalışma koşulları ile yüzyüzeler. Tek düze, bütün gün ayakta ve uzun saatler boyunca çalışmak verimi azaltacağı için, bu uygulamalara katılmayanlara kapı gösteriliyor. Hatta kimi zaman katılmayan işçiler dayakla cezalandırılıyor.

Cennetin gerçek yüzünü işçiler için biraz irdelediğimizde, karşımıza esnek çalışma, düşük ücret, dayak, küfür, hakaret, baskı, aşağılama vb. uygulamalar çıkıyor. Geçtiğimiz aylarda 5 işçinin patronun adamları tarafından dövülerek hastanelik edilmesi “cennet” gibi fabrika gerçeğini anlatmaya yetmiyor mu? İşçilerin hataları dayakla cezalandırılıyor. Arkadaşının hatasını ispiyonlayan işçiler ödüllendirilirken, hata yapan işçi ise arkadaşı tarafından yuhlanıyor ve yüzüne tükürülüyor. Hata yapan işçiyi çalıştığı bölüme götüren patron, işçinin arkadaşları tarafından yuhlanmasını istiyor. Bundan sonrasında ise tüm bölümün işçilerinin cezalandırılan arkadaşlarına tükürmesini istiyor. Hata yapan işçi sayısı iki olduğund ise işçilerin birbirine tükürmesini ve tokat atmasını istiyorlar. İşçilere hayvan taklidi yaptırarak eğlenen patronun isteklerini yerine getirmeyenler ise “moral bozdukları” gerekçesiyle hemen işten atılıyor. Daha ileri giden patron, “Psikolojim bozulursa adam bile öldürürüm” diyor. Bununla da yetinmeyen patron işten attığı işçilere senet imzalatarak haklarını ödemiyor.

Örgütlü işçiler kazanır

Evet, işte medyada ‘Fabrika değil cennet’ başlığı ile haber yapılan Mert Çelik Fabrikası’nın asıl gerçekliği böyle. Cennet ve eğlence merkezi olarak yutturulan sömürü cehenneminin kimler için cennet olduğunu işçiler çok iyi biliyorlar. Bilmekle kalmayıp kölece çalışma koşulları altında iliklerine kadar sömürülerek yaşıyorlar. İşçiler çığ gibi büyüyen işsizler ordusunun bir adayı olmamak için şimdilik herşeye boyun eğiyorlar. İşten atılma tehditlerinden dolayı susuyorlar. Zaten boyun eğdikleri ve sustukları için değil mi bu ağır çalışma koşulları?

Patronların rüyası işçileri kaderlerine razı bir şekilde boyun eğişe zorlamaktır. İşçiler örgütsüz oldukları ve sorunlarına karşı birlikte hareket etmedikleri sürece Mert Çelik ve onun gibi birçok fabrika patronlar için cennet, işçiler için sömürü cehennemi olmaya devam edecektir.

Kapitalizmin sömürü, sefalet ve kölelik dayatan gerçekliği, uygulanan tüm yol ve yöntemler Mert Çelik’e böyle yansıyor. Patronlar düzeni işçilere insanca çalışma ve yaşama koşulları veremez. Bunun için mücadele edip, patronların saltanatını yıkmak gerekiyor. İşçilerin insanca çalışma ve yaşam koşulları için örgütlenip mücadele etmekten başka yolu yoktur.

Bir metal işçisi/Esenyurt