Dünya Ticaret Örgütünün bakanlar düzeyindeki konferansı fiyasko ile sonuçlandı. Meksikanın Cancun kentinde 5 gün süren görüşme ve pazarlıkların ardından herhangi bir uzlaşma zemini buluna.ayacağını itiraf etmek zorunda kalan oturum başkanı, Güney Kore delegesinin konuşmasını yarıda kesip Devam etmeye gerek kalmamıştır. Konferans bitmiştir diyerek zirvenin dağıldığını ilan etti.
Dünya Ticaret Örgütünün 5. Konferansı olan Cancun görüşmelerinin gündeminde iki ana madde bulunuyordu. Birinci maddeyi, yatırımların, kamu pazarlarının şeffaflığı, rekabet ve mübadelelerin kolaylaşt.rılması konusunda pazarlıkların başlatılması oluşturuyordu. Konferansın gündeminin ikinci ana maddesini de tarım sektörü ve ona bağlı sorunların görüşülmesi teşkil ediyordu.
ABD, Avrupa Birliği ve Japonyanın talepleri, birinci maddenin içerdiği konuları Aralık 2004te sonuçlandırılması gereken pazarlıkların gündemine almak ve tartışmaya açmaktı. Başını Hindistan ve Malezya gib. ülkelerin çektiği geri kalmış ya da bağımlı ülkeler bu dayatmayı reddettiler. Konferansın ikinci maddesini oluşturan tarım sorunu konusunda da benzer bir saflaşma yaşandı. Saflarında Çin, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrikanın bulunduğu 21ler grubu, dünyanın tüm yoksul ülkeleri adına ABD, Avrupa Birliği ve Japonyaya çok somut bir talepte bulundular. Bu talep söz konusu üçlü grubun kendi ta.ım ürünlerine yaptıkları kamu sübvansiyonlarının son bulmasıydı. Günübirlik tarım sektörüne 1 milyar dolar tutarında sübvansiyon veren ABD, Avrupa Birliği ve Japonya, yoksul ülkelerin bu talebini ger&ccdil;ekçi bulmayarak reddettiler.
Gerek Dünya Ticaret Örgütü,
gerekse de onun önceli olan GATT bünyesinde sürdürülen pazarlıklar sürecinde
bazı sürtüşmeler yaşansa bile sonuçta bir anlaşmaya varılıyordu. 1999da
kent sokaklarının bir savaş alanına dönüştüğü Seattleda bir uzlaşma
sağlanamamıştı. Fakat fiyasko Cancunda olduğu kadar berrak ve mutlak
olmamıştı. Belki de Seattleda Amerikan toplumunun yaşamında nadir
rastlanan kitle gösterilerinin görkemi, başarısı, aktüalitenin merkezine
oturması, konferansın sonuçlarına gölge düşürmüş, yankı bulmasını engellemiş,
tali bir sorun olarak algılanmasına neden olmuştu. Cancund öyle olmadı.
Delegeler günler boyu görüştü, tartıştı ve sonunda sonucun bir fiyasko olduğunu
bizzat kendileri basına açıkladılar.
Cancunda yaşanan zengin/yoksul saflaşması, bugüne kadar benzer platformlarda takınılan tavır ve varılan sonuçlar dikkate alınarak değerlendirildiğinde, kuşkusuz olumlu bir gelişmedir. Bu bağlamda tanık olunan kandırıl.alar tarihinde belki de bir ilki teşkil etmektedir. Buna rağmen Cancun fiyaskosuna hak etmediği önemi atfetmek gerekmiyor. Yaşanan saflaşma ideolojik hiçbir niteliği olmayan bir çıkar çekişmesidir. Söz konusu olan karşılıklı çıkarların asgari bir savunusudur. Fakat bugüne kadar tam tersi yaşandığı için fiyasko çok uç noktalara çekilerek yorumlanmaktadır. Yoksul ülkelerin üçlü emperyalist loka karşılık almadan taviz vermemiş olmaları abartılarak, emperyalist küreselleşmeye vurulmuş bir darbe olarak tanımlanabiliyor.
Cancunda taraflar arasında bir uzlaşma sağlanamamasının esas nedeni kapitalizmin krizinin ölçeğidir. Dünya genelinde hüküm süren iktisadi durgunluk ve yer yer yaşanan daralma, bu tür pazarlıklarda ta.afların artık taviz verme olanaklarının tükenmeye başladığını göstermektedir. ABD, Avrupa Birliği ve Japonya, içinde bulundukları durumun çaresini yeni pazarlar keşfetmede arıyorlar. Mali sermayelerinin yatırım yapma adına vurgun vurabilmeleri için yoksul ülkelerden güvence istiyorlar. Mevcut pazarın hacminin biraz daha genişlemesi için kamu pazarlarının şeffaflığı adına özelleştirmelerin hızlandırılmasının tal p ediyorlar. Rekabet ve mübadelenin kolaylaştırılması adına en yoksul ülkeleri kendileri ile aynı minderde ve aynı kategoride güreşmeye zorluyorlar.
Diğer taraftan, üçlü emperyalist blokun taviz talep ettiği, pazarlarını açmalarını ve gümrük tarifelerini düşürmelerini istediği ülkeler, nesnel olarak ödün verme kapasitelerin. kaybetmişlerdir ve böyle tavizler veremez durumdalar. En yoksul ülkelerin dünyanın toplam ticari mübadelesindeki payları yüzde 1in altındadır.
Bugüne kadar yapılan pazarlıklarda bu kategoriye giren ülkeleri tek başlarına hareket ettikleri için, onları kimse ciddiye almıyordu. Cancunda birlikte hareket ettiler. Birlikte hareket etmeleri sonucu Mali, Burkina Faso, Benin ve &C.edil;at gibi ülkeler konferansın fiyasko ile sonuçlanmasında belirleyici bir rol oynadılar. Bu ülkelerin başlıca gelir kaynağı pamuk üretimidir. Dünya Ticaret Örgütü bir parça toprağı olan yoksul bir Mali köylüsünün dev çiftliklere sahip, kamu yardımı, teşvik kredisi vs. alan, en ileri teknolojik yöntemlerle üretim yapan bir Amerikan pamuk üreticisiyle aynı normlarda üretim yapmasını ve aynı koşulla da rekabette bulunmasını talep etmektedir.
Bu nedenledir ki sonuç, Senegal
ticaret bakanının Cancundan ayrılmadan önce yaptığı deklarasyon gibi
oldu: Bizim ayakta durmaya, kalkınmadan bahsetmiyorum, ilişkin endişelerimiz
dikkate alınmadığı koşullarda pazarlıkları sürdürmenin ne anlamı var?
Meksikadan ve tüm dünyadan gelip, Cancundaki Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) zirvesine ve neo-liberalizme karşı meydanları dolduran erkek ve kız kardeşler, çocuklar ve yaşlılar, hepinize bin selam! Onca zor koşullar altında, Cancundaki gösterilere ve toplantılara zaman ve güç ayırıp gelmeniz bizim için büyük bir onur.
Ölümün ve yıkımın küreselleşmesine karşı dünya hareketi bugün Cancunda en parlak sınavlarından birini daha veriyor. Toplandığınız yerin hemen yakınında, paranın köleleri, küreselleşme cinayetini sürdürmenin yollarını ve araçlarını tartışıyor. Onlarla bizim aramızdaki fark, onların ceplerinin parayla bizim ceplerimizin ise umutla dolup taşması değil tek başına. Hayır, fark cüzdanlarımızda değil, kalplerimizde. Sizin ve bizim kalplerimizde, inşa edilecek bir gelecek var. Onlar ise sadece, sonsuza kadar tekrar etmeyi arzuladıkları bir geçmişe sahipler. Bizim umudumuz var. Onlar bizi yok etmek derdinde. Bizim özgürlüğümüz var. Onlar bizi köleleştirmek derdinde.
Kendisini bu gezegenin sahipleri olarak görenler, yüksek duvarların ardına gizlenmek zorunda kalıyorlar ve planlarını pervasızca hayata geçirebilmek için üzerimize güvenlik güçlerini salıyorlar; bu ne ilktir, ne de son olacaktır. Sanki savaştaymışız gibi, uluslararası ordunun yüksek komutası dünyayı fethetmeye, daha doğrusu yok etmeye çalışıyor; arkasına gizlendikleri güvenlik sistemi ise en az korkuları kadar büyük.
Muktedirler daha önce gelecekteki savaşları ve sürgünleri kapalı kapılar ardında, gizlice konuşurlardı. Ama artık gizlenemiyorlar, uğursuz hesap kitaplarını Cancundaki onbinlerin ve dünyadaki milyonların gözü önünde yapıyorlar.
Bütün mesele budur. Bu bir savaştır. İnsanlığa karşı başlatılan bir savaştır. Bunların bize dayattığı küreselleşme denen şey, kanla ve dolarla beslenen global bir makineden başka bir şey değildir.
Ölümü paraya çevirmek üzerine kurulu bu karmaşık denklemde, küresel kasaphaneyi yöneten yalnızca bir avuç insan var. Biz ise yerlileriz, gençleriz, kadınlarız, çocuklarız, yaşlılarız, eşcinselleriz, göçmenleriz; yani farklı olan herkesiz... Yani insanlığın ezici çoğunluğu biziz.
Gezegeni, yönetim hakkını gaspettikleri, kendi özel kulüplerine çevirmek isteyen muktedirler, bugün bir dünya savaşı yürütüyorlar. Bir araya geldikleri muazzam lüks bölge, kafalarındaki gezegenin aslında küçük bir örneği; yani ordu ve polis güçlerinin korumasındaki otel kompleksleri, restoranlar ve eğlence merkezleri...
Bize de bu merkeze girme seçeneği sunuluyor, ama ancak hizmetçiler olarak. Veya dünyanın dışında, hayatın dışında kalacağımız söyleniyor.
Fakat hizmetçi olarak yaşamakla ölmek arasındaki bu seçime uymamız ve bunu kabullenmemiz için hiçbir neden yok. Yeni bir yol çizebiliriz; haysiyetle ve özgür yaşayabileceğimiz bir dünya kurabiliriz. Böyle bir alternatif mümkün ve gerekli. Gerekli, çünkü insanlığın geleceği buna bağlı. Beş kıtanın her bir köşesinde böyle bir geleceğin hasreti çekiliyor. Bu alternatif mümkündür, çünkü dünyanın dört bir köşesinde insanlar, özgürlük kelimesinin çoğunlukla savaşların bahanesi olarak kullanıldığını biliyor.
Kardeşlerim, küreselleşmenin dayattığı projelere karşı dünyanın her yerinde isyan var. Yukarıdakiler, konformizmi, düşmanlığı, aptallığı, savaşı, yıkımı ve ölümü küreselleştiriyorlar. Aşağıdakiler ise isyanı, umudu, yaratıcılığı, bilgiyi, imgelemi, hayatı, hatıraları küreselleştiriyorlar; hepimizin uyum içinde, demokrasi, özgürlük ve adalet içinde yaşayabileceği bir dünyayı inşa ediyorlar.
DTÖnün ölüm treninin Cancunda ve dünyanın her yerinde raydan çıkarılacağını umut ediyoruz.