1 Şubat '03
Sayı: 05 (95)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist savaşa ve saldırılara karşı sınıf savaşını yükseltelim!
  Yasağa rağmen binler Beyazıt Meydanı'ndaydı...
  Emperyalist savaşa karşı kitle hareketi ülke çapında büyüyor
  Savaş karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  Savaş karşıtı eylem ve etkinliklerden..
  Savaş karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  Emperyalist savaş üzerine İstanbul ÇHD Başkanı ile konuştuk...
  BM Silah Denetçileri raporu ABD'nin istediği doğrultuda...
  Sermayenin önündeki "mayınları temizlemek"!..
  Tuzla Carmen Çuval direnişte!
  Ciddiyetsizliğin son perdesi/6
  İsrail seçimleri ve Filistin soykırımı
  İslamcı basın hükümetin savaşa karşı olduğu yanılsaması yaratıyor...
  AKP hükümeti rüstünü ispatlıyor!
  Dünya Ekonomik Formu'nun Davos toplantısı kitlesel gösterilerle protesto edildi
  KADEK ve ABD
  Köln'de savaş karşıtı kitlesel gösteri
  İşçi Kültür Evi Bülteni'nden...
  Sabiha Gökçen hava limanı ABD emperyalizminin üssü olamaz!
  Trakya Üniversite'sinde polis terörü
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
KADEK ve ABD

Serhat Ararat

Haftalar boyu KADEK’in ABD ile görüştüğüne ilişkin tartışmalar yapılmaktadır. Tartışmalar işin özünü açığa çıkarmaktan çok, özünü bulandırmaya ve saptırmaya, gerçeklerin üstünü örtmeye dönüktür. İlk kez Can Dündar KADEK’e ait olan bir belgeyi açıklayarak yorumladı. Ardından TC’nin Genelkurmay ve istihbarat yetkilileri belge ve ABD ile yapılan görüşmeyi doğrulayan açıklamalarda bulundular. İlk günlerde KADEK açık bir ret tavrından çok yuvarlak laflarla geçiştirmeye çalıştı. Sonra ABD Ankara Büyükelçisi sert bir üslupla böyle bir görüşmenin yapılmadığını söyledi ve konuyla ilgili haberleri yayınlayan gazetecileri sert bir biçimde eleştirdi.

KADEK ve ABD temsilcileri gerçekten görüştü mü, görüşmedi mi? Tartışmayı bu soru üzerinde yürütmenin bir yönüyle çok anlamlı olmadığını düşünüyoruz. Belli ki TC ile ABD arasında Irak savaşı, “Kuzey Cephesi” konularında önemli bir pazarlık vardı. Bu noktada TC elini güçlendirmek ve istemlerini daha etkili bir biçimde ABD’ye anlatmak ve dayatmak için böyle bir tartışmayı gündemleştirdi. Bu pazarlıkların içinde KADEK’in fiziksel imha dahil tasfiyesi, Musul-Kerkük bölgelerinin askeri olarak denetlenmesi, Güney Kürdistan ve Irak’ın yeniden yapılandırılması konusunda daha fazla ve etkili söz sahibi olma gibi temel noktalar var. “KADEK ile görüştünüz, bu, teröre taviz ve güç vermektir, hele Ortadoğu senaryosunda KADEK’e sıradan da olsa, figüranlık düzeyinde de olsa bi rol vermek kabul edilemez” dayatmasıyla ABD karşısında kendi elini güçlendirmeye çalışmıştır.

ABD ise bu yaklaşım karşısında sert tepki göstererek, KADEK ile herhangi bir ilişki içinde olmadığını belirterek işin içinden çıkmaya çalışmıştır.

Bu iki noktanın altını bu biçimde vurguladıktan sonra, esas olarak KADEK’in konumu ve tutumu üzerinde durmak istiyoruz. KADEK, ABD ile herhangi bir görüşmenin yapılmadığını, yayınlanan belge ve bilgilerin doğru olmadığını, daha da önemlisi bu haber ve yorumlarla KADEK ile bölge halklarının arasının açılmak istendiğini belirtti ve günlerce bu tutumunu yaymaya çalıştı.

Açık ki KADEK bu sert görünen tutumuyla sahtekarlık yapıyor. Bölge halklarına karşı hegemonya savaşına hazırlanan ABD emperyalizminin yanında görünmek, hiç kuşkusuz bölge halklarından tümden kopmak ve ABD-İsrail-TC eksenine yamanmaktan başka bir şey değildir. Peki, İmralı Partisi KADEK, anılan bu karşı-devrimci eksene yamanmak için az mı çırpındı? Bu çırpınışları belgeli değil mi? A. Öcalan’ın avukatlarıyla yaptığı görüşmelerin notları, gönderdiği talimatlar, 8. Kongre’ye sunulan Politik Rapor ve KADEK BK üyelerinin yaptıkları sayısız açıklama ve değerlendirme bu yamanma yaklaşımının somut göstergeleri ve kanıtları değil mi? Şimdi ortaya çıkıp” biz ABD ile görüşme yapmadık, böyle bir şey yok ve bunu yaymak ise bizimle bölge halklarını karşı karşıya koymaya dönük bir provokasyondur” demek sahtekarlık de&currn;ilse nedir?

ABD ile görüşmek, ABD’nin bölge politikasında yer almak için çırpınan siz değil misiniz? Sıradan insanları hafızasız, hiçbir şeyden anlamaz olarak görebilirsiniz, ama tarihe mal olmuş belgeleri ne yapacak ve nereye koyacaksınız? İşte bunlardan bir iki örnek:

“Üç trilyonu bana harcıyorlar, demek ki ümitleri var değil mi? Devlet bana saygılı olmuşsa (ki olmuştur) ben de ona saygılı olurum. Keşke devamı gelse. Umut ediyorum. Benim yaşamam bile önemlidir. Çünkü herkes değerli biliyor (karşı tarafta).

Bu yaşam (içinde bulunma koşulları açısından) her gün intihara götürür. İlk gün dedim, hiç konuşmayacağım, ama baktım durum kötüye gidecek. (hem Kürtler hem Türkiye için) Barış için o günden bugüne konuşuyorum. Yeni dönemde herkes değişecektir.

Talepler benim imzamla olsun

a- Bu girişim, Ortadoğu’da demokratikleşmeye hizmettir. Bunun gelişmesine karşı değiliz. Irak’ta, Balkanlar’da geliştiyse ABD’nin öncülüğünde gelişimine karşı değiliz.

b- Güvenceler verilirse bu demokrasi bloku içinde rolümüzü oynamaya çalışırız. Demokratik bir blok şeklinde gelişeceğine inanıyoruz.

c- Arabuluculuğunuzla Türkiye’de silahları bırakmaya hazırız.

d- PKK, kendi program ve eylem yapısını değiştirerek, yasal-siyasal oluşuma kendisini hazırlamak istemektedir. Bunun için Türkiye’den beklentiler, bölgede bazı demokratikleşme adımları atmasıdır. (Koruculuğun lağvedilmesi, OHAL’in kaldırılması vb.)

e- Toplumsal barış için ve silahsızlanmayı sağlamak için af gereklidir.

f- Hızlı hareket edilmeli, sınırlar değişmeden güneye siyasal himaye (güvence) verilmelidir.

NOT: Ev gözaltımı gibi statü yaratmalısınız. Birkaç arkadaş da yanımda olmalıdır.

Türkiye’ye kendileri beni teslim etmiştir. Kendileri tarihi en büyük zararı görür. Olumsuz yaklaşım olursa, ABD 21. yüzyılı sadece bizimle savaşarak geçirecektir. Bu konsepte PKK de dahildir. Hızlı adımlar atılsın. Pratik sonuçları İmralı duruşmalarına yansımalıdır. İngiltere ve Almanya’ya da bu projeyi sunun. Süleymaniye’de ABD ile görüşsünler. Türkmenler ile ilişkileri düzeltin. Talabani ile görüşün, benden de selam söyleyin. Yardım etsin size. ’93’teki yapıcı yardımını sürdürsün. Talabani-Barzani yine bizim güneydeki durumlarımız ile ilgili bilgi getirin. (Talabani-Barzani’nin yakın süreçte ABD’ye gidecekleri aktarıldı.) Türkiye Avrupa ile geliştirecekleri çözümden rahatsız, ama ABD ile çözüm olabilir yaklaşımı vardır.

(3 trilyon masraf yapılıyor. 70 milyon dolar ABD yardım yapmış bilgisi aktarıldı.)

Suriye kendini dönüştürebilir. Demokratikleşmeye yönelik adımlar atabilir. Saddamvari şeyler tasfiye olacaktır.”

Buradaki değerlendirme ve istemler A. Öcalan’a ait ve 7 Haziran 1999 tarihli avukatlarla yapılan görüşme notlarından alınmıştır.

Buradaki sözler hiçbir açıklamaya yer vermeyecek kadar çok açıktır. Ama biz yine de bir-iki tekrar yapmakta yarar görüyoruz.

Bir: Öcalan, ABD’nin Balkanlar ve Irak’taki politikalarını “Demokratikleşmeye hizmet” olarak değerlendiriyor.

İki: ABD ekseninde oluşan bloku, “Demokrasi bloku” olarak değerlendiriyor.

Üç: Güvence verilmesi durumunda bu blok içinde “rolümüzü oynamaya çalışırız” diyor. (İstedikleri güvence ise hiç kuşku yok ki aftan başka bir şey değildir.)

Dört: Öcalan ABD ile görüşülmesini, bu konuda C. Talabani’nin de yardımcı olmasını istiyor ve “93’teki yapıcı yardımını sürdürsün” diyor.
Hatırlanırsa İmralı Partisi yönetenlerinin bundan sonra yaptığı tüm değerlendirmeler yukarda özetlediğimiz eksen temelindedir. ABD’nin tek kutbunu oluşturduğu emperyalist düzeni onaylayan, meşrulaştıran, halk yığınlarına şirin göstermeye çalışan bir tutum içinde olmuşlardır. Nisan 2002 Serxwebun sayısında yayınlanan 8. Kongre’ye sunulan “Politik ve Pratik Çalışma Raporu” adlı belgede bu yaklaşımı görmek mümkün. Bu belgede şunlar yazılı:

“Bu anlamda yaşanmakta olan ve önümüzdeki yıllarda yoğun bir mücadele ile yaşanarak yeni bir uluslararası sistemin oluşumuna yol açacak süreç ileriye doğru bir süreçtir, bir gelişme sürecidir. Bunun bazılarının sandığı ya da iddia ettiği gibi geriye gitme özelliği kesinlikle yoktur. Monarşilerin, oligarşilerin, kişi diktatörlüklerinin, faşizmin gündeme gelmesi elbette beklenemez. Bunlar geçmişte kalan, insanlığın geçmişte yaşadığı ve artık gelişmeler önünde engel oluşturan ideolojik ve siyasal yapılardır. Dolayısıyla değişim ve yeniden yapılanma barış ve demokrasi ile insanlığın bütünleşmesi yönünde, ulusal kimlik ve kültürün gelişmesiyle birlikte uluslararası bir kimliğin ve kültürün ortaya çıkıp geliştiği ve böylece bir bütünleşmenin oluştuğu bir y&oul;nde olacaktır. Bu nedenle yeni uluslararası sistem geçmişten daha barışçıl bir sistem olmak zorundadır. İnsanlık özellikle 20. yüzyılda iki büyük dünya savaşını yaşadıktan sonra, böyle büyük savaşları tekrar gündemine alamaz; hele hele nükleer silahların dünyayı tehdit ettiği bir ortamda böyle bir savaş durumu kendisini yok etmesini de içerir ki, 21. yüzyıl insanlığı herhalde bu kadar akılsız ve tedbirsiz oamaz.”

KADEK, “uluslararası sistem” diyerek tek kutuplu emperyalist dünyayı meşrulaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda ABD’nin dünyayı tek başına yönetme, olası rakiplerinin önünü bugünden kesme, bunun için petrol, diğer stratejik madde ve alanları denetleme stratejisinin bir gereği olarak hazırlanmaya çalıştığı Irak savaşını “statükoya karşı mücadele” olarak tanımlıyor ve böylece hangi cephede yer alacağını net bir biçimde ortaya koymakta tereddüt etmiyordu. Şimdi kalkıp “biz ABD ile görüşmedik, bu tür haberler bizi Ortadoğu halklarıyla karşı karşıya getirmeye yöneliktir” demenin herhangi bir anlamı olabilir mi? Öncelikle bu değerlendirme ve yaklaşımı ortadan kaldırmanız gerekir, sonra söz söyleme hakkınız belki doğar, yoksa sahtekarlıktan kurtulmak mümkün değildir! Anılan belgede “Her şeyden önce, Otadoğu üzerindeki mücadele, statükoculukla değişim ve dönüşüm arasındaki bir mücadeledir” sözleriyle emperyalist savaşın özünü de çarpıtmış oluyorlar. Aynı belgede hemen devamla haydut Bush yönetimi onaylanmakta ve emperyalist hegemonya savaşı “statükoyu aşma mücadelesi olarak” gösterilmeye çalışılmaktadırlar. Şu utanç verici sözleri birlikte okuyalım:

“Her şeyden önce, Ortadoğu üzerindeki mücadele, statükoculukla değişim ve dönüşüm arasındaki bir mücadeledir; bir başka ifadeyle 20. yüzyıl sistemini olduğu gibi sürdürmeyi istemekle bunu insanlığın yaşadığı ekonomik, sosyal, kültürel ve ideolojik gelişmelere ve yine Ortadoğu’da temel olan Filistin ve Kürt sorunlarının çözümüne uygun olarak değiştirmek ve yeni bir sistem yaratmak isteyen güçler ve anlayışlar arasındaki bir mücadeledir; 20. yüzyıl sistemiyle insanlığın ihtiyaç duyduğu daha barışçıl ve demokratik olması gereken 21. yüzyıl sistemi arasındaki bir mücadeledir. Ortadoğu barış projesini ve uluslararası komployu yürüten ABD yönetimi başarısızlığa uğradıktan sonra Amerika’da yeni bir yönetim işbaşına gelmiş, Irak merkezli olarak bir Ortadoğu üdahalesini içeren yeni bir projeyi, akıllı yaptırımlar projesini hazırlayıp uygulamaya koymak istemiştir. Ancak uluslararası alanda ve bölgesel düzeyde eski statükoyu savunan güçler bu projenin pratikleşmesini engellemişlerdir. Özellikle uluslararası alanda Rusya, Fransa, Çin ittifakı, bölgesel planda Türkiye, İran, Irak, Suriye ittifakı, yerel planda KDP-YNK ittifakı böyle bir projenin hayata geçmesini engellemiş, eski statükonu sürdürülmesini istemiştir.”

KADEK, bu değerlendirmeleriyle ABD akıl hocalarını bile sollamaktadır. Açık ki ABD’nin hegemonya savaşını onaylayan ve destekleyen KADEK, kendisi için bir rol istiyor ve bekliyordu. Ancak “Aç tavuk kendisini buğday ambarında sanır” örneğini yaşayan İmralı Partisi yönetenleri gerçekliğin pek de öyle olmadığını, kendilerine bir rol verilmek yerine, tasfiye planı içinde olduklarını görmeye başladılar ve büyük bir telaşa kapıldılar. Yukarıdaki değerlendirmelerinden vazgeçmemekle birlikte tutumlarını sözüm ona “tarafsız”laştırdılar. “Irak savaşı Ortadoğu statükosunu aşacaktır, bu olumludur, ama bu savaşta biz Kürtlerin çıkarlarını esas alan bir tutum içinde olacağız” demeye başladılar...

Özetle, birçok değerlendirme ve kararlarıyla ABD’nin Ortadoğu politikasını “statükoyu aşma” mücadelesi, “demokratikleşme girişimi” olarak değerlendiren İmralı Partisi KADEK, ABD ile görüşmek, onun Ortadoğu senaryosunda figüranlık kapmak için herşeyi yapmaya hazırdı. Can Dündar tarafından yayınlanan belgedeki görüşler yukarda birkaç aktarma yaptığımız belgedeki görüşlerin aynısı, tüm KADEK yayınları benzer görüşlerle doludur. Dolayısıyla tartışmayı ABD ile görüşme oldu mu olmadı mı ekseni üzerinde yapmak yerine KADEK’in çizgisi ve politik tutumu üzerine yapmak, teslimiyet ve ihaneti teşhir ve tecrit edecek bir yaklaşım içinde olmak daha sağlıklı ve doğru olur!

KADEK, bu düzene yamanmaya çalışıyor, bu düzen içinde kendine bir yaşama olanağı yaratmak istiyor. Ama sistemin efendileri pişmanlık gösterilerine bile, yaşam dilenciliklerine bile zerre kadar “değer” vermiyor! Çünkü bu sistemin efendileri, tarihsel ve siyasal bir bilince, sınıfsal içgüdülere sahiptirler! Sürüngenlere yaşam hakkı tanımama kararındadırlar.

Ne yazık ki halkımız bu gerçeklerin farkında değil, ya da farkında olmasına rağmen çaresizleri oynuyor. Kaderinin söz konusu olduğu bir savaş sürecinde böyle bir aldatmaca ve çaresizlik içinde olmak kadar kötü ve talihsiz bir şey olabilir mi?

Ama çaresizlik ve talihsizlik bir kader değildir! Çaresizliği ve talihsizliği aşmak devrimci ve yurtseverlerin bilinçlerinde, yüreklerinde ve daha da önemlisi etkili pratik mücadelelerinde gizli!..