1 Şubat '03
Sayı: 05 (95)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist savaşa ve saldırılara karşı sınıf savaşını yükseltelim!
  Yasağa rağmen binler Beyazıt Meydanı'ndaydı...
  Emperyalist savaşa karşı kitle hareketi ülke çapında büyüyor
  Savaş karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  Savaş karşıtı eylem ve etkinliklerden..
  Savaş karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  Emperyalist savaş üzerine İstanbul ÇHD Başkanı ile konuştuk...
  BM Silah Denetçileri raporu ABD'nin istediği doğrultuda...
  Sermayenin önündeki "mayınları temizlemek"!..
  Tuzla Carmen Çuval direnişte!
  Ciddiyetsizliğin son perdesi/6
  İsrail seçimleri ve Filistin soykırımı
  İslamcı basın hükümetin savaşa karşı olduğu yanılsaması yaratıyor...
  AKP hükümeti rüstünü ispatlıyor!
  Dünya Ekonomik Formu'nun Davos toplantısı kitlesel gösterilerle protesto edildi
  KADEK ve ABD
  Köln'de savaş karşıtı kitlesel gösteri
  İşçi Kültür Evi Bülteni'nden...
  Sabiha Gökçen hava limanı ABD emperyalizminin üssü olamaz!
  Trakya Üniversite'sinde polis terörü
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Ciddiyetsizliğin son perdesi/6

“Birlik Devrimi çizgisi” ve
bugünkü MLKP gerçeği

MLKP’nin 3 Kasım seçimleri üzerinden reformist kampa doğru ne denli büyük bir adım attığını ayrıntılara varan tanıklıkların da yardımıyla görmüş bulunuyoruz. Fakat bu konum ve yön değişiminin anlamını ve önemini tam olarak değerlendirebilmek için, tam da bu aynı konuda, reformist solla ilişkiler alanında, MLKP’nin geçmişte nasıl bir görüş ve tutum içinde olduğuna da bakmak durumundayız. Bunu yaparken hiçbir tartışmalı duruma mahal bırakmamak için dosdoğru en temel ve bağlayıcı belgelerden hareket edeceğiz. Köklü konum ve yön değişiminin anlamı, bu belgelerdeki temel yaklaşımlarla bugünkü çizgi karşılaştırıldığında tüm açıklığıyla ve pek az söz gerektirecek bir katı gerçek olarak ortaya çıkacaktır.

Reformist solla ilişkiler elbette somut politikanın, taktiğin bir alanıdır. Fakat her güncel politik ya da taktik sorunun olduğu gibi bu sorunun da ilkesel ve stratejik bir çerçevesi vardır. Şu veya bu dönemde izlenen taktik, devrimci olacak ve amaca hizmet edecekse eğer, kesin bir biçimde bu çerçeveye oturmak, ona tabi olmak ve hizmet etmek zorundadır. Buna uygun davranılmadığı her durumda, ilkesiz pragmatizme keyfi ve sınırısız bir alan açılır ve bu oportünizm batağına boylu boyunca gömülmekle sonuçlanır.

Ne iyi ki, bunun aynen de böyle olduğu; gündelik bir politika sorunuymuş gibi görünen bir önemli ilişkiler alanının gerçekte temel önemde bir ilkesel ve stratejik arka plana sahip bulunduğu konusunda, temel MLKP belgeleri de bize yeterli açıklıkta tanıklık etmektedir.

Bugünkü MLKP kuruluş dönemi
çizgisinde mi duruyor?

Nisan 2002 tarihli MLKP 3. Kongresi bildirisi, “Partimiz III. Kongresi’nde ulaştığı sonuçlarla Birlik Devrimi’nin çizgisine sımsıkı bağlı kaldığını” göstermiştir diyor. Bildirinin her söylediğini daha da ileri götüren ve eksik kaldığı noktada vurgulu biçimde onu tamamlayan Partinin Sesi başyazısı ise, MLKP 3. Kongresi’nin “partiyi yeniden Birlik Devrimi’nin rotasına sokmuş” olmasından sözediyor (daha önce sıkça andığımız Mayıs 2002 tarihli başyazı). MLKP 3. Kongresi’nin söylem düzeyinde de olsa “Birlik Devrimi’nin çizgisi”ne bağlılığını bu denli kesin sözlerle ifade etmesi, bizi burada, “Birlik Kongresi Belgeleri”nin resmi düzeyde kesin bağlayıcılığının bir kez daha resmen onaylanması bakımından ilgilendiriyor. Bu bağlılık ilanının gelinen yerde pratik bir değer taşıyıp taşıadığı ise ayrı bir sorun. Bu belgelerde ortaya konulan ilkesel ve stratejik çerçeve ile bugünkü pratiği karşı karşıya koyduğumuzda, bunun böyle olup olmadığı nasılsa kendiliğinden anlaşılacaktır.

Bugünkü pratik çizginin ne ifade ettiğini, Kürt hareketiyle ve 3 Kasım seçimleri üzerinden genel olarak reformist solla ilişkiler çerçevesinde görmüş bulunuyoruz. Sıra şimdi “Birlik Kongresi Belgeleri”nin ilkesel ve stratejik çerçevede ortaya koyduklarını görmekte.

MLKP’nin kuruluş belgeleri kabul edilen Birlik Kongresi Belgeleri, program ve tüzüğün yanısıra “Stratejik Planımızın Ana Özellikleri” başlıklı temel önemde bir başka belge içermektedir. 3. Kongresinin ifadesiyle bu “Strateji belgesi”, program ve tüzükten sonra MLKP için en temel ve bağlayıcı belge durumundadır. Öylesine ki, bu belgedeki bazı görüş ve tanımlamalar ancak kongre düzeyinde gözden geçirilebilmektedir. Bunun bir örneği son 3. Kongre kararları üzerinden duruyor önümüzde. Daha sonra bu örnekten hareketle de göreceğimiz gibi, “Strateji belgesi”; devrim sorunlarında genel planda küçük-burjuva demokrat bir çizgiye oturmanın ötesinde, çok temel bazı konularda akıl almaz budalalık örneği görüşler içeriyor.

Fakat bizi burada şimdilik belgenin bu yönleri değil, herşeye rağmen devrimci nitelik taşıyan görüşleri ilgilendiriyor. Zira marksist-leninist bir bakış açısından bu belgenin bizim için tartışmalı yönleri ne olursa olsun, MLKP’nin bugün geldiği yer üzerinden bakıldığında, bu belgenin herşeye rağmen bu hareketin devrimci dönemini ve kimliğini temsil ettiği de bir gerçektir.

Birlik Kongresi Belgeleri:
“Ana darbenin doğrultusu”

“Strateji belgesi”, stratejik plan içinde çeşitli sınıfların durumunu genel çizgileriyle tanımlıyor, bundan çıkan stratejik görevleri ve öncelikleri ortaya koyuyor ve bunları da sonunda “taktik plan”ın “belli başlı yönleri”ne bağlıyor. Belgede orta burjuvazi, “stretejimizin ana darbesinin doğrultusunu oluşturan” sınıf olarak tanımlanıyor ve hakkında şunlar söyleniyor: “Bu sınıf tamamiyle karşı-devrimci bir konumdadır. Reformizm ve liberalizm, hangi biçimiyle belirirse belirsin, son tahlilde bu sınıfın dünya görüşünün siyasi eğiliminin ve ekonomik-toplumsal çıkarlarının en yalın ifadesidir.” (Birlik Kongresi Belgeleri, Varyos Yayınları, s.73)

Tanımdaki “hangi biçimiyle belirirse belirsin” vurgusundan yansıyan tüm açıklığa rağmen, sınıf olarak orta burjuvaziden sözedildiği bir durumda, bu söylenenlerin küçük-burjuva reformizmini de içerip içermediği yine de biraz belirsiz kalıyor. Fakat izleyen paragraf bu türden tereddütleri giderecek ek açıklamalar yapıyor: “Karşı devrimci liberalizmin ve reformizmin tek biçimi, bugün faşizmle tam bir blok kurmuş olan ve önemli bir iflas yaşayan sosyal demokrasiden ve artık yüzlerindeki sahte sosyalist maskesini de atan revizyonizmin değişik biçimlerinden ibaret olmadığı gibi, gerek küçük burjuvazinin reformcu yöneliminden gerekse de kendiliğinden (sendikal) işçi hareketinin saflarından sürekli bir biçimde kendisine taze güçler bulmaktadır.” (aynı yer)

Açıkça görülebileceği gibi sözkonusu olan her biçimiyle reformizmdir. Nitekim daha ilerde bu aynı görüşler, üstelik bu kez proletaryanın devrimci sınıf bağımsızlığı kazanması gibi stratejik bir görev ve devrimde proletaryanın hegemonyası gibi temel önemde ilkesel bir sorunla bağı içinde, yineleniyor. Her biçimiyle reformizm sorunu bir kez daha “ana darbenin doğrultusu sorunu” ile ilişkilendiriliyor. (s.84)

Bu değerlendirmeler ‘94 yılında yapılıyor. ‘70’li yıllarda daha çok CHP çizgisinde ifadesini bulan burjuva orta sınıf reformizmi o tarihte çoktan geride kalmıştır. Bu gelenekten gelen yeni partiler, 12 Eylül sonrasının sosyo-ekonomik ve politik değişiklikleri zemininde, artık eski reformcu söylemi bile bir yana bırakarak her açıdan emperyalizme boyun eğen ve işbirlikçi burjuvazinin programını olduğu gibi izleyen düzen partileri haline gelmişlerdir. Sosyal-reformist solun geleneksel temsilcileri olan revizyonist partiler (TKP-TİP-TSİP) ise ‘89 çöküşünün etkisi altında düzen içinde eriyip dağılmışlardır. Fakat Birlik Kongresi Belgeleri haklı olarak, onlardan boşalan yerin “gerek küçük burjuvazinin reformcu yöneliminden gerekse de kendiliğinden (sendikal) işçi hareketinin saflarından” gelen güçlerle sürekli br biçimde doldurulduğuna işaret etmektedir. ÖDP, EMEP, SİP gibi akımlar işte bu türden bir gelişmenin yeni ürünleri olarak siyaset sahnesinde yerlerini aldılar ve bizzat MLKP belgeleri tarafından isimleri tek tek anılarak, “devrimci stratejimizin bir gereği olarak ana darbenin doğrultusunun ateş menzili içinde” tanımlandılar (Partinin Sesi, sayı: 14, başyazı, Haziran-Temmuz 1998, vurgular orijinalinde).

Stalin’den uyarlama terminolojiye göre, izlenen stratejik plan içinde “ana darbenin doğrultusunu gerçekleştirmek”, her biçimiyle reformizmi teşhir ve tecrit ederek işçi sınıfının bağımsızlığını sağlamak ve devrimci önderliğini güvenceye almak, böylece yığınları devrim yoluna yöneltmek demektir. Proletaryanın devrimdeki hegemonyası, dolayısıyla bir bütün olarak devrimci sürecin kaderi, bu sorunla, her biçimiyle “reformizmin yalıtılması” göreviyle sıkı sıkıya bağlıdır. Kendiliğinden anlaşılacağı gibi, bu belirleyici önemdeki ilkesel tutumu ve stratejik hedefi gözden kaçıracak her politika ve taktik, devrimden ayrılma anlamına gelecek ve pratikte reformizmin güç kazanması sonucunu yaratacaktır. Reformizmi etkisizleştirmenin, onun yığınlar üzerindeki etki ve denetimini kırmanın, teşhir ve tecrit etmenin yol e yöntemleri duruma ve koşullara göre elbette değişebilir. Ama hedefin kendisi bütün bir devrim süreci boyunca değişmez kalır. Özetle sözkonusu olan, proletaryanın sınıf bağımsızlığı, devrimde hegemonyası ve dolayısıyla bir bütün olarak devrimin kaderi sorunudur.

Tüm bunları “Strateji belgesi”nin konuya ilişkin pasajlarının mantığı içinde söylüyoruz ve bununla, bugün duygusal bağlılık yeminlerine konu edilen Birlik Kongresi Belgeleri’nde reformizm sorununa verilen ilkesel ve stratejik önemi göstermek istiyoruz. Buradaki genel planda doğru ve devrimci tutumu alıp, SHP’nin kapısından son anda dönen pelteleşmiş liberal solla seçim blokları kurmak ve onlarla ortak platform üzerinden kitlelerin karşısına çıkmak isteyenlerin bugünkü perişanlığı ile karşılaştırınız. Ortada devrimci ilkesel ve stratejik tutum ve kaygıdan eser kalmadığını görürsünüz. Artık reformizmi aklayan, ona güç, meşruiyet ve itibar kazandıran bir davranış çizgisi, parlamentarizmi kitleler ve sol üzerinde tasfiyeci bir rüzgara dönüştüren bir blokta yer almaya o sınırsız heves vardır karşımızda.

Fakat kuruluş dönemi MLKP’si ile bugünkü arasında bu tür bir karşılaştırma yapmak için biraz daha bekleyelim. Zira bu konuda görmemiz gereken daha bir de 2. Kongre değerlendirmeleri var. Buna geçmeden önce, bu aynı “Strateji belgesi” içinde sorunun “Kürt ulusal devrimi” açısından konuluşunu da görmek durumundayız:

“Kürt ulusal devrimi açısından ana darbenin doğrultusunu, Kürt sorununu bugünkü rejim içinde reformcu yollardan çözmeye yönelik düşünce ve girişimlerin, uzlaşma eğilimlerinin bütününün ifadesi olan geniş bir kesim oluşturmaktadır. Kürt ulusal devrimci güçlerinin uzlaşmaya yönelik düşünceleri ve bu yöndeki her adımının da bu menzile gireceği açıktır. Kürt ulusal hareketi içindeki reformcu eğilime karşı mücadele, bugün devrimi ilerletmek ve boğulmasını engellemek bakımından çok önemli stratejik ve taktik bir görevdir.” (s.86)

Görünüşe göre sorun burada o kadar tam ve eksiksiz konulmuş bulunuyor ki, insan ekleyecek söz bulamıyor. Peki Birlik Kongresi Belgeleri’nde Kürt hareketinde reformizm sorununu bu kadar açık ve kesin bir biçimde tanımlayanlar, geçelim Kürt reformist akımlarını, “Kürt ulusal devrimci güçlerinin uzlaşmaya yönelik düşünceleri ve bu yöndeki her adımını” bile “ana darbenin doğrultusunun ateş menzili içinde” tanımlayanlar, nasıl olup da PKK’deki köklü yön değişimine rağmen onun kuyruğunda o denli uysalca hareket etmeyi yıllarca bir çizgi haline getirebildiler? “Kürt ulusal devrimi açısından ana darbenin doğrultusunu, Kürt sorununu bugünkü rejim içinde reformcu yollardan çözmeye yönelik düşünce ve girişimler” oluşturuyorsa eğer, bu durumda hiç değilse İmralı sonrasından beri “ana darbenin doğrultusunun ateş menzili içinde” bizzat PKK-HADEP çizgisinin olması gerekmez miyi?

Bu soruların yanıtları bize, küçük-burjuva oportünizminin teorisi ve pratiği, düşüncesi ve eylemi arasındaki uçurumu vermekle kalmaz, yanısıra, kuruluş dönemi MLKP’si ile bugünkü MLKP arasındaki büyük mesafeyi de gözler önüne serer. Demek ki 3. Kongre Bildirisinin “Birlik Devrimi’nin çizgisine sımsıkı bağlı”lık üzerine ettiği o iri sözler duygusal boş laflardan öte bir anlam taşımamaktadır ve tümüyle MLKP tabanındaki devrimci kadroları aldatmayı hedeflemektedir. Bugünkü MLKP, izlemekte olduğu politik çizgi ile, kendi kuruluş döneminin belgelerinde yer alan devrimci ilkesel ve stratejik düşüncelerden kopmuştur, acı ve katı gerçek budur.

Karmaşık nedenleri olan bu değişimin gerisinde, bu kategorideki hareketler için karakteristik bir özellik olan kendiliğindenciliğin de önemli bir payı vardır ve bu hep de beraberinde başkalarının kuyruğunda sürüklenmeyi getirmektedir. Kürt hareketindeki gelişmelerin hala devrimci umutlar vaadettiği bir evrede yukarıdaki sözleri söylemek, PKK devrimci kimlik üzerinden olumlanırken örneğin PSK’yı reformculukla itham etmek ve “ana darbenin doğrultusunun ateş menzili” içine almak kuşkusuz çok kolaydı. Bunu o dönemin koşulları içinde bu denli kolay yapanlar, her türlü devrimcilik iddiasının terkedildiği ve dahası devrimin açık bir ideolojik saldırı konusu edildiği bir dönemin ardından bile, bu kez KADEK-HADEP ikilisinin kuyruğunda, aynı kolaylıkla sürüklenmeyi sürdürüyorlar. Böyleleri için yön tayini eden ilkeler ve devrimci strateji değil, fakat dönemin rüzgarı ve güce tapınmadır. Sonradan MLKP’yi oluşturan ana hareketin (TKP-ML Hareketi) ‘90’lı yılların başına, yani Serhıldanların o sarsıcı rüzgarı kendini gösterene kadar devrimci PKK’yi “burjuva reformist” bir akım olarak tanımladığı da hatırlanırsa, bu söylenenler çok daha iyi anlaşılır. Bu gelenekten gelenlerin temel önemde sorunlar karşısındaki tutumunda ilkesel ve teorik açıdan sağlam bir perspektiften çok, olayların gidişi ve politik atmosfer etkili olmaktadır. Bundan dolayıdır ki onlar hemen hiçbir dönemde Kürt hareketi karşısında sağlam ilkelere dayalı bir tutum alamadılar. Hep geriden geldiler ve zamanında doğru tutum almayı hiç başaramadılar. Kendiliğindencilik geriden gelme ve kuyruğunda sürüklenme olarak gösterdi kendini hep.

II. Kongre Belgeleri: Devrimden umutların
kesilmesi ve “sol blok” düşüncesi

94 yazından ‘97 yazına, Birlik Kongresi Belgeleri’nden II. Kongre Belgeleri’ne geçiyoruz. Ele aldığımız konu bakımından bu, sorunun ilkesel konuluşundan politik ve taktik alanına geçiş anlamına da geliyor.

MLKP 2. Kongresi’nin “Kürt ulusal devrimi”nin derinleşmesi ve uluslararası ölçekte yaygınlaşması üzerine akıl almaz boş hayaller yaydığını; reformist yönelimin apaçık ortada duran tüm unsurlarını tutup “taktik ustalığın” birirbirini tamamlayan örnekleri olarak sunmak yoluna gittiğini, böylece o güne kadar izlenegelen kuyrukçu çizgiyi yeni bir düzeyde güçlendirdiğini görmüş bulunuyoruz (bkz. Ciddiyetsizliğin son perdesi/3).

Fakat bu aynı kongre, son derece önemli bir konuda, reformist solla ilişkiler sorununda tümüyle farklı bir tutum alıyor. Bu, MLKP’nin 2. Kongresi’nde PKK ile ayrı düştüğü biricik sorundur ve bu yönüyle gerçekten dikkatleri çekmeyi hak ediyor. İlgili pasajı buraya olduğu gibi aktarıyoruz:

“Yurtsever devrimci önderliğin, batıda oluşan ve biriken devrimci olanakları oldukça küçümseyen, buna dayalı olarak hesaplarını birleşik devrim olanağına yöneltmeyen yaklaşımı dikkat çekicidir. Kuşkusuz son yıllarda yoğunlaşan ‘siyasi çözüm’, ‘anayasal çözüm’, ‘demokratik çözüm’ talepleri bu bakımdan önemli. Batıdaki komünist ve devrimci güçlerle, egemen sınıfların yedeği ve sömürgeci savaşın suç ortağı burjuva demokrasisi güçlerinin ve küçük-burjuva yasalcı parlamentarist güçlerin ‘sol birlik’ yapmalarını öngören strateji, özünde komünist ve devrimci güçleri burjuva demokrasisinin yedeğine bağlamaktan başka bir şey önermiyor. ‘Sol birlik’e, Ankara’yı ‘siyasi çözüme’ zorlama rolü biçiliyor. Ulusal kurtuluşçu hareketin yedekleri kazanma ve yine sömürgeciliğin saflarında bölünmeler yaratma çaba ve yöneliminin anlaşılmaz bir yanı yoktur. Fakat bu uğurda, batıdaki komünist ve devrimci güçleri burjuva demokrasisinin yedeğine bağlayarak kurban etme yönelimi, ideolojik ve siyasal bakımdan kabul edilemez olduğu gibi, birleşik devrim olanağından umudun kesildi&currn;ine işaret eder. Bu oportünist yönelim batıdaki devrimci güçlerin zayıf ve zaaflı durumuyla izah edilemez.” (MLKP II. Kongre Belgeleri, Sun Yayıncılık, s.253)

İlgili ara bölümün (“Kürt Ulusal Devrimi”) nispeten olumlu bu biricik pasajında bile yerinde görüş ve kaygılar ile oportünist değerlendirmeler içiçedir. Sorun öylesine konulmaktadır ki, sanki PKK Kürdistan’da devrimi hedeflemektedir de bunu yalnızca Türkiye için gerçekçi görmemektedir. Oysa PKK’nin o dönem izlediği çizgide bir tutarsızlık değil mantıksal bütünlük vardı. PKK genel olarak devrimden umudunu kestiği ve düzen içi bir çözüme yöneldiği içindir ki “siyasal çözüm” çizgisini gündeme getirmişti. Bunun sonuçları kendini her alanda, bu arada “batıdaki” sınıf mücadelesine ve sol harekete yaklaşımda da gösteriyordu. (Buradaki mantıksal bütünlüğü tüm açıklığı ile görmek için Mart 1995’de gerçekleşen EKİM 3. Genel Konferansı’nın konya ilişkin değerlendirmelerine bakılabilir.)

Fakat burada konumuz bu değil; PKK’yi bizzat bu pasaj üzerinden de mazur göstermeye yönelen oportünist çabalar üzerinde daha önce durmuştuk. Burada bizi, aktardığımız pasajda bu oportünist mazur göstermeyle içiçe yer alan öteki vurgular ilgilendiriyor. Bunlardan ilki şudur: PKK’nin Türkiye devrimci hareketini “burjuva demokrasisi güçleri” ve “küçük-burjuva yasalcı parlamentarist güçler”le bir “sol birlik” oluşturmaya yönelten çabalarının gerisinde, “birleşik devrim olanağından umudun kesilmesi” gerçeği vardır. Bizzat MLKP 2. Kongresi tarafından, Türkiye devriminden umut kesilmesi ile reformist güçlerle “sol birlik” arayışı arasında kurulan bu kopmaz bağ, bugünkü gelişmeler ışığında apayrı bir anlam ve önem kazanmaktadır.

Demek ki biz, MLKP’nin kendi temel belgelerindeki devrimci ilkesel ve stratejik belirlemeleri bu denli kolayca bir yana bırakması ile Kürt yenilgisinin yarattığı umutsuzluk ve karamsarlık ruh hali arasında bağ kurarken, hiç de zorlamalara gitmiyoruz. Bunu daha dün bizzat MLKP 2. Kongresi PKK’ye karşı yapıyor; onun genel “sol birlik” düşüncesi ve yönelimi ile “batıda oluşan ve biriken devrimci olanakları” küçümsemesi, Türkiye devriminden umutlarını kesmiş olması arasındaki kopmaz bağa işaret ediyordu. Kürt hareketinin hala devrim yolunda yürüdüğünün sanıldığı bir evrede devrim umutları canlı olanlar, aynı Kürt hareketinin “genel sol birlik” çizgisinde ifadesini bulan “oportünist yönelim”ini haklı ve soylu bir öfke ile reddediyorlardı. Fakat ne ilginçtir ki, tam da Kürt hareketinin teslimiyet ve tasfiye batğına gömüldüğü, “burjuva demokrasisi güçleri”nin bir parçası haline geldiği bir evrede, bu aynı “oportünist yönelim” bu kez MLKP çizgisi haline gelmiş bulunuyor!

Aktardığımız uzun pasajın son satırlarını yeniden okuyalım: “... batıdaki komünist ve devrimci güçleri burjuva demokrasisinin yedeğine bağlayarak kurban etme yönelimi, ideolojik ve siyasal bakımdan kabul edilemez olduğu gibi, birleşik devrim olanağından umudun kesildiğine işaret eder. Bu oportünist yönelim batıdaki devrimci güçlerin zayıf ve zaaflı durumuyla izah edilemez.” Bu anlamlı değerlendirme ve nitelemelerin ışığında dönülüp bir de 3 Kasım seçimlerinde sergilenen o utanç verici perişanlığa bakılsın!

“Kürt ulusal devrimi”nin sürdüğünün düşünüldüğü bir sırada bile tasfiyeci kabul edilen bir “strateji”, ortada artık böyle bir “devrimci” güvencenin de kalmadığı bir evrede tümden tasfiyeci bir anlam taşıyor demektir. Ama MLKP, temel belgelerindeki bu kesin belirlemelere rağmen, İmralı teslimiyetinin ardından usulca bu yeni tasfiyeci platforma kayabilmiştir. Devrimci iddia ve birikimini “burjuva demokrasisinin yedeğine bağlayarak kurban etme”de bir sakınca görmeyebilmiştir.

II. Kongre Belgeleri: Devrim,
reformizm ve “genel sol birlik”

Bitmedi daha. MLKP II. Kongresi’nin “genel sol birlik” düşüncesini ele aldığı daha anlamlı bölümler var önümüzde. Burada konu, Kürt hareketinin önerdiklerinden öteye, daha genel planda güç ve eylem birliği sorunu çerçevesinde ele alınıyor. Bu bölümlerde söylenenler görmüş bulunduklarımızdan da anlamlıdır ve bugün izlenmekte olan çizginin ne anlama geldiği konusunda çok daha aydınlatıcıdır. Tartışmanın muhatabı bu kez PKK’nin yanısıra DHKP’dir. MLKP II. Kongresi’ne MK adına sunulan rapor, güç ve eylem birliğinin kapsamı ve amaçları konusunda bu iki parti ile kendi arasına belirgin sınırlar çiziyor. Onların ‘96 yılı ortalarında devrimci gruplar arasında aylar boyu süren güç ve eylem birliği görüşmeleri sırasında savunduğu reformistleri de içeren “genel sl birlik” düşüncesini kesin bir dille reddeden rapor, bu konuda şunları söylüyor:

“Devrimci hareketin, kendi iç birliği yerine, reformistleri de içeren ‘genel sol birlik’ önerisinin, gelişmeyi reformistler ve giderek burjuvazi lehine koşullandıracağı ve dolayısıyla halkın ve devrimin saflarını daha da fazla böleceği açıktı. (...) Biz, işçi sınıfının, emekçi yığınların ve Kürt ulusunun çıkar ve özlemlerini savunan gerçekten devrimci örgütlerin birliğinin sağlanarak buradan yürünmesi, bu birliğin burjuvazinin sözüm ona muhalif parti ve klikleriyle kendi arasına kesin bir çizgi çekmesi gerektiğini düşünüyoruz. DHKP ve PKK ise farklı bir yoldan, burjuva parti ve klikleriyle bağlarını korumaktan yana olan reformist güçleri de, yani herkesi ve dolayısıyla son çözümlemede düzenin sürdürülmesinden yana olan güçleri de kapsayan bir eyle ve cephe birliğinden ya da buna açık kapı bırakmaktan yanalar.” (MLKP II. Kongre Belgeleri, s.48)

Burada değil reformistleri de içeren bir “genel sol birlik”ten yana olmak, buna “açık kapı” bırakılmasına bile kesin olarak karşı çıkan açık-seçik bir tutum var. MLKP II. Kongresi, DHKP ve PKK’nin savunduğu çizginin karşısına, “gerçekten devrimci güçlerin eylem ve cephe birliğinin merkezi ve yerel birimlerinin oluşturulması ve reformist güçlerin de bu sağlam zemin üzerinde taktiksel bağlaşmalara çekilmesi gerektiği” önerisiyle çıkıyor. (aynı yer)

Bu, ‘96 yazındaki güç ve eylem birliği görüşmeleri sırasında özellikle komünistler tarafından savunulan doğru devrimci tutumun bir benzeridir. Buna tevazuyu bir yana bırakarak kopyasıdır da diyebiliriz. (Ekte komünistlerin ‘96 yazındaki güç ve eylem birliği görüşmelerine paralel olarak konu hakkında kaleme aldıkları bir dizi kapsamlı yazıdan iki ara bölüm sunuyoruz. Ara bölümlerin başlıkları orijinaldeki gibidir. Okura bu bölümlerde ortaya konulan perspektifi, bu yazılardan bir yıl sonra toplanan MLKP II. Kongresi’nde ortaya konulan görüşlerle karşılaştırma içinde incelemesini öneriyoruz. 1996 yazında Kızıl Bayrak’ta yayınlanan devrimci güç ve eylem birliği konulu dizi yazılar, DHKP ve PKK’nin birlik konusundaki tutarsızlıklarını ve yalpalamalarını ayrıntılı bir eleştiriye tabi tutmaktaydı.)

MLKP II. Kongresi, “genel sol birlik” tasfiyeci çizgisi karşısında devrimci tutuma dayalı düşüncelerini daha ilerde şöyle sürdürmektedir: “Gelinen aşamada, süreci tıkayıcı, reformizmi ve tasfiyeciliği güçlendirici adımlardan kesinlikle kaçınmalıyız. Biliyoruz ki, devrimci örgütlerin birliği ivedi ve yakıcı bir görev olduğu gibi, bu, reformist solun sahte alternatifini boşa çıkarmanın yolu olarak da görülmelidir. ‘Sol hareket’in tüm kesimlerini stratejik olarak birleştiren bir platform arayışı, açık ki bu rolü oynayamayacaktır.” (S.49)
Bütün bu düşüncelerin ne anlama geldiği ek açıklamalar gerektirmeyecek denli açıktır. (Okur tüm bu düşüncelere kaynak oluşturan değerlendirmeleri, daha kapsamlı ve kesin biçimiyle, ekte sunduğumuz metinlerden ayrıca izleyebilir). Bizim burada ulaşmak istediğimiz özel sonuç, MLKP II. Kongresi’nde ortaya konulan bu devrimci tutum ile MLKP’nin bugün izlemekte olduğu “genel sol birlik” düşüncesi arasındaki uçurumdur. Karşımızda adeta iki ayrı parti var gibidir. ‘97 yazındaki parti, değil reformist eksenli bir sol birlik düşüncesi, devrimcilerin yanısıra reformistleri de içeren bir genel sol birlik düşüncesine bile karşıdır. Bugünkü parti ise reformist eksenli ve tümüyle reformistlerden oluşan bir sol birlik düşüncesinin mimarı ve ilk girişimcisi olmakla övünebilmektedir.

Artık ne Birlik Kongresi Belgeleri’ndeki ilkesel ve stratejik kaygılardan ve ne de MLKP II. Kongre Belgeleri’nin güç ve eylem birliği sorunlarındaki devrimci tutumundan geriye eser kalmıştır. Bunlar devrim umutlarının ve genel olarak devrimci iyimserliğin korunduğu bir dönemin düşünsel yansımalarıydı. Dönem değişti; “Kürt ulusal devrimi” yenildi, Kürt hareketi teslimiyeti seçti ve devrime karşıt bir konuma geçti. Kendiliğindenciliği, olayların ve güçlünün ardından sürüklenmeyi kendileri için bir kimlik haline getirenlerde, bu yeni dönemin düşünsel yansımaları ve politikadaki sonuçları da elbette başka olacaktı.

Bütün bunları herşeye rağmen anlıyoruz. Fakat bütün bunlara rağmen MLKP 3. Kongresi’nin kalkıp hala “Birlik Devrimi’nin çizgisi”ne bağlılık üzerine yeminler etmesini anlayamıyoruz. Bu tutum bize, TDKP’nin, devrimci konumu terkederek hızla liberal bir çizgiye sürüklendiği dönemdeki davranışlarını hatırlatıyor. TDKP’nin liberal şefleri, bir yandan yerine gevşek bir legal parti geçirmek üzere eski partiyi köklü bir tasfiyeye tabi tutup ölüme terkederken, öte yandan reformizme, tasfiyeciliğe ve yasalcılığa karşı en keskin lafları etme ikiyüzlülüğü gösterebiliyorlardı. Bu, onların kendi devrimci tabanlarını aldatmasını, yeni sürece adım adım ve kayıpsız olarak hazırlamasını amaçlayan bir davranış şekliydi. Bir çok samimi devrimci buna aldandı. Durumun az-çok netleştiği bir aşamada ise her şye rağmen devrimci kalmak isteyenlerin yapabileceği fazla bir şey kalmamıştı.

Oportünizm onların karakteridir!..

MLKP’ye dönüp bu bölüm çerçevesinde son olarak şunu söylemek istiyoruz: Başlangıç dönemine ve ilk yıllara ait bu temel belgelere bakıp bu hareketin hiç değilse ilk yıllarda reformizme karşı tutarlı bir tavır aldığı sanılmasın. Biz burada daha çok düşünsel planda ifade edilen yaklaşımları ortaya koyduk. Devrimci bir parti için düşünsel yaklaşımlarıyla uyumlu bir pratik izlemek en temel devrimci davranış ilkesidir. Oysa MLKP’de olmayan temel önemde özelliklerden biri de budur. Teorisi ve pratiği arasındaki farklılık, zaman zaman uçurum, onun en temel karakter özelliklerinden biridir. Bu reformizm ve reformist solla ilişkiler alanında da kendisini göstermiştir. İşte kabaca birkaç örnek:

‘94 yılı tarihi taşıyan Birlik Kongresi Belgeleri’nde reformizme karşı bu denli kesin tutum alanlar, ‘95 yılı sonunda gerçekleşen genel seçimlerde HADEP eksenli reformist bloku desteklediler ve sonradan bunu mazur göstermek için bin dereden su getirdiler. Üstelik blokun reformist olduğunu ve reformist amaçlara yöneldiğini kendileri de kabul ettikleri halde! (Bkz. Proleter Doğrultu, sayı: 5, Mayıs-Haziran ‘96)

‘97 yazında toplanan kongrelerinde yukarıda gördüğümüz devrimci görüşleri savunanlar, kongre sonrasında buna uygun düşen bir taktik çizgi izlemek yerine, BDGP denilen göstermelik oluşum içinde PKK’nin izlediği reformist “siyasal çözüm” çizgisine dolgu malzemesi olma yolunu tuttular (Haziran ‘98). PKK, kendi çizgisiyle son derece uyumlu bir biçimde Türkiye’de reformist solla fiili blok durumunu sürdürürken, yurdışında pratik olarak işlevsiz fakat siyasal olarak elbette bazı mesajlar vermeye yarayan BDGP oluşumuyla işleri götürüyordu. Ve bu oluşumun içinde, varlığı PKK’nin varlığına endekslenmiş bazı marjinal çevreler dışında, devrimci akımlardan bir tek MLKP yer alıyordu! Fakat MLKP için böylesi bir BDGP öylesine anlamlıydı ki, İmralı teslimiyeti öncesinde PKK’ye yöneltti¤i nadir eleştirilerinin birinde o; bu oluşuma ciddi ciddi, “ulusal direnişten ulusal ayaklanmaya gelişen ulusal kurtuluşçu devrimin Batı’ya taşınması”, “Kuzey Kürdistan’da patlak vermiş ve direnen devrimin ve devrim yangınının Batı’ya taşınması” misyonu yükleyebiliyordu! (Partinin Sesi, sayı: 16, Ekim-Kasım ‘98. Proleter Doğrultu, sayı: 19, Kasım-Aralık ‘98)

Nisan ‘99 seçimlerinde MLKP HADEP’i destekledi ve bunu da şovenist histeriye karşı Kürt halkını savunmak gibi pek soylu bir gerekçeye dayandırdı. Devrimci bir partinin şovenist histeriye karşı kendi bağımsız siyasal platformu üzerinden vermesi gereken bir mücadele neden seçimlerde burjuva reformist ulusal çizgideki bir partiyi desteklemeyi gerektirsin diye sormayacağız. Öyle ya, ortada şovenist bir histeri yokken, üstelik başlangıçta kendi bağımsız adaylarıyla ortaya çıkmışken, üstelik iyi-kötü devrimci bir konum ve hassasiyete sahip olduğu bir dönemde, 24 Aralık 1995 seçimlerinde, kalkıp son anda bağımsız adaylarını çekip reformist HADEP blokunu destekleme yolunu tutanlara bu soruyu niye soralım ki?

3 Kasım seçimlerindeki durum ve tutum ise herkesin malumu. Bunun ayrıntılı ve acınası bir tablosunu geçen bölümde sunmuş bulunduğumuz için burada yeni bir şey söylemeyeceğiz.

Sonuç olarak, ilginç bir durumla yüzyüzeyiz. MLKP fiilen ‘94 yazında kuruldu. O tarihten bu yana Türkiye üç seçim gördü. Kurulduğu tarihte ve ‘97 yazında toplanan 2. kongresinde reformizme karşı devrimci tutumun önemi üzerinde bu denli kesin sözlerle duran bir parti olarak o, nedense bu üç seçimin üçünde de tutup ulusal burjuva çizgide reformist bir parti olan HADEP’i destekledi.
Bu dikkate değer tutumun açıklaması basitçe şudur: Oportünizm ve kuyrukçuluk onların karakteridir!..

(Devam edecek...)



1996 yazındaki tartışmalardan...

Genel sol hareketin değil solun
devrimci kanadının birliği

Komünistler geride kalan 1995 yılına ilişkin değerlendirmelerinde şu gözlemi ortaya koymuşlardı: “Daha genel planda ele alındığında, geride kalan yılın sol hareket açısından en önemli olgusu, iç saflaşmalarda yaşanan yeni gelişmeler ve ulaşılan yeni açıklıklar olmuştur. Bu öncelikle sosyalizm iddiası taşıyan genel sol hareketin devrimci ve reformist grupları arasında yaşanmıştır. Sol hareketin devlet ve düzen karşısındaki konumlarıyla iki ana kesimini oluşturan devrimci ve reformist akımlar, bugün artık birbirlerinden gitgide daha açık çizgilerle ayrılmış durumdadırlar. Bu saflaşma yalnızca olayların akışıyla ve baskısıyla kendiliğinden yaşanmakla kalmıyor. Daha da önemlisi, özellikle devrimci saflarda, gitgide daha çok bilince çıkarılıyor ve bilinçli bir tutumun konusu haline getiriliyor. Bu son nokta, devrimci siyasal mücadele açısından ‘95 yılının en önemli kazanımarından biri sayılmalıdır.” (Ekim, sayı:138, başyazı)

Bu değerlendirmeyi izleyen gelişmeler yapılan gözlemi ayrıca doğruladı. (...)

‘95 yılının belirginleştirdiği saflaşmanın üzerine gelen son altı ayın tüm bu kritik siyasal olayları solun iki kanadının belirgin çizgilerle birbirinden ayrıldığını yaşam içerisinde bir kez daha teyid etti. Bir yanda, kendini devlet ve düzen karşısında devrimci konumda tanımlayan ve yaşam içinde buna göre konumlanan ve davranan parti ve örgütler. Öte yanda, geçmişten gelen ya da son 15 yılın tasfiyeci süreçlerinin devrimci kimliklerini tükettiği, düzenin icazet sınırları içerisine ittiği legalist-tasfiyeci reformist çevre ve partiler.

Siyasal yaşam sorunu pratikte çözmüş, herkesin açık seçik görebileceği netlikte bir saflaşma yaratmıştır. Dolayısıyla, bize gerekli olan, yaşam içinde gerçekleşen bu ayrışmanın devrimci kanadını oluşturan parti va akımların güç ve eylem birliğidir. Gerekli olan, solun devrimci kanadının oluşturacağı güçlü bir birleşik devrimci direniş eksenidir. Bu aynı zamanda devrimcilikle reformizm arasında salınan bazı ara güçleri ileriye çekebilmenin, kitleler üzerindeki reformist etkinliği kırmanın ve mümkün olan her durumda, bu akımların kontrol ettiği güçleri yedekleyebilmenin de en iyi yoludur. (...)

Devrimci parti ve örgütlerin yaratacağı birleşik bir mücadele ekseni, sol reformist akımları, ya devrimci güç birliğinin ardından sürüklenmeye zorlayacak, ya da gitgide daha çok teşhir ve tecrit olma akibetiyle yüzyüze bırakacaktır.

Sol hareketteki açık iç saflaşmayı doğrulayan bir başka gelişme daha var. Bu, bizzat reformist sol akımların kendi aralarındaki bloklaşma girişimidir. Legal alanda faaliyet gösteren ÖDP, EP, HADEP, DBP ve SİP son zamanlarda peşpeşe bölgesel eylem birliği platformları kurmaktadırlar. Bunların giderek yaygınlaştırılacağı anlaşılıyor. Olayların mantığı katılımcı partileri bunu ülke çapında genel bir eylem birliği platformu olarak ilan etmeye zorlayacaktır. Kuşkusuz reformist solu buna zorlayan sermayenin ağırlaşan saldırılarıdır. Fakat bu reformist güçbirliği bloku kitlelerin karşısına bir birleşme ekseni olarak çıkarılmaktadır. Legal konumun avantajları kullanılarak sendikalar ve öteki kitle örgütleri ile girilen ilişkiler bu oluşumun kitlelere sahte bir alternatif olarak sunulmasını ayrıca kolaylaştırmaktadır. Demek oluyor ki, devrimci örgütlerin birleşik bir direniş kuvveti olaak kitlelerin karşısına çıkmaları bu koşullarda çok daha gerekli ve acil hale gelmiştir. Yineleyelim ki, eğer devrimci örgütler bunu başarırlarsa, böylece reformist solun legal platformlardaki politik etkinliklerini kendi mücadelelerinin hizmetine koşmayı da çok daha kolay başarabileceklerdir. Tersi durumda ise reformist sol, yarattığı bloklaşmanın da verdiği güç ve cazibeyle, kendini kitlelere bir alternatif olarak sunmada daha b&uum;yük avantajlarla hareket edebilecektir.

Devrimci örgütlerin güç ve eylem birliği devrimci bir siyasal mücadele platformu demektir. İşin doğası gereği, bu platform kendini açık bir devrimci kimlik üzerinden tanımlamak durumundadır. Bunun genel çerçevesi, mevcut toplumsal ve siyasal düzen karşısında devrim hedefiyle hareket etmek, devrimci iktidar perspektifini savunmaktır. Bu çok genel, elbette bu haliyle farklı yorumlara hayli açık bir platformdur. Fakat buna rağmen genel ve asgari bir devrimci çerçeveyi bize veren de budur. Bundan ötesi devrimci strateji tartışmalarına girer ki, bu alanda varlığı kuşku götürmeyen temel farklılıklar asgari müşterekler üzerinde oluşturulmuş bir devrimci eylem birliğini engellemediği gibi, bugünkü koşullarda ilgilendirmez de. Siyasal mücadele sürecinin solun bünyesinde yarattığı somut saflaşma asgari devrimci kimliği taşıan akımları zaten iyi-kötü netleştirdiği için, bugün mevcut birlik girişimini oluşturan örgütler arasında bu konuda belirgin bir görüş farklılığı da yoktur. Genel eğilim reformist solu dışında bırakan (dahası etkisizleştirmeyi hedef alan) ortak bir devrimci eksen yaratabilmek yönündedir. Önemli ve acil olan bunun gereklerini yerine getirebilmektir.

Birliğin genel devrimci zemini alanındaki açıklık mevcut güç ve eylem birliğini sağlıklı ve kalıcı kılabilmenin temel bir önkoşuludur. (...)

SY Kızıl Bayrak
(Sayı: 7, 7 Temmuz 1996)



1996 yazındaki tartışmalardan...

Solda belirgin saflaşma ve
devrimci kuvvetlerin birliği sorunu

Sorunun biçime ve yönteme ilişkin yanından asıl önemli olan yanına, özüne ve esasına geliyoruz. Devrimci bir konumda bulunan, devrim mücadelesini ileriye taşıma ve devrimci iktidar alternatifine güç kazandırma kaygısıyla hareket eden her siyasal örgüt için güç birliği herşeyden önce mevcut tüm devrimci kuvvetlerin birliğidir. Elbette ki bu, devrimci olmadıkları halde şu veya bu noktada rejime muhalefet konumunda bulunan, belli bir mücadele potansiyelini herşeye rağmen taşıyan çeşitli sol ya da ilerici akımlarla belli durumlarda, belli sınırlar içinde işbirliği yapılamayacağı anlamına gelmez.

Fakat ilkin, bu farklı bir “düzey”dir ve hiçbir biçimde devrimci kuvvetlerin devrimci birliği ile karıştırılamaz. Ve ikinci olarak, geçici, tutarsız, sallantılı, güvenilmez ve dahası devrimci mücadele alternatifine karşı reformcu bir alternatifin temsilcileri olan bu akımlarla devrime hizmet edebilecek bir işbirliğinin temel güvencelerinden biri de, kuvvetli bir birleşik devrimci eksen yaratabilmekten geçmektedir. Eğer devrimci parti ve örgütler birleşik bir güç olarak hareket edebilirlerse, eğer temel noktalarda asgari bir tutum ve davranış birliği içinde olurlarsa, bu yalnızca mücadeleye eğilim duyan daha geniş kitleler için güçlü bir devrimci çekim merkezi oluşturmakla kalmaz; yanısıra, ilerici bir kimliğin temsilcisi olan reformist akımları devrimci siyasal mücadelenin yedekleri olarak en iyi biçimde değerlendirebilmeolanağı da sağlar. Bu başarıldığı takdirde, reformist sol akımlar, işbirliğine yanaştıkları her durumda, iradelerinden bağımsız olarak devrimci siyasal mücadeleyi güçlendirmiş olurlar. İşbirliğinden kaçtıklarında ise tecrit olma, mücadeleye eğilim duyan tabanlarını, sol, hatta “devrimcilik” adına kontrol ettikleri kitlelerini devrimci alternatif lehine kaybetme akibetiyle yüzyüze kalırlar.

Biz zaten “farklı düzeyler”de birlikler savunuyoruz ve bunları birbirlerinin alternatifi olarak da görmüyoruz demek, tartıştığımız kritik önemde ilişki açısından bir açıklama değeri taşımıyor. Tersine bu sorunun özünden bir kaçıştır. Sorunun özü “farklı düzeyler”i bir arada gözetmek değil, ilkin bunları birbirine karıştırmamak, bu karışıklığa hizmet eden “öneri”lerden kaçınmak; ve ikinci olarak, “farklı düzeyler” arasında esas ve tayin edici olanla tali ve tabi olanı ayırdederek, esas ve tayin edici olana özel bir öncelik ve önem verebilmektir.

Tüm sol güçler yerine devrimci güçlerin birliğine mesafeli yaklaşmayı kitle örgütlerini ve eylemlerini bölmeme kaygısıyla gerekçelendirmek de mümkün değildir. Zira yaşam içinde yeterli bir açıklıkta görülmektedir ki, böyle bir sorun devrimciler açısından zaten yoktur. Birleşik bir devrimci eksen yaratmak, kitle örgütlerini ya da eylemlerini bölmek ya da güçten düşürmek bir yana, tam tersi bir etki yaratır. Devrimci çizgi ve önderliğin güç kazanması, kitle örgütlerini güçlendirmenin ve işlevli hale getirmenin, kitle eylemlerini güçlü ve etkin kılmanın biricik güvencesidir. Yaşam, yaşanan olaylar her gün her an gösteriyor ki, bu tür bir bölücülüğü hep de reformist sol yapıyor. Zira devrimci etki onların en büyük korkularından biridir vebu etkiden kaçışa duyulan özel ve ısrarlı eğilim onları fiilen bölücülüğe itiyor. (...)
Yineleyelim ki, devrimci güç birliği ekseni kitle örgütlerini ve eylemlerini bölmek bir yana, bu birliği korumanın biricik güvencesidir. (...)

Gelinen aşamada, kimsenin solun devrimci ya da reformist kanadına mensup olmanın ayrım çizgisi ya da ölçüsü nedir diye sorabileceğini ise zannetmiyoruz. Zira ayrım çizgileri en tartışmasız ölçü olan siyasal pratik tarafından zaten çekilmiştir. 12 Eylül darbesiyle birlikte yeni bir ayrışma ve saflaşma süreci içine giren genel sol hareket, 15 yıllık uzun ve zorlu bir sürecin ardından bugün yeterli açıklıkta yeni bir çehre kazanmıştır. Yaşam başlıca sol akımları yerli yerine oturtmuş durumdadır. Kitle mücadelesinin yeni bir ivme kazanarak devrimcileştiği son birbuçuk yılın olayları ise bu yeni saflaşmaya çok daha belirgin çizgiler kazandırmıştır.

Dolayısıyla bu konuda siyasal yaşam içinde bir karışıklık yoktur. Saflar ayrışmış, konumlar netleşmiş, aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde yerli yerini bulmuştur. Karışıklık olsa olsa zihinlerde ve politikalarda vardır. (...)

Bugün devrimci güç ve eylem birliği sorununu bir an önce bir sonuca bağlamanın, merkezi olarak kurumlaştırmanın ve ortak bir plan çerçevesinde hızla mücadelenin tüm alanlarına yaymanın önündeki bir başka temel engel, tam da siyasal yaşamın netleştirdiği ve devrimci açıdan son derece önemli olan bu saflaşmayı gözeten bir birlik politikasına sahip olamamaktır. Bu alanda yaşanan karışıklıklardır. Bu karışıklık, formüle edilen politikalar planında bir kez daha DHKP-C ve PKK şahsında, pratikte ise zaman zaman sergilediği tutarsızlıklarla MLKP şahsında yaşanmaktadır. (...)

SY Kızıl Bayrak
(Sayı: 10, 21 Temmuz 1996)