Mustafa Sönmez 2002, tarihi küçülme yaşanan 2001in ardından bir toparlanma çabasıydı. Ama pek mesafe alındığı söylenemez. Tüketim harcamaları yerinde saydı ve ancak dış taleple ekonomi kısmi iyileşmeler yaşadı. İç talepteki kasılma fiyatların düşük seyrini getirirken, ihracat, büyümeye olumlu etki yaptı. Bu arada, programlanan yapısal reformlar geciktirildi. Kamu sektörünün finansman yapısı planlandığı gibi düzeltilemedi, hatta ihmal edilemeyecek bir boyutta bozuldu. Erken seçimin, maliyetleri oldu. Ama bütün bunları anlamsızlaştıran etken, kara kış gibi gelip bastıran Irak Savaşı. 2003e damgasını vuracak olan etkenler, 2002de yapılamayanlar değil, Irak serüveninin başımıza açacağı belalar olacak
2002de enflasyon beklentileri ancak enflasyondaki düşüş gözlendikçe geriledi. Sonuçta enflasyon, krizler öncesi düzeyine yüzde 30a geldi. Alım gücündeki düşmenin yanı sıra, tüketmeyip bekleme eğilimi bu düşüşte en önemli etken oldu. 2002de ekonomik büyüme herkesi şaşırttı. Tarihimizin en çarpıcı, yüzde 9.5luk küçülmesinden sonra yüzde 3lük büyüme hedefi dahi iddialı görünürken, 2002 yılı ekonomik büyümesi yüzde 7 civarında olacak. Ekonomik büyüme, ihracattan ve stok artışlarından kaynaklanıyor. 36 milyar doları bulan ihracat artışında, dalgalı kur, reel ücretlerdeki düşüş ve iç talebin daralmasından oluşan bir üçlü etkili oldu. Ama bunun yoksullaştıran bir ihracat süreci olduğunu söylemek gerekiyor. Bu arada finansman olanakları kısıtlıyken, reel faizler yüksekken, stoka üretim, firmaların ayakta kalma çabalarının, umudu koruma refleksinden başka birşey değil. 2002de finans sektörü çok zor geçen 2001den sonra kısmen toparlandı. Risk odaklı bankacılık anlayışı yerleşmeye başladı. Sermaye yeterliliğini güçlendirme programı sektörün sermayesini güçlendirdiyse de, bankacılık sektörünün kârsızlık sorunu sürüyor. Kredi artışı çok sınırlı kaldı. Bankacılık sektörü geçmişten bu yana batık krediler sorununu aşamadı. Dolayısıyla, ekonominin en kırılgan alanlarından biri olmayı sürdürdü. 2002de yatırımcılar döviz mevduatından pek şaşmazken, mali sistemin Türk Lirası ayağı büyümekte zorlandı. Siyasi ve ekonomik belirsizliklere paralel olarak döviz kurları da yıl içinde oldukça oynak bir seyir izledi. Kurlar yüzde 30luk bir bant içinde dalgalandı. Yıl sonu itibariyle dolar kuru artışı yalnızca yüzde 13 oldu. Faizler, döviz kurlarına benzer bir biçimde beklentilere paralel olarak dalgalansalar da, nominal olarak düştü. Düşen enflasyonla beraber, reel faizler yıl boyunca yüksek kaldı. Makro ekonomik dengeyi rahatlatacak ve kalıcı kılabilecek yüzde 10-15lik reel faiz düzeyi bir türlü yakalanamadı. Sayıları 3,5 milyonu bulan açık ve eksik istihdam işsizlerinin iş umudu AKP iktidarına bağlanırken, 2003 bu umudu da boşa çıkaracak gibi görünüyor. 2003e bakış 2003te Iraka yapılacak olası müdahalenin yanında, 2002 yılında kamu sektörü finansmanındaki gevşeme işleri biraz daha zorlaştırıyor. 2003teki ekonomik gelişmeleri etkileyecek en önemli unsur Irak. Iraka müdahale edilse de, edilmese de, bu konudaki haberler mali piyasaları dalgalandırıyor. Bir çok makro ekonomik değişken Irak konusundaki haberlerle genel eğilimlerinin dışına çıkıyor. 2003 Irak sorununun gölgesinde geçecek. Müdahalenin yaratacağı belirsizlikler ve Türkiyenin olası bir müdahalede alacağı rol büyümeyi düşürecek, enflasyonu artıracak, faizleri yükseltecek, dövizi tırmandıracak, işsizliği ve yoksullaşmayı hızlandıracak. Bunlar, zaten kırılgan ve zayıf bir ekonomiyi daha da çaresiz duruma düşürecek etkenler. Irak, hadisesi ile zaten zayıf olan yatırım harcamaları daha da azalacak gibi. Bu ortamda yabancı yatırımcılar 2002 yılı kadar dahi yatırım yapmaz. Bu şartlarda, 2002 yılında yakalanan büyüme oranına 2003 yılında ulaşmak mucize. Sonuçta, ekonomik büyümenin yüzde 0-2 arasında olması beklenebilir. Zaten Körfez savaşında da aynı şey yaşanmış ve 1990daki yüzde 7 büyümenin ardından 1991de yüzde 0.5 büyüme oranı ile ekonomi müthiş bir daralma yaşamıştı. Enflasyonun düşüş eğiliminde olduğu bir dönemde, petrol fiyatlarındaki gelişmeler doğrudan ve dolaylı yollardan enflasyonu olumsuz etkiler. Irak sorunu devam ettiği sürece enflasyonun yüzde 20lere düşme olasılığı zayıftır. Böyle bir ortamda, enflasyonun yüzde 50ye kadar çıkma ihtimali var. 2002 yılı düzeyinde (yüzde 30) tutulabilmesi ise başarı sayılabilir. Kurlardaki dalgalanmayı Merkez Bankası bir ölçüde azaltacaktır. Ama, faizlerdeki dalgalanmanın boyutu kurlardan daha fazla olur. Beklentilerin bozulmasıyla, döviz kurlarında artış olur, faizler yükselme eğilimine girer. Reel faizlerin daha da artması gündeme gelir. Yatırımcıların böyle dönemlerde likit kalma tercihi arttığından, devletin borçlanması göreli olarak zorlaşır. Kamu sektörü faizlerin artışını körüklemek durumunda kalır. Türkiyenin Iraka yakınlığı ve müdahaledeki rolüne paralel olarak yurtdışı piyasalar Türkiyenin dış borç taleplerine yüz vermez. Türkiye, 2003te yurtdışı borçları için 28 milyar dolar ayırmak durumunda. Bunun yaklaşık 19.5 milyar doları anapara ve 8.5 milyar doları faiz. Ödenecek anapara borçların 8.7 milyar doları devlete aittir. Devletin ödeyeceği dış borç faizi 4 milyar dolar. Aynı dönemde, Türkiye, 14-15 milyar dolara varan kısa vadeli dış borç çevirmek durumunda. Türkiyenin dış borç servisini sorunsuz yapabilmesi için gerekli yeni dış borçlanmayı yapamayınca içeriye ağırlık vermek zorunda kalacak. 2003te iç borçlanma yoluyla ama yüksek faizler ödemek suretiyle dış borçların çevrilmesi gündeme gelince rantiyelere gün doğacak. Bütçeden faize ayrılan pay arttıkça, sağlık, eğitim ve diğer sosyal harcamalara, maaşlara, yatırımlara ayrılan paylar azaltılacak. Vergi affı ile dolaylı vergilerle toplanan kaynaklar hep faize gidecek. Iraka müdahalenin uzun sürmesi halinde bu olumsuzluklar kendini daha fazla hissettirir. ABDden talep edilecek mali yardımlar daha çok iç ve dış borçların çevrilebilmesi ve döviz kurlarında göreli bir istikrarın sağlanmasına ayrılır. Sektörlerin göreceği olası zararlar sineye çekilmek durumunda. Bir çok açıdan, Irak sorununun en kısa sürede gündemden çıkması Türkiyenin kurtuluşu olur. Aksi taktirde, kırılganlığı süren ekonomide başta işsizlik ve yoksullaşma, yeni hayal kırıklıkları ve çok ciddi iç çalkantılara sürükler Türkiyeyi. (Ekohaber.net sitesinden alnmıştır...)
Akacak petrol boruda durmaz Bekir Coşkun İNSANLIK şimdi yeryüzünün en onursuz savaşına tanık olacak. Bu savaşta onur yok. Bu savaşa herhangi bir şekilde bulaşacak olanların bunu gizlemeye çalışmaları, taraf olmaktan dahi utandıkları içindir. Savaşın gerçek nedeni yüz kızartıcı. Zaten bu nedenle ne ABD, ne İngiltere, ne de onlara yardım eden ülkeler Petrol için diyemiyorlar. Buldukları bahanelere bütün dünya gülüyor. Demokrasi için diyorlar; oysa aynı bölgedeki Kuveyt ve Suudi Arabistan gibi krallıkları ABD destekliyor. Terörü ezmek için diyorlar; ünlü Amerikalı yazar Naom Chomsky önceki gün En büyük terörist ABDdir diyebildi. ABDnin birçok terör örgütünü yarattığını biliyorsunuzdur. Kimyasal silah var diyorlar; BM Genel Sekreteri Annan önceki gece silaha rastlamadıklarını açıkladı, denetçiler Saddamın çekmecelerine kadar baktılar, yok. * Onursuz savaş bu. Herkes biliyor ki bu savaşta iki şey trampa edilecek: Petrol ve kan. Üstelik petrolün doğal sahipleri ile kanı akıtılacak olan sefil-perişan-zavallı halk aynı. Hem petrolleri, hem kanları... Barış isteyen insanlar, dünyanın dört bir yanında bu savaşı durdurmaya çalışıyorlar, boşuna. Akacak kan damarda durmuyor. Ne de akacak petrol boruda. Çünkü ABD, o bölgedeki petrolü gasp etmek istiyor, o kadar. * Asıl siz bir çocuk düşünün. Çöldeki köylerinde, birkaç gün sonra gelecek uçakların atacağı ateştopu bombalarını bekliyor. Çocuğun gözü havada... On yıldan fazladır hasta ve aç çocuklara ilaç-mama vermeyen uygarlık, bu sefer uçaklar dolusu bomba atmak için gelecek. Çocuğun kulakları, uçakların uğultusunda. Gözü gökyüzünde. Kara gözleri korku dolu ve ıslak. Doğrusunu isterseniz ben o çocuğun bir damla gözyaşını, yeryüzünün tüm petrolüne değişmem. Ama ne yapacaksınız?.. Bir onursuz savaş bu. (Hürriyet, 8 Ocak 2003) |
|||||