yaşanan önderlik ihtiyacı Kıbrıs sorunu gündemde kalmaya devam ediyor. BMnin ortaya koyduğu Annan Planı üzerinden yapılacak görüşmelerin tarihi yaklaştıkça tarafların bu pazarlık sürecinde takınacakları tutumlar da netleşiyor. Türkiye Kıbrıs konusunda politika düzeltti Türk tarafının Kıbrıs sorunu konusundaki geleneksel katı tutumunun giderek esnemeye başladığı haftalar önce belli olmuştu. 18 Aralıkta Çankaya Köşkünde yapılan Dış Politika Zirvesi sonucunda, BMnin ortaya koyduğu Annan Planının görüşmelere zemin olarak kabul edilebileceği açıklanmıştı. Hemen ardından KKTC meclisi de bu doğrultuda bir karar aldı. Şimdi bu konudaki adımlara bir yenisi eklendi. Dışişleri Bakanlığı, 8 Aralıkta Türkiyenin Kıbrıs politikasında bir düzeltmeye gidildiğini açıkladı. Eğer siz Rum tarafını ABye alırsanız, KKTC de Türkiye ile entegrasyona gider. Yapıp yapamayacağından bağımsız olarak şimdiye kadar Türkiyenin muhataplarına söylediği özetle buydu. Geçtiğimiz Aralık ayında Kopenhag Zirvesi Rum Kesimine ABye üyelik yolunu açtı. Türkiye bu gelişmeyi sadece seyretmekle yetindi. Ankara, emperyalizmin konuya ağırlığını koymuş olması karşısında KKTCnin Türkiye ile entegrasyonu resmi politikasını ağzına dahi alamadı. Şimdi ise Türk Dışişleri Bakanlığı bu konuda bir politika düzeltmesi yaptıklarını, şu anda KKTCnin Türkiye ile entegrasyonuna gidilmeyeceğini, Annan Planı üzerinden yapılacak görüşmelerin sonucunun bekleneceğini söylüyor. Türkiyenin yaptığı, bir politika değişikliğinden çok, boşta kalan politikanın fiili duruma uydurulmasından ibarettir. Bu da göstermektedir ki, Türkiyenin resmi Kıbrıs politikası adım adım emperyalist çözüm planlarına uydurulmaktadır. Denktaş konumunu korumaya çalışıyor Kuzey Kıbrısta da hareketli günler yaşanıyor. Kıbrıslı Türklerin önemli bir kısmı, Denktaş yönetimine ve onun arkasındaki Türkiyeye tepki içerisindeler. Onları adada çözümün önündeki başlıca engel olarak görenler, tepkilerini kitlesel eylemlerle ortaya koyuyorlar. Bu eylemlerin en kitleseli 26 Aralıkta yapıldı. Kıbrıs Türk halkı 26 aralık 2002 tarihinde, bir kez daha, muhalefetin çağrısına uyarak, hem de şimdiye dek Kıbrıs tarihinde ne Türkler ne de Rumlar arasında görülmemiş kalabalık bir katılımla, meydanları doldurdu. 40 bine yakın Kıbrıslı Türk barış için ciddi bir mücadeleye hazır olduğunu vurgulamak üzere meydandaydı. Kıbrısta Sosyalist Gerçek gazetesinin son sayısında 26 Aralık eylemlerinden böyle söz ediliyor. Bu kitleselliği bakımından muazzam bir toplumsal hareketlilik demektir. Kuzey Kıbrısta toplam 100 bin dolayında insan yaşadığı düşünülecek olursa, 35-40 bin kişinin sokaklara çıkmasının önemi daha kolay anlaşılacaktır. Eylemlerde tepki ağırlıklı olarak Denktaş yönetimine ve Türkiyeye yöneldi. Denktaşın Kıbrıs Türk halkının meşru temsilcisi olmadığı, istifa etmesi gerektiği eylemlerde konuşma ve şiarlara damgasını vurdu. Bunun üzerine Denktaş, şimdiye kadar kolay kolay yapmadığı bir şey yaparak muhalefet partilerini tek tek ziyaret etti. Böylelikle muhalefet partilerinin görüşlerini de dikkate aldığını göstermeye ve kendi konumunu korumaya çalıştı. Bunda ne kadar başarılı olup olamayacağını ise muhalefet partilerinin, özellikle de CTP ve TKPnin önümüzdeki günlerde sergileyecekleri tutum gösterecek. Hem mecliste temsil edilen hem de sokaktaki muhalefetin başını çeken Bu Memleket Bizim Platformunda (BMBP) etkin konumda olan bu partiler, ya sokağın sesine kulak verecek ya da tam tersini yaparak Denktaşın uzattığı eli sıkacaklar. Kıbrıs halkları emperyalist Türkiye ve Denktaş yönetimine yoğun bir tepkinin olması Kıbrıs Türk halkının henüz emperyalizmin planlarını aşan ilerici bir çözümden yana tavır aldığını göstermiyor ne yazık ki. Halk şimdiye kadar çektiği acı ve sıkıntıların arkasında Türkiyenin ve Denktaş yönetiminin durduğunu biliyor ve buna karşı haklı bir tepki gösteriyor. Ancak çözümün ne olduğu noktasında kafalar çok karışık. Eylemlere destek veren halkın azımsanmayacak bir bölümü Annan Planı ya da Kıbrısın bir bütün olarak ABne girmesi dışında bir çözüm alternatifi görmüyor. Elbette ki bunda BMBPda başı çeken sol partilerin AByi aşamayan bir siyasal ufka sahip olmalarının rolü büyük. Gerçek çözüm için anti-emperyalist birleşik cephenin kurulması gerektiğini söyleyenler ise hem kendi politikalarını hayata geçirebilecek siyasal güçten yoksunlar, hem de bağımsız bir devrimci siyasal alternatif oluşturabilmiş değiller. Bu ikincisi özellikle önemlidir. Örneğin Kıbrısta Sosyalist Gerçek (ki aynı zamanda yeni kurulan Kıbrıs Sosyalist Partisinin yayın organıdır) Devrimci bir barış faaliyetinin yürütülmesi gerektiğini savunmakta, fakat bunun siyasal ve örgütsel araçlarının nasıl yaratılacağı sorusuna tutarlı bir yanıt üretememektedir. Söylediği şudur: İşçi sınıfımızın önderliğinde Anti-emperyalist birleşik cephe oluşturulmalı, Anti-emperyalist birleşik cephe programımızı hayata geçirecek bir Anti-emperyalist birleşik cephe hükümeti kurulmalıdır. Kıbrıs Sornunun, bu milli sorunun başka türlü bir çözümü imkansızdır. Anti-emperyalizmi temel alması ve iki halkın birleşik örgütlülüğünü savunması bakımından bu söylenenler elbette ileri yanlar taşımaktadır. Fakat ona eşlik eden ateşli söylem bir yana bırakıldığında, anti-emperyalist birleşik cephe hükümeti formülünün altı tümüyle boş kalmaktadır. Devrimci siyasal önderlikten yoksunluk Bütün bunlardan çıkan sonuç, her iki halktan Kıbrıs işçi sınıfının ve emekçi halkının önüne devrimci bir siyasal alternatifin ve bugünkü duruma ilişkin taktik bir politikanın konulamamış olmasıdır. Bugünkü kitle hareketinin en temel sorunu politik ve örgütsel planda yaşanan önderlik sorunudur. Düzen içi sol partiler bu boşluktan yararlanarak kitlelerin tepki ve öfkesini kendi ABye giriş politikalarının dayanağı haline getirmeye çalışmaktadırlar. Ve şu ana kadar bunda epeyce de başarılı olmuşlardır. Onlar açısından şu anki problem, kitle hareketinin kendi denetimleri dışına taşma potansiyeli taşımasıdır. Şüphesiz ki bu durumdan sadece Kıbrıslı sosyalistler, devrimciler sorumlu değil. Bugün dünya ölçeğinde hem sınıf ve kitle hareketi hem de devrimci ve komünist hareket açısından sıkıntılı bir dönemden geçiliyor. Geçmiş dönemin ve alınan tarihsel yenilginin farklı alanlarda yarattığı tahribat ortadan kalkmış değil. Kıbrıs da bu genel tablonun içinde yer alıyor. Öte yandan Türkiyeli ve Yunanistanlı devrimcilerin Kıbrıs halkına karşı sorumluluklarını ne ölçüde yerine getirdikleri de tartışma konusudur. Kıbrıs sorunu konusunda bu her iki ülkedeki ilerici, devrimci partiler ya kendi burjuvazilerinin kuyrukçuluğunu yapmışlar ya da çoğu zaman gelişmeleri uzaktan izlemekle yetinmişlerdir. Türkiye ve Yunanistan devrimci hareketleri en güçlü oldukları dönemlerde dahi dünyanın başka bölgelerindeki ezilen halklara duydukları yakınlığı Kıbrıs halklarından esirgemişlerdir. Ortadoğuda emperyalist savaş giderek güncelleşiyor. Bunun tersinden anti-emperyalist mücadelede kabarmaya yol açması ise çok güçlü bir ihtimaldir. Anti-emperyalist mücadelenin yeniden güncelleşeceği bir zamanda ve coğrafyada eldeki potansiyel olanakları değerlendirememek devrimci sorumlulukla bağdaşan bir tutum değildir. Kıbrıstaki toplumsal hareketliliğin, doğru bir önderlikle buluşabildiği ölçüde, bölgedeki anti-emperyalist mücadeleyi besleyeceğini düşünmemek için hiçbir neden yoktur. Türkiye ve Yunanistandaki devrimciler Kıbrıstaki gelişmelere bu gözle de bakmalıdırlar. |
|||||