11 Ocak '03
Sayı: 02 (92)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD'nin "tehditleri", Türk devletinin "çekinceleri"
  Amerikan uşağı A. Gül'ün savaş turu...
  Zorunlu tasarruflar bir defada ve nakden ödenmelidir!
  İMF heyetini karşılama hazırlığı
  "Esnek üretim" yasasında mutabakat sağlandı...
  Eylemlerden...
  EP Sonuç Bildirgesi açıklandı...
  Kıbrıs'ta kitle hareketi...
  ABD emperyalizmi Kürt halkının düşmanıdır
  "Demokratikleşme" görüntüsü altında baskı, terör ve yasaklara devam!
  Ciddiyetsizliğin son perdesi/3
  "Derin cinayet" ya da "su testisi su yolunda kırılır"
  YÖK-AKP çatışmasının perdeledikleri
  Eğitim-Sen 6 No'lu Şube Başkanı Hikmet Kaya ile konuştuk...
  Eğitim-Sen Ege Bölge Toplantısı'ndan...
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht
  Şakirpaşa İşçi Kültür Evi coşkulu ve canlı bir etkinlikle açıldı!
  Edirne F Tipi Cezaevi'ndeki devrimci tutsakların açıklaması...
  2003'e girerken.../2
  Kapitalizmde yoksulluk
  2002 güz, 2003 kara kış...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Ciddiyetsizliğin son perdesi/3

Kuyrukçu sürüklenişin ideolojik temelleri

Bu işi asıl yapması gereken MLKP 3. Kongresi bundan yan çizmiş bulunsa da, biz MLKP 2. Kongresi’nin Kürt hareketi üzerine değerlendirmelerine kısaca göz atabiliriz. Kürt hareketinin reformist yönelimde önemli mesafeler katettiği bir aşamada, Ağustos 1997’de toplanan bu kongrenin Kürt hareketi üzerine değerlendirmelerinin esasını, akıl almaz bir subjektivizm ile iflah olmaz bir kuyrukçuluğun birleşik ürünü bir PKK özürcülüğü olarak özetlemek mümkün. Gelişmelerin artık apaçık bir görünüm kazandığı, ulusal hareketteki başaşağı gidişin en kör gözler ile kısır kafalar için bile anlaşılır hale geldiği bir aşamada toplanan bir parti kongresinin, olup bitenler karşısında kendi konumunu ve tutumunu, vahim gidişe yönelik devrimci eleştiri ve uyarılarını ortaya koymak yerine, tutup reformist yönelimi örtmeyi ve onu derinleşip yayılmakta olan “ulusal devrim” halesiyle süslemeyi kendine iş edinmesi kolay anlaşılır gibi değil. Devrimci olmak iddiasındaki bir hareketin kendi kendini en üst örgüt platformu üzerinden böylesine silahsızlandırması, kolay rastlanmayan türden bir dramatik örnek olarak duruyor önümüzde.

Bugün olduğu gibi o gün de anlaşılması gerçekten güç bu davranış, MLKP’nin neden son ana kadar gözü kapalı bir kuyrukçu sürüklenişe devam ettiğinin bir açıklamasını veriyor bize. Kongre gibi en üst bir örgüt platformunda Kürt hareketindeki gelişmeleri ancak böyle değerlendirebilen bir hareketin, Kürt hareketindeki reformist gidişi kavramasına, bununla arasına sınırlar çizmesine haliyle olanak yoktu. Bilinç körelmesi en tepede kendini göstermiş, kuyrukçu liberal çizgi bizzat 2. Kongre şahsında ortaya konulmuştu. Bu durumda MLKP için tutulacak başkaca bir yol doğal olarak kalmamıştı.

“Kürt ulusal devrimi” üzerine temelsiz hayaller

‘93-’97 sürecini “uzayıp giden bir denge dönemi” olarak niteleyen MLKP 2. Kongresi’nin “Kürt ulusal devrimi” başlıklı değerlendirmesi, bu tespitten hareketle şöyle sürdürüyor sözlerini: “Söz konusu süreçte gerek PKK, gerekse de Türk burjuva devleti dengeyi kendi lehlerine bozmaya dönük taktik savaşıma hız verdi ve üçüncü kuvvetleri devreye sokmaya çalıştılar.” (II. Kongre Belgeleri, Sun Yayıncılık, s.249)

Bilgiç havalarda ortaya konulan bu düşünce, gerçekte, PKK’nin kendi gidişatının yönünü ve anlamını devrimci hareketten ve devrimci eğilimli tabanından gizlemek için kullandığı beylik argümanın bir yinelenmesinden ibarettir ve MLKP payına körleşmenin başladığı yerdir. Öyle ya, sorun uzayıp giden dengeyi bozmaya yönelik bir taktik savaşımınından ibaretse ve taraflar bu uğurda “üçüncü kuvvetleri devreye sokma” yarışındalarsa, PKK’nin kendi burjuvazisiyle birleşmek, emperyalizmin desteğini almak ve Türk burjuvazisiyle kurulu düzen tabanı üzerinde anayasal bir çözüme ulaşmak için attığı tüm adımlar, yaptığı tüm ideolojik ve politik açılımlar, bir anda bambaşka bir görünüm kazanır; devrimi terketmede ifadesini bulan stratejik anlamını yitirir ve tersine, tam da dengeyi devrim lehine bozmak ¨zere yapılmış ustalıklı taktik hamleler niteliği kazanır. Bu düşünme kalıbı içinde, PKK’ye daha o günden bugünkü akıbeti hazırlayan her türlü zaafiyet, bir anda taktik esnekliğin ve politik ustalığın göstergesi erdemler halini alır. Bunun böyle olduğuna inananlara da, budalalara özgü bir coşkulu hayranlıkla, derinleşmekte olan “ulusal devrim” üzerine güzellemeler yapmak ve gözü kaalı bir biçimde PKK’nin ardından sürüklenmek kalır. 2. Kongresi üzerinden MLKP’nin önüne konulan görüş, politika ve dolayısıyla pratik davranış çizgisinin anlamı tamı tamına budur ve nitekim sonuçları da buna uygun olmuştur.

Bu PKK kaynaklı bakışaçısıyla kendi gözlerine mil çeken kuyrukçu oportünizm, 2. Kongre değerlendirmeleri üzerinden, olup biten herşeyi artık bu kalıba dökmeye, böylece mazur göstermeye ve bilgiççe havalarda devrimci hareketi buna inandırmaya çalışıyor. Bazı örnekler üzerinden bunu daha somut olarak görelim. PKK, Kürt sorununun çözümünde emperyalizmden medet mi umuyor, ABD’den AGİK’e kadar tüm emperyalist devletleri ve kuruluşları soruna el koymaya mı çağırıyor? Kuyrukçu oportünizme göre bunda anlaşılmayacak ne var ki; bunlar, “üçüncü kuvvetleri devreye sokma”ya yönelik diplomatik hamlelerden, bunun ifadesi ustalıklı taktik adımlardan başka nedir ki! Okuyoruz: “PKK, bu süreçte, uluslararası diplomasi taktiğini ve buna bağlı ‘siyasal çözüm’ tezini yükselterek, emperyalist devletlerin Türkiye’ye mali ve askeri desteği kesmelerini, kirli savaşı durdurma yolunda baskı uygulamalarını sağlamaya çalıştı” (s. 250). Devrim doğrultusunda ilerlediği iddia edilen bir hareketin buna paralel olarak “diplomasi taktiği” ile emperyalist devletleri “Türkiye’ye mali ve askeri desteği kesme”ye yöneltmeye çalıştığını, “siyasal çözüm” ezinin de bu çerçevede “yükseltildiği”ni söyleyebilmek için beyinlerin tümden durmuş olması gerekir herhalde.

Aynı beyin durması “siyasal çözüm” çizgisinin iç politik sonuçları üzerinden de sürüyor. Bu alandaki her yeni açılım, adım ya da girişim de aynı şekilde, ustalıklı taktik hamlelerin ifadesi ve gereği olarak sunuluyor bizlere. PKK’nin anayasal temellere dayalı “siyasal çözüm” arayışı ile organik bütünlük içinde yürüttüğü “barış” eksenli ajitasyonu mu dediniz; iyi ama bu, “Türk halkını etkileme ve sömürgeciliğin beslendiği şovenist kaynağı zayıflatma amacı”na dayalı usta bir taktikten başka nedir ki! (s. 252) PKK Batı’daki devrimci olanakları “küçümsüyor”, “birleşik devrim”in gereklerinden uzak duruyor, “anayasal çözüm” arayışları çerçevesinde reformist solla ilişkileri esas alarak devrimci hareketi de bu güçlerin yedeği haline getirmek mi istiyor; eh, bu elbete kabul edilemez, ama “ulusal kurtuluşçu hareketin yedekleri kazanma ve yine sömürgeciliğin saflarında bölünmeler yaratma çaba ve yöneliminin (de) anlaşılmaz bir yanı yoktur” herhalde! (s. 253) PKK’nin köklü kimlik değişimini emperyalistlere, Türk ve Kürt burjuvazisine kanıtlamak üzere, kendi sol kimliğinin gerçekte düzen ölçülerine uyan burjuva sosyalizminin ötesine hiçbir biçimde geçmediğini göstermeye yönelik açılımlarından ve çabalarından, bunun bir parçası olarak sosyalizm tarihine ve tarihi kazanımlarına ulu orta dil uzatmasından mı sözediyorsunuz; bu da kabul edilemez tabii ki, ama buna şaşanlar, bundan hareketle PKK’nin “bugünkü ulusal devrimci niteliğini” yadsımaya kalkanlar, dönüp “PKK’yi neden başka şekilde değil de ‘ulusal hareket’ olarak nitelediklerini bir kez daha düşünmek zorundalar”! (s. 254)

Bu gönüllü özürcülük bu minvalde sürüp gidiyor. PKK reformist yöneliminin anlamını ve sonuçlarını devrimci çevrelerden gizlemek, onu taktik esnekliğin gerekleri çerçevesinde mazur göstermek için özel görevliler hazırlasaydı, onlar bile bunu bu ölçüde gönlü rahat, bu denli gözükapalı bir pervasızlıkla yapma gücü bulamazlardı kendilerinde herhalde.

Elbette kuyrukçu oportünizm devrimci eleştirinin basıncı altındadır ve onun olup bitenin gerçek anlamı üzerine ortaya koyduklarından biraz olsun etkilenmiyor değil. Bunun verdiği belli belirsiz bir huzursuzlukla araya bazı ihtiyatlı ifadeler de sıkıştırarak, “geleceğe dair olasılıkları bir yana” bırakıyormuş gibi davranıyor. Yine de kendini ve kendiyle birlikte herkesi yatıştıran açıklamalar bulmak için gayreti elden bırakmıyor. Amerikan emperyalizminin bile henüz yeni bir değerlendirme yapmamış bulunduğuna da işaret ederek (bu pek inandırıcı tanık, ABD, İmralı’ya rağmen hala da böyle bir değerlendirmeyi resmen yapmış değil!), “en ihtiyatlı ifadeyle” gerçek durumun “‘henüz’ böyle” olmadığı, bugünkü koşullarda kaygılanacak bir durum bulunmadığı konusunda kendini ve bizi temin ediyor. PKK’nin bütün bu konulard adımlar atarken “söylemde ve pratikte çizdiği zikzaklar” devrimci çevrelerde onun “stratejik amaçlarından kopup kopmadığı konusunda tereddütler doğmasına yolaçmış” olsa da, gerçekte ortada kaygılanmak için bir neden olmadığını vurgulayan değerlendirme, buna PKK’yi yücelten bir açıklama da getiriyor: Zira “O (PKK!), ulusal hareketlerdeki bu taktik savruluşları ve pragmatist tutumları devrimci yürüyüşünün prangası haline getirmedi.” (s.250)

Bu herkesi ferahlatan açıklamada bir vuruşta elde edilmiş iki sonuçla yüzyüzeyiz. Bir, “ulusal hareketlerde bu taktik savruluşları ve pragmatist tutumlar”ın olması olağandır, onlara neden “ulusal hareket” denildiğini bu kadar kolay unutmamak gerekir; ve iki, ne mutlu ki bizdeki “ulusal hareket”, PKK, bunları kendi “devrimci yürüyüşünün prangası haline getirme”yerek devrimci stratejik hatta ilerleyişini sürdürmektedir. Kısacık bir cümlenin içine sıkıştırılmış bu iki önemli sonuçtan ilki, PKK’nin reformist her açılımını ve adımını oportünistçe mazur göstermek için yerine göre kullanılacak bir maymuncuk; ve ikincisi, PKK’nin stratejik doğrultusunun sağlamlığına yönelik oportünist bir kör inanç anlamına geliyor.

MLKP 2. Kongresi’nin “Kürt ulusal devrimi” başlıklı değerlendirmesi, bu özürcü açıklamaların ardından, PKK cephesindeki gidişatın toz pembe gösterilmesiyle sürüyor: “Denge yılları, Türk burjuva devletinde parçalanma ve çözülmeyi geliştirirken, PKK’nin güç biriktirdiği, kurumlaştığı, dolaylı yedeklerini artırdığı bir süreç oldu.”

Sözü edilen kurumlaşmaların ve çoğaltılan “dolaylı yedekler”in mahiyeti konusunda bir bilgi verilmiyor. Ama “diplomasi atağı” ile “siyasal çözüm” çizgisinin işlevi ve sonuçları üzerine görmüş bulunduğumuz tanımlamalar, doğal olarak bu konuda bir fikir veriyor. Gerçekte bunlar, ulusal hareket içinde Kürt burjuvazisine ideoloji, politika, kültürel alanda ve bizzat toplumsal ağırlık olarak özel bir güç kazandırdı ve bu arada PKK’nin tüm anti-emperyalist tutum ve duyarlılıklarını felce uğrattı. Sınıfsal körlükle malûl kuyrukçu oportünizm bu gelişmelerde Kürt hareketindeki köklü yön değişiminin önemli toplumsal-siyasal belirtilerini bulacağına, tutup onları “ulusal devrim”in ilerleyişine ve kurumlaşmasına gösterge olarak sunabiliyor.

Neler söylenmiyor ki bu konuda: “Kürt ulusal devrimi ayaktadır. Dengeyi lehine bozabilecek hamleler yapmaktadır.” “Özgürlük mücadelesi, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki gelişimiyle bölgesel statükoyu sarsan bir hatta derinleşmektedir.” “Çok kesin bir gerçek olarak vurgulanmalıdır ki”, o artık Küzey Kürdistan’ın sınırların aşmıştır; Kürdistan’ın parçalanmışlığı ona “uluslararası boyutta süren bir devrim kimliği kazandırmıştır.” vb., vb... (s. 251-252)
Daha da çoğaltılabilecek bütün bu temelsiz iddialarda dikkati çeken yön, Kürt harketi üzerine resmedilen durum ve gelişmelerin ısrarlı bir biçimde “devrim” nitelemesi üzerinden ortaya konulmasıdır. Ayakta duran, dengeyi kendi lehine bozan, derinleşip yayılan, uluslararası bir nitelik kazanan bir “ulusal devrim” üzerine ölçüsüz bir güzellemedir bu. Ve bütün bunlar, PKK’nin hareketin yönünü ve hedeflerini de Kürt burjuvazinin eğilimlerine giderek daha çok uyarladığı; umutlarını ABD ve Avrupa’nın müdahalesine bağlayarak anti-emperyalizmi söylemde bile bir yana bıraktığı; Türk burjuvazisiyle anayasal bir çerçeve üzerinden “siyasal çözüm” aramayı stratejik politika haline getirdiği bir evrede, böylece devrimi boş bir söz kalıbına indirgediği ve artı terminolojide bile onu bir yük saymaya başladığı bir sırada yapılıyor.

MLKP 2. Kongresi, orta yerde duran apaçık gerçekleri nesnelliği içinde görüp anlamlandıracağına, bundan devrimci olmak iddiasındaki bir parti için gerekli sonuçları çıkaracağına, başta kendi örgütü olmak üzere, Kürt devrimcilerini, devrimden çıkarı olan Kürt emekçilerini yıllardan beridir Kürt burjuvazisi hesabına geliştirilen yeni çizgi konusunda kuvvetle uyaracağına, tutup “Kürt ulusal devrimi”nin dolu dizgin ilerlediği üzerine temelsiz hayaller yayıyor. Böylece, ulusal devrimci stratejiyi çoktan terkederek artık Kürt burjuvazisinin çıkar ve tercihlerine uygun bir politik çizgiye yerleşenlerin değirmenine su taşıyor. Marksist-Leninist olmak ve güya proletaryayı temsil etmek iddiasındaki bir hareket için pek hazin bir tablodur bu.*

Demokratizmin sınıf körlüğü

İmralı sonrasında gelişmelerin baskısı altında yapılmış bulunan ve özeleştirel öğeler de içeren bir değerlendirmeyi satır arası kıvraklığı ile reddeden MLKP 3. Kongresi’nin o güne dek izlenen çizgi üzerinden herhangi bir yeni değerlendirme ortaya koymadığını belirtmiş bulunuyoruz. Oysa “Politik Rapor”un da olur olmaz vurguladığı gibi, iki kongre arası dönemin en önemli gelişmesi tam da bu, Kürt hareketindeki köklü değişimdi. Taşıdığı genel önemin ötesinde, özellikle MLKP için apayrı bir anlamı ve önemi vardı bu gelişmenin. İmralı teslimiyeti ile birlikte o güne kadar izlediği çizginin liberal kuyrukçu karakteri tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmış, zamanında MLKP 2. Kongresi’nde yapılan tüm değerlendirme ve öngörüler de bu arada olduğu gibi boşa düşmüştü.Bu durumda yaşanan sürecin ve buna paralele olarak izlenen çizginin toplu bir muhasebesini yapmak, MLKP’nin hiçbir biçimde kaçınamayacağı bir sorumluluktu ve doğal olarak bu işin bağlayıcı bir biçimde yapılabileceği en uygun ve yetkili platform da yeni bir kongre, somut olarak da 3. kongreydi. Fakat 3. kongre bunu yapmadığı gibi, zamanında MK tarafından yapılan ve aradan geçen üç yıl içinde içe v dışa karşı durumu iyi kötü idare etmeyi kolaylaştıran değerlendirmeyi de temelden red ve mahkum etmiştir.

Önemsiz bir takım konularda 2. kongreye atıfta bulunan ya da oradan aktarmalar yapma yoluna giden “Politik Rapor”un bunu asıl olarak Kürt hareketindeki gelişmeler üzerinden yapması beklenirdi. Fakat tahmin edilmesi güç olmayan nedenlerle o bundan özenle kaçınıyor. Bunun yerine, Kürt hareketinin yaşadığı akıbeti hazırlayan dış koşullar ve iç yapısal zaaflar üzerine oradan buradan ödünç alınmış bazı görüşleri kuru cümleler halinde peşpeşe sıralama yoluna gitmekle yetiniyor. Bunu yaparken bile, küçük-burjuva demokrasisinin demokratik siyasal sorunlar söz konusu olduğunda çok tipik olan o sınıf körlüğünün yeni bir örneğini vermekten de geri durmuyor; Kürt hareketinin toplumsal bileşiminin, bu bileşim içinde Kürt burjuvazisinin kazandığı özel politik ağırlığın, bu köklü reformist de&curen;işimde oynadığı temel önemde role hiçbir biçimde değinmiyor.

Örneğin artık lütfedip ‘92’deki tıkanma ve onu izleyen ‘93 ateşkesinin reformist yönelimdeki anlam ve önemine işaret ediyor da, bu yönelimde rol oynayan ve gerisin geri bu yönelimi zaman içinde daha da güçlendiren sınıfsal etkenlerden hiçbir biçimde sözetmiyor. Ya da PKK’nin hareketi salt ulusal istemlerle sınırlaması, Kürt işçi ve köylülerinin sınıfsal istemlerini gündeme getirmekten özenle kaçınması, böylece onların mücadeleye daha güçlü bir biçimde katılma istek ve enerjilerini sınırlamasından, komünistlerin daha ‘90’lı yılların başından itibaren üzerinde önemle durdukları bu temel önemde politik davranıştan söz ediyor da; bu davranış ile Kürt mülk sahibi sınıflardan destek alma ve giderek onlara da dayanma tutumu arasındaki derin organik bağı göremiyor. Tıpkı, bu yeni sınıfsal tercihl emperyalizmle uzlaşma arasındaki bağı, ha keza kurulu düzen temelleri üzerinde anayasal bir çözüm arayışı demek olan “siyasal çözüm” çizgisi arasındaki dolaysız bağı anlayamaması gibi. Tıpkı, salt ulusal istemlere dayalı bu burjuva milliyetçi tutumun, iki ulustan emekçiler arasındaki mesafeyi nasıl büyüttüğünü, bunun ezen ulustan işçi ve emekçilerin kendi burjuvazilerinin şven tuzaklarına düşmesini nasıl kolaylaştırdığını görememesi, anlayamaması gibi, vb., vb.

Kürt orta burjuvazisinin ‘90’lı ilk yıllardan itibaren ulusal hareket içinde tutmaya başladığı yer ve giderek kazandığı özel ağırlık ile PKK’nin düzen içi çözüm arayışlarının kuvvet kazanması arasındaki bağ, MLKP’nin hiçbir zaman kavrayamadığı temel önemde bir sorun olageldi. O İmralı sonrasında bile hala bu temel sınıfsal etkenin üzerinde durma yeteneği gösterememekte, Kürt hareketinin bugünkü akıbetini açıklamaya çalışırken devrimci eleştiriden birçok şeyi ödünç aldığı halde bu noktadaki direncini, buna sınıfsal körlüğünü de denebilir, dikkate değer bir “tutarlılıkla” korumaktadır.
Burjuva demokratik siyasal sorunları sağlam bir sınıfsal bakış

la ele alamamakta ifadesini bulan ve bütün bir küçük-burjuva demokratik hareket için çok tipik olan bu körlük, kuyrukçu sürüklenmenin ideolojik temelini de ortaya koymaktadır. Kürt ulusunun modern sınıflaşma düzeyine çoktan ulaşmış bulunduğunu, bunun ise ulusal hareketin bünyesinde kendini temel eğilimler halinde gösterdiğini, bunlar arasında açık-gizli sürekli bir mücadele bulunduğunu, hiçbir zaman kavrayamadı ve pratik politikada gözetemedi MLKP. Kürt hareketini böyle bir perspektifle izleyememenin, onun evrimine, eğilimlerine ve yeni yönelimlerine buradan bakamamanın dramatik sonucu, Kürt hareketinin “siyasal çözüm” adı altında girdiği köklü yön değişiminin anlamını nesnel sınıfsal bir temele oturtamamak, böylece son ana kadar gözükapalı bir biçimde onunkuyruğunda sürüklenmek oldu.

Bugün, Kürt burjuvazisinin bizzat İmralı çizgisi şahsında harekete egemen olduğu ve onu düzenin kör çıkmazlarında tükenişe sürüklediği bu aşamda bile; Kürt emekçilerine kendi burjuvazilerinden koparak Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle devrimci birleşme ve devrimde ısrar etme yoluna çağırmak yerine, başından itibaren Kürt burjuvazisinin denetiminde bulunan HADEP’e “emekçileşme” çağrısı yapma naifliği gösterdiğine göre, MLKP bunu hala da anlamış değil. Bugünden sonra anlayabilmesi ise artık mümkün değil. Zira yılların liberal kuyrukçu sürüklenişi ona yapacağını yapmış, düzen içi politika platformuna kayma onun payına artık bir ideolojik yanılgı sorunu olmaktan çıkarak, bir politik tercih ve yönelim haline gelmiştir. Parlamentarizm eksenine dayalı reformist DEHAP loku ile son macerası, bu köklü tutum değişikliğini tüm açıklığı ile gözler önüne sermiştir.

Bugünkü sürüklenişi anlamak için
dünkü TDKP’ye bakılmalı

O güne kadarki konum ve çizgiden köklü bir ayrılma anlamına gelen hiçbir yeni yönelim boşluktan doğmaz ya da salt dış etkenlerin bir ürünü olarak oluşmaz. Dış koşullar bunu hazırlasa, zorlasa ve hızlandırsa bile, köklü bir değişimi olanaklı kılıp kolaylaştıran bir düşünsel temel muhakkak ki bu değişimi yaşayanların kendilerinde önden vardır. MLKP’nin düzenle uzlaşma ve giderek bütünleşme yolunu tutmuş bir ulusal hareketin kuyruğundan hala da kopamaması; dahası, bugüne kadar ilkesel bir çerçeve olarak ortaya koyduklarını bir kalemde yok sayarak, kendine reformist kampta yer açmaya yönelmesi için de bu aynı kural geçerlidir.

Sonradan MLKP’yi oluşturan grupların “demokratik kapitalizm”, burjuva toplumunun kendi temelleri üzerinde demokratik dönüşümü vb. üzerine programatik görüşleriyle hiçbir özel hesaplaşma yaşamadıklarını, yalnızca, MLKP’ye geçişi, kullanılan terminolojinin sakıncalı biçimlerinden kurtulmanın bir olanağı olarak değerlendirmekle yetindiklerini biliyoruz. Devrimci iyimserlik korunduğu ve devrimci duyarlılıklar hala da canlı olduğu sürece bu pek bir sorun oluşturmuyordu. Ama biz, değişen koşulların politik ağırlığı ve etkisi altında moral güç ve dayanakları köklü bir biçimde alt-üst olan bir hareketin başına tam da bu teorik-ideolojik temel üzerinden nelerin gelebileceğini, bizzat Türkiye sol hareketinin kendi yakın dönem deneyimleri üzerinden iyi biliyoruz. MLKP’nin kendi bilinci çerçevesinde 㣾’lı yılların ortasına kadar “komünist” olarak algıladığı TDKP’nin liberal sol çizgide konaklamaya varan akıbeti, bu konuda açıklayıcı bir örnek olarak duruyor önümüzde.

MLKP’yi oluşturanların ‘90’lı yılların ortasına kadar TDKP’yi “komünist” olarak algılaması elbette bir rastlantı değildi; bunun gerisinde, bizzat kendilerinin de “komünist birlik” gerekçesi olarak hep vurguladıkları gibi, ortak ideolojik-programatik temel duruyordu. Halkçı demokratizme dayalı bu ideolojik-programatik temelin ise, uygun koşulları oluştuğunda, reformist bir sol çizgiye geçişi nasıl kolaylaştırdığının canlı bir örneğini bize tam da bir zamanların “kardeş komünist örgüt”ü veriyor. MLKP’nin bugünkü yöneliminin mantığını anlamak isteyenler, henüz tazeliğini koruyan bu TDKP deneyimi üzerinden önemli açıklıklara ulaşabilirler. **

Sol harekette son yirmi küsur yıldır sürmekte olan tasfiyeci sürecin içinde bulunduğumuz yeni aşamasındaki kurbanı, yazık ki MLKP’den başkası değildir. Kürt hareketine liberal kuyrukçuluk bu süreci kolaylaştırıp hızlandırımış, İmralı teslimiyeti bu konuda bir dönüm noktasını işaretlemiş, 3 Kasım seçimleri süreci bunu çok somut olarak göstermiş, onu izleyen günlerde açıklanan MLKP 3. Kongresi raporu ise bu konuda geride bir tereddüt bırakmamıştır.

MLKP bu gidişten kendini kongre platformu üzerinden gerçekleşecek köklü bir iç hesaplaşma ve ayrışma sayesinde alıkoyabilirdi. Ama kongre sonuçları onun bu olanaklardan yoksun olduğunu, oportünizmin bünyeyi bir bütün olarak sardığını ortaya koymuştur. İmralı sonrasında liberal kuyrukçu çizgiye yöneltilen yarım yamalak eleştirilerin geri alınması, 3 Kasım sürecinde izlenen liberal “sol blok” çizgisinin önünü açmıştır. MLKP, bir kez daha ve üstelik artık tümden Avrupa solu çizgisine kaymış bir Kürt hareketinden kopamayacağını; dahası, 2. kongrede o denli kararlılıkla reddedilmiş reformistlerle “sol blok” düşüncesini gelinen yerde kendisi için temel çizgi haline getirdiğini; bundan böyle, en berbat bir liberal çizgide duran reformist gruplarla birlikte hareket edebileceğini seçimler gibitemel önemde bir siyasal olay üzerinden açık seçik göstermiştir.

Kitle hareketinde yıllardır süregelen zayıflığın bunaltıcı etkisi; yaşam alanı olarak seçilen ve bir ara çok büyük umutlara konu edilen semtler üzerinden yaşanan hayal kırıklığı; ve nihayet, bütün bunların üzerine binen, ama düne kadar bütün bunların yıkıcı etkisini de (bu tümüyle hayalci algılamalara dayalı olsa da) iyi kötü bloke eden Kürt hareketinin şok edici yenilgisi, birbiri üzerine binerek MLKP’yi bir dönüm noktasına getirdiler. Tüm bunların birleşik etkisi altında devrimci umutlarını tüketenlerin bugün reformist sol harekete bu denli kolay ve hızlı eklenmeleri için uygun ideolojik-programatik temel zaten dünden vardı. MLKP’ye geçişle birlikte biraz makyajlanmış, böylece güya kusurlarından arındırılmış bulunan o küçük-burjuva demokratik ideolojik-programatik temel, uygun koşulları oluştuğu için bilin¸lerdeki kolay dönüşümlerin de imkanı haline gelmiş bulunuyor.

TDKP kendini bildi bileli “bağımsız demokratik Türkiye” diyordu, bu onun en devrimci döneminin programatik temeliydi. EMEP Suslovlar’ından A. Cihan Soylu, yakın günlerde DEHAP blokunu savunan bir yazısında bunu, “ülkenin bağımsız ve demokratik yeniden yapılanması” olarak formüle etti. Bu, zamanında devrimci bir yoldan gerçekleştirilmesi hedeflenen bir programın anayasal dönüşüm çerçevesine uyarlanmış son biçimidir. Bu iki formülün teorik mantığı son tahlilde aynıdır. İlkinin arkasında bir zamanlar devrimci bir partinin, ikincisin arkasında ise bugün liberal sol bir partinin durması, bu gerçeği değiştirmiyor.

Tüm sorun, zamanında mücadele gücünü ve devrimci umutlarını koruyan küçük-burjuva devrimci bir akımın devrimci yollarla gerçekleştirmeyi umduğu ve hedeflediği programatik hedeflerini, mücadele gücünü ve devrimci umutlarını tükettiği bir aşamada bu kez anayasal dönüşümler yoluyla, yani reformist bir yoldan gerçekleştirmeye yönelmesidir. Bu küçük-burjuva devrimciliğinden küçük-burjuva reformizmine geçiştir ve bu geçişi olanaklı kılıp kolaylaştıran da, sınıfsal kimlik kadar ondan ayrı düşünülemeyecek olan programatik ufuktur. Modern sınıflaşmanın oluştuğu ve oturduğu bir toplumda stratejik sorun, burjuva toplumunun temellerine yönelmek değil de onu kendi temelleri üzerinde demokratik bir dönüşüme uğratmak olarak konulduğuna göre, bu tür bir dönüümü pekala evrimci bir yoldan denemek de mümkündür. Devrimci umutların tüketildiği aşamada devreye giren mantık ve inanç bu olmaktadır. Bu elbette bir anda olmamakta, fakat rasyonalize edilmiş yeni açılımlar adım adım bu akıbeti hazırlamaktadır. Bir fikir edinmek isteyenler, TDKP’nin ‘90’lı yılların ortalarına doğru son derece masum kılıflar içinde hazırladığı adımların ona yalnızca birkaç yıl içinde nasıl br akıbet hazırladığına bakabilirler. (Pratiğin sunduğu bu denli öğretici örnekler hala canlılığını koruyarak orta yerde dururken, bu evrimin mantığı üzerine uzun teorik açıklamalara girişmek çok gerekli de değildir. Kaldı ki bu, komünist eleştiri yoluyla, sistematik olarak ve ayrıntılara inen bir biçimde zaten yapılmıştır.)

MLKP’nin “siyasal özgürlükler”in kazanılmasına dayalı devrim anlayışı (ki gelinen yerde bu artık “MGK diktatörlüğüne karşı” olarak formüle ediliyor; bu pek masum formülasyonun Avrupa soluna nasıl bir kapı araladığı üzerinde ayrıca durulmalıdır), buna dayalı devrim algılaması için de tüm bu söylenenler geçerlidir. “Siyasal çözüm” çizgisi üzerinden devrimi bir yana bırakmış ve düzenle barışmaya yönelmiş bir PKK’yi derinleşmekte olan bir “devrim”in öncüsü olarak gören liberal kuyrukçu algılamanın gerisinde, tam da bu aynı sınıfsal-düşünsel mantık ve temel vardır. Kaldı ki teorik-programatik temel söz konusu olduğunda MLKP’nin durumu müteveffa TDKP’den de kötü, liberal savrulmalara çok daha açıktır. TDKP, teorik temeli ve devrim anlayışı bunu mantıksal olara içerse de, hiç değilse Türkiye gibi bir ülke için “demokratik kapitalizm”, “küçük-burjuva demokratik diktatörlük” türünden liberal saçmalıkları bu denli kaba bir biçimde formüle etme ve savunma yoluna gitmedi.

(Devam edecek...)

Dip notlar:

* İlgi duyacak okurlara, EKİM 3. Genel Konferansı değerlendirmesi ile ondan ikibuçuk yıl sonra, yani herşeyin çok daha kolay ve açık algılanabileceği bir aşamada toplanan MLKP 3. Kongresi’nin bu kuyrukçu hayallerini bir arada incelemelerini öneriyoruz. Mart 1995’te toplanan EKİM 3. Genel Konferansı, Kürt hareketindeki gelişmeleri “Ulusal Hareket ve ‘Siyasal Çözüm’ Üzerine” başlığı altında incelemiş ve Kürt hareketindeki reformist yönelimi tüm temel noktalar üzerinden ortaya koymakla kalmamış, bunu, yaşanan değişimin tarihsel, sınıfsal ve ideolojik nedenlerini ortaya koyan bir çözümleme ile de birleştirmişti. Bu tarihten ikibuçuk yıl sonra toplanan MLKP 2. Kongresi ise, “Kürt Ulusal Devrimi” başlığı altında “siyasal çözüm” çizgisine mazaret arama, onu mazur, mantıklı ve taktik ustalığın bi örneği olarak sunma yoluna gitmiştir. İki ayrı siyasal hareketin köklü konum ve tutum farklılıklarını ortaya koyan bu tablo, işin aslında, temelden farklı iki dünya görüşü ve sınıfsal konum arasındaki ayrım çizgilerini, önemli bir siyasal sorun üzerinden bütün açıklığı ile gözler önüne sermektedir.

Komünistlerin 1997 yazında, yani MLKP 2. Kongresi ile aynı dönemde, Kürt hareketindeki gelişmeleri nasıl değerlendirdiklerini merak eden okurlar ise, bunun yanıtını “Ulusal Sorun ve Devrim” kitabında bulabilirler.

** “‘Bugünkü TDKP’, bugün artık tarihe karışmış olsa bile, ona ilişkin değerlendirmeler güncel önemini korumaktadır. Bunun nedeni hiç de yalnızca günümüzde en berbat bir liberal oportünizmi temsil eden bu hareketin dününü, nasıl bir mantık ve evrim içinde bugüne ulaştığını ortaya koyuyor olması değildir. Belki bundan da önemli olan, bu değerlendirmelerin aynı zamanda, ‘Bugünkü TDKP’nin kendisiyle aynı ideolojik-politik geçmişi paylaşan bugünün bazı devrimci akımlarının yarınına da ışık tutuyor olmasıdır. Bu inanılmaz gibi görünüyor. Fakat bizim bundan neredeyse on yıl önce kendini yenilemeyi başaramayacak bir TDKP’yi bekleyen akıbete ilişkin söylediklerimiz de aynı şekilde inanılmaz gibi görünüyordu. Oysa o zaman için inanılmaz gibi görünen şey bugün herkesin paylaştığı &ccedl;ıplak bir gerçek olarak duruyor önümüzde.” (H. Fırat, Liberal Demokratizmin Politik Platformu, s.11-12)

“Aynı konuda MLKP’yi bir başka örnek olarak verebiliriz. Düşününüz ki, bu hareket, daha düne kadar ‘demokratik kapitalizmi’ ve özünde kapitalist ilişkiler temeline dayanan burjuva cumhuriyetten başka bir şey olmayan ‘küçük-burjuva demokratik cumhuriyeti’ programatik hedef olarak formüle etmişti. İdeolojik basınç karşısında bugün bunların rötuşlanmış olması işin özünü değiştirmiyor. Zira aynı teorik temel olduğu gibi korunuyor. Bu açıdan bakıldığında, gırtlağına kadar tasfiyeci reformizme battığı bir sırada TDKP’yi hala ‘kardeş komünist örgüt’ olarak görmesi ve onunla ‘parti birliği’ umması hiçbir biçimde bir rastlantı değildi. Nitekim TDKP’nin tümüyle reformist bir çizgiye oturarak ‘kardeş komünist örgüt’ olmaktan çıkmasıdan da MLKP’nin kendi dünkü tutumu hakkında çıkarabildiği herhangi bir ciddi sonuç olamamıştır. ‘TDKP Nereye?’ kitabının oradan buradan ödünç alınmış eleştirilerden derlenmiş olması, ciddi herhangi bir teorik sonuç içermemesi bu açıdan rastlantı değildir. Aynı teorik temel ve sınıfsal karakter, uygun ortamı oluştuğunda, benzer sonuçlar doğrurur, benzer akıbetler hazırlar...” (H. Fırat, Demokrasi ve Devrim, s.16-17)