Esnek üretim yasasında mutabakat sağlandı... Sendika ağaları yeni saldırılara zemin hazırlıyor ESK (Ekonomik ve Sosyal Konsey) toplantısının sonuçları ortaya çıkmaya başladı. Aralık ayının son haftasında yapılan ESK toplantısının üzerinden çok geçmeden, bu kez Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu başkanlığında yeni bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya DİSK, Türk-İş, Hak-İş ve TİSK başkanları katıldı. Böyle bir toplantı yapılmasının ESK toplantısında kararlaştırıldığına kuşku yok. Zira bu toplantıda esas olarak ESK toplantısının temel gündemleri ele alındı. ESK toplantısında esnek üretim yasa tasarısı ile ilgili ne tür kararlar alındığı, sözde İş Güvencesi Yasasının 15 Martta yürürlüğe girip girmeyeceği konularında kayda değer açıklamalar yapılmasından özenle kaçınılmıştı. Bunun yerine ESK toplantısına katılan çeşitli kurum başkanlarının sözleri ile savaş gündemi ile ilgili tartışmaların basına yansıtılması tercih edildi. Bu kadarı ise işçi sendikaları başkanları ile sermaye temsilcilerinin danışıklı dövüşünden ibaretti. Gerek işçi sendikaları adına konuşanlar, gerek TİSK Başkanı R. Baydur gibi sermaye temsilcileri, her zamanki argümanları bir kez daha ısıtıp medya aracılığıyla önümüze sürdüler. Bilindiği gibi, esnek üretim yasasının çıkarılmasına ESK katılımcılarından hiçbirinin itirazı yok. Patronlar 15 Martta yürürlüğe konulması düşünülen İş Güvencesi Yasasını bahane edip işçi kıyımı tehdidinden vazgeçmiş değiller. Bütün dertleri, İş Yasası Ön Tasarısının söz konusu tarihten önce yasalaşması. Tek yenilik, DİSKin, İş Yasasının Sendikalar Kanunu ve TİS, Grev ve Lokavt Yasası ile birlikte bir paket olarak değiştirilmesi önerisinin de ESK toplantısında ele alınması oldu. Öyle anlaşılıyor ki, 6 Ocakta yapılan son toplantı, çalışma yaşamı ile ilgili yasalarda yapılması düşünülen değişiklikleri ve somut planlamaları kararlaştırma toplantısıydı. Toplantı bitiminde sendika ağaları R. Baydurla birlikte objektiflerin karşısına geçip, işçi sınıfımıza İş Güvencesi Yasasının 15 Martta yürürlüğe gireceği zaferini müjdelediler. DİSK Başkanı Süleyman Çelebi, işçileri ikna edememe kaygısından olsa gerek, Biz bir çizgiye değil, Baydur bir çizgiye geldi diyerek, kazanılanzaferi özel olarak vurgulamak ihtiyacı hissetti. Kapalı kapılar ardında derinleşen ihanet Oysa bunun hiç de böyle olmadığını bizzat R. Baydurur söyledikleri anlatıyor. Yasaların zamanında yürürlüğe girmesi konusunda mutabakat sağladıklarını belirtmesi üzerine, kendisine 15 Marttan önce Yeni İş Yasası meclisten geçmeli, yoksa çok işçi çıkarılır yönlü açıklamaları hatırlatılan R. Baydur, Bir şeylerin değişmiş olduğunu söyledim. Neyin değiştiğini size anlatmak zorunda değilim diyerek, gizli ve kirli pazarlıklara parmak basmaktan kendini alamadı. Nihayetinde o sınıfı adına girdiği kavgalarda hep başarıyla çıkmış mağrur bir burjuva. İşçi sınıfını temsil etmek iddiası ile sermaye sınıfı uşaklığını bağdaştıran sendika ağalarının, hile gereği yapılsa bile, zafer gösterilerini hazmedemez. İşçi sınıfının bu azılı düşmanı böylece ihaneti deşifre etmiş bulunuyor. Fakat zaten sendikaların çöreklenmiş sermaye uzantısı ihanet şebekesinin karakteri yeterince biliniyor ve toplantı sonrası yaptıkları açıklamalar gerçek niyetlerini ve yüzlerini yeterince ortaya koyuyor. Türk-İş, Hak-İş ve DİSK başkanları hemen hemen aynı şeyleri söylüyorlar: İş Güvencesi Yasasının zamanında yürürlüğe girmesi konusunda mutabık kaldık, bu bir başarıdır; Yeni İş Yasası, 2821 ve 2822 yasalarda değişiklikler yapılarak kabul edilebilir, bu konuda da anlaştık, Bilim Kurulu 14-15 Ocakta yeniden bu üç yasa üzerinde çalışmaya başlayacak, bu da diğer başarımızdır. Şimdi bu açıklamalara, Baydurun ima ettiği kirli pazarlık ve sendika bürokrasisinin daha da derinleşen hain karakteri ışığında bakalım. Bir kere sendika bürokrasisi, işçi sınıfı ve emekçi hareketinin dumura uğramışlık durumunun da verdiği rehavetle, esnek üretim yasasını kabul edeceğini belirtiyor. İkincisi, Sendikalar ve TİS, Grev ve Lokavt yasalarında da değişiklik yapılmasını, bunun için Bilim Kurulunun hemen çalışmalara başlayacağını bildiriyor. Bilim Kurulunun nasıl çalıştığını, hangi saldırıları formüle ettiğini esnek üretim yasa taslağından biliyoruz. İşçi sendikaları konfederasyonlarını temsilen birer, hükümeti ve sermayeyi temsilen üçer profesör, eski Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan tarafından Bilim Kurulu adı altında bir araya gelmişti. Güya Okuyanın yıllarca düşlediği İş Güvencesi konusunda bir yasa taslağı hazırlayacaklardı. Aylarca çalıştıktan sonra, 2002nin baharında esnek üretim yasa tasarısı hazırladıklarını açıkladılar. Açıktır ki bu kurul yeniden toplandığında, bu kez ortada hak-hukuk adına hiçbir şey bırakmayacaktır. Sermayenin dört gözle yasalaşmasını beklediği İş Yasası Ön Tasarısının fiilen işlevsizleştirdiği Sendikalar, TİS, Grev ve Lokavt yasalarındaki güdük kazanımları da ortadan kaldıracaktır. Sendika konfederasyonları içinde en solda duran, DİSKi Bilim Kurulunda temsil eden Devrim Ulucan isimli Prof.un esnek üretim yasasını savunmasından anlaşılabileceği gibi, Bilim Kurulunun 2821 ve 2822 sayılı yasalarda yapacağı değişiklikler tümüyle sermayenin çıkarlarını gözetecektir. Bu gerçeğe rağmen, diyelim ki işçi ve emekçilerin çıkarlarını gözeten dört dörtlük yeni bir Sendikalar Yasası ile TİS, Grev ve Lokavt Yasası hazırlandı. Yeni İş Yasası çıktığında bunun bir kıymeti harbiyesi kalır mı? Neticede esnek üretim yasası kabul edilince, ortada ne işçi, ne işyeri, ne işgünü, ne sendika, ne işgüvencesi ne de TİS ve grev hakkı kalacaktır. Kağıt üzerinde bu haklardan bahsedilse bile, esnek üretim yasası bunların kullanımını tümüyle imkansızlaştırıyor. Kaldı ki Bilim Kurulunun işçiler lehine değişiklikler yapmasını bir olasılık olarak beklemek bile ahmakça bir tutum olur. Bunu böyle bir beklentisi olanlara hatırlatmış olduk. Sendika ağaları karşımıza geçip bizimle dalga geçmeye cüret ediyorlarsa, bunu biraz da sermaye iktidarından safça beklentilerin emekçiler iccedil;indeki yaygınlığından güç alıyorlar. Sermaye cephesi, bu arada işçi sınıfı içindeki işbirlikçi takımı bu denli pervasız davranmakta başka nedenlerle de haksız sayılmazlar. Esnek üretim yasa taslağı gündeme getirildiğinden bu yana, işçi sınıfı cephesindeki duruma bakan herkes, ne kastedildiğini pekala kolayca anlayabilir. Bugüne kadar ancak sınıfın ileri kesimleri çok zayıf kalan tepkiler gösterebildiler. Kitlesel basın açıklaması türünden her yerde yaygın olarak yapılabilecek eylemler bile çok fazla yapılmadı. Daha çok basına yönelik demeçler tercih edildi. Görev ve sorumluluk Sorunu sınıfın gündemine taşımak, işçi-emekçileri saldırı konusunda bilinçlendirmek çerçevesindeki çabalar, işçi sınıfı devrimcilerinin de içinde olduğu sınırlı nicelikteki bir öncü kesim tarafından sarfedildi. Özellikle örgütlü işyerlerinde öncülük taslayanlar ile bunların bağlı olduğu şube yönetimleri, üzerlerine düşen sorumluluğun gereklerini zerrece yerine getirmediler. Konfederasyon yönetimleri ısrarla saldırı ortaklığını sürdürüyorken, bunlar adeta sendika bürokrasisinin eklentileri olduklarını itiraf edercesine sendikamızın görüşü... diye başlayan, sendikamızın kararları dışında davranamayızla son bulan açıklamalar yapmaktan ileri gitmiyorlar. Saldırı yasalarının hayata geçirileceği şu sıralarda bile bu tutumlarını sürdürüyorlar. Kendilerine sorumluluları ve görevleri hatırlatıldığında ise, sendika bürokrasisinden dem vurmayı ihmal etmiyorlar. Bu durumda bütün iş kendini bunlardan ayrı gören öncü işçilere, sınıfın ileri kesimlerine kalıyor. Yani esnek üretim saldırısını kesinlikle kabul etmeyeceklerini çeşitli vesilelerle dile getiren kesimlere... Madem böyle kararlı açıklamalar yapılıyor, vakit geçirmeden bu kararlılığa uygun bir pratiğin sergilenmesi gerekmez mi? Açıklama üstüne açıklama yapmanın bir hükmü kalmadı. Meseleyi sınıfın gündemine sokacak, sınıfı tabandan, üretim birimlerinden başlayarak örgütleyip harekete geçirecek somut adımlar atmak için daha fazla oyalanılabilir mi? Örneğin Türk-İşe bağlı sendikaların İstanbul şubeleri toplanıp yasa karşıtı olduklarını vurguluyorlar da, neden işyerlerinde birkaç saatliğine de olsa üretimi durdurmayı, alanlara çıkmayı hedeflemiyorlar? Sınıfı duyarlı kılmanın, harekete geçirmenin, &oml;rgütlülüğünü ve eylemliliğini güçlendirmenin olduğu kadar, sermayeyi ve sendika bürokrasisini dumura uğratacak tek yol, üretimi sekteye uğratacak eylemliliklerin yaygınlaşmasıdır. Aynı şey savaş tamtamlarını susturmak bağlamında da geçerlidir. Ama bunun için bir yerlerden mücadelenin ilk kıvılcımlarının çakması gerekiyor. Bunu ise esnek üretim saldırısı ve saldırıyı püskürtmenin hayati önemi konusunda net bir bilince, sınıf öncülüğüne yaraşır bir kararlılığa ve bedel ödemeyi göze alabilme cüretine sahip ileri kesimler başarabilirler. Bu onların tarihsel bir yükümlülüğüdür. |
|||||