11 Ocak '03
Sayı: 02 (92)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD'nin "tehditleri", Türk devletinin "çekinceleri"
  Amerikan uşağı A. Gül'ün savaş turu...
  Zorunlu tasarruflar dir defada ve nakden ödenmelidir!
  İMF heyetini karşılama hazırlığı
  "Esnek üretim" yasasında mutabakat sağlandı...
  Eylemlerden...
  EP Sonuç Bildirgesi açıklandı...
  Kıbrıs'ta kitle hareketi...
  ABD emperyalizmi Kürt halkının düşmanıdır
  "Demokratikleşme" görüntüsü altında baskı, terör ve yasaklara devam!
  Ciddiyetsizliğin son perdesi/3
  "Derin cinayet" ya da "su testisi su yolunda kırılır"
  YÖK-AKP çatışmasının perdeledikleri
  Eğitim-Sen 6 No'lu Şube Başkanı Hikmet Kaya ile konuştuk...
  Eğitim-Sen Ege Bölge Toplantısı'ndan...
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht
  Şakirpaşa İşçi Kültür Evi coşkulu ve canlı bir etkinlikle açıldı!
  Edirne F Tipi Cezaevi'ndeki devrimci tutsakların açıklaması...
  2003'e girerken.../2
  Kapitalizmde yoksulluk
  2002 güz, 2003 kara kış...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Kapitalizmde yoksulluk

Son 10-15 yıldır ön plana çıkan temel kavramlardan biri oldu yoksulluk. Üniversitelerde kiralık profesörler, sermayenin çeşitli kurumları yoksulluğu tanımlamaya, yoksulluk sorununu çözmek için sözde alternatifler geliştirmeye çalıştılar.

Dünya ölçüsünde muazzam boyutlara ulaşan yoksulluk, emperyalist sermayenin uyguladığı neoliberal politikaların olağan bir sonucudur aynı zamanda. Bu yıkıma ilişkin bazı veriler şöyle:

Dünya nüfusunun yarıya yakını günde 1.5 dolarla yaşam savaşı veriyor. Dünyada 368 şirketin geliri ve servetinin değeri 2.5 milyar insanın gelirine eşit. 800 milyon kişi açlık sınırında. Bir milyar insan işsiz. Sadece 8 milyon nüfuslu İsviçre’nin milli geliri, nüfusu yarım milyarı geçen tüm Afrika kıtasının gelirinden fazla. Silahlanmaya yüzlerce milyar dolar harcanırken, 23 milyonu önlenebilir vakalardan her yıl ortalama 56 milyon insan ölüyor.

Ülkelere göre yoksulluk oranı; Türkiye’de 38, ABD’de 19.1, Avusturya’da 13.5, Avusturalya’da 12 .9, Japonya’da 11.8, Kanada’da 11.7, İspanya’da 10.4, Danimarka’da 7.5, Fransa’da 7.5, Hollanda’da 6.7, İsveç’te 6.7, Norveç’de 6.6, İtalya’da 6.5 ve Belçika’da 5.5’dir. (Kaynak: UNICEF, UNESCO, Uluslararası Af Örgütü, BM Dünya Sağlık Örgütü ve ILO’nun gazetelere yansıyan açıklamalarından...)

Türkiye’de nüfusun en yoksul yüzde 20’si ulusal gelirin yüzde 4.9’una, nüfusun en zengin yüzde 20’si ise yüzde 55.9’una sahip. Eğitim harcamalarının yüzde 63.34’ünü en zengin yüzde 20, yüzde 2.2’sini ise en yoksul yüzde 20 yapıyor. Tüm sağlık harcamalarının yüzde 56.23’ü halkın yüzde 80’i, yüzde 43.27’sini ise en zengin yüzde 20’si yapıyor. (Kaynak DİE)

Bütçenin hemen tümü borç, faiz ve askeri harcamalara gidiyor. Her üç kişiden biri temel gereksinimleri için günlük 1.5 dolar harcayamıyor. En yüksek gelir grubu ile en alt gelir grubu arasında yaklaşık 20 kat fark bulunuyor. (CHP İstanbul milletvekili Bülent Tanla’nın yaptığı araştırmadan, Cumhuriyet, 7 Ocak 2003)

Yoksulluğa karşı çeşitli araştırmalar yapıp yoksulluğu önleyici fonlar oluşturmaya çalışan kurumların başında BM ve DB gelmektedir. Amaç sınıfsal sömürü ve çatışmaları gizlemektir. Emperyalistler az gelişmiş ülkelere “insani yardım kuruluşları” adı altında yerleşerek bir taraftan istihbarat toplarken, diğer taraftan da kitleleri aldatmaktadırlar. DB, BM, İLO, UNICEF gibi örgütler yaptıkları çalışmalarla, gerçekte milyarlarca kişinin yoksulluk ve sefalet koşulları altında yaşamalarını meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar.

ABD Irak’ı işgal etmek için son hazırlıklarını sürdürürken, Dünya Gıda Programı, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, BM Çocuk Fonu (UNICEF) vb. örgütler, emperyalizmin saldırganlığına, bunun yolaçacağı yıkıma karşı çıkmak yerine işgal ve katliamlardan sonra ne kadar “insani yardım” yapacaklarına dair açıklamalar yapmaktadır.

Emperyalist-kapitalist sistem sürekli savaşlar üretiyor. Milyarlarla ifade edilen insan, açlık, hastalık, sefalet, eşitsizlik ve yoğun sömürü altında yaşıyor. Sınıflar ortadan kaldırılmadan adaletsizlikler, savaşlar, yoksulluk yokedilemez. Bu sorunların ortadan kaldırılması kaynağının kurutulmasıyla, barbarlık düzeni kapitalizmin tarihin çöplüğüne gömülmesiyle mümkündür.

Zeynel Güneş



Fransa’da eylemler sürüyor

Geçen yıl Fransa’da birçok sosyal taleple eylemler gerçekleşti. Sağcı hükümet işbaşına geçer geçmez özelleştirmeleri hızlandırmayı, sosyal haklara ve kazanımlara saldırmayı, polisiye bir devlet kurmayı amaçladığını açıkça ortaya koydu. Bu nedenle Fransa yeni yıla yoğun giriyor, birçok sektörde eylem rüzgarı esiyor.

Dikkatler havayolları şirketi Air Lib’in Olağanüstü Genel Kurulu sonrasında işçilerin tutumu ile enerji sektöründe çalışan işçilerin emeklilik yasasındaki değişimler karşısında alacakları tutuma çevrildi. Bugünlerde sağlık sektöründe de bir hareketlilik söz konusu, doğum ünitelerinde personel grevde.

Fakat yeni yılda dikkat çeken bir eylem daha var. Fransa’nın küçük bir kenti olan Mont-Saint-Martin’da Daewoo-Orion işçilerinin eylemleri... 550 işçi çalıştıran fabrika mahkemelik oldu ve kapatılması bekleniyor. Çalıştıkları işyerinin kapanacağını öğrenen işçiler nehire kimyasal madde dökeceklerini açıkladılar. 400 kişinin katıldığı genel kurulda işçiler sert eylemler yapma kararı aldılar. 4 Ocak günü 40 kadar işçi fabrikanın önündeki bir kavşakta ateş yakarak fabrikaya giden yolu kestiler ve geliş-gidişleri engellediler.

Sendikalar devletten işten çıkartılacak işçiler için tazminat ve güvence istiyorlar. Devlete 8 Ocak’a kadar ültimatom veren işçiler de, isteklerinin yerine getirilmemesi durumunda kimyasal maddeleri nehire dökeceklerini belirtiyorlar.

2 Ocak’tan bu yana fabrika işçilerin işgali altında. 80 kişlik gruplar 8 saatte bir vardiya değişikliği yaparak işgali gece-gündüz sürdürüyorlar. İşçilerin temsilcisi, bütün işçileri sürekli seferber edeceklerini açıkladı.



Fildişi Kıyısı’nda emperyalist çıkarlar

Fildişi Kıyısı birkaç aydır önemli bir politik kriz ile yüzyüze. Ülke, Ekim 2000’de başa geçen Laurent Gbagbo rejimine karşı bir silahlı ayaklanma ile Fransızların gündemine girdi.

Fildişi Kıyısı eski bir Fransız sömürgesi ve Afrika kıtasında stratejik önemi olan bir ülke. 1960’da bağımsızlığına ulaştıktan sonra 30 yıl tek parti tarafından yönetildi. 1990’dan sonra ciddi bir istikrarsızlık dönemi başladı.

Sömürgecilik döneminde Fransa’nın Afrika’daki “vitrini” olan Fildişi Kıyısı kakao üretiminde dünyada birinci, kahve üretiminde ise üçüncü sırayı alıyor. Ayrıca petrol ve yeraltı kaynaklarına sahip ve kimya sektörü de oldukça gelişkin. Batı Afrika ülkelerinin parasal varlığının %40’ı bu ülkede bulunuyor. Çevre ülkelerle (özellikle çöle yakın olanlara) ticareti ile de Fildişi Kıyısı batı Afrika’da kilit konumda. Dini ve etnik mozaik ülkenin özelliklerinden birisi.

Gündeme askeri bir ayaklanma ve değişik fraksiyonlar arasında çatışmalar ile gelen Fildişi Kıyısı aslında köklü sorunlarla yüzyüze. Fransa’nın müdahalesinin ardından ülke zenginliklerinin yeniden paylaşımı söz konusu. Eski sömürge ülkelerinin tümünde olduğu gibi ülke zenginlikleri yurtdışına akıtılıyor. Halk tam bir sefalete itilmiş durumda. Zaten krizin kaynağında da bu var. Sorunun bu boyutu bilinçli olarak gündeme getirilmiyor.

Fransa’nın eski bir sömürgesi olması, onun bölgede tekrar etkin bir aktör olmasına yol açıyor. Şu an bölgede 2500 Fransız askeri bulunuyor. Bu, 20 yıldır Fransa’nın en önemli askeri çıkartması anlamına geliyor. Bölgeye giden Genelkurmay Başkanı Fransız ordusunun bölgede kalmasının “birkaç yıl” gerekli olduğunu açıkladı bile. Bu da Fransa’nın asıl niyetini gösteriyor.

Fransa’nın bölgede bulunması tepkilere neden oluyor. İsyancılar Fransız ordusunun ülkeyi terketmesini istiyorlar. Resmi açıklamalara bakılırsa Fransa barışı sağlamak ve batılı yabancıları korumak için bölgede bulunuyor. Fransız Dışişleri Bakanı’nı da güya taraflar arasında barış sağlamak için bölgeye gitti. Fransa’nın müdahalesinin asıl nedeni ise eski sömürgesini egemenlikleri altında tutmak. Şimdiki istikrarsızlık eski sömürgeci güç için çok iyi bir fırsat.