Ergin Yıldızoğlu 2002, hem 2001den devraldığı küresel sorunları yalnızca çözmekte başarısız kaldı, hem de bunlara yenilerini ekledi. 2003e çok yüklü ve bir o kadar da tehlikeli bir gündemle giriyoruz. Ekonomik 2002, önceki yıldan devraldığı küresel resesyonu aşamadı. Hem resesyon tamamlanamadığı için ekonomik toparlanma çok cansız ve kararsızdı, hem de 2002de ekonomik durgunluğa bir de deflasyon (fiyatlarda talep yetersizliğinden düşüş eğilimi) eklendi. Veriler, dünya ekonomisinin 2002de bir kronik yavaş büyüme dönemine girdiğini gösteriyordu: (i) Dünya ekonomisi toplam tüketim eğilimi, fazla sermayenin yatırılabilirliği açısından ABDye bağımlılığından 2002 yılında da kurtulamadı. (ii) 1990larda ABD ekonomisinden başlayıp dünya ekonomisinde yaygınlaşan, sonra da teker teker patlamaya başlayan spekülatif köpükler, arkalarında büyük bir kapasite ve nakit sermaye fazlası bıraktılar. 2002 bunları temizleyemediği için yeni ve güçlü bir ekonomik toparlanma henüz gündemde değil. Üstelik 2003e, patladığı takdirde çok daha geniş çaplı zarar verecek, gayrimenkul ve kredi köpükleriyle giriyoruz. (iii) Ekonomik toparlanmayı zayıflatan etkenlerden biri de petrol fiyatlarıydı. 2002, 2001den devraldığı yüksek petrol fiyatını korudu, yıl kapanırken yeni bir fiyat artışı dalgasına şahit oldu. Yılın son günü petrolün varil fiyatı, 2000den bu yana ilk kez, 33 doları geçti. (iv) Bir önceki yıl Arjantin ve Türkiye krizleri, çevre ülkelerinin merkez ülkelere bağlanma modeli olarak dayatılan IMF politikalarının artık işlemediğini, hatta ters teptiğini göstermişti. 2002, yeni bir model getirmediği gibi, IMFnin dogmatik dayatmaları sorunları ağırlaştırarak, yeni kriz olasılıklarıyla birlikte özellikle Latin Amerikada (Türkiyede de) 2003e devretti. (v) 2002ye uluslararası sermaye hareketlerinde bir yavaşlamaya girmiştik. 2002de biraz abartarak, adeta yaprak kımıldamadı diyebiliriz. Hatta uluslararası doğrudan yatırımlarda net bir gerileme görüldü. Ancak 50 milyar dolar yabancı yatırımla, Çinin bir istisna olması ayrıca ilginç bir gelişmeydi. (vi) Serbest piyasa modelinin, sermayenin kendi kendini denetleyebileceğine ilişkin en önemli varsayımı 2002 yılında ABDde patlak veren Enron, WorldCom, United Airlines and Global Crossing gibi şirketlerin krizleriyle bir kez daha iflas etti. 20 yıl sonra ilk kez düzenleme gereğinden söz edilmeye başlandı. Özetle 1980den bu yana egemenliğini sürdüren ABD merkezli uluslararası ekonomik düzen, 2002de artık yerini hemen her alanda düzensizliğe bıraktı. Küreselleşme olarak bilinen mali sermaye genişlemesi dönemi 2002 yılında sona erdi. Bu, kapitalizmin yapısal krizine cevap olarak üretilen, bir süre için, en azından merkez ülkeler açısından işler gibi görünen modelin iflas etmesiydi. Mc Donaldsın kurulduğundan bu yana küresel satışlarının ilk kez 2002 yılında gerilemesi, bu gerçeğin anlamlı bir göstergesiydi. Böylece ABD kapitalizminin parlaklığını yitiren yıldızları listesine Coca Cola, Disney, Gap ve Nikeden sonra Mc Donalds da eklendi. Siyasi ABD kapitalizminin yıldızları solgunlaşırken, Pentagon analistlerinden Franklin Spinneyin vurguladığı gibi, 11 Eylülden sonra aniden yükselen ABD sempatisi de kısa sürede sönerek, yerini küresel düzeyde bir ABD düşmanlığına bırakmaya başlamıştı. Nisandan bu yana birçok kamuoyu yoklaması, dünya halklarının ABDnin politikalarını anlayamadığını, askeri girişimlerinden korktuğunu gösteriyordu. Tüm dünyada 38.000 örnek üzerinden yapılan tarihin en geniş kamuoyu yoklaması (Pew Global Attitudes Project) korkutucu bir ABD düşmanlığının virüs gibi yayılmakta olduğunu ortaya koydu. Bu alanda da sembolik gelişme yaşandı: Kuzey Korenin nükleer alanda ABDye kafa tutmaya başladığı bir anda, Güney Korede ulusalcı-sosyal demokrat ve Kuzeyle yakınlaşma politikasını sürdürmekten yana Roh Moo, ABD karşıtı oylarla devlet başkanı seçildi. Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsünün yayımladığı Washington Quarterlynin Kış 2002-03 sayısında, bir araştırma, ABD düşmanlığının artık Güney Kore toplumunun tüm tabakalarında kemikleştiğini saptıyordu. ABD, 2002 Eylülünde yeni bir dış politikayla, önleyici vuruş prensibini benimsedi, Irakın işgal edilmesiyle başlayacak ve tüm bölgeyi yeniden düzenlemeyi amaçlayan bir sürecin tetiğini çekti. Bu yüzden, 2003 yılı boyunca ABD askeri operasyonlarını arttırırken, küresel düzeyde ABD karşıtı duyguların keskinleşmeye devam etmesi beklenebilir. Büyük bir olasılıkla 2003 yılı biterken, ABD liderliğini, Joseph Nyenin terimlerini ödünç alırsak, yumuşak gücünü yitirdiğinden, artık tümüyle sert güce, şiddet araçları üzerindeki tekeline dayanarak dayatmaya başlamış olacak. Belki de gelecekte tarihçiler, 2003ü, ABDnin olağan bir hegemonyacı ulus-devlet olmaktan çıkıp (ama Hart ve Negrinin öngörülerinin aksine) küresel kapitalizmin devleti düzeyine yükselme sürecinin tamamlandığı yıl olarak görecekler. Ama 2003, küresel kapitalizmin temellerinin sarsıldığı, küreselleşme sürecinin bittiği, uluslararası çelişkilerin, ulus devlet inisiyatiflerinde 2001 ve 2002de başlayan canlanmanın güçlendiği bir yıl da olacak. Birbiriyle çelişen bu iki eğilim ise hayra alamet değil, kötü günlerin habercisi. Özellikle Türkiye büyük bir savaşa taraf olmaya hazırlanırken... (Cumhuriyet, 1 Ocak 2003)
Türkler Irak savaşına ve Korkut Boratav Yazının başlığındaki soruyu, bu yılın temmuz ve ağustosunda, Pew Research Center adlı bir Amerikan şirketi Türkiyede 1005 yetişkine sormuş. Şirketin başında ünlü bir Amerikalı var: Bir süre Clintonun Dışişleri Bakanlığını yapmış olan Madeleine Albright ... Ve anket sadece Türkiyeye değil, dünyanın dört bir köşesinden 44 ülkeye uygulanmış. Araştırma Amerika ve Irakla sınırlı değil; başkaları kendi hayatlarını, ülkelerini, dünyayı ve Amerikayı nasıl görüyorlar? sorusu etrafında odaklanıyor. Çeşitli ülkelerde, örneğin, karnını doyuramayan; hayatından hoşnut olmayan; ülke ekonomisinin kötüye gittiğini ve daha da kötüye gideceğini düşünen kişilerin oranları belirleniyor. Ve ekonomik durumla ilgili sorular karşısında insanlarımız, Albrightın anketinde kapsanan ülke halklarının en kötümserleri arasında yer alıyorlar. *** Irak/Amerika eksenli sorulara dönelim. Amerikalıların bu araştırmasındaki kimi Türkiye bulgularına bizim basında değinmeler oldu. Ancak bunları diğer ülkelerle karşılaştırarak tekrar gözden geçirmekte yarar vardır. Amerikalılar merak etmişler ve sormuşlar: Iraka karşı askeri müdahale için Türkiyedeki üslerin kullanılmasına taraftar mısınız? Ve hayır diyenlerin oranının yüzde 83ü bulduğunu görmüşler. Buna benzer bir soru, Fransızlara, İngilizlere, Almanlara ve Ruslara da soruluyor ve en yüksek hayır oranı Türkiyede çıkıyor. Türkiye anketinde İslamcı militanlığın fazlasıyla temsil edilmiş olabileceğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz; zira, İslamın bombalı suikastlarla savunulmasına taraftar mısınız? sorusunu evet diye yanıtlayanların oranı Türkiye dışındaki 13 ülkedeki Müslümanlarda ortalama yüzde 36, bizde ise sadece yüzde 13tür. Devam edelim: Amerikaya genel olarak olumlu bir gözle mi bakıyorsunuz? Türkiyede evet diyenler toplamın sadece yüzde 30unu oluşturmuştur ve üç yıl önce yapılan benzer bir ankette aynı soruyu olumlu yanıtlayanların oranı yüzde 53ü bulmakta imiş. Anketin uygulandığı ülkelerin büyük çoğunluğunda ABDnin imajı benzer bir biçimde bozulmaktadır; fakat hiçbirindeki imaj kaybı Türkiyedeki (22 puanlık) boyuta ulaşmamaktadır. Amerikanın uluslararası rolü üzerinde halkımızın başka tavırları da ortaya çıkıyor. ABD, dış politikasında diğer ülkelerin çıkarlarını dikkate almaz; ABD teröre karşı açtığı savaşta haksızdır; ABD politikaları dünya çapında yoksul-zengin arasındaki uçurumu artırmaktadır ... Bu görüşlere Türkiyede katılanların oranları, (aynı sırayı izleyerek) yüzde 74, yüzde 58 ve yüzde 63e ulaşmaktadır. Ve her seferinde Türkiye, Amerikaya eleştirel-olumsuz bakan ülkelerin ön saflarında yer almaktadır. *** Elbette Bush yönetimi de bu bulguları incelemiş; kendi istihbaratı ile benzer saptamalar yapmıştır. Ve dünyanın dört bir yerinde itibar yitirmesinin nedenlerinden birinin de Iraka dönük saldırganlığından kaynaklandığını farketmiştir. Irak cephesi için aktif katkısını istediği Türkiyede halkın buna ezici bir çoğunlukla karşı çıktığını da öğrenmiştir. Bu tür bulguları ve duyarlılıkları dikkate alarak, acaba aklını başına alabilecek; saldırgan yönelişlerini frenleyecek midir? Boş beklentiler... Bush yönetimindeki şahinlerin düşünce tarzını yansıtan Stratfor International adlı ABD istihbarat kuruluşunun Irak savaşı konulu bir incelemesini, Bertrand Russell Barış Vakfı bir süre önce internette dağıttı. Bu metinden aktarıyorum: Makyavel temel soruyu sormuştur: Bir hükümdar için sevilmek mi iyidir; korkulmak mı? Basitçe yanıtlamıştır. Sevgi, gönüllü bir duygudur ve zorlanamaz; üstelik sonuçları öngörülemez. Korku ise gönüllü değildir; dıştan zorlanabilir ve korkan insanların davranışları daha kolay öngörülebilir. ABD bugün bu soruyla karşı karşıyadır. İslam dünyasının sevgisi artık söz konusu değildir; ama Iraka saldırmazsa Müslümanların nefretinin azalacağını garanti edemez. Buna karşılık saldırmazsa, ABDye karşı duyulan korku azalacaktır. Bu mantıkla, ABD bu noktadan sonra savaştan kaçınamaz. Kısacası, Türkiyede ve dünyanın başka köşelerinde ABDnin Irak savaşına duyulan tepkinin, Bush yönetiminin umurunda olacağını veya Güvenlik Konseyinden istediği kararı çıkaramazsa, saldırıdan vazgeçeceğini düşünmek beyhudedir. (...) (Cumhuriyet, 1 Ocak 2003) |
|||||