04 Ocak '03
Sayı: 01 (91)


  Kızıl Bayrak'tan
  Geride kalan yılın siyasal tablosu...
  ABD uşakları kirli pazarlıkları tamamlamak üzereler...
  Bu ülke, bu halk satılık değil!
  Emperyalist savaş ve sömürge basını
  ESK yeniden sahnede...
  2002 yılında sınıf hareketi
  2002 yılında kamu emekçileri hareketi
  2002 emperyalist savaşa ve saldırganlığa karşı mücadele yılı oldu...
  Saldırılara karşı topyekûn mücadeleye!
  Irak'ta 'canlı kalkan' olmak
  Ciddiyetsizliğin son perdesi/2
  >Gençlik hareketinin bir yılı
  Yasa mecliste, öğrenciler eylemde
  Emperyalist savaş karşıtı eylem ve etkinlikler...
  Filistin: İşgal, sürgün, katliam ve direniş/3
  Takiyyeci Amerikancılar...
  Sendika bürokratlarının savaş karşısındaki tutumu
  Ordu: Sermaye düzeninin bekçisi
  Kültürel yozlaşmaya karşı sosyalist kültürü geliştirelim!
  Almanya'da sınıfa saldırılar...
  Şakirpaşa İşçi Kültür Evi açılıyor!..
  Yarım kalmış işler yılı
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Sermaye hükümeti emeğe yönelik saldırılarında pervasızlaşıyor...

Saldırılara karşı topyekûn mücadeleye!

Birkaç ay içinde hükümet emek düşmanı niteliğini tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkta ortaya koydu. Dahası, saldırılara karşı ortaya çıkabilecek işçi ve emekçi tepkisini dizginlemenin hazırlıklarını yapıyor.

Şeker fabrikalarının da içinde olduğu özelleştirme saldırısı daha da hızlanacak, kamu emekçilerinin kolaylıkla kapı önüne konulması doğrultusunda iş güvencesini ortadan kaldıran önlemler alınacak. Emeğin üzerindeki vergi yükü daha da artarken, ülke sermaye için bir vergi cennetine dönüştürülecek. Sosyal yıkım programı tüm alanlarda kararlılıkla uygulanacak.

Hükümet kamu emekçilerine yönelik saldırılarına yüzde beşlik sadaka zammı ile başladı. Ardından personel rejimi yasası saldırısını gündeme getirerek kamu emekçilerinin sayısının 350 binle sınırlandırılması yönündeki niyetini ortaya koydu. Başta şeker fabrikaları olmak üzere TÜPRAŞ, POAŞ, TELEKOM, TEKEL, THY, TEDAŞ, BOTAŞ, ERDEMİR özelleştirilmesi 2003 yılında tamamlanacak. Tarıma yönelik sübvansiyonlar da tamamen kaldırılacak.

Zorunlu tasarrufları sermayeye hibe etme çabası

Zorunlu tasarruf uygulaması ‘88 yılında işçi sınıfı ve kamu emekçilerinin tüm itirazlarına rağmen fiilen başlatıldı. Daha sonra yasal bir kılıfa büründürüldü. 14 yıl boyunca yapılan kesintiler nihayet ‘02 yılında son buldu. Düşük faiz politikası uygulaması çalışanların 104 milyar dolar kaybına yol açtı. Eğer işçi ve emekçiler her ay kendinlerinden yapılan kesinti miktarını dolar alarak değerlendirmiş olsalardı, 4200 dolar birikime sahip olacaklardı. Şu anda biriken zorunlu tasarruf işçi ve emekçilere ödense, ortalama her emekçi 2482 dolar pay alacak, kayıpları 1718 dolarla sınırlanacaktı. Ancak AKP hükümeti dilinin altındaki baklayı çıkardı. 2482 dolar Türk lirasına çevrilecek, ödeme 5 yıla yayılacakmış. Bu durumda işçi sınıfı ve emekçilerin alacağı miktar 1128 dolara gerileyecek.

Zorunlu tasarrufların gaspı programı ile, hortumlanan bankaların yeniden işler hale gelmesi için sermayeye 20 milyar dolarlık kaynağın akıtılması gündeminin üstüste düşmesi rastlantı olmasa gerek.

AKP’nin seçim bildirgesinde; zorunlu tasarruf uygulaması nedeniyle işçilerin ve kamu emekçilerinin zarara uğratıldığı, uygulanan faizin gülünç düzeyde olduğu, tek başına yönetime gelmesi durumunda zorunlu tasarruf kesintilerinin hemen ödeneceği belirtilmişti. Yeni hükümet olmanın da etkisiyle olsa gerek, bakanlardan Ali Coşkun zorunlu tasarrufların ödeneceğini bir kez daha yineledi. Coşkun’u düzeltme görevi Tayyip Erdoğan’a düştü. AKP lideri yaptığı açıklamada “varsa ödersiniz” dedi.

Gecekondu semtlerinde iftar açma şovuyla emekçi dostu olduğunu göstermeye çalışan Erdoğan, zorunlu tasarrufların ödenmesini başka baharlara ertelemekten hiçbir sıkıntı duymuyor. 20 milyar doların sermayeye aktarılmasına gelince, “nereden bulacaksınız” demiyor. Zira sermayenin hizmetkarı olmak, diğer sermaye partilerinin liderleri gibi onun da varoluş nedenidir.

Sermayeye 20 milyar dolar!

Tekelci sermayenin taze para ihtiyacını karşılamada önemli işlevi olan bankalar, aynı zamanda işçi ve emekçilerin tasarruflarının önemli bir kısmını yönlendiren finans kurumlarından biridir. Birbiri ardına konkordoto ilan eden banka sahiplerinin bizzat kendileri kasaları boşaltmışlar, onbinlerce emekçinin parası iç etmişlerdi. Zira banka kasalarındaki paralar farklı alanlara kaydırılmıştı. Nasılsa iflas dümeninin sermayeye vereceği en küçük bir zarar yoktu, kimse onlardan hesap sormayacaktı.

Şimdi yeni sermaye hükümeti hırsızlıklarına devam etmeleri için 20 milyar dolarlık kaynak paketi açtı. Ödemeler 6 ay içerisinde yapılacak. Zorunlu tasarruf sahibi işçi ve emekçilerin birikimleri kuşa çevrilirken, banka sahiplerinin kasalarına 20 milyar dolar akıtılacak.

“Vergi barışı” mı, vergi ödememe mi?

Sermaye hükümetinin sermayeyi iyice rahatlatacak uygulamalarından biri de gündeme getirilen vergi affıdır. Uygulama Maliye Bakanı’nın “Vergileri hızla toparlama yolunda bir öneri getirdik” masum gerekçesiyle gündeme getirildi, fakat ayrıntılar açığa çıktıkça durumun hiç de böyle olmadığı anlaşıldı.

Emekçiler söz konusu olduğunda son kuruşuna kadar vergileri tahsil etmek tüm sermaye hükümetlerinin ortak tutumudur. İşçilerden ve kamu emekçilerinden vergiler daha maaşlarını almadan bordro üzerinde peşin olarak kesilir. Küçük esnaf ve emekçi köylüler vergi borçları nedeni ile hapse atılır, bin türlü dayatma ile borçları tahsil edilir. AKP hükümeti de öncekilerin yolundan yürüyor.

Sendika ağaları saldırıların en büyük destekçisi 

Zorunlu tasarruf düzenlemelerinin işçi sınıfı ve kamu emekçilerinde büyük bir tepkiye neden olacağını en iyi bilenler sendika ağalarıdır. Tepkinin sokakta eylemli olarak ortaya konmasını engellemek için itfaiyeci rolüne soyunmakta gecikmediler. Yaptıkları açıklamalarla öfkeyi kontrol altına almaya çalıştılar.

Türk-İş, KESK, DİSK, Hak-İş, Türk Kamu-Sen yaptıkları açıklamalarla zorunlu tasarrufların gaspının kabul edilmezliğini dile getirdiler ve hep bir ağızdan ödenmesi için mahkemelere başvuracaklarını ilan ettiler. Mücadele sokakta eylemlerle değil “hukuk savaşı” yoluyla verilecek, işçi ve emekçileri bu yolla oyalamaya çalışıyorlar. Eylemleri engellemeyi başaramadıkları koşullarda, her zaman olduğu gibi eylemlerin içini boşaltmaya çalışacaklar.

Sendika ağaları en küçük bir ekonomik ve sosyal kazanım elde etmenin tek yolunun kararlı ve militan mücadele yolu olduğunu elbette çok iyi biliyorlar. Ama onların saltanatı da hizmetkarı oldukları sermaye düzeninin devamından geçiyor. Bu konuda tam bir bilinç açıklığına sahipler.

Burada KESK’in durumuna ilişkin olarak şu söylenebilir. KESK’e düzenin icazet alanında politika yapan sosyal reformist akımlar damgasını vuruyor. Böyle bir zeminde hareket edenlerin sermayenin kapsamlı saldırılarına kararlı bir karşı koyuşu örgütlemeleri zaten mümkün değildir.

Sonuç 

Sermayenin topyekûn saldırılarına karşı yürütülecek mücadele ağır bedelleri göze almayı, büyük bir cesaretle görevlere sarılmayı gerektirir. Bunun biricik yolu emeğin birleşik devrimci mücadelesinin örgütlenmesidir. Zira taşı kırmanın biricik yolu balyoz etkisini yaratacak vuruşu gerçekleştirebilmektir. Bu da devrimci sınıf mücadelesinin yükseltilmesini gerektirir.

Devrimci sınıf mücadelesi çizgisinde emeğe yönelik saldırıları karşılama görevi işçi sınıfı ve kamu emekçilerinin önünde duruyor. Mücadele edilmeksizin, mücadeleci taban örgütleri yaratılmaksızın, işçi sınıfı ve kamu emekçilerinin birleşik platformları oluşturulmaksızın saldırıların boşa çıkarılması mümkün değildir.