04 Ocak '03
Sayı: 01 (91)


  Kızıl Bayrak'tan
  Geride kalan yılın siyasal tablosu...
  ABD uşakları kirli pazarlıkları tamamlamak üzereler...
  Bu ülke, bu halk satılık değil!
  Emperyalist savaş ve sömürge basını
  ESK yeniden sahnede...
  2002 yılında sınıf hareketi
  2002 yılında kamu emekçileri hareketi
  2002 emperyalist savaşa ve saldırganlığa karşı mücadele yılı oldu...
  Saldırılara karşı topyekûn mücadeleye!
  Irak'ta 'canlı kalkan' olmak
  Ciddiyetsizliğin son perdesi/2
  >Gençlik hareketinin bir yılı
  Yasa mecliste, öğrenciler eylemde
  Emperyalist savaş karşıtı eylem ve etkinlikler...
  Filistin: İşgal, sürgün, katliam ve direniş/3
  Takiyyeci Amerikancılar...
  Sendika bürokratlarının savaş karşısındaki tutumu
  Ordu: Sermaye düzeninin bekçisi
  Kültürel yozlaşmaya karşı sosyalist kültürü geliştirelim!
  Almanya'da sınıfa saldırılar...
  Şakirpaşa İşçi Kültür Evi açılıyor!..
  Yarım kalmış işler yılı
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Bu ülke, bu halk satılık değil!

Uluslararası bir meşruiyet taşıdığı koşullarda ABD’nin Irak’a yönelik savaşına destek vereceğini açıklayan sermaye hükümeti ve ordusunun bu gerekçesi dayanaktan yoksun ve ikiyüzlücedir. Çünkü bu gerekçeye dayanarak desteklediği ABD, gerçekte uluslararası hukuku en çok ihlal eden ülkedir.

11 Eylül’den bu yana bu durum çok daha açık hale gelmiştir. Uluslararası ceza mahkemelerinin kararlarına uymayan, ABD’dir. Karbondioksit gazının kullanımını azaltmaya yönelik Kyoto Protokolü’nü imzalamayan ve yine daha bu ay işkenceyi önleme protokolünü imzalamayı reddeden de, ABD’dir. Bütün bunlar bir yana, Irak meselesinde bile BM kararlarına uymayan ülke de ABD’dir.

Tüm bunlarla karşılık, kapılarını Birleşmiş Milletler’e ve silah denetçilerine açıp, kimyasal-nükleer silah bulundurmadığını ve üretmediğini göstermesinin ardından, Irak’ın uluslararası hukuka ve meşruiyete uymadığı gerekçesi her türlü dayanaktan yoksun kalmıştır.

Hal böyle olunca, Türkiye’yi yönetenler için bugün ülkeyi ABD’nin savaş arabasına bağlamanın yeni kılıfı, sözüm ona “ulusal çıkarlar” olmaktadır.

Bir yandan havaalanları, limanlar, üsler, topraklar, kısaca eldeki tüm imkanlar ABD’nin hizmetine sunulurken, diğer yandan ise henüz “savaş kararı almadık” diyerek zaman kazanılmakta ve sermaye medyası aracılığı ile ABD safında savaşa katılmanın ülkenin çıkarları gereği olduğu yalanı propaganda edilmektedir. Böylece ABD’ye uşakça bağlılığın ve girişilen kirli pazarlığın üstü örtülmek istenmektedir.

Ancak ne hükümetin son zamanlardaki “savaşa katılma kararı almadık”, “savaş istemiyoruz” yönlü söylemleriyle yapmaya çalıştığı manevralar, ne de medyada Türkiye’nin stratejik önemine vurgu yapıp “savaşa girersek kârlı çıkarız” mantığı üzerinden yapılan propaganda, bu gerçeği gizlemeye yetmemektedir. Sermaye devleti deyim yerindeyse minareyi kılıfına uydurmaya çalışmakta, ama başaramamaktadır.

Savaşa katılma kararının gizlenmek istenmesindeki asıl neden, hiç kuşkusuz Türkiye halklarının büyük çoğunluğunun emperyalist savaşa karşı olmasıdır. ABD’ye bağlı kurumların yaptığı kamuoyu yoklamaları dahi Türkiye halklarının yüzde 85’inin savaşa karşı olduğunu göstermektedir. Henüz savaş karşıtı güçlü bir kitle hareketi olmasa bile bölge halkları arasındaki köklü tarihi ve kültürel bağlar ile bölgede yaygın Amerikan karşıtlığı, bu açıdan sermaye devleti için ciddi bir sıkıntı kaynağıdır.

Bu sıkıntıdan dolayıdır ki, savaş gündemli olarak toplanan son MGK toplantısı sonrası, “Türkiye’nin Irak’a hareket için BM onayı istediği” kararının alındığı açıklanması yapıldı. Ancak bir yanda bu açıklama yapılırken, diğer yanda ABD Türkiye’ye askeri sevkiyat yapmakta, ABD askeri uzmanları kullanmak istedikleri üslerde ve limanlarda incelemelerde bulunmakta, gerekli önlemleri almaktadır. Tüm bunlar, yapılan açıklamanın ikiyüzlülüğünü gözler önüne sermektedir.

1991’deki Körfez Savaş sırasında Akdeniz Bölge Komutanı olan ve 1974’teki Kıbrıs harekatına komutan olarak katılan emekli Koramiral Atilla Kıyat, sermaye devletinin içine düştüğü bu sıkıntılı durumu, 20 Aralık ‘02 tarihli Radikal gazetesinde yayınlanan röportajında şu sözlerle ifade ediyor:

“Soru: Bize savaşa katılma kararı verilmediği söyleniyor, yanıltılıyor muyuz?

- Kapalı kapılar ardında verilen bu kararı sahiplenecek makam bulunmakta güçlük çekiliyor. Verilen kararın halka nasıl anlatılacağına karar veremiyoruz biz. Çünkü yüzde 85 savaşa karşı....

Soru: Son MGK toplantısında Türkiye’nin Irak harekatı için BM onayı istediği ortaya çıktı.

- Resmi bildiri bu. Bence bu açıklama içerideki kararın yansıması değil ‘BM kararı gerekiyor’ sözü uzun zamandır çeşitli kademelerde dile getiriliyor. Böyle bir açıklama için bu kadar saat toplanılması gerekmezdi. Türkiye bu savaşa ABD’nin yanında girdiği taktirde dünya kamuoyuna dönüp ‘ben bu savaşı durdurmak için elimden geleni yaptım’ demek istiyor. Türkiye savaştan sonra da aynı coğrafyada yaşayacak. Türkiye bir İslam ülkesi, sizden nefret edecek nesillerin hemen yanı başınızda büyümesi hoş değil...

Soru: Türkiye’nin bu savaşta bir rol seçme şansı var mı? Yoksa Amerika’nın istediği her neyse onu yapmak zorunda mı?

- Türkiye’nin fazla seçeneği yok. Türkiye harb etmeyi hiç düşünmediği bir komşusuyla belki de bir süper gücün iradesiyle savaşa girecek.

Sermaye devletinin ABD’ye kölece bağlılığından dolayı savaşa girmek dışında başka bir şansının olmadığını; bugün emekçi halkın tepkisinden çekinip savaşa katılma kararını resmi olarak dile getirmekten kaçındığını; bunun yerine savaşa katılmayı haklı gösterecek gerekçeler uydurmaya çalıştığını, tüm bu gerçekleri emekli Koramiral Atilla Kıyat’ın açıklamaları da doğrulamaktadır.

Ancak sermaye devleti bununla yetinmemekte savaşa yönelik hazırlıklarını her türlü ihtimali gözönüne alarak yapmaktadır. Bugün savaşa katılmanın gerekçesi yapılan ve medyada çok yönlü bir propagandaya konu edilen “ulusal çıkarlar”, “ülkenin çıkarları”, “uzun vadeli kazançlar” vb. gerekçelerin, savaşın başlamasıyla birlikte işçi ve emekçiler için hiçbir inandırıcılığı kalmayacaktır. Bunun bilincinde olan sermaye devleti, bir taraftan da savaşa karşı oluşabilecek tepkilere karşın devlet terörü ve baskısını arttıracağının sinyallerini vermektedir. Son MGK toplantısında masaya yatırılan görüşlerden biri de savaş karşıtı bir kitle hareketinin gelişmesi durumunda alınacak önlemlerdir. Başbakan Abdullah Gül’ün “tabanımızın büyük bir bölümü savaşa katılmamıza karşı, ancak taban karşı ols da, eğer söz konusu olan ülke çıkarlarıysa tabana rağmen bu savaşta yer alırız” sözleri de, bu konuda kendi tabanı ve ötesinde savaş karşıtı muhalefete açık bir uyarı anlamını taşımaktadır.