Ekonomik ve Sosyal Konsey yeniden sahnede...
Sendikal ihanet çetesi yine ESK, 21 ay aradan sonra, 25 Aralık 02de yeniden toplandı. Bu saldırı aygıtının temelleri toplumsal uzlaşma, sosyal barış nakaratları eşliğinde 28 Şubat 97 süreciyle birlikte atılmıştı. Başlangıçta Türk-İş, Hak-İş, DİSK, TİSK ve TOBB üzerinden beşli sivil inisiyatif olarak yola çıktı. İMF-TÜSİAD programlarına uygun saldırıları planlamak için Ecevit başkanlığındaki toplantılarını ESK adı altında sürdürdü. Zamanla TESK, TZOB, TÜSİAD gibi belli başlı sermaye örgütlerinin katılımıyla genişledi. 57. hükümet tarafından ise yasal statüye kavuşturuldu. Haddinden fazla saldırıya imza atan Ecevit hükümetinin ESKya çok da gereksinimi kalmamış olacak ki, uzun süredir sahnede görünmüyordu. Şimdi birden ortaya çıkması boşuna değil. AKP hükümeti altından kalkamayacağı görevlerle karşı karşıya. Kendinden önceki hükümeti aratmayacak ölçüde saldırgan olmak zorunda. Üstelik bir de Türkiyenin ABDnin komutası altında Irak saldırısına katılmasının siyasal sorumluluğu var. Bir yandan İMF politikalarını kesintisizce hayata geçirecek, bir yandan da toplumunun %85i savaşa karşı olan bir ülkeyi emperyalist savaş cehennemine sürecek. Şu sıralar 5-10 milyar dolar karşılığında askerlerini ABD için telef etmeye ve komşu bir halkı katletmeye yollamanın hazırlığıyla meşgul. Bu koşullarda gelişebilecek tepkileri dizginlemek için önlem almaya çalışması gayet doğal. Hak ve özgürlüklere yönelik baskı ve terör, manipülasyon için medyadan olabildiğince yararlanmak, kitlelerde beklenti yaratıp bunu olaildiğince diri tutmak vb. gibi konularda selefini aratmıyor. Yanı sıra aynı yoldan giderek, sosyal tarafların katılımını ve uzlaşmasını sağlamak gerekçesiyle ESKya başvurdu. Sendika ağaları bu toplantıya katılmakta her zamanki gibi tereddütsüz davrandılar. Toplantıya ilk kez memur kesimini temsilen Kamu-Sen de katıldı. Toplantının önden açıklanan esas gündemi; iş güvencesi yasası, esnek üretim yasa tasarısı, özelleştirmeler gibi tümü de işçi sınıfını ilgilendiren saldırılardı. Fakat tartışma ve planlamalar konusunda çok yüzeysel bir bilgilendirme yapıldı. Toplantıya sermaye medyasında çok az yer ayrıldı. Önden ilk kez Genelkurmayın bu toplantıya bir temsilci göndereceği belirtilmesine rağmen, sonrasında bu konuda tek laf edilmedi. Toplantıya savaş gündemi üzerine tartışmaların damga vurduğu söyleniyor. İkinci olarak da, İş Yasasında yapılması düşünülen değişiklikler ve güya 15 Martta yürürlüğe girecek olan İş Güvencesi Yasası üzerinden bir uzlaşma arandığı belirtiliyor. Savaş gündemiyle ilgili yansıtılanlara göre, ESKya katılan örgütlerin hiçbiri savaş istemiyor. Hepsi de Körfez Savaşı deneyiminden yola çıkarak savaşın Türkiyeye vereceği zararları dile getiriyorlar. Yani ESK bileşeni için emperyalist savaşın haksızlığı değil karşı çıkılan. Ya da egemenlerin karşı çıktığı, ABDnin kanlı uşağı olmak, bu uğurda işçi-emekçi çocuklarını ölüme göndermek, kardeş Irak halkının katliamdan geçirilmesi, Irakın yakılıp yıkılması değil. Onları tedirgin eden tek nokta bu savaştan zararla çıkmak. Savaş istemiyoruz derken, esasta ve yalnızca zarar etmek istemiyoruz demek istiyorlar. Nitekim sermayenin en büyük örgütü TÜSİADın Başkanı Tuncay Özilhan, olası bir savaşta Türkiyenin 20 milyar dolarlık bir zarara uğrayacağını, bu nedenle Amerikanın 15-20 milyar dolarlık bir hibeyle Türkiyeyi desteklemesi gerektiğini söyleyerek, sermayenin asıl derdine parmak basıyor. Başından beri yinelenen savaşın dışında kalındığında zararın katlanacağı uyarılarıyla birlikte düşünüldüğünde, bu sözlerin tek anlamı olabilir; bizim için ABD ile yürüttüğünüz satış pazarlığını sıkı tutun, 15-20 milyar dolarlık bir hibeden aşağısını kabul etmiyoruz! TÜSİAD kodamanlarının kamuoyuna yaptığı açıklamalar da bunu destekler nitelikte. Başta Koç ve Sabancı olmak üzere belli başlı kan emiciler, açık açık savaştan nasıl kârlı çıkabiliriz diye sorarak, Türkiyenin aktif olarak savaşa katılması gerektiğinden söz ediyorlar. Dolayısıyla, kamuoyuna ESK toplantısına katılanların ortak görüşü olarak lanse edilen bölgede böyle bir savaşa karşıyız söylemi koca bir yalandır. Savaşın ESKda gündeme getirilmesinin amacı, savaşa hazırlık çerçevesinde yapılacakların, örneğin toplumu, özellikle de işçi sınıfını ve emekçi kitleleri uyuşturmanın planlamasını yapmaktır. Bu özel olarak gizlenmektedir. Aynı şekilde ESK toplantısında esnek üretim yasası ve İş Güvencesi Yasası ile ilgili ne tür kararların alındığı da gizleniyor. Yansıtılanlara bakılırsa, toplantıya katılan bütün kurumlar, AKP hükümetinin acil eylem programına olumlu yaklaşıyorlar. Yalnız TÜSİAD tarafından, programdan sapılmaması ve uygulamada tavizsiz olunması yönünde bir uyarı yapılıyor. İş yasası ile ilgili olarak ise, gene TİSK Başkanı R. Baydurun işçi çıkarma tehditleri ve işçi sendikalarının tehditle, şantajla bu işler yürümez biçimindeki dostane uyarıları söz konusu. Bu kadarını zaten biliyoruz. Aylardır oynanan bir oyun bu. Sanki gerçekten ortada iş güvencesi sağlayan bir yasa var da, bunun üzerinden kıyamet kopuyor! O platformdaki herkes farkında ki, İş Güvencesi Yasasının iş güvencesi sağlamakla ilgisi yok. Ama bu danışıklı döv&uum;şü mümkün olduğunca herkesin duyacağı şekilde sürdürmek durumundalar. Zira elele verip Bilim Kuruluna hazırlattıkları esnek üretim yasa tasarısı, öyle yenilir yutulur cinsten değil. Tek cümleyle özetlemek gerekirse; bu tasarı işçi sınıfı ve emekçilerin tüm tarihsel kazanımlarını bir çırpıda silmeyi, işçileri tam olarak Ortaçağ köleliğine mahkum etmeyi ama&ccedl;lıyor. Böylesine kapsamlı bir saldırının hayata geçirilmesinde sermaye iktidarının temkinli davranması anlaşılır.. Garipsenmesi gereken bir şey varsa, o da işçi-emekçi kitlelerin henüz ortaya ciddiye alınabilecek bir tepki koymamalarıdır. Sendika bürokrasisi de bundan yola çıkarak daha pervasız davranıyor. Örneğin DİSK, ilk dönem bir süreliğine de olsa bu saldırı kurumunun dışına çıkmıştı. Ama sınıfın örgütsüzlüğü ve dağınıklığı arttıkça, o da ESKdaki yerini almakta gecikmedi. Dikkat edilirse ESKnın toplanmasına sınıf cephesinden tek bir tepki gelmedi. Bu nedenle sendika bürokrasisi görece daha rahat davrandı. İşçi sınıfını bu duruma düşürenler, tıpkı Ecevit hükümeti döneminde olduğu gibi bundan sonra da sınıfa yönelik saldırıları planlamanın doğrudan içinde yer alacaklar. Sermaye cephesi böyle açıktan biraraya geldiğinde, işçi ve emekçilere yönelik saldırıların ağırlaştırılacağı artık bilinen bir gerçek. Nihayetinde savaş ve İMF patentli yıkım programı ile ana çizgileri belli olan mevcut tablo, gündeme gelecek saldırıları yeterli açıklıkta gösteriyor. Hükümetin acil eylem planı çok boyutlu (ekonomik, sosyal, siyasal vb.) bir saldırı programıdır. Sendika bürokrasisi bu yıkım saldırısının selameti için sermaye ile kafa kafaya veriyor. Sınıf hareketini kötürümleştiren bu hain takımının ESK toplantısındaki sözleri ise bekleyen tehlikeleri gösteriyor. Göründüğü kadarıyla esnek üretim yasasının çıkarılması konusunda bir itirazları kalmamış. DİSK Başkanı Süleyman Çelebinin fırsat buldukça İş yasasındaki değişiklikler, Sendikalar ile Grev, TİS ve Lokavt kanunlarıyla birlikte ele alınmalıdır yönlü açıklamaları ve bunu ESK toplantısında dile getirmesi bunu anlatıyor. Bir kere esnek üretim yasası çıktıktan sonra dört dörtlük iş güvencesi yasası çıkarılsa, diğer iki yasada mükemmel değişiklikler yapılsa ne olur? Esnek üretim yasası bütün kazanımları, bu arada TİS, grev, sendikal hakları da tümüyle işlevsizleştiriyor. Sendika bürokrasisi, işçi sınıfı seyirci kaldığı sürece, bugün ESK, yarın başka platformlarda sermaye için doğrudan saldırıları planlayacaktır. Sınıf hareketinin bugünkü geriliğinin başlıca sorumlusu elbette sendikaların başına çöreklenmiş bu ihanet şebekesidir. Fakat sermaye iktidarının saldırıları karşısında suskun kalarak bu hainlerin ekmeğine yağ süren de işçi sınıfı ve emekçi kitlelerdir. Sınıfın ileri kesimleri suçu ve sorumluluğu sendika bürokrasisine atarak, kendi sorumluluklarından kurtulamazlar. Kaldı ki bu davranışın hiçbir ciddiyeti kalmadı. Adı üzerinde; ihanet şebekesi! Tabii ki sınıfı satacaklar, tabii ki sermayenin saldırılarına ortak olacaklar, hatta ESK gibi platformlarda bu saldırıların planlamasına bizzat katılacaklar. Bu saatten sonra görev ve sorumluluklara sahip çıkılmazsa, tarihe öncü, ileri işçiler payına da utanç vrici bir çizik atılacaktır. İşçi sınıfı, sadece geçmişte ağır bedellerle kazanılmış ve gelecek kuşaklara devretmek zorunda olduğu hakları kaybetmekle kalmayacak, kardeş bir halka yönelik savaşın suçuna da ortak olacaktır. Sınıfın, öncelikle de ileri öncü kesimlerinin başta gelen güncel sorumluluğu, emperyalist savaşa ve ekonomik-sosyal yıkım saldırısına karşı, üretim alanlarından başlayarak mücadeleyi örmektir. Sermaye iktidarı ancak işçi sınıfının üretimden gelen gücünü kullanması sayesinde geriletilebilir. Bunu görmek için, çeşitli ülkelerdeki sınıf hareketine, ülkemizin yakın tarihine bakmak yeterlidir. |
|||||