Kopenhag Zirvesi geride kaldı. Türk dış politikasında AB ile ilgili gelişmeler bir parça gündemden düşerken, onun yerini diğer iki önemli sorun; Irak savaşı ve Kıbrıs aldı. Son bir haftadır yaşanan gelişmeler, yapılan açıklamalar Türkiyenin yeni bir Kıbrıs politikasına ihtiyaç duyduğunu ve bunu oluşturmanın sancılarını yaşadığını gösteriyor. ABD ve ABnin Kıbrıs sorununun tasfiyesi için baskı yapmaları; Kıbrıs Rum tarafının ABye giriyor olması; bunun dış politikada ve Kıbrısta yaratacağı ek sorunlar... Bütün bunlar Türkiyeyi Kıbrıs konusunda eskisinden farklı bir tutum almaya zorluyor. Çözümsüzlük politikasının sınırlarına gelindi Türkiye bugüne kadar Kıbrıs üzerindeki egemenlik haklarını yitirmemek için tam anlamıyla bir çözümsüzlük politikası güdüyordu. Elbette ki sorun gündemde kaldığı sürece Türkiyenin de değişik çözüm önerileri oldu. Önceleri ünlü Taksim politikası savunuluyordu. 1974teki askeri harekattan sonra ise değişik versiyonlarıyla iki devlet formülü Türkiyenin temel politikası oldu. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) bu politika doğrultusunda kuruldu. Mevcut durum; yani adanın kuzeyinde ve güneyinde iki ayrı devletin bulunması Türkiyenin savunduğu iki devlet politikasıyla bir anlamda örtüşüyordu. Kuzeydeki yönetim Kıbrıs Türk halkının değil ama Türkiyenin çıkar ve politikalarının temsilcisi olduğu ölçüde daha farklı çözüm formüllerinden ısrarla kaçınıldı. Adadaki Türklerin Türkiyeye göbekten bağlı bir yönetime dönük itirazları, bağımsızlık ve Rumlarla barış içinde bir arada yaşama istekleri, gözardı edilmenin ötesinde, ya şovenist politikalarla ya da açık bir devlet terörüyle bastırıldı. Türkiyeden asıl istenen Kopenhag Zirvesinden önce bir ön anlaşmaya imza atmasıydı. Fakat ABden tam üyelik müzakereleri için istediği tarihi alamayacağını gören Türkiye, Kıbrıs konusunda da acele bir anlaşmaya yanaşmadı. Şimdi ortada 28 Şubat tarihi var. Kopenhag Zirvesi karar bildirisinde, BMnin çözüm planına da atıfda bulunularak, Kıbrıs sorununun 28 Şubata kadar görüşmeler yoluyla çözülmesi gerektiği, bu takdirde Türk ve Rum taraflarının bir bütün olarak ABye alınabilecekleri belirtildi. BM Genel Sekreteri Kofi Annan da 18 Aralıkta taraflara gönderdiği mektupta aynı düşünceyi desteklediğini belirtti. Çözüm bulunması için yaklaşık iki aylık bir zaman tanınması Türkiyeyi Kıbrıs konusunda vakit yitirmeden yeni bir politika oluşturmaya yöneltti. Şimdi hem ABD hem de Avrupa Birliği Türkiyeden eski politikasını terketmesini, 28 Şubata kadar Kıbrısta Birleşmiş Milletlerin ortaya koyduğu plan üzerinden görüşmeler yürütülmesini ve bir çözüme varılmasını istiyor. Rum tarafının çözüm bulunsun ya da bulunmasın Avrupa Birliğine alınacak olması ise Türkiyenin zamanını ve manevra alanını ayrıca daraltıyor. Eski politikanın temsilcileri günah keçisi ilan ediliyor Burjuva medyada son günlerde gözle görülür bir kampanya başlatıldı. Türkiyenin eski Kıbrıs politikasının temsilcileri ve tabii ki en başta da Rauf Denktaş birçok burjuva kalemşör tarafından ağır bir şekilde suçlanıyor. Türkiyenin ve Kıbrıs Türklerinin Denktaşın uzlaşmaz tutumu yüzünden Kopenhagda önemli bir fırsatı kaçırdığı yazılıp çiziliyor. Bu yazılar çoğunlukla Türk hükümetine 28 Şubat fırsatını mutlaka değerlendirmesi gerektiğini öğütleyen telkinlerle bitiyor. Tüm bunların hükümete akıl vermekten ya da Denktaşı eleştirmekten çok halkı yeni bir politikaya hazırlama amacı taşıdığı açık. Çünkü AKP hükümeti zaten yeni bir politika arayışının başını çekiyor. Çözümsüzlük politikasının tek sorumlusu olarak Denktaşın gösterilmesi kadar saçma bir şey ise olamaz. Denktaşın bu politikanın tek sorumlusu değil sadece sözcüsü olduğu, çözümsüzlük politikasının Türk devletinin resmi politikası olduğu herkesçe bilinmektedir. Zira Türkiye halkına on yıllar boyunca Kıbrıs sorunun bir milli dava olduğu, bu konudaki resmi görüşten asla ödün verilemeyeceği söylendi. Rauf Denktaş ise milli kahramandı. O nedenle eski politikanın yerine bir yenisinin inşa edilmeye çalışıldığı şu günlerde düzen a&ccedi;ısından eskiye dair ne varsa hepsinin lanetlenmesi, yerin dibine batırılması kadar doğal bir şey olamaz. Düzen siyasetinin en sık kullandığı yöntemlerden biridir bu. Politika değişikliği zamana yayılacak Türk devleti, özellikle de yeni AKP hükümetinin kurulmasıyla emperyalistlerin arzuladığı türden bir çözüm rotasına girmiştir. Zaten içinde bulunduğu kölelik ilişkilerinin boyutları onun başka türlü davranmasını imkansız hale getirmektedir. Fakat bütün bunlar Türkiyenin eski resmi politikasını bir anda değiştireceği, buradaki çıkarlarından vazgeçeceği ve Kıbrısı ucuza elden çıkarmayı kabul edeceği anlamına gelmemektedir. Ne denli diplomatik bir basınç altında olursa olsun, Türkiye şu an Kıbrısın önemli bir kısmını kendi denetimi altında tutmaktadır. Bulunduğu jeostratejik konum ve yaklaşan Irak operasyonu emperyalistler nezdinde ona bir takım ek kozlar sağlamaktadır. Kopenhag Zirvesinin geride kalması AB basıncını nispi olarak azaltmıştır. Dolayısıyla Türkiye bu konuda belli bir pazarlık gücüne sahiptir. Gerek 18 Aralıkta Çankaya Köşkünde yapılan Dış Politika Zirvesinin sonuçları, gerekse bu zirvenin hemen ardından Türk Dışişleri Bakanlığının ve Rauf Denktaşın yaptığı açıklamalar Türk tarafının yeni Kıbrıs politikası hakkında ipuçları içermektedir. Buna göre BM planının olduğu gibi kabul edilmesi söz konusu değildir. Fakat Rum yönetimiyle görüşme ve pazarlıklar sürdürülecek, eğer görüşmelerde istenen bir noktaya gelinirse anlaşma imzalanacaktır. Bu arada zirvede KKTC Cumhurbaşkanı Denktaşa tam destek verildiği ve görüşmelerin her zaman olduğu gibi onun inisiyatifinde yürütüleceği ifade edilmiştir. Denktaş da yaptığı açıklamada iyi niyetle görüşmelerin sürdürüleceğini söylemiştir. Geçerken belirtelim; bu sözleri bile Denktaşın, devlet politikası bu olduğu için düne kadar çözümsüzlük politikası yürüttüğünü, değişen politik koşullara uyum sağlamakta da fazla zorluk çekmeyeceğini göstermektedir. Emperyalist çözüm planları işliyor Türkiye BM planı üzerinden görüşmeleri sürdüreceğini üstelik de Denktaşın ağzından net bir şekilde ifade etti. Bu emperyalistlerin Kıbrıs planının işlediğini gösteriyor. Pazarlıklar sonucunda hangi tarafın çıkarlarının ne kadar karşılanacağı işin tali yanını oluşturuyor ve meselenin özüyle ilgilenen emperyalistleri çok da fazla ilgilendirmiyor.
Dünün milli kahramanı bugünün günah keçisi Zararın neresinden dönülürse kârdır Bir ülke kendi elleriyle geleceğini nasıl zora sokar? Türkiyenin Kıbrıs politikası bu sorunun ibretlik bir cevabıdır. Kopenhagda fırsatı kaçırdık. Görünürdeki sorumlu KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaştır. Çözümsüzlük yalnız Kıbrıs Türkünün hayatını karartmıyor, daha büyük zararı Türkiyeye veriyor... Müzakere masasında 12 Aralık öncesinin gücüne sahip olamayacağız. Kozlarımızı harcadık. Artık zararın neresinden dönülürse kardır tesellisine oynayacağız. Eğer 28 Şubata kadar anlaşma sağlanabilirse, Nisandaki Atina Zirvesinde Kıbrıs bütün halinde ABye girecektir. Aksi halde Kuzey Kıbrıs dışarıda kalacaktır. Hayatını Kıbrıs Türkünün kurtuluşuna adayan Rauf Denktaş için böyle bir son, hezimet olur. Destansı bir yaşam öyküsü, lanetli bir sonla kapanır. (Güngör Mengi, Vatan, 18 Aralık 02) Denktaşın ikna edilmesi gerekir Şimdi 28 Şubata kadar yeni bir pazarlık dönemine giriliyor. Masaya Rumlar avantajlı, Türkler ise avantajlarını büyük oranda kaybetmiş olarak oturacaklar. Ankaranın ümidi, yine Washingtondan destek ummak, Avrupa Birliğini hareketlendirebilmek, Yunanistanı zorlamak ve biraz da Rumların insafına kalıyor. Sonuç almak çok güç. Ancak yine de denemek gerekecek. Denktaşın ikna edilip direnişinin kırılması, çevresindeki Çanakkale Savaşı yaptığını sanan kişilerin temizlenmesi, muhalefetiyle Türk hükümetinin kendine sağlam bir politika oluşturması şarttır. (Mehmet Ali Birand, Hürriyet int., 18 Aralık 02) |
|||||