ABnin Kopenhag Zirvesi...
Hayaller, gerçekler ve ikiyüzlü gerekçeler... 12 Aralıkta büyük güvenlik önlemleri ve kitlesel protestolar eşliğinde başlayan ve üç gün süren tarihi Kopenhag Zirvesi haftalarca süren tartışmalara konu oldu. AB genişleme sürecinin ele alındığı zirveye 15 üye ülkenin devlet ve hükümet başkanları ile aday ülkelerin heyetleri katıldı. Doğuya doğru genişlemenin sorunlarının görüşüldüğü zirvede tartışmanın başlıca konusu Türkiye oldu. Kopenhag zirvesi 10 aday ülkenin 1 Mayıs 2004te üyeliğe davet edilmesiyle sona erdi. Bulgaristan ve Romanyanın üyelik tarihleri 2007 olarak belirtilirken, Türkiye tarih için tarih almak sonucuyla yüzyüze kaldı. Kopenhag zirvesi ve Türkiye Bilindiği gibi Kopenhag zirvesi Türkiye için özel bir önem taşıyordu. Türkiye yıllardır sürdürdüğü ABye üyelik çabasını bu zirvede nihayet somut bir sonuca ulaştırmayı amaçlıyordu. Kamuoyuna da bu iyimser hava pompalanıyordu. Konu haftalarca ülkenin tek gündemi haline getirildi ve iç politika malzemesi olarak kullanıldı. Türkiye üyelik müzakeresinin 2003te başlamasını sağlamak yönünde adeta çırpındı. Bir taraftan AB üzerinde baskı uygulaması için efendisi ABDnin kapısına koştu, öte taraftan bir ay boyunca Avrupa kapılarını aşındırarak tam bir diplomasi seferberliğine girişti. Avrupa başkentlerindeki diplomasi turlarında liderlere, önlerine konulan ev ödevlerinde katettikleri mesafeyi anlatıyor, uyum reformlarını sürdürme kararlılıklarını dile getiriyor, Türkiyenin Avrupa için önemini hatırlatıyor, tüm bunların sonucu olarak erken ve kesin tarih almayı nasıl da hak ettikleri konusunda Avrupalıları ikna etmeye çalışıyorlardı. Aldıkları övgülere ek olarak Almanya ve Fransanın AB 2004 yılının Aralık ayına kadar Türkiyenin kriterlerle ilgili koşulları yerine getirmesini bekleyecek, bu karşılanırsa 2005 Temmuzunda Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinebaşlanacak önerisi ve devreye sokulan Bushun telefon trafiği umutlu gelişmelerdi. Zira ABDnin 100 bin dolayında askerinin Türkiye topraklarında konuşlandırılması, üsler, limanlar ve havaalanlarının açılması karşılığında ağırlığını kullanacaktı. AB dönem başkanı ve Danimarkanın Avrupa işlerinde sorumlu bakanı Bertel Haarderın Almanya ve Fransa ABnin 15 ülkesinden ikisi, onların sunduğu plan ABni ortak görüşü anlamına gelmez çıkışı ve ABD dayatmalarına boyun eğilmeyeceğinin anlaşılması ve elbette görüşmelerde çıkan sonuçlar üzerine umutlar yerini hayal kırıklığına bırakt . Ne Türkiyenin son ana kadarki pazarlıkları ve çırpınışları, ne de ABDnin dayatmaları tatmin edici bir sonuç yarattı. 2004 yılının sonuna kadar ev ödevlerinde Türkiyenin atacağı adımların yeni bir randevu tarihi için belirleyici olacağı söyleniyor. Şimdiye kadar atılan adımlar ve hükümetin reformları sürdürme kararlılığı AB tarafında övgü konusu edilip memnuniyetle karşılanmasının ötesinde özel bir anlam taşımıyor. Tam üyelik müzakeresinin tarihi için tarih verilmesi bunu anlatıyor AB Türkiyenin Kopenhag Kriterlerini karşılamaya yönelik adımlarını yeterli görmediğini, eksiklikleri salt yasal düzenlemelerle değil uygulama açısında da tamamlaması gerektiğini belirtiyor, sorunu böyle gerekçelendiriyor. 2004 Aralık ayında toplanacak olan AB Konseyi, AB Komisyonunun raporu ve önerisi temelinde Türkiyenin kriterleri karşıladığına karar verirse, müzakerelere başlama tarihini saptayacağını açıkladı. Gerekçeler ve gerçekler AB Türkiyenin bölgede tuttuğu çok özel konumun elbette ki farkındadır ve ilişkilerini fazlasıyla önemsemektedir. AB Türkiye ile ilişkilerini kendi politik çıkar ve amaçları doğrultusunda biçimlendirmek istemektedir. Buna rağmen Türkiyeyi oyalayıp kendi bünyesine almamasının gerisinde demokratikleşme alanındaki sorunlar değil, tersine dış politika sorunları ve ABDnin Türkiye üzerinden ABye dönük hesapları vardır. Avrupalı emperyalistleri rahatsız ve tedirgin eden budur. Türkiye gerek ABDnin isteği gerekse de burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda AB emperyalizmiyle bütünleşmeyi arzulamaktadır. Bu amaçla bir takım uyum yasalarını görüşüp yasallaştırmakla kalmadı, yeni uyum paketlerini de zirve öncesinde gündemine aldı. Bu adımlar sadece Aferin, yola devam övgüsüne konu edildi. Çünkü AB için meselenin özünü bunlar oluşturmuyor. Türkiyenin AB ile bütünleşmek çabasının arkasında (başka şeylerin yanı sıra) ABDnin duruyor olması gerçeği, AByi Türkiyenin üyeliği konusunda isteksiz kılıyor. ABDnin karşısına emperyalist bir güç odağı olarak çıkmayı hedefleyen AB, ABD emperyalizminin çıkar ve amaçlarının taşıyıcısı olabilecek bir ülkeyi bünyesine almayı politik tercihlerine uygun bulmuyor. ABD ise aynı nedenlerden dolayı Türkiyenin üyeliği için ABye baskı uygulayarak sonuç almaya çalışıyor. AB tarafından Türkiyeye karşı bir koz olarak ileri sürülen Kıbrıs sorununa zirve öncesinde ABDnin BM üzerinden yaptığı müdahale, üyelik yolunun bir parça açılması amacını taşıyor. Sonuçta Türkiyenin üyelik sorunu AB ve ABD arasındaki ilişkilerle doğrudan bağlantılı bir içeriğe sahiptir. İleri sürülen Kopenhag kriterlerin yerine getirilmesi gerekçelerinin gerisindeki belirleyici gerçekler kabaca bunlardan oluşuyor. Zirvede çıkan sonuç Türkiyeyi hayal kırıklığına uğratırken, ABDde de üzüntüye neden oldu ve daha etkin bir müdahale ihtiyacı dile getirilmeye başlandı. The Washington Times 17 Aralıkta ABD boş boş oturup Türkiyenin batıdan kopuşunu izlememelidir. ABD Türkiyeye kesin ve çok uzak olmayan bir giriş tarihi vermeleri için AB ülkelerine baskı yapmalıdır. Çıkarlarımız bunu gerektiriyor derken, ABD politikasına ve gerçeklere açıklık getiriyor. AB ve demokrasi Zirvede Türkiye üzerine yürütülen tartışma daha çok Kopenhag Kriterleri çerçevesinde demokratikleşme hedefine bağlı olarak ortaya konuldu. 1993te Kopenhagda kabul edilen siyasi kriterler; demokrasiyi garanti edecek istikrarlı kurumlar, hukukun üstünlüğü, insan hakları, düşünce özgürlüğü ve azınlıkların korunması maddelerinde oluşuyor. AB şefleri Türkiyenin sözkonusu kriterleri yerine getirmek doğrultusundaki çabalarını ve bunun ifadesi uygulamaları takdirle karşıladıklarını belirtiyor ve geriye kalan eksiklikleri salt yasal düzenlemelerle değil, uygulama açısında da tamamlaması gerektiği uyarısında bulunuyorlar. Demek oluyor ki, Türkiyeden daha çok demokrasi isteniyor. Sosyal haklar ve refahın talep edilmesi de ihmal edilmiyor. Bu elbette en iyi AB emperyalistleri
tarafından biliniyor. Zira bugün dünyanın en zengin kıtası olan Avrupada
da burjuvazi benzer saldırılara yönelmiş bulunuyor. Terörizme
karşı mücadele adı altında polis devleti uygulamaları ve gerici
yasalar bizzat buralarda hayata geçiriliyor. Emekçilerin kazanımlarına
yönelik saldırılar tırmandırılıyor. Bugün AB ülkelerinde 100 milyonu
aşkın insan yoksulluk sınırı altında yaşamaya muhtaç hale getirilmiş,
milyonlarca insan işsizliğe mahkum edilmiştir. Sermayenin saldırıları
karşısında ABnin işçi ve emekçileri mücadele yolunu seçmektedir.
Mücadele eden kitlelerin karşısına AB emperyalistleri demokrasiyle değil
ama baskı ve terörle çıkmaktadır, buna mecburdur. Emekçi halk kitlelerinin
sonu gelmeyen saldırılar karşısındaki çıkışları ve mücadele dinamikleri
baskı aygıtını güçlendirmenin ve özgürlükleri gaspetmenin dışında nasıl
dizginlenebilir ki? Tüm bu gerçekler orta yerde dururken, liberal solcu takımı, Türkiyenin ABye girmesiyle demokratikleşeceği ve refah düzeyinin yükseleceği hayalleriyle emekçi kitleleri aldatıyor, bu gerici propagandayla onları düzene bağlamaya hizmet ediyorlar. |
|||||