30 Kasım '02
Sayı: 47 (87)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermaye iktidarının açmazları ve yeni hükümet
  AB kapısında hayaller ve gerçekler
  Silah denetçileri ve emperyalist savaş hazırlığı
  "Ak" partisinin kara icraatları
  Amerikan emperyalizmi için "gül" gibi bir başbakan
  BM'nin Dünya Çocuklar Günü aldatmacası...
  Metal'de birbirini izleyen ihanetler
  Sendika bürokratlarının ihaneti metal işçilerinin birleşik örgütlü mücadelesiyle aşılacak!
  Prag Zirvesi'ne ABD damgasını vurdu...
  NATO'nun militarist saldırgan misyonu yeni duruma ve ihtiyaçlara uyarlanıyor
  NATO'nun yeni stratejisi...
  Prag Zirvesi üzerine Haluk Gerger ile konuştuk...
  Gençlik YÖK'ü ve savaşı soruşturdu!
  Gençliğin savaş ve YÖK karşıtı eylemlerinden...
  Dünyadan...
  ABD emperyalizminin yeni konsepti...
  Mücadele alanlarından...
  BİR-KAR II. Kongresi başarıyla gerçekleşti
  Perinçek'in İP'iyle ne kuyuya inilir, ne baraj geçilir
  Partimizin 24. kuruluş yıldönümü kutlu olsun!..
  Bir hukuk cinayetine karşı duyarlılık çağrısı
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Bir hukuk cinayetine karşı duyarlılık çağrısı

Sayın Kızıl Bayrak gazetesi;

Sizi, işlenmekte olan bir hukuk cinayetine tanık yapmak için daha önce de mektup yazdığımı hatırlatarak başlamak istiyorum. İradeniz ve isteminiz dışında sizi tanık yapma ve hala bunu sürdürme çabam için umarım rahatsızlık duymazsınız. Böyle bir uygulamayla kendiniz yüz yüze kaldığınız zaman ne yapacağınızı düşünmenizi öneririm...

Gazetecilik göreviniz yanında bu ülkede yaşayan bir insan olarak da haksızlık karşısında tutum almanızı istemem herhalde garip bir davranış olarak değerlendirilemez. Her ne kadar "aman şahit yazmasınlar, hemen buradan gidelim" anlayışı çok yaygın ise de, uğradığım adaletsizlik karşında sizin bir insan ve gazeteci olarak tanık olmanızı ve karşı çıkmanızı istememin ve bunda ısrarlı olmamın anlaşılır olduğunu düşünüyorum.

Düşünün bir; katıldığı politik-silahlı faaliyetle (en azından bizim belgelerle ispatladığımız) bir kişinin öldürülmesi eylemine katıldığı sabit olan birisi, itirafçı olup üzerime ifade verdiği için 12,5 yıl ceza alıyor ve yürürlüğe girince "Pişmanlık Yasası"ından yararlanarak dışarı çıkacak iken;

Hiçbir yan delille desteklenmeksizin sadece bir buçuk itirafçının ifadesine dayanarak; gazeteci olarak kendileriyle ropörtaj yaptığım iddiasıyla ben 15 yıl, artı, 12 Eylül yargılamalarından kalan infazımın da yakılarak eklenmesiyle, 20 yıldan fazla ceza alıyorsam, sadece sizin değil, hala vicdanını yitirmediğini düşündüğüm herkesin tanık olmasını ve buna tepki göstermesini istemek fazlasıyla hakkımdır. Burada, genelde toplumsal adalet sorununa, çifte standartlara... hortumculara vb. uygulanan "hukuk"a hiç girmiyorum. Keza, Andıçlarla ve itirafçılar kullanılarak geçmişte de birçok insana –bazı gazetecilere de- haksızlıklar yapıldığını bilmem hatırlatmama gerek var mı?..

Bu hak-hukuk katliamı daha ne kadar sürecek?
Adaletsizliklere, hukuksuzluklara karşı çıkmanın hepimizin görevi olduğunu düşünüyorum.

Sayın Kızıl Bayrak Gazetesi;

Bu nedenle size bir kez daha sesleniyorum; tanığı olduğunuz hukuk cinayetinin birinci perdesi bitti, buna da tanık olun!..

Davayı yeniden hatırlatmam gerekebilir. Yasadışı TKP/ML örgütünün Silahlı kolu olan TİKKO’nun bir grubuyla, 15 gün yanlarında kalarak röportajlar yaptığım, fotograf ve kamera çekimi yaptığım (röportaj ve muhabirin izlenimleri Genel Yayın Yönetmeni olduğum Özgür Gelecek gazetesinde 2000 yılı sonlarında yayınlanmıştı. 2001 yılı Nisan’ında, gazete yayın hayatına kendisi son verdi.) iddiasıyla yargılandım. Hüküm giydim. Karar şimdi yargıtayda görüşülecek... 1993’de bir Aydınlık Gazetesi muhabiri de aynı örgütün silahlı grubuyla bir hafta birlikte kalmış ve röportaj izlenimleri Aydınlık gazetesinde yayınlanmıştı. Muhabir ve gazeteye bir dava açılmamıştı.

Sayın Kızıl Bayrak Gazetesi;

Röportaj yapan ve bunu mahkemede de üstlenen muhabir ve gazetenin yazı işleri müdürü, söz konusu röportajı yapmak ve yayımlamakla o örgüte yardım-yataklıktan yargılanıyorken;

Aynı röportajı benim yaptığım iddiasıyla o örgüte üyelik suçu işlediğim iddiasıyla ceza aldım.

İddia edilen tarihte İstanbul’da çeşitli faaliyetlerimi resmi belgelerle de kanıtlama şansı yakaladım. Bu bir tesadüftü. Kanıtlamayabilirdim de. Ama bir şans olarak denk geldi. Olmasaydı, cezayı o haliyle alacaktım.

Biz bunu ispatlayınca, röportajın yapıldığı iddia edilen tarih değiştirildi. Hem de savcı bunu mütalaasında yaptı. Ve ayrıca usülsüz belgelerle bir itirafçı daha üretildi.

Biliyorum, o tarihlerde de İstanbul’da, işimin başındaydım ama buna ilişkin sadece, işyerinde bulunduğuma dair yayınevi şirket yönetiminin verdiği belgeyi ve o tarihlerde çekilmiş fotograflarımı bulabildik. Fakat avukatlarım mahkemeye sunmayı gerekli görmediler. Çünkü zaten dikkate alınmayacağı düşüncesiyle birlikte bu davada hukukun en temel ilkesinin tersyüz edildiğini; iddia edenin iddiasını kanıtlamakla yükümlü olduğunu, kanıtlayamazsa sanığı suçlu bulamayacağı ilkesinin; “sanık suçsuzluğunu kanıtlayıp kurtulsun”a dönüştüğünü, her tarih değiştirildiğinde 2 yıl önceye gidip o tarihte neler yaptığımı bulup kanıtlamanın tesadüfe bağlı olduğunu, kanıt bulamayınca sanki suçluymuşuz gibi kabul edileceğini, böyle mantık olmayacağını, o nedenle elde edilen kanıtlarısunmayacaklarını söylediler. Haklı bir tepkiydi bu.

Sayın Kızıl Bayrak Gazetesi;

İlişikte davayla ilgili geniş bir değerlendirme yazısını bilginize sunduğum için davanın detayına girmiyorum. Lütfen onu okuyun inceleyin... İhtiyaç duyarsanız avukatımdan dosyayı isteyin, fakat duyarsız kalmayın! Çünkü apaçık bir komploya, haksızlığa ve hukuksuzluğa maruz kalmaktayım... Bunu kanıtladığımız halde böyle yapılmaktadır.

Evet, biz bunu kanıtladık ama yargı da bize iki şeyi kanıtladı:

Birincisi; yargı işlerinin gerçekte kollukta başlayıp bittiğini, orada ne karar verilmişse, sonraki aşamaların, prosüdürü yerine getirerek o karara resmiyet kazandırdığını.

İkincisi; en kör gözün görmek istemeyen göz, en sağır kulağın duymak istemeyen kulak olduğu gerçeğini kanıtladı.

Ve neticede; Tokat İl Jandarma Alay Komutanı’nın “Türkiye’de kimseye 40 yaşından sonra ‘sosyalistim’ dedirtmeyiz, gençlere kötü örnek oluyorsun, 10-15 yıl daha yatıralım da aklın başına gelsin” sözü yerine getirildi. Sözde kuvvetler ayrılığı komediye dönüşmüş; hukuk aşırı şekilde politikleştirilmiştir!

Bunun uzun uzadıya kanıtlanmasına ihtiyaç olduğunu sanmıyorum. En sonu, seçime kimin girip giremeyeceği olayında tüm çıplaklığıyla görülmüştür.

Sayın Kızıl Bayrak Gazetesi;

Bu cinayetin birinci perdesi tasarlandığı gibi bitirildi. Fakat bütün bunlara rağmen, bu kadar unsurunu açığa çıkarttığımız senaryo ve komplonun yargıtayda onaylanacağını düşünmüyoruz, düşünmek istemiyoruz.

Bu kadar da olmaz diyoruz. Ancak şunu da biliyoruz ki, "Burası Türkiye"dir. O nedenle sizlerin duyarlılığı çok büyük önem arz ediyor.

Lütfen avukatımdan dosyayı alın inceleyin-inceletin; göreceksiniz ki ortada göstere göstere bir cinayet işleniyor ve siz de buna tanık oluyorsunuz.

Eğer, hukuksuzluk bir kişiye de yapılsa gerçekte topluma yapılmış sayılır diye düşünüyorsanız ya da bir kişiye de olsa neden yapılsın ki diye düşünüyorsanız davamla ilgilenmenizi ısrarla istiyorum.

“Her komplo kurbanı bir tür Dreyfustur” denilebilir, 110 yıl sonra hala günümüzde bunlar çoktur. Fakat Emile Zolalar nerede?
“Donanma davasında” Nazım’a komplo kurulduğunu döne döne anlatanlar, günümüze gelince hani neredeler?

Hortumcu Murat Demirel’ler için bile “hukuk mücadelesi” yürütenlerin hukuk kaygıları nerede... nerede?.

25 Aralık 2002 tarihinde yargıtay duruşmam var. Davayı güncelleştireceğinizi ve sorunun takipçisi olacağınızı umut etmek istiyorum...
Selam ve saygılarımla..

Memik HORUZ