NATOnun yeni stratejisi:
Dünya ölçüsünde saldırganlık ve savaş NATOnun son Prag Zirvesi, bu emperyalist saldırı ve savaş örgütünün işlevini yeniden tanımladı, buna uygun düzenleme ve kurumlaşmaları karara bağladı. Büyük önem taşıyan bu gelişme gerçekte NATOnun 1999 Nisanında toplanan 50. Yıl Zirvesinde ortaya konulan yeni stratejinin somutlanmasından başka bir şey değildir. 50 .Yıl Zirvesi bu emperyalist örgüt tarafından Yugoslavyaya karşı yürütülmekte olan savaşla aynı zaman dilimine denk gelmişti ve bu savaş zirvede tanımlanan yeni stratejinin de bir ilk uygulaması olmuştu. TKİP Merkez Yayın Organı Ekim aynı günlerde NATOnun 50. Yıl Zirvesi ile Yugoslavyaya karşı yürütülmekte olan emperyalist savaşı içiçe ele alan kapsamlı bir değerlendirme yayınladı (Sayı: 203, Nisan 99, başyazı). Yeni bir emperyalist saldırı ve savaşlar dönemi/Emperyalizm ve Balkanlarda emperyalist savaş başlığı ile yayınlanan bu değerlendirmeyi Yugoslavya savaşına ilişkin bölümlerinden arındırarak, böylece yarıyarıya kısaltılmış biçimiyle, burada okurlarımıza yeniden sunuyoruz. Son Prag Zirvesi ışığında fazlasıyla güncel ve işlevsel bulunacağına inanıyoruz... Emperyalizm, militarizm, saldırganlık Militarizm, saldırganlık ve savaş, emperyalizmin özünde vardır. Tüm bunların kendilerini giderek daha dizginsiz bir biçimde gösterecekleri bir tarihsel döneme girmiş bulunuyoruz. İkinci emperyalist savaş sonrasında, Korede, Vietnamda ve öteki Çin-Hindi ülkelerinde olduğu gibi zaman zaman doğrudan taraf olsalar da, daha çok bölgesel çatışmaları ve savaşları perde gerisinden kışkırtan emperyalistler, bundan böyle artık doğrudan kendi adlarına müdahale ve savaşlara girişeceklerini gösteriyorlar. Komünistler yeni dönemin bu açık eğilimini daha 90 yılı başında, daha ortada Körfez krizi ve savaşı yokken, daha Malta Zirvesinin de etkisiyle barış ve silahsızlanma üzerine yaygın bir aldatıcı cereyan varken, açıkça tespit ettiler. Şimdi, 90ların sonunda, NATO etrafındaki emperyalist Batı ittifakı bunu yeni dönem NATO stratejisi olarak çıkça belirlemiş ve Yugoslavyaya yönelik emperyalist saldırıyı da bunun bir ilk uygulama örneği ilan etmiş bulunuyor. İki kutuplu dünyanın hassas dengeleri emperyalizmin özünde varolan bu eğilimlerini belli ölçülerde gemleyebiliyordu. Varşova Paktı ve Sovyetler Birliğinin yıkılışından beri bu dizginleyici etken ortadan kalkmış bulunmaktadır. Emperyalizm artık amaca ulaşmak için, iktisadi ve politik araçlar ile tehdit ve şantaj yöntemlerinin ötesinde, doğrudan militarist aygıtını kullanmakta, dolaysız saldırı ve savaşla sonuç almaya çalışmaktadır. Aynı yöntem şimdi de Yugoslavyaya uygulanıyor. Balkanların işgalini meşrulaştırmak ve Yugoslavyaya boyun eğdirmek için savaş makinası NATO haftalardır canice bir saldırı savaşı yürütüyor. 90ların başında Iraka yapılan emperyalist müdahale ile 90ların sonunda Yugoslavyaya yapılan müdahalenin arasındaki tek önemli fark, ilkinin BM bayrağı altında, bu ikincisinin ise NATO adına yürütülüyor olmasıdır. NATO bir emperyalist politik ittifak olmanın ötesinde, aynı zamanda bir dolaysız savaş makinası olduğu için, bu fark sanıldığından da önemlidir. (...) NATOnun yeni stratejisi Saldırgan NATO ittifakının 50. zirvesinden bir ay önce başlatılan emperyalist savaşın gerçek nedenleri, 50. yıl zirvesinde kabul edilen yeni NATO stratejisi ile birlikte çok daha açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Bir gözlemcinin isabetle belirttiği gibi, sorun Kosova değil, fakat NATOnun yeni işlevidir. Balkanlara yöneltilmiş emperyalist müdahale ile Kosova sorununa değil, fakat NATOnun yeni stratejisine çözüm aranmıştır. Daha doğru ve tam bir ifade ile, zirve öncesindeki bu haydutça savaş pratiğinde, zirvede benimsenecek yeni saldırı ve savaş stratejisinin bir ilk uygulama örneği sergilenmiştir. NATO her zaman devrime ve sosyalizme karşı, halkların özgürlük ve bağımsızlık mücadelelerine karşı bir tehdit ve şantaj, saldırı ve savaş örgütüydü. Fakat o resmen bir savunma örgütü olarak tanımlanıyor, saldırgan ve emperyalist niteliği resmi söylemde gizlenmeye çalışılıyordu. 50. yıl zirvesinde kabul edilen yeni konsepte göre, NATO artık resmen de bir saldırı ve savaş örgütüdür. Buna göre, sadece kendisine üye olan ülkelerin sınırları alanında değil, fakat alan dışında da , demek oluyor ki dünyanın her yerinde ve her türlü bahaneyi kullanarak, kendine karşıt ya da kendisi için tehlike saydığı her gelişmeye, akıma, ulusa ve devlete müdahale etme hakkını kendinde görebilmektedir. Mevcut konjonktürden de yararlanılarak bu yeni konseptin hedefleri olarak, aykırı sesler çıkaran devletler, etnik çatışmalar vb. gösterilmektedir. Gerçekte ise asıl ve temel stratejik hedef, her türlü ilerici ve devrimci akımlar ile işçi sınıfı ve halkların her türden devrimci çıkışıdır. Yeni NATO konsepti ile gerçekte 21. yüzyılın devrim dalgalarına hazırlık yapılmaktadır. Kendi aralarında çelişkileri ve kutuplaşmaları gitgide derinleşen ve bunun NATO zirvesine de yansıtmaktan kendilerini alamayan emperyalistlerin NATO çatısı altındaki mevcut birliği ne kadar sürdüreceklerinden bağımsız olarak bu böyledir. Bir başka ifadeyle, önemli olan, NATO ittifakı ayakta kaldıkça, NATOnun savaş makinasının dünya ölçüsünde ne amaçla kullanılacağının resmen de ilan edilmiş olması gerçeğidir. Etkinlik alanı sınırlamaları kaldırılan, bütün bir yeryüzünü kendisi için etkinlik alanı olarak ilan eden NATOnun, bugün için esas etkinlik alanının Balkanlar ve Ortadoğu olduğunu emperyalist şefler açıkça ifade ediyorlar. Nitekim bu iki alan NATOda yer alan emperyalistlerin halihazırda fiili savaş ve işgal alanıdır. Ortadoğuda Irak, Balkanlarda ise Yugoslavya ABD emperyalizmi tarafından bu savaş ve işgalin bahaneleri olarak kullanılmışlardır. (İlkinde Kuveyt, ikincisinde Kosova bu bahanelere dolgu malzemesi sağlamıştır.) Türkiye bir NATO ülkesidir ve NATOnun bu iki hassas çıkarlar alanını birleştiren bir coğrafi konuma sahiptir. Bu nedenle de NATOnun yeni stratejisi Türkiye devrimi ve Türkiyenin devrimcileri için apayrı bir anlam ve önem taşımaktadır. NATO: Uluslararası bir iç savaş örgütü Yeni konsepte göre, NATO yalnızca bir dış müdahale aracı değil, aynı zamanda artık bir uluslararası iç savaş örgütüdür. Zirve tartışmalarında devletlerin egemenlik haklarının NATO için bir şey ifade etmediği, ulusal egemenlik kavramının artık uluslararası ilişkilerin dayandığı temel olmaktan çıktığı, NATOnun uygun bahanesini bulduğunda ve kendi çıkarları gerektirdiğinde devletlerin ve ulusların yaşamına doğrudan müdahale edeceği, yeni stratejik konsept çerçevesinde açıkça dile getirilmiştir. Fakat bunun da ötesinde, dile getirilen daha da önemli bir nokta var. Belli bir devletin sınırları içerisindeki sorunlar karşısında ilgili devlet güç durumda ya da çaresiz kalırsa, NATO duruma doğrudan müdahale etmeyi kendi yeni misyonu olarak tanımlamıştır. Buna göre, devrimci bir Kürt özgürlük mücadelesinin Kürdistanda başarıyı zorlaması durumunda, ya da devrimci bir işçi sınıfı ve halk hareketinin Türkiyedeki rejimi zorlaması koşullarında, NATO bir iç savaş gücü olarak doğrudan devreye girebilecektir. NATOnun artık bir dünya polisi olacağı açıkça dile getiriliyor. Fakat burada devrimcilerin önemle gözetmesi gereken kritik nokta şudur: NATO bu polisliği devletler arası ilişkilere ve anlaşmazlıklara çeki-düzen verme girişimlerinin ötesinde, bizzat tek tek ülkelerdeki iç çatışmalara doğrudan müdahale etmeye girişerek yapmak niyetindedir. Bu anlamda NATO uluslararası konuma sahip bir iç savaş örgütü ve ordusu olarak çıkacaktır emekçilerin ve halkların karşısına. Daha çıkışında tek tek üye ülkelerde Gladio, Kontr-gerilla vb. isimler altındaki özel iç savaş örgütlenmelerine girişen NATOnun kendine şimdi açıkça biçtiği bu yeni misyon şaşırtıcı değildir. Saldırganlıkta birleşenlerin Gelgelelim tarih diyalektik bir tarzda, sürekli çelişkiler ve karşıtlıklar üreterek seyreder. Bugün kendine yeni stratejik misyonlar tanımlayan emperyalist NATO ittifakı, bizzat bu yeni stratejinin saptandığı 50. yıl zirvesinde, gittikçe derinleşen iç çekişme ve çatışmalarını gizleyememiştir. Bu çekişme ve çatışmalar, NATO ile BM ilişkisinden sürmekte olan savaşa, NATOnun kendi iç yönetiminden Avrupanın kendi birleşik askeri örgütlenmesine (zirvede buna Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği denildi) kadar bir dizi alanda kendini gösterdi. Bu çekişme ve çatışmalar, bizzat ABDnin davranış çizgisiyle de tescil edilmektedir. Zirve öncesinde NATOyu Balkanlara askeri müdahaleye sürükleyen ABD, gerçekte böylece emperyalist nüfuz ve rekabet mücadelesinde kendi pozisyonunu güçlendirmek, NATO zirvesinde de bunu tescil ettirmek hesabı içinde idi. Burada hedef ve hesap birden fazladır. Herşeyden önce BM devre dışı bırakılarak, NATOnun karar ve iradesine göre hareket edilerek, Güvenlik Konseyinin Rusya ve Çin gibi iki daimi üyesi peşinen devre dışı bırakılmıştır. Yugoslavyaya yöneltilmiş savaş yalnızca bir ilk örnek olduğuna göre, bu davranış bundan sonraki uluslararası anlaşmazlıklarda da bu iki devleti (elbetteki NATO üyesi olmayan tüm öteki BM üyelerini) devre dışı tutma niyetini ortaya koymaktadır. İkinci olarak, ABD emperyalizmi, Avrupanın göbeğindeki bir soruna savaş yoluyla müdahale ederek ve kendisine rakip konumdaki Avrupalı emperyalistleri bu doğrultuda ardından sürükleyerek, onlar üzerindeki etki ve denetimini güçlendirmiştir. Onları kendi çizgisinde ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmek zorunda bırakmıştır. Öylesine ki, Fransız emperyalizmi, istemiye istemiye geleneksel dostu Sırbistana yöneltilen yıkıcı emperyalist savaşın içinde bulmuştur kendini. Öte yandan, saldırı savaşının üssünü oluşturan İtalya, ABDnin yönettiği savaşın iradesiz bir bileşeni durumundadır. Alman emperyalizmi ise, ABDnin hakim inisiyatifine rağmen, durum konusunda daha rahat bir pozisyondadır, zira ikinci emperyalist savaştan sonra, ilk kez olarak, dışarıya asker göndermenin ötesinde bizzat bir emperyalist saldırı savaşı içerisinde yer larak, uluslararası militarist girişimlerine böylece bir meşruluk sağlamıştır. Bir tek İngiltere ABDnin Balkanlardaki bu son girişimiyle tam bir uyum ve çıkar birliği içerisindedir, zira o bir dizi başka olayın da gösterdiği gibi ABDnin Avrupadaki kolu durumundadır. Üçüncü olarak, Yugoslavyaya karşı açılan savaş, Rusyanın Balkanlardaki etkinliğine bir darbe olmuştur. Rusyanın önden tüm esip gürlemelerine ve savaşın ilk günlerinde savurduğu kuru-sıkı tehditlere rağmen başlatılıp sürdürüldüğü ölçüde, bu ülkenin artık dünya politikasında birinci dereceden bir rol oynayamayacağı doğrultusunda bir ilk mesaj olmuştur. Bilindiği gibi, Rusyanın artık bir süper devlet olmadığını, fakat yalnızca bölgesel bir güç olduğunu kendisine ve dünyaya göstermek ve kabul ettirmek, ABD emperyalizminin yeni stratejisinin önemli bir unsurudur. Dördüncü olarak, ABD emperyalizmi (ve kuşkusuz onunla birlikte Avrupalı emperyalistler) Kosova sorununu ve Yugoslavyaya açılan savaşı Balkanlara yerleşmenin, Balkan ülkelerini denetlemenin ve Balkan halklarına içerden hakim olmanın bir aracı olarak kullanmaktadırlar. ABD emperyalizmi Arnavutluku fiilen işgal etmiş durumdadır ve bu işgali kalıcılaştırmak niyetindedir. Aynı şekilde Makedonya, ABD ve öteki emperyalistlerin askeri işgali altındadır. Bulgaristan, Romanya, Çekistan ve Macaristanın hava sahaları emperyalist askeri harekata açılmış durumdadır. Çekistan ve Macaristana emperyalist askeri güçlerin yerleşmesi gündemdedir. Kuşkusuz bu sonuncu nokta, emperyalistlerin işbirliği halinde Balkanlara yerleşmesi, en önemli noktadır. Bölge halklarının kaderini ve bölgede devrimin geleceğini hayati ölçülerde etkileyecek bir gelişmedir bu. (...) Türkiye: Emperyalist saldırganlık ve Son olarak Türkiyenin durumu var. Türk burjuvazisi Yugoslavyaya yöneltilmiş emperyalist saldırıyı hararetli bir tarzda desteklemekle kalmıyor, kendi askeri kuvvetleriyle bu canice savaşın içerisinde bizzat yer de alıyor. Balkanlara yönelik emperyalist saldırı vesilesiyle bir kez daha görülmüştür ki, Türk devleti, Türkiyeyi çevreleyen bölgelerde, yani Ortadoğuda, Kafkasyada ve Balkanlarda ABD emperyalizminin en sadık müttefiki ve onun emperyalist planlarının bir müdahale gücü durumundadır. (...) Türk burjuvazisiyle ilgili bir başka nokta, 50. yıl zirvesinde ortaya çıkan gelişmelerdir. Avrupalı emperyalistler ABDnin inisiyatifini sınırlamak, ve kendi etkinlik alanlarında daha hükümran davranmak üzere Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği adı altında, kendi birleşik askeri kuvvetlerini yaratmayı karar haline getirdiler. NATO ülkesi Türkiye bu yeni emperyalist oluşumun dışında bırakıldı. Türkiyenin bir kısım burjuva yorumcuları bile bunu, Türkiyenin Avrupadan daha çok uzaklaştırılması, ABD emperyalizmine daha ağır bir biçimde mahkum olması olarak yorumladılar. Yeni dönemde Türkiye, ABD emperyalizminin hizmetinde, Ortadoğu, Kafkaslar ve İç Asyaya yönelik olarak daha etkin bir koçbaşı rolü üstlenecektir. Sonuç olarak Türkiye, NATO bünyesinde ve ABD emperyalizmine bağımlılık ilişkileri çerçevesinde, kendini çevreleyen bölgedeki ülkelere ve halklara karşı emperyalizmin bir ileri karakolu olma rolü oynayacaktır. Emperyalizmin uluslararası gücüne Bu aşağılık rolü boşa çıkarmak, bu stratejik amaç çerçevesinde tüm bölge halklarıyla, onların ilerici ve devrimci güçleriyle en yakın ilişki ve dayanışma içerisinde olmak, Türkiye Komünist İşçi Partisinin emperyalist müdahale öncesinde gerçekleşen kuruluş kongresinin saptadığı temel stratejik bir görevdir. Balkanlara emperyalist müdahale ve bu müdahale içerisinde Türkiyenin üstlendiği aşağılık rol, partimizin bu alandaki stratejik ve güncel görevlerine apayrı bir anlam ve önem kazandırmıştır. Son olarak şununla bağlamak istiyoruz. Partimizin kuruluş kongresi devrimimizin Türkiyeyi üç yandan kuşatan bölgelerdeki gelişmelerle hayati ilişkisini bütün açıklığıyla ve çok yönlü olarak saptamış bulunmaktadır. Son gelişmeler, bu perspektifi doğrulamakla kalmamış, buna ilişkin görev ve sorumluluklarımızı çok daha yakıcı ve güncel hale getirmiştir. Emperyalizmin uluslararası örgütlerinin her zamankinden çok şu veya bu ülkenin iç çatışmalarında doğrudan taraf olmaya hazırlandıkları bir döneme giriyoruz. Böyle bir dönemde, şu veya bu ülkedeki devrim mücadeleleri de, her zamankinden çok daha güçlü bir biçimde kaderini uluslararası ilişkilere, enternasyonal birlik ve dayanışmaya, devrimin bölgesel ve uluslararası karakterine bağlamak zorundadır. |
|||||