30 Kasım '02
Sayı: 47 (87)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermaye iktidarının açmazları ve yeni hükümet
  AB kapısında hayaller ve gerçekler
  Silah denetçileri ve emperyalist savaş hazırlığı
  "Ak" partisinin kara icraatları
  Amerikan emperyalizmi için "gül" gibi bir başbakan
  BM'nin Dünya Çocuklar Günü aldatmacası...
  Metal'de birbirini izleyen ihanetler
  Sendika bürokratlarının ihaneti metal işçilerinin birleşik örgütlü mücadelesiyle aşılacak!
  Prag Zirvesi'ne ABD damgasını vurdu...
  NATO'nun militarist saldırgan misyonu yeni duruma ve ihtiyaçlara uyarlanıyor
  NATO'nun yeni stratejisi...
  Prag Zirvesi üzerine Haluk Gerger ile konuştuk...
  Gençlik YÖK'ü ve savaşı soruşturdu!
  Gençliğin savaş ve YÖK karşıtı eylemlerinden...
  Dünyadan...
  ABD emperyalizminin yeni konsepti...
  Mücadele alanlarından...
  BİR-KAR II. Kongresi başarıyla gerçekleşti
  Perinçek'in İP'iyle ne kuyuya inilir, ne baraj geçilir
  Partimizin 24. kuruluş yıldönümü kutlu olsun!..
  Bir hukuk cinayetine karşı duyarlılık çağrısı
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Türk Metal çetesinin ardından Birleşik Metal de satış sözleşmesini imzaladı...

Sendika bürokratlarının ihaneti metal işçilerinin birleşik örgütlü mücadelesiyle aşılacak!

Yaklaşık 100 bin metal işçisini kapsayan 2002-2004 dönemi grup toplu iş sözleşmesinde ihanetçi Türk Metal çetesinin ardından Birleşik Metal-İş bürokratları da satış sözleşmesini imzaladılar.

Sözleşme görüşmelerinin başladığı ilk günden itibaren, Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) iş kanununda yapılacak değişiklerini sözleşmeye geçirilmesini istiyor ve üç madde dayatıyordu. Bu maddelerden ilki ücretsiz izin uygulaması, çalışma saatlerinin patron tarafından düzenlenmesi, telafi çalışması ve bu çalışma haftasonuna gelse bile fazla mesaiden sayılmaması vb. esnek çalışma modellerini içeriyordu. İkinci madde iş güvencesine ilişkin sözleşme maddelerinin sahte iş güvencesi yasasının yürürlüğe girmesiyle birlikte geçersiz sayılmasını, üçüncü madde ise iş kanunuda yapılacak her değişikliğin doğrudan sözleşme maddesi olarak kabul edilmesini öngörüyordu. İmzalanan sözleşmeler ile ortalama %12 gibi düşük bir ücret artışının yanı sıra, MESS’in bu dayatmalarından iksi sözleşmeye girmiş oldu.

Patronlar kölelik yasasını önce sendikalara
onaylatıyorlar, sonra meclise onaylatacaklar!

Bilim Kurulu’nun hazıladığı kölelik yasası meclis kapısında bekliyor. AKP hükümeti bu yasanın çıkması konusunda patronlara güvence verirken, patronlar da yasa tasarısının bir an önce onaylanması için her yöntemi kullanıyorlar. Bu yöntemlerden biri de, sözleşmeler yoluyla bu yasa tasarısını sendikalara onaylatmak. Bunu başardıkları ölçüde sendikalara daha baştan bu yasayı kabul ettirmiş, işçi sınıfının olası bir karşı koyuşunun önüne geçmiş olacaklar ve sermaye hükümetine “bakın biz işçilerle anlaştık, şimdi görevinizi yapın ve yasayı çıkartın” diyecekler.

Bu konuda ilk büyük zaferi metal patronları kazandılar. MESS’in dayatmış olduğu maddelerden üçüncüsü işçi sendikaları tarafından olduğu gibi kabul edildi. Bundan sonra iş yasalarında işçi sınıfı aleyhine yapılacak her değişiklik sözleşme maddesi olarak kabul edilecek. Örneğin sözleşmede Pazar günü tatil olarak geçse bile, yasalarda yapılacak bir değişiklik bu maddeyi geçersizleştirecek. Bilindiği gibi Bilim Kurulu’nun hazırlamış olduğu İş Yasası Ön Taslağı, işçilerin bugüne kadarki tüm kazanımlarını gaspediyor ve esnek çalışma yasalaştırılıyor. Şimdi bu taslak yasalaşırsa, kıdem tazminatı fiilen kalkacak, ücretsiz izin uygulaması yasalaşacak, günlük çalışma süresi 12 saate kadar çıkartılabilecek ve fazla çalışılan saatler için fazla mesai ücreti yerine fazla çalışılan aat kadar izin verilebilecek (buna denkleştirme deniyor), hafta tatili hafta içine getirilebilecek, patron istediği zaman işçiye izin verip sonra bu süreleri bedavadan çalıştırabilecek (telafi çalışması), işçi kiralık olarak alınıp kiraya verilebilecek (ödünç işçi), taşeron sistemi yasalaşacak vb. Eğer bu yasa geçerse, imzalanan sözleşmenin ücret maddeleri dışındaki hiçbir maddesinin hükmü kalmayaak.

Sahte iş güvencesi yasasının da gerisine düşüldü!

MESS’in dayattığı maddelerden ikincisi sahte iş güvencesi yasasının sözleşme maddesi olarak kabul edilmesini içeriyordu. Bu dayatmanın olduğu gibi kabul edilip edilmediğini henüz bilmiyoruz. Ama basına yansıdığı kadarıyla, söz konusu dayatmanın bile gerisine düşülmüştür. Çünkü sahte iş güvencesi yasası işçilere işten atıldıkları zaman özel hakeme gitmenin yanı sıra, dava açma ve eğer kazanırsa tazminat alma hakkı tanıyordu. Sendika bürokratları ise imzaladıkları sözleşmeyle özel hakem yolunu tek seçenek olarak kabul etmişlerdir. Özel hakem kararı kesindir ve bir kez özel hakeme gidince dava hakkı kaybedilmiş oluyor. Böylece sendika ağaları yasaların tanıdığı bir hakkı sözleşme yoluyla işçilerin elinden almış oluyorlar. Elbette ki sendika bürokratlarımız “yasanın verdiği bir hak sözleşme yoluyla kaldıılamaz” diye itiraz edecekler. Ama bu itirazın herhangi bir hükmü yoktur. Sık sık tekrarlayıp durdukları sözde ‘iş barışı’nı bozmamak için bu sözlerini tutmak konusunda büyük bir ısrar göstereceklerdir. Görülüyor ki, sendika ağaları metal sözleşmelerinde sahte bir yasanın bile gerisine düşmüşlerdir.

En büyük yenilgiyi savaşa girmeden teslim olanlar alır!

Her sözleşme döneminden önce Türk Metal ağaları satış sözleşmesine imza atmakta, sonra da Birleşik Metal-İş ve Özçelik-İş bu sözleşmenin fotokopisini imzalamaktadır. Bu sözleşme döneminde de gelenek bozulmadı. Türk Metal’in ardından, başlangıçta “asla kabul etmeyiz” diye ahkam kesen Birleşik Metal ağaları kuzu kuzu sözleşmeye imza attılar.

Birleşik Metal bürokratlarının gerçekçesi her zamankiyle aynı: Gücümüz yok! Bu ağalara sormak lazım: ‘98 yılında Türk Metal’in ihaneti karşısında binlerce işçi direnişe geçmişken siz yine gücümüz yok edebiyatına sarılmadınız mı? O dönem Türk Metal’in attığı sözleşmeye imza atmak yerine direnişteki işçilerin açtığı yoldan gitseydiniz ve onlarla birlikte mücadele yolunu seçseydiniz MESS’in karşısına bugünkü gücünüzün 2-3 katı bir güçle çıkmış olmayacak mıydınız? Hem Türk Metal ile aynı sözleşmeyi imzalayacaksınız, hem de işçilerin kendi çatınız altına gelmesini bekleyeceksiniz. Bu koşullarda metal işçileri neden Birleşik Metal’e gelsin ki?

Bu sorular daha da çoğaltılabilir. Ama “bu gücümüz yok” edebiyatının sahteliğini görmek için tek tek fabrikalarda yaşanan sorunlar karşısında aldıkları tutuma bakmak bile yeterlidir. Aynı “gücümüz yok” edebiyatı işten atmalar, ücretsiz izinler karşısında da sergilenmektedir. Birleşik Metal bürokratları sadece MESS karşısında değil, tek bir patron karşısında da aynı tutumu sergiliyorlar. Bu teslimiyetçi tutum sayesinde taşeronlaştırmalar, işten atmalar, ücretsiz izinler ve sendikasızlaştırmalar aldı başını gidiyor. Varolan güç kullanılmadıkça güçsüzlük daha da büyüyor.

Yaşadığımız sözleşme döneminde de bu bürokratlar güçsüzlüğün arkasına sığındılar ve tek başlarına MESS’in karşısına çıkamayacaklarını ilan ettiler. Eğer bunu yaparlarsa Birleşik Metal’in tümden biteceğini ve büyük bir yenilgi alacaklarını vaazettiler. Bu savaşa girmeden teslim bayrağını çekmek anlamına geliyor. Oysa savaşsız alınan yenilgiler her zaman çok daha büyük kayıplara neden olmuştur. “Greve gidersek biteriz, ölürüz” nakaratını tekrarlayan, girilmemiş bir savaşın sonucunu önden ilan eden bu bürokratlar, böyle yapmakla bugün metal işçilerine yenilginin en büyüğünü yaşatmışlardır. Önümüzdeki günlerde bu sözleşmenin, eğer metal işçileri mücadele yolunu tutmazsa, metal işçileri ve sendikal örgütlülük açısından yolaçacağı tahribatın büyüklüğü açığa çıkacaktır.

Peki grev yolu tutulsaydı yenilgi kaçınılmaz mıydı? Kuşkusuz 8-10 bin işçiyle MESS patronlarının karşısına çıkmanın dezavantajları ortada. Ama bu yenilginin kaçınılmaz olduğunu iddia etmek için yeterli bir neden değil. Birincisi, grev yolu tutulsaydı Türk Metal üyesi onbinlerce işçinin sempatisi kazanılacak ve sözleşmeler onların da gündeminden düşürülmemiş olacaktı. İkincisi, MESS’e karşı mücadele doğrudan yeni iş yasası tasarasına karşı mücadeleye dönüşecek, grev tam da bu yasanın meclise geldiği günlere denk düşecek, tüm sınıfın gündemine girilecek ve geride önemli bir işçi desteğine sahip olunacaktı. Üçüncüsü, tüm bunlara rağmen yenilgi alınsaydı bile bugünkünden daha büyük bir yenilgi olmayacaktı. Hiçbir yenilgi savaşa girmeden teslim bayrağını çekmekten daha üyük olamaz. Direnerek yenilmenin hiç değilse geride bıraktığı bir “onur” olacaktı.

Konuyu daha fazla uzatmadan şunları söyleyebiliriz;

Birleşik Metal bürokratlarının esas korkusu, böylesine keskin bir mücadelenin kendilerinin konumunu değiştirebileceğine ve bugünkü rahatlıklarının ortadan kalkacağına dönüktür. Ne var ki, imzalanan sözleşmenin yaratacağı sonuçlar hem Türk Metal hainlerinin, hem de Birleşik Metal bürokratlarının koltuklarında rahat oturmalarına imkan tanımayacaktır.

İhanet ve teslimiyet metal işçilerinin
birleşik mücadelesiyle aşılacak!

Önümüzdeki günlerde metal işçilerini çok boyutlu saldırılar bekliyor. Metal işçileri hem yeni iş yasası tasarısına karşı, hem de satış sözleşmesini sonuçlarına karşı mücadeleyi yükseltmek zorundadırlar. Mücadelenin bir başka önemli hedeflerinden biri de, Türk Metal’in ihanetine Birleşik Metal’in teslimiyetçi-uzlaşmacı tutumuna son vermek olmalıdır. Metal işçileri birleşmeyi ve inisiyatifi ellerine almayı başarabilirlerse, hem saldırıları püskürtmek, hem de bugünkü kayıpları telafi etmek mümkün olacaktır. Bu birleşmenin sağlanması için en önemli adım, öncü sınıf bilinçli işçilerin ortak platformlarda biraraya gelmesidir. Bu başarılamadğı sürece metal işçileri her gün yeni ihanetlere tanık olacaklardır.