ne baraj geçilir A. Azin Doğu Perinçekin İşçi Partisi seçimlerde ancak binde 5 oranında oy alabildi. Seçim sonrası değerlendirmeler gösteriyor ki, İP yönetimi de dahil kimse bunu yadırgamadı. İPin başını tutanların, durumu izah hazırlığını çok önceden yaptıkları görülüyor. "Baştan sona SüperNATOnun komutası altında yapılan 3 Kasım seçiminin gerçek öyküsü" diye sonladıkları bir yazıda, SüperNATOnun birinci hedefinin AKP ve CHPye dayalı bir parlamento, ikinci hedefinin ise İPin önünü kesmek olduğunu iddia ediyorlar. Buna göre SüperNATO planı şöyle seyretti: "SüperNATOnun seçim senaryosunda başrolü Derviş ve Bahçeli paylaştı. Dervişin DSPyi parçalama operasyonunu, Bahçelinin 3 Kasımda seçim şiarı izledi. ABnin, Aralıkta yeni bir hükümet istiyoruz açıklaması, medyanın cansiperane çalışmasıyla AKP-CHP koalisyonunda hayat buldu. İPnin önünü kesmekle görevlendirilen GPyle birlikte senaryo tamamlandı" (Aydınlık, 10 Kasım 02) Hezimetlerini bu şekilde izah etmeye çalışıyorlar. Yazının devamında, senaryonun kendileriyle ilgili yanını haklı çıkarmak için hayli çırpınıyorlar. Güya "süperNATO", medyayı, anket kuruluşlarını, özellikle Uzanların Genç Partisini, hatta yargı ve kolluk güçlerini herşeyden çok İPin önünü kesmek için seferber etmiş. Artık dejenerasyon boyutunu da aşmış olan ciddiyetsizliklerinin es geçilerek bu senaryoya inanılmasını bekliyor olamazlar. Zaten İPin kadim tabanını inandırmak dışında bir amaçlarının olduğunu da sanmıyoruz. Seçim sonrasında İP tabanında henüz çıt çıkmaması, bu konuda hiç değilse şimdilik başarılı olunduğunu da gösteriyor. Bu artık bir alışkanlık olmuş. Ne de olsa "örtülü örtüsüz her türlü yöntemle" idare edilmek, İP tabanının iliklerine işlemiş. Eğer böyle olmasaydı, 3 Kasım öncesinde koparılan şamatayla seçim hezimeti arasındaki çelişki bir parça da olsa sorgulanırdı. Öyle ya, hani "İP çığ gibi büyüyor. Bütün barajları tek tek aşarak iktidara geliyor"du? Hani 3 Kasım 2002 seçimlerinin gösterdiği en büyük gerçek, İşçi Partisinin barajı geçtiği ve Türkiyenin en büyük partisi olmaya doğru gittiğidir. Türkiye milli bir döneme girmiştir ve bu dönemin partisi, İşçi Partisidir. Devletin güvenlik kurumlarının yaptığı bütün anketlerde İşçi Partisi barajı geçti. Bir hafta önce sonuçlanan son ankette, İşçi Partisi kararsızlar hariç yüzde 11e ulaşmış bulunuyordu? Buna benzer söylemler, her mitingde, her yazılarında, her mesajlarında başlıca tema olarak işlendi. Ordunun, HSCB bankasının, örneğin Çanakkale, İzmir, Balıkesir, Trabzon, İzmit ve Kayseride yerel medya kuruluşlarının yaptırdıkları anketlerde İPin hep %10un üzerinde, hatta %15 civarında bir oy oranı almış olduğu döne döne vurgunladı. Denizli mitinginde Perinçek, Rahmi Koçun mütevelli heyetine "biz AKP ve CHPyi pompalıyoruz ama olmuyor. İkisinin de oyu düşüyor... Sürpriz parti (İP) geliyor" dediğini, büyük bir keyifle anlatıyordu. Artık sermayenin İPle oynama isteğinden midir bilinmez, Perinçek ve avanesi bu oyuna kendini fazlasıyla kaptırmıştı. Perinçek, 26 Ekim 02 tarihinde TRTde yaptığı konuşmada aynen şunları söylüyordu: Ülkemizin üzerindeki karabulutlar dağılıyor, iki güzel gelişme var. Birincisi, Türk Ordusunun kararlı tavrı ve bölge ülkeleriyle birlikte direnmesi karşısında, ABD, Iraka askeri müdahalede bulunamıyor. İkincisi, Washington yönetiminin Kemal Derviş-Deniz Baykal-Tayyip Erdoğan üçlüsünü iktidara getirme girişimi bozguna uğramıştır. İşçi Partisi barajı geçti. Milli Hükümet geliyor. 2003te ülkeyi yönetecek "milli hükümet"in odağında İPin olacağı, her açıklamada neredeyse kesin bir dille ifade edilmekteydi. Tek sorun, sadece meclise girebilmiş bir İPin bir süre beklemesi gerekeceğiydi. O yüzden 2 Kasımdaki TV konuşmasında "imparatorluklar coğrafyasında, köklü bir devlet geleneğine sahip büyük millet" 6 ay sonrasının geç olacağı konusunda uyarılıyor, hemen 4 Kasım sabahı hükümeti kurması için İPe destek zorunluluğu dile getiriliyordu: Değerli milletim kararı verdin, İşçi Partisi, 4 Kasım günü Mecliste, ancak biz senden muhalefet görevi değil, hükümet görevi istiyoruz Türkiyenin son kaynakları da faizciye, hortumcuya akıtılmadan, iş başına gelelim, Milli Programı uygulayalım. İP, her zamanki gibi bu seçimlerde de boyunun ölçüsünü aldı; binde 5! Ne var ki bu kadarı Perinçek ve avenesini yolundan çevirmeye yetmez. Daha önceki seçimlerde de aynı şeyler yaşandı, fakat her seferinde karşı-devrimci çizgi giderek çok daha katı biçimde savunuldu. Sermaye iktidarı tarafından bir nebze de olsa ciddiye alınmak için, ordu başta olmak üzere rejimin asli kurumlarına yaltaklanmak, başlıca politika haline getirildi. Susurluk düzeninin kurucusu ve kollayıcısı olan, Genelkurmayından Jitemine, Özel Hârekatına kadar tümüyle çeteleşen ordunun temize çıkarılması, Perinçekin en yoğun çabası halini aldı. Perinçek, yıllardır "büyük millet"e bütün musibetlerin adresi olarak "kemalist devrimin bekçisi ve milli devrimin önde gelen güçlerinden biri olan" ordu ile MİT vb. aygıtlara sızmış ABD merkezli "süperNATO"yu gösteriyor. Böylelikle gerçek musibeti, yani rejimin temel zor ve terör aygıtını aklamış olduğunu zannediyor. Cumhurbaşkanını R. T. Erdoğan ve AKPye görev vermemesi için uzun uzadıya göreve çağıran 6 Kasım 02 tarihli mektubunda "Tarihi unutanlar, yeniden öğrenmek zorunda kalırlar" gibi büyük laflar eden Perinçek, nedense başlıca mesleğinin tarih tornacılığı olduğunu unutuyor. Mesleğinde öyle mahir ki, 3 Kasım öncesi seçim başarısı üzerine kopardığı yaygaraları bir kalemde unutuverip, derhal rejim için yaşamsal gördüğü sorunlarda taktik-politika yapmaya girişiyor. Tabii ki tarihi tornadan geçirmeyi asla ihmal etmeden... Oysa tarih diyor ki, Kemalizm tek tipleştirme, şovenizm, başka kimlikleri ve düşünceleri ret ve inkar, ulusları asimile etme, olmuyorsa yoketme, Mustafa Suphiler örneğinde görüldüğü üzere muhaliflerini komplolarla katletme, emperyalist bir şirkete karşı direnişe geçen işçileri raylar üzerine dizdirip üzerinden şimendifer geçirme vb., vb. üzerine kurulu gerici bir burjuva ideolojisidir. Türk ordusu, devrimin önündeki en temel engellerden biridir. Her toplumsal uyanışı ve yükselişi faşist darbelerle bastırmak, onun başlıca geleneğidir. Perinçekin bugün başlıca tehlikelerden biri olarak işaret ettiği dini gericiliğin Türkiyede böylesine palazlanmasının gerisinde, 12 Eylül cuntasıyla sürüp gelen ordu politikaları vardır. Susurluk cumhuriyetinin odağında, yıllarca Kürt halkına karşı vahşi bir kirli savaş yürüten T¨rk ordusu yer alıyor. ABD tarafından herşeyiyle Amerikancı olarak yetiştirilen, emirleri Pentagondan alan bir komuta kademesiyle mi ABD karşıtı oluyor bu ordu? Daha "süperNATO" tarafından ele geçirilmesi mi kalmış? Bu ülkede bir "süperNATO"dan söz edilecekse, bu kuşkusuz başında generallerin ve TÜSİAD kodamanlarının bulunduğu sermaye iktidarının kendisidir. Nasıl ki Perinçek ve avenesi 3 Kasım hezimetini yadırgamıyor, tarihi unutmayanlar da tüm bunlara rağmen Perinçekin çabalarını yadırgamıyor. Zira ta en başından beri Türkiyeli devrimciler, Perinçekçi Aydınlık çizgisinin karşı-devrimci özünü biliyorlar. Son yılların önceki dönemlerden tek farkı, Perinçekin bu kimliği artık maskelemeye gerek duymaksızın savunmasıdır. İPin gerici-şoven kimlik üzerinden yaptığı politikaların, bu kimlik konusunda bihaber olan işçi ve emekçi kitleleri etkilememesi için, tarihi ısrarla hatırlatmaktan, Perinçek çizgisinin karşı-devrimci özünü teşhir etmekten vazgeçilemez. Bugün için İP politikalarının bağımsızlıkçı, ulusalcı-sol geçinen "aydın" çevrelerde yarattığı etki de ancak bu şekilde giderilebilir. Bu karşı-devrimci, şovenist çizgiyle bilinçleri kötürümleştirilen kesimler görmek istemeseler de, Perinçekin İPiyle ne kuyuya inilir, ne de baraj geçilir. Tarih 3 Kasım şeçimlerinde bir kez daha buna tanıklık etmiştir. |
|||||