Kopenhag Zirvesi 12 Aralıkta toplanıyor...
AB kapısında hayaller ve gerçekler Avrupa Birliğinin genişleme sürecinde önemli bir adım olacağı söylenen Kopenhag Zirvesi önümüzdeki hafta yapılacak. 12 Aralıkta toplanacak olan zirvede ABye katılmak isteyen aday ülkelerin durumları görüşülecek. Türkiye-AB ilişkileri ve ABD Türkiyenin AB ile ilişkileri hayli çalkantılı ve uzun bir geçmişe dayanıyor. Bu ilişkiler kimi zaman güçlendi, kimi zamanlarda ise kopma noktasına geldi. Ancak özellikle son yıllarda ABye tam üyelik statüsünün elde edilmesi, Türk dış politikasının temel önceliklerinden biri durumunda. Bunun birbiriyle bağlantılı değişik nedenleri var. Kestirmeden söylemek gerekirse, Türk dış politikasında AB konusunun bu denli öne çıkmasının gerisinde Türkiyeden ziyade ABDnin politik hedef ve ihtiyaçları yatıyor. Türkiye burjuvazisi elbette ki Avrupa emperyalizmiyle çok daha ilerden bütünleşmeye dünden razı. Bu konuda belli bir çabası da var. Fakat Türkiyeyi Avrupa Birliği gibi ekonomik olduğu kadar siyasal bir birlik projesi içinde yer almaya yönlendiren de, onu içlerine almaları için AB ülkelerine diplomatik basınç yapan da esas olarak ABD. O, tüm bunları Türkiyenin güvenilir bir dostu ve müttefiki olduğu için değil, kendi emperyalist plan ve hedefleri böyle gerektirdiği için yapıyor. Neredeyse doğrudan yönetip yönlendirdiği Türkiyeyi, rakip emperyalist güç odağı olarak gördüğü AB içerisine deyim uygunsa bir Truva Atı olarak konumlandırmaya çabalıyor. ABnin oyalama politikası ve demokratikleşme masalları Türkiyenin tam üyelik çabalarının gerisindeki asıl gücün ABD olması Avrupalı emperyalistleri tedirgin ediyor. Türkiyeye ilişkin yaklaşımlarına da asıl olarak bu tedirginlik damgasını vuruyor. Avrupalı emperyalistler ekonomik ve jeo-politik öneminden dolayı Türkiyeye tümüyle sırtını çeviremiyorlar. O nedenle bir taraftan sahte umutlarla tam üyelik konusunda Türkiyeyi oyalama politikası güderlerken diğer taraftan mevcut ilişkileri kopartmamak, hatta mümkünse kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirmek için çaba gösteriyorlar. Avrupalı emperyalistler, görüşmelerin daha önceki aşamalarında Türkiyenin önüne yerine getirilmesi gereken bir dizi ödev koydular. Bunlardan bir kısmı Türkiyedeki siyasal rejimin demokratikleştirilmesini öngörüyordu. Kimi demokratik hak ve özgürlüklerin göstermelik şekilde yasal güvenceye alınmasından öteye gitmediği ölçüde bu kriterleri yerine getirmekte Türkiye cephesinden çok ciddi bir güçlük yoktu. Nitekim son bir yıldır hükümet ve TBMM bu doğrultuda bir dizi uyum yasasını görüşüp yasalaştırdı. Düzen partileri arasındaki iç politik rekabet bunların yasalaşmasını bir parça geciktirse de sonuçta bu yasaların önemli bir bölümü geçen Ağustos ayında meclisten geçirildi. Yeniden vurgulamakta fayda var. Demokratikleşme konusunda ABnin istediğide, Türkiyenin yaptığı da bir toplumsal dönüşüm değil ama görüntünün kurtarılmasıydı. Bu çerçevede bir takım haklar tam da ABnin istediği şekilde kağıt üzerinde güvenceye alındı. Yeni hükümet ise geçen hafta açıkladığı program ile bu göstermelik demokratikleşme furyasının devam edeceğini, yeni bir takım yasal düzenlemelerin önümüzdeki aylarda eclisten geçirileceğini ortaya koydu. Dış politika sorunları önplanda Ancak demokratikleşmeye ilişkin düzenlemeler oyalama politikasının bir parçası olduğu ölçüde, bunlar AB açısından fazla bir önem taşımıyor. En fazla diplomatik dille yapılan bir takım övgülerin konusu olabiliyor atılan bu demokratikleşme adımları. Tam üyeliğe engel olarak ise daha çok dış politika sorunlarının öne çıkarıldığı görülüyor. Bunlar içinde en önemli olanlar ise Kıbrıs ve Avrupa Ordusu (AVOR ya da bilinen adıyla AGSK) konuları. Türkiyeyi Avrupa Birliğine yakınlaştırmak için özel bir çaba sarfeden ABD, bunun önündeki başlıca engel durumundaki dış politika sorunlarını, kendi uzun vadeli politika ve çıkarlarına uygun bir şekilde tasfiye edebilmek için ise taraflara yoğun bir baskı uyguluyor. AGSK konusu daha önce de gündeme gelmiş ve ABDnin Türkiyeyi ikna etmesiyle bu sorunun çözümünde belli bir mesafe alınmıştı. Şimdi benzer bir ikna politikasının Kıbrıs sorununun çözümü için ortaya konulduğuna tanık oluyoruz. BM Genel Sekreteri Kofi Annanın sorunun çözümüne dönük önerisi ABD imzası taşıyor ve Bush yönetimi bu meselenin Türkiye-AB ilişkilerinin önündeki bir engel durumundan çıkması için kayda değer bir çaba harcıyor. Elbette ki bu söylenenlerden Kıbrıs ve AVOR gibi sorunların çözümünün Türkiyenin tam üyeliğinin yolunu açacağı gibi bir sonuç çıkartılamaz. Zira yukarda da açıklanmaya çalışıldığı gibi Türkiyenin Avrupa ile ilişkilerinin düzeyini asıl olarak ABD ile AB arasındaki emperyalist güç dengeleri belirleyecektir. Gerçek şu ki, AB Türkiyeye karşı ikiyüzlü bir politikaya sahiptir. Tam üyelik için bir takım takvimler, kriterler öne sürse de gerçekte ona tam üyelik statüsü tanımak gibi bir niyeti kesinlikle yoktur. Türkiyenin ABD politika ve çıkarlarının taşıyıcısı olması Avrupalı emperyalistleri daha da temkinli olmaya itmektedir. Fakat buna karşılık ABD, Türkiyenin Avrupa ile ilişkilerinin mümkün olduğu kadar ileri bir düzeye taşınması için çaba göstermektedir. Bunu kendi çıkarlarının bir gereği saymaktadır. ABD desteğinin Türkiyeyi AB üyeliğine taşıyıp taşıyamayacağını ise gelişmeler ve zaman gösterecektir. Fakat mevcut ilişki ve dengeler Türkiyenin tam üyelik rüyasının uzunca bir zaman sürüncemede kalacağını göstermektedir. Kopenhag Zirvesinin muhtemel sonucu Sanıldığının aksine Kopenhag Zirvesinde Türkiye konusu tam üyelik görüşmeleri için tarih verip vermeme ekseninde tartışılmayacaktır. Zirvede temsil edilecek tüm hükümetler Türkiyenin henüz tam üyelik için tarih almasının mümkün olmadığı görüşünde birleşmektedirler. Bunlara ABDnin Avrupalı ortağı İngiltere de dahildir. İngiltere, İtalya, İspanya ve Yunanistan gibi AB ülkeleri Türkiyeye koşullu tarih verilmesini savunmaktadırlar. Koşullu tarih kavramı, bir dizi siyasal kriteri yerine getirmesi durumunda bir yıl sonra Türkiyeyle tam üyelik görüşmelerine başlanmasını öngörmektedir. Almanya ise tarih için tarih verilmesinden yanadır. Bu ise siz gidin kriterleri yerine getirin, biz de şu tarihte sizin durumunuzu tekrar görüşelim anlamına gelmektedir. Daha doğrudan söylemek gerekirse, Almanya en ufak bir yükümlülük altına girmeden Türkiyeyi başından savmak istemektedir. ABnin önde gelen ülkelerinden Fransanın da Almanya ile paralel bir yaklaşım içine girmesi beklenmektedir. Dolayısıyla Kopenhagda Türkiye için bu iki formülden birisi doğrultusunda karar alınması çok güçlü bir ihtimaldir. Bugün kopartılan tüm yaygaraya, ilan edilen seferberliğe ve çıkılan ikna turlarına rağmen Avrupalı emperyalistlerin kararını etkilemek konusunda Türkiye burjuvazisinin yapabileceği fazla bir şey yoktur. En fazlasından AB konusunu bir iç politika malzemesi haline getirebilir, emekçi yığınları bu masalları kullanarak kandırma yoluna gidebilirler. Bunu fazlasıyla yaptıklarını ise son günlerin gelişmeleri yeterince göstermektedir. |
|||||