30 Kasım '02
Sayı: 47 (87)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermaye iktidarının açmazları ve yeni hükümet
  AB kapısında hayaller ve gerçekler
  Silah denetçileri ve emperyalist savaş hazırlığı
  "Ak" partisinin kara icraatları
  Amerikan emperyalizmi için "gül" gibi bir başbakan
  BM'nin Dünya Çocuklar Günü aldatmacası...
  Metal'de birbirini izleyen ihanetler
  Sendika bürokratlarının ihaneti metal işçilerinin birleşik örgütlü mücadelesiyle aşılacak!
  Prag Zirvesi'ne ABD damgasını vurdu...
  NATO'nun militarist saldırgan misyonu yeni duruma ve ihtiyaçlara uyarlanıyor
  NATO'nun yeni stratejisi...
  Prag Zirvesi üzerine Haluk Gerger ile konuştuk...
  Gençlik YÖK'ü ve savaşı soruşturdu!
  Gençliğin savaş ve YÖK karşıtı eylemlerinden...
  Dünyadan...
  ABD emperyalizminin yeni konsepti...
  Mücadele alanlarından...
  BİR-KAR II. Kongresi başarıyla gerçekleşti
  Perinçek'in İP'iyle ne kuyuya inilir, ne baraj geçilir
  Partimizin 24. kuruluş yıldönümü kutlu olsun!..
  Bir hukuk cinayetine karşı duyarlılık çağrısı
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Prag Zirvesi üzerine Haluk Gerger ile konuştuk:

NATO emperyalist bir saldırı ve
savaş makinasıdır

- NATO’nun kuruluş amacı ve NATO’nun kurulmasına yolaçan siyasal gelişmeler nelerdi?

- NATO, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki saldırgan politikalarının militer aracı olarak kuruldu. Bu amaçları, kabaca ve özetle, iki başlık altında toplamak mümkün. Bunlardan birincisi, Sovyetler Birliği’ni kuşatmak ve yıkmaktı. Bu politikaya göre, ABD Sovyetleri askeri paktlarla ve ek ekonomik-diplomatik önlemlerle kuşatacak, önce Doğu Avrupa’yı “kurtaracak”, sonra da Sovyetler’in çözülmesini gerçekleştirecekti. İkinci olaraksa, NATO, aynı zamanda, ABD’nin “Batı Bloku” içindeki hegemonyasının da bir aracı olacaktı.

- Sovyetler Birliğin’nin yıkılması ile birlikte NATO’nun da işlevini tamamladığı yönündeki beklenti boşa çıktı. NATO o günden beri yeni hedefler doğrultusunda kendisini yeniden yapılandırıyor, genişletiyor. Bu konudaki düşünceleriniz...

- NATO, özünde, genel olarak emperyalizmin, özel olarak da Amerikan emperyalizminin saldırgan dürtü ve amaçlarının militer aygıtıdır. İlk kurulduğunda önündeki hedef esas olarak Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı’ydı. Bu hedef ortadan kalktığında, NATO’nun esasını oluşturan saldırgan öz ve emperyalist amaçlar ortadan kalkmış olmuyordu elbette. Şayet NATO, iddia edildiği gibi Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı’na karşı savunma amacıyla oluşturulmuş olsaydı, saldırı tehdidinin ortadan kalkmasıyla işlevini, kuruluş amacını yitirmiş olurdu, o da tarihin sayfalarındaki yerini alırdı. Oysa, askeri bir araç olarak NATO bir savunma değil saldırı örgütüydü, dolayısıyla bugün de devam ediyor; sadece hedefleri ve buna bağlı olarak da yapısı, “teknik” işlevleri değişmiş olarak.

Bugün uluslararası sermaye yeryüzünün dörtbir yanına nüfuz ediyor, uluslararası hareketliliğinin doruğunda üretim-dağıtım zincirinin her alanında her yerde faaliyet gösteriyor. Bu arada finans sermayesi de yine dünyanın her köşesinde spekülasyonla mali işlemleri gerçekleştiriyor. Bu, yeryüzünün emperyalizm tarafından bir kez daha talan edilmesinin, yağmalanmasının yeni birikim modelini oluşturuyor. İşte Yeni Dünya Düzeni, kabaca, bu yeni modelin politik-askeri-kültürel üstyapısının inşa sürecini ifade ediyor. Bir başka ifadeyle de, YDD, sermayenin yerkürenin her yanında rahatça faaliyet gösterebilmesi ve sömürü ve yağmasını gerçekleştirebilmesi için emperyalist devletlerce alınan politik-askeri-hukuki önlemlerin bütününü anlatıyor. Nasıl ki sermaye dünyanın dörtbir yanına giriyor ve biz bun küreselleşme diyoruz, YDD de, aynı biçimde, ABD, emperyalist müttefikleri ve kendine bağımlı tetikçileriyle birlikte, sermayenin işini kolaylaştırmak ve dünya hegemonyasını kurmak üzere, yeryüzünün her tarafına, gerekirse askeriye de dahil olmak üzere, müdahalede bulunma imkanlarını oluşturması sürecini ve bu müdahaleleri fiilen gerçekleştiriyor olmasını tanımlıyor. Aslında, daha örgütün 50. yılı vesilesiyle Wshington’da yapılan toplantıda, NATO’nun YDD’nin temel vurucu gücü olması resmen kararlaştırılmıştı. Şimdi gerekleri yerine getiriliyor. Tabii bu arada, Rusya sınırına Doğu Avrupa’dan da uzanılarak bu rakip üzerinde de yeni baskılar oluşturuldu.

Sonuçta da, Soğuk Savaş’ta Sovyet Bloku’na karşı savunma maskesiyle kurulan örgüt bugün bu kamuflajını üzerinden atmış oldu, çıplak bir emperyalist saldırı ve savaş makinası olarak gerçek yüzüyle tescil edildi.

- “NATO=ABD” kaba formülasyonu dün ve bugün açısından sizce nereye oturuyor? NATO içinde ABD egemenliği tartışılmaz bir gerçek. Öbür taraftan genişleme ve yeniden yapılandırma çerçevesinde ABD, NATO içinde bu gücünü koruyabilecek mi? NATO’nun Doğu Avrupa’ya doğru genişlemesi tersinden, yeni çatlaklara yolaçar mı? Bu gelişmelerin ve ABD’nin Avrupa ülkeleriyle yaşadığı rekabetin NATO’nun şekillenmesinde ne gibi etkileri olacak?

- Tabii NATO’nun iç yapısına emperyalistler arası çelişkiler açısından da bakmak gerekli. NATO’da esas olarak iki güç, İngiltere ve Türkiye, Avrupa’daki Truva atları olarak, her koşulda ABD’nin sadık dostları olarak görülürdü. Bugün örgüte katılanların da böyle bir rolü olacak ama unutmamak gerekir ki, bu ülkeler başta Almanya olmak üzere AB’nin de çekim ve etkileme alanı içindeler. Bu, Avrupa ile ABD arasındaki ilişkilerin ve çelişkilerin seyrine göre bir gerginlik unsuru olabilir. Bu çerçevede iki unsuru gözardı etmemek gerek. Birincisi, henüz emperyalistler arası çelişkiler, hasmane rekabete ya da çatışmaya dönüşmüş değildir. Avrupa, sızlana sızlana, şikayet ede ede, aslında, ABD’nin dümen suyunda sürüklenmektedir. Güç dengeleri düşünüldüğünde bunun uzun süre böyle devam edeceğini düşünebiliriz. Çatışma, daha çok, Avrupa’nın ABD tarafından daha çok dikkate alınması talebi üzerinde şekillenecektir. İkinci olaraksa, ABD, tam bir tek yanlılık arzusu, hatta kararlılığı sergilemektedir. Aslında, NATO, BM ve öteki uluslararası kurumlar bugün Amerikan devlet seçkinlerinin önemli bölümünce bir ayakbağı olarak görülüyor. ABD, kendi aldırgan hegemonyasında, öteki emperyalist müttefiklerine ve bu arada NATO’ya da, BM’ye de ikincil roller vermek istiyor ve bu tür gerginlikleri önemsemez bir tavır gösteriyor.

- Günümüz koşullarında emperyalistlerin NATO’ya ve NATO’nun genişlemesine duyduğu ihtiyaç nereden kaynaklanıyor? Asıl amaç ne?

Ve NATO, “acil müdahale gücü”, “çevik güç” vb. adlar altında bizzat ABD’nin komutasında hareket edeceği çok açık olan bir takım oluşumlara gidiyor. Bu oluşumların tepesinde ABD’li generaller, altında ise emperyalizme bağımlı NATO ülkelerinin askerleri bulunacak. Bu yıkıcı profesyonel vurucu güçlerin nerelerde ve nasıl kullanılacağı ise çok açık. Bu yeni türden askeri yapılanmaların arkasında ne var? Bu yıkıcı oluşumların kullanılmasının sınırları ne olacak gibi görünüyor?

- NATO’nun genişlemesinin ikincil amacından başlarsak, karşımıza Avrupa’nın doğusuyla da zaptu rapt alınması ve Rusya üzerindeki baskının arttırılması çıkıyor. Aslında, kapitalist-emperyalist güdünün doğal sonucu olarak NATO genişliyor, dışındakileri eritiyor, alanında tek egemen oluyor. Tarihsel bir öç de alınıyor, Soğuk Savaş’ın zaferi taçlandırılıyor. Bu tür simgeler de, halkları, dünyayı, insanları etkiliyor, ortak belleklerde yer ediniyor. Emperyalizm bunu da istiyor.

Aslolan ise, elbette müdahalecilik. NATO’nun eylem alanını üye ülkelerin sınırları belirliyor. Antlaşmanın temelini, bir üyeye yapılacak saldırının tüm öteki ülkelere yapılmış sayılacağı, yani NATO’nun devreye sokulacağı hükmü oluşturuyor elbette. Tabii buradaki “saldırı” sözcüğü sadece bir aldatmaca. Önemli olan, bir üyenin askeri bir çatışmada yer almasının tüm örgüte o savaşa müdahil olma, taraf olma hakkı ve olanağı vermesi. Böyle olunca, örneğin Türkiye aracılığıyla ya da dolayımıyla Ortadoğu’da çıkartılabilecek bir savaşta NATO doğal taraf olabiliyor, hukuki bir savaş kılıfı üretebiliyor. Tabii sorun sadece kılıf üretmek de değil; askeri planlamalar, stratejiler, silahlanma, manevralar da hep buna göre yapılandırılıyor, bütün üyelerin askeri gücü, gerekir ve isenirse, hemen seferber edilebilir hale getirilebiliyor.

- Geçen hafta Prag’da gerçekleştirilen NATO toplantısını yeni bir dönüm noktası olarak tanımlayanlar var. Bir dizi belirsizliğin bu toplantıyla artık giderildiği yönünde yorumlar çıkıyor basında. Dün daha dolaylı biçimde NATO’nun yeni hedefinin “küresel terörizme karşı mücadele” olduğu ifade ediliyordu. Bu toplantı ile birlikte bu anlayışa bir resmiyet kazandırıldı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Yine buna bağlı olarak “küresel terörizm” tanımı içine giren öncelikli hedefler hangileri olacak?

- Bush “tehdit”i şöyle tanımlıyor: “Kim olduklarını biliyoruz ama nerede olduklarını bilmiyoruz.” Yani herkes ve her yer bir “tehdit”, yani emperyalist terörün potansiyel hedefi. NATO üyelelerinin sınırlarına baktığınızda Ortadoğu’dan Rusya ve Kafkaslara çok büyük bir alanı içine aldığı görülüyor. İran’dan petrol zengini Körfez ülkelerine, Rusya’dan Çin’e, Özbekistan’a, Akdeniz’de Libya’dan Fas’a kadar uzanan büyük bir alan sözkonusu. Ayrıca, üyelerin kendilerini, içlerini de unutmamak gerekir tabii…

- Emperyalizme karşı mücadele sosyal ve devrimci ulusal kurtuluş mücadelelerinin çok temel ve kritik bir sorunu. Güçsüzlük ruhhalinin, teslimiyetin ve tasfiyeciliğin arttığı bir dönemde bu mücadelede en temel zaaflardan biri dostu düşmandan ayıran sınırların muğlaklaştırılması. Devrimci mevzilerin terkedilmesi, işçi sınıfının ve halkların mücadele gücüne olan inançsızlık ve güvensizlik ise buna bağlı olarak gelişiyor. Fakat öbür taraftan bu teslimiyetçi anlayışa meydan okurcasına halklar ve dünya işçi sınıfı silikleştirilmeye çalışılan sınır çizgilerini eylemleri ve mücadeleleri ile yeniden çizmeye çalışıyorlar. ABD emperyalizminin başlattığı saldırganlıkla birlikte savaş ve emperyalist küreselleşme karşıtı, anti-emperyalist yeni bir uluslararası kitle hareketinin yavaş yavaş boy verdiğini görüyoruz. Ge&ccdil;miş deneyimler ışığında her açıdan bu hareketi güçlendirmek için önümüze çekmemiz gereken temel görevler nelerdir?

- Bugün dünya bir yangın yeri. Küreselleşme ve YDD ile barışın, refahın, yeni bir işbirliği çağının, dolayısıyla da tarihin sonunun geldiğini müjdeleyenler şimdilerde pek ortada görünemiyorlar. Sadece mazlum dünyada değil, metropollerde de bunalım her yanı sarmış durumda. Şiddet, savaş, çatışmalarla örülmüş bir dünyada yaşıyoruz. Huzur ve refah içinde tek bir toplum gösterilemez bugün. Üstelik krizler ve çatışmalar yaygınlaşma eğilimi gösteriyor.

Bu duruma karşı da isyanlar, gerilla mücadeleleri, çatışmalar, protestolar, kitlesel gösteriler, yani her boyut ve biçimiyle karşı çıkış ve direniş ortaya çıkıyor.

Eksik olan sınıf hareketinin örgütsel gücü, ideolojisinin etkisinin yaygınlığı, prestiji, ağırlığı. Bir başka ifadeyle işçi sınıfı ortada yok! Sadece bir çekim odağı ve merkezi güç olarak değil, bir dönüştürücü, devrimci güç olarak da değil, en basit demokratik görevleri açısından da ortada yok. Büyük sendikaları, partileri, aydınlarıyla ortada yok. Bu, Anka Kuşu misali, kendi küllerinden yeniden doğacaktır; hayat dayatıyor ve başka alternatif yok. Şimdi yapılması gereken, bize dünyayı anlamada eşsiz olanaklar sunan o bilimsel aracı, ideolojiyi kullanarak, gündelik yaşam ihtiyaçlarından stratejik hedeflere kadar uzanan bir perspektifle örgütlü inşaayı gerçekleştirmek, örgütlü müdahaleyi gerçekleştirmek ve bütün halk güçlerini bütün özlemleriyle kucaklaaya çalışmak. Sınıfın yarattığı boşluk bugün ancak ideolojiyle, bağnazca değil, yaratıcı bir biçimde ve onun verdiği kavrayışı kullanarak doldurulabilir. “Halk Güçleri” kavramında simgeleyebileceğimiz bütün toplumsal katmanların bütün özlemlerini (ki bunlar savaşa karşı, faşizme karşı, emperyalizme karşı demokratik taleplerdir) kapsayan, ama sınıf perspektifiyle devrimi gözardı etmeyen bir yaklaşım yakaanmalıdır. Dünyayı çözümleyebilmek, kavrayabilmek, bunu da bir değiştirme iradesi ve projesiyle taçlandırmak gerekiyor.

Böyle güçsüzlük ve bunalım dönemlerinde demokratik görevler öne çıkar, elde edilmiş kazanımların savunulması temel ihtiyaç olarak belirir. Bu elbette gözardı edilemez. Ne var ki, bu yeni durumun gerekleri yerine getirilirken, bunun dayattığı taktiksel, hatta programatik ve yapısal önlemler alınırken, statükonun parçası haline gelmemeye, düzenin ufkuyla sınırlanmamaya, başka (sosyalist) bir yaşam projesinden asla kopmamaya da özen göstermek gerekiyor. Bu perspektif örgütlü biçimde hayata geçirilebilirse, somut durumun somut tahlilinden ortaya çıkacak teorik-pratik açılımlar yapılabilirse, bu zorlu dönem de aşılır. Tabii bu dünya çapında devrimci Marksist hareketin ortak sorunudur, ortak çabalarla olgun çözümlerine kavuşacaktır…



NATO’nun yeni görevi

Ergin Yıldızoğlu

Geçen hafta gerçekleşen Prag Zirvesi’nde NATO hem eski Varşova Paktı üyelerini içine katarak soğuk savaşın son izlerini de sildi, hem de misyonunda radikal bir değişiklik yaparak soğuk savaşın bitmesinden sonra içine düştüğü kimlik krizini aştı. Şimdi karşımızda, terörizme karşı savaşta küresel düzeyde aktif rol üstleneceğini söylenen bir NATO var.

En azından geçen hafta, bir iki istisna dışında gazetelerde egemen olan hava böyleydi. Karşımızda artık bir Süper NATO var! Ne yazık ki bu kez de gerçek, görüntüden “biraz” farklı. Bu genişleme ve “yeni misyon” bir “Süper NATO” dan daha çok, bir Brooking Institute bilgi notunda vurgulandığı gibi “Pentagon’un askeri donanımı için çok kullanışlı bir alet çantası” yaratmışa benziyor (Financial Times 21/11)

Genişlemenin getirdikleri

İlk anda görülen şu: NATO eski Varşova Paktı üyesi 7 ülkeyi bünyesine katarak gelip Rusya’nın sınırına dayandı. Ama gerçek şu ki bu genişleme NATO’yu güçlendirmek bir yana, NATO’nun içine yeni bir seri ekonomik sorun, boğazına kadar yolsuzluklara batmış devletler, etnik istikrarsızlık alanları ve alabildiğine hantal ve eskimiş bir askeri yapı getiriyor. Düşünsenize, Prag toplantısı yapılırken hava sahasını, Çek uçakları bir işe yaramadığı için, ABD jetleri korumak zorunda kaldı. ABD ordusuyla kıyaslandığında, NATO’nun teknik yetersizlikleri ve komuta zincirinin hantallığı Kosova savaşında ortaya çıkmıştı. Bu savaştan, Pentagon bir daha komutayı kimseyle paylaşmama dersi çıkarırken, kendi zaaflarının ayırdına varan Avrupa’nın da, teknolojik kapasitesi yüksek ve deniz aşırı güç yansıtma kapasitesi olan ve en önemlisi Washington’danbağımsız bir Savunma İnisiyatifi oluşturma isteği güçlenmişti. Ancak o günden bu yana ABD kendi aldığı karar doğrultusunda politikalar geliştirirken, Avrupa’nın yeni inisiyatifinde kayda değer bir gelişme izlenemedi. Kısaca NATO aynı zaafları taşımaya devam ediyor. Şimdi yeni katılanların emir komuta zincirindeki hantallığı daha da arttıracağını, teknolojik homojenliği daha da sulandıracağını söylemek mümkün.

Kısacası bu yapıyla NATO’nun uluslararası güç yansıtma ve terörizme karşı savaşta vurucu bir güç olma iddiası fanteziden öte bir şey değil. Başka engeller de var. Bunlardan en önemlisi NATO içindeki çatlaklar. ABD ile Avrupa arasında, terörizme karşı savaş stratejisi ve Ortadoğu politikası konularında önemli görüş ayrılıkları var. Üstelik bu salt Atlantik ötesi bir çatlak değil. NATO içinde İngiltere, İtalya ve İspanya hükümetleri Bush’un vizyonuna daha yakın. Fransa, bir taraftan kendi ordusunu modernleştirirken diğer taraftan, terörizme karşı savaşı, daha özel olarak Irak sürecini kendi uluslararası etkisini geliştirmek için kullanıyor. Geçenlerde “Biri bana, bu terörizme karşı savaş stratejisinden, Irak’ı işgal etme noktasına nasıl geldiğimizi bir açıklasın” diyen Schröder liderliğindeki Alan hükümeti ise savaşa katılmayacaklarını açıkça vurgulamaya devam ediyor. Bu karmaşaya yeni gelenleri de eklersek, bunlar genelde ABD çizgisine daha yakın oldukları için, NATO içi siyasi sorunların artacağını kolaylıkla söyleyebiliriz. Özetle, NATO bu haliyle terörizme karşı savaşta güç yansıtacak durumda değil. “Süper NATO” tam bir fantezi. Ama bu, genişlemenin ve yeni NATO misyonunun çok öneml bir gelişme olmadığı anlamına gelmiyor.

NATO zirvesinden çıkan karar belgesinin 4. maddesi NATO’nun askeri yapısının modernleştirilmesine karar verildiğini söylüyor. Bu bağlamda, en yeni teknolojiyle donatılmış bir çevik güç oluşturulacak. Yeni gelen ülkeler de bu güce kendi “uzmanlık alanlarına göre” katkıda bulunacaklar. Esas olarak ABD tarafından NATO’ya dayatılan, yaklaşık 20.000 kişilik çevik güç projesi, öncelikle ABD ordusuyla işbirliği yapacak ve gerektiğinde NATO bünyesi dışında ABD yanında savaşacak bir askeri yapı oluşturmayı amaçlıyor. ABD, kendi askeri operasyonlarında komuta sürecini bir daha kimseyle paylaşmamaya karar verdiği için, bu NATO gücü, ABD’nin yanında ve onun komutası altında ve NATO’nun yeni misyonu gereği dünyanın herhangi bir yerinde görev yapacak. Böylece International Herald Tribune’den Willam Pfaff’ın işaret etti&crren;i gibi, eğer bu yeni NATO birliği yaşama geçerse ABD, kendi kendini finanse eden bir “lejyoner ordusuna” sahip olacak.

Diğer taraftan NATO’nun genişleme süreci belki NATO’yu daha fazla güçlendirmiyor ama... ABD için yeni bir harekât ve konuşlanma alanı açıyor. 11 Eylül sonrası gelişmeleri yakından izleyenler hatırlayacaklardır, geçen 15 ay içinde, ABD, Karadeniz’den Çin sınırına kadar uzanan bir alanda bir seri yeni askeri üs ve tesis oluşturdu. Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan ve tabii Afganistan’ın yanı sıra Gürcistan’da da artık ABD askerleri var. NATO’ya katılan ülkeler kendi uzmanlık alanları içinde yukarıdaki “lejyonerler ordusuna” katkıda bulunacaklar, örneğin The Asia Times’in aktardığına göre Çek Cumhuriyeti ve Macaristan kimyasal savaş savunma birimleriyle, Romanya ve Bulgaristan hava sahalarını açarak, Bulgaristan “rejim değişikliği” operasyonuna destek üs sağlayarak, Slovenya dağlık alanlardasavaşmaya yetkin güçler, Latviya, Lituanya ve Estonya, yetkin polis gücü, patlayıcı ve kimyasal silah bulma uzmanı köpekler vb. sunacaklar. Belki de bu katkıların büyük bir kısmını ciddiye bile almamak gerekiyor. Ama yine de gözden kaçırılmaması gereken üç nokta var. Birincisi: NATO, dolayısıyla ABD’nin hareket alanı Karadeniz kıyısına, Hazar Havzası’nın karşısına kadar geldi. ABD açısından Bulgaristan ve Romanya’da yeni &uum;sler oluşturmak artık daha kolay. İkincisi: Birçok gözlemcinin işaret ettiği gibi, bu yeni NATO birliği projesi, NATO’nun geleceğini ABD’nin dış politika amaçlarına bugün olduğundan çok daha sıkı bir biçimde bağlayacak (Stratfor 20/11). Üçüncüsü: Çok önemli mali ve teknolojik kaynakları kendine çekecek olan bu yeni proje, Avrupa’nın kendisi için oluşturmayı hedefledi&urren;i Washington’dan bağımsız bir “Savunma İnisiyatifi” ni büyük ölçüde zayıflatacak.

Prag zirvesinden NATO’nun ve Avrupa Savunma İnisiyatifi Projesi’nin zayıflayarak ABD’nin ise uluslararası projelerine uygun yeni olanaklar elde ederek çıktığı söylenebilir.

(Cumhuriyet, 25 Kasım ‘02)