30 Kasım '02
Sayı: 47 (87)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermaye iktidarının açmazları ve yeni hükümet
  AB kapısında hayaller ve gerçekler
  Silah denetçileri ve emperyalist savaş hazırlığı
  "Ak" partisinin kara icraatları
  Amerikan emperyalizmi için "gül" gibi bir başbakan
  BM'nin Dünya Çocuklar Günü aldatmacası...
  Metal'de birbirini izleyen ihanetler
  Sendika bürokratlarının ihaneti metal işçilerinin birleşik örgütlü mücadelesiyle aşılacak!
  Prag Zirvesi'ne ABD damgasını vurdu...
  NATO'nun militarist saldırgan misyonu yeni duruma ve ihtiyaçlara uyarlanıyor
  NATO'nun yeni stratejisi...
  Prag Zirvesi üzerine Haluk Gerger ile konuştuk...
  Gençlik YÖK'ü ve savaşı soruşturdu!
  Gençliğin savaş ve YÖK karşıtı eylemlerinden...
  Dünyadan...
  ABD emperyalizminin yeni konsepti...
  Mücadele alanlarından...
  BİR-KAR II. Kongresi başarıyla gerçekleşti
  Perinçek'in İP'iyle ne kuyuya inilir, ne baraj geçilir
  Partimizin 24. kuruluş yıldönümü kutlu olsun!..
  Bir hukuk cinayetine karşı duyarlılık çağrısı
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yeni saldırı hükümeti...

“Ak” partisinin kara icraatları

AKP’nin seçimler öncesinde oluşturmaya çalıştığı AK imaj, daha kurduğu hükümet güven oyu bile almadan kararmaya başladı. AKP’ye umut bağlayanların umutlarını karartmak için, açıklanmış bulunan hükümet programı bile yeterlidir. Sermaye çevrelerini keyiflendiren her karar işçi ve emekçi kitleler için kara günlerin habercisidir. AKP’nin açıkladığı program da gerek içerde (TÜSİAD’ın destek açıklamaları), gerekse de dışarıda (İMF’nin aynı yöndeki açıklama ve mesajları) sermaye sahiplerini ve örgütlerini ihya etmiş durumda. Ancak, programın da ötesinde, uygulamaya yönelik alınan her karar, yapılan her açıklama, ona umut bağlayanların başına balyoz gibi iniyor. Buna rağmen AKP sözcüleri her fırsatta “programın sosyal yönü” teranesini yineliyorlar. Ancak uygulamaya y&oml;nelik alınan kararlar, bu demagojik “sosyal yön” lafzının nasıl bir yalan olduğu sürekli biçimde açığa vuruyor. Program İMF’nin programı, ama onlar bile kaale almıyorlar bu söylemi. Çünkü kitleleri avutma-oyalama dışında herhangi bir manası ve geçerliliği bulunmuyor bu “sosyal” yalanların.

Açıklanan programın ekonomi bölümüne bakıldığında, programın eksik kalan sosyal yönünü tamamlamak şöyle dursun, sosyal yıkımı katbekat artıracak uygulamalara hazırlanıldığı görülecektir. Bu aynı program, AKP’nin yine seçim öncesi oy avcılığında kullandığı ikinci büyük yem olan yolsuzlukların önlenmesi/hesap sorulması söyleminin sahteliğini de ortaya çıkarıyor. Hazırlanan programla, söylemin tersine yolsuzluklar/hırsızlıklar affedilecek, yenilerinin önü açılacaktır.

Sadece mali miladın kaldırılması bile büyük vurgunlara kapıyı sonuna kadar açmak anlamına geliyor. Ancak AKP’nin kara habercileri yeni hükümetin bununla da yetinmeyeceğini duyuruyorlar. Açıklanan programın ekonomiye ilişkin bölümünde, mali milat dışında vergi affı da yer alıyor. Belirli bir kesimin biriktirdiği vergi borçları silinmekle kalmayacak, yeni vergilerin ödenmemesi de teşvik edilecek. Pek çok kalemde vergi indirimine gidilecek. Bunlar kuşkusuz, asla borçlanma şansı bulunmayan ücretli kesimler için geçerli değil. Onların son derece sınırlı olan gelirleri her zaman sınırsız vergilerle küçültülmeye devam edildi, AKP hükümeti tarafından da devam edilecek. Çünkü bu bir düzen gerçekliği, sermaye devletinin politikasıdır. Partiden partiye, hükümetten hükümete değiştirilmesi söz konusu de&curen;ildir.

Yolsuzlukların üzerine gideceğiz söylemiyle seçimi kazanan AKP’nin ilk icraatlarından biri de Pamukbank’ın BDDK’a devri kararının soruşturulmasına yönelik önerge vermek oldu. Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararı da bu önergenin verilmesinde etkili olmakla birlikte, asıl hükümetin yönelimini göstermesi bakımından önemli bu önerge. Hortumcular yeni hükümet döneminde de hiç korkmadan-çekinmeden soygunlarına devam edebilirler artık.

Ancak bu aynı AKP hükümeti öncelikle programını sürdürme taahhüdüyle iş başına geldiği İMF’ye yaranmak zorunda. Dolayısıyla, yolunu açmaya çalıştığı vurgun-soygun piyasasının da bir sınırı olacaktır. Bu sınırı belirleyecek olansa yine İMF ve TÜSİAD başta olmak üzere içerdeki büyük sermaye grupları ve örgütleridir. Hatırlanacağı gibi, Pamukbank’ın TMSF’ye devri, geçmiş hükümetin İMF’ye verdiği niyet mektuplarında da yer almış, Pamukbank’a el konulması kararı da İMF tarafından “cesur”, “Türk bankacılık sistemi için önemli” ve “ekonomik programın geleceği açısından cesaret verici” bir karar olarak yorumlanmıştı. Şimdi AKP hükümetinin söz konusu önerge ile ortaya koyduğu cesaretlendirici tutumu, bu nedenle, İMF’ye rağmen bir tutum olmaktan ziyade, içerde lgili sermaye çevrelerinin desteğini alma yönünde bir jesttir. Yarın İMF bir başka banka veya farklı bir alanda faaliyet gösteren bir sermaye grubuna yönelik benzer bir önlem dayattığında, AKP hükümetinin de tavrı farklı olamaz. Onlar da İMF’den gelen her direktifi harfiyen yerine getirmekle yükümlüler

AKP’nin seçim öncesinde kullandığı demagojik söylemlerden biri de dokunulmazlıklara ilişkin olanıydı. Sözde milletvekili dokunulmazlığını kaldıracak, bu zırhın ardına gizlenerek suç işlenmesini önleyeceklerdi. Artık bunun da sözünü etmiyorlar. Tam tersine, hakkında açılmış davalar nedeniyle seçimlere katılamayan başkanlarını başbakan yapabilmenin yolunu arıyorlar. Kişiye özgü yasa çıkaramayacaklarına göre, eğer bir yolunu bulup Erdoğan’ın başbakan olmasını sağlayabilirlerse, bu yoldan başka sanıkların da geçmesi imkanlı hale gelecek. Meclis zaten seçilerek dokunulmazlık zırhına bürünmüş çok sayıda suçlunun mekanı haline geldi. Hırsızından katiline, soyguncusundan vurguncusuna ipini koparan meclise sığınıyor. AKP listelerinden de meclise giren böyle çok sayıda hapis kaçkını var. Özellikle Erdoğan’ı İstanbul Belediyesi’ndeki pek çok mesai arkadaşı çeşitli ithamlarla yargılanmakta iken seçilerek yargılanmaktan kurtulmuş durumda. Kendisi bu durumda olan bir partidin dokunulmazlıkları kaldırmayacağı yeterince açık olmalı.

Daha şimdiden görüldüğü gibi, 58. hükümet de kendinden öncekileri aratacak bir saldırının hazırlık ve organizasyonu içindedir. Seçim öncesi demagojilerin hemen tümü, daha güven oylaması aşaması bile geçilmeden çürütülmüş durumdadır. Bir de uygulama başlasın, asıl o zaman AKP’nin gerçek yüzü ona umut bağlayanlar tarafından çok daha net görülmeye başlanacaktır.



Türban sorununun AKP ve
düzen cephesinde yarattığı sıkıntılar

“Değiştik” gösterileriyle seçimlere katılan ve ilgili iç ve dış çevreleri ikna edebildiği için önü açılıp meclise taşınan AKP, şimdi artık, değişime yönelik tüm bu söylem ve göstergelere rağmen, meclise taşınmasında ikinci büyük rolü oynamış bulunan seçmen tabanının beklentilerine de yanıt vermek zorunda. Daha doğrusu, hem “değişim”in gereklerini yerine getirmek, hem de değişme istek ve niyeti göstermeyen tabanına yaranmak gibi bir ikilemi çözmesi gerekiyor.

AKP tabanı, seçim öncesi tüm değişim söylem ve gösterilerini, haklı olarak, bir takiyye, iktidara gelmenin kaçınılmaz bir gereği olarak görmüş, dolayısıyla, bir kez iktidara yerleşildi mi her şeyin temelden değişeceğini, kendi hükümetinin kendi istek ve ihtiyaçlarına yanıt vermeye başlayacağını düşünüyordu. Şimdi de gereğinin yapılmasını, istek ve ihtiyaçlarının karşılanmasını bekliyor. Öncelikle de büyük bir haksızlık, hatta zulüm olarak gördükleri türban sorununun çözümlenmesini. Dolayısıyla sorun, yeni hükümetin de öncelikli sorunları arasında. Parti programına yönelik ilk açıklamalarda yer alan “eğitim-öğretimde yaşanan adaletsizlik” söylemi başka bir şeyi anlatmıyor. Ne okulsuz-eğitimsiz bırakılan onbinlerce çocuğu, ne 70-80 kişilik sınıflarda oynana eğitim-öğretim komedisini, ne üniversite kapılarının yüzlerine kapatıldığı işçi-emekçi çocuklarını, ne en temel hakları olan anadilde eğitim hakkından yoksun bırakılmış olan Kürt çocuklarını kastediyor AKP kurmayları bu söylemle. Onların nezdinde yaşanan tek haksızlık, tek adaletsizlik türbanlıların okullara alınmamasıdır. Değişim dedilerse o kadar da değil. Kendileri eşlerine ve kız çocuklarına tesetür uygularken, aynı durumdaki hanımların eğitim-öğretim hakkından mahrum bırakılmasını sindirecek düzeyde bir değişimden söz etmiyorlar elbette. Ve elbette AKP hükümeti bu soruna bir çözüm getirmek için uğraşacaktır.

Ne var ki AKP, dinci politikanın terbiye edilmişleri tarafından kurulan bir parti olarak, tabanı ne düşünürse düşünsün, ciddi bir değişimin de temsilcisi olmak zorundadır. Taban bilincinde olmayabilir, ama AKP şefleri çok iyi bilmektedir ki, devlet herşey hükümet ise çok az şey demektir. Özellikle de darbecilik geleneğine sahip bir Türkiye’de... AKP nasıl seçimlere katılmak ve seçilmek işini ancak icazet alarak gerçekleştirebildiyse, türban ya da bir başka dinsel sorunun çözümünde de aynı çevrelerin icazetinin gerektiğini bilmektedir. Onun çıkmazı da buradadır.

Yeni mecliste hükümeti devlet adına denetim altında tutacak, taahhütlerini sürekli hatırlatacak bir parti de hazır ve nazır beklemektedir. Nitekim, türban konusuna ilişkin daha ilk çıkış CHP liderinin uyarılarıyla dizginlenmiş bulunuyor. Baykal’ın azarlama olarak yorumlanabilecek bir dille yaptığı uyarı, AKP sözcüleri tarafından son derece itidalli ve nazik bir dille yanıtlandı. AKP sadece kendi misyonunu değil, yeni meclisteki CHP’nin misyonunu da çok iyi kavramış ve kabullenmiş durumda. Artık bu sahnede herşey, bu dönem CHP’nin üstlenmiş bulunduğu çok ciddi devlet görevi bile, seyirlik bir oyundan ibarettir. Çünkü, siyasetçiler politika sahnesinde bu yönetim oyununu sergilerken, asıl yönetim işleri Beyaz Saray ve MGK’nin eşgüdümüyle, el altından yürütülmektedir. Elbette hükümete de düşecek görevler vardır. Bu merkelerde alınan kararların yürürlüğe konması, verilen emirlerin uygulanması, sonucunda da işlenen suçların üstlenilmesi hükümetin işidir.

AKP hükümeti, tıpkı kendinden önceki hükümetlerin yaptığı gibi, yapmak istediği ya da kendinden beklenen bir takım işler için bu yönetim merkezlerinden izin beklemek durumundadır. Eğer AKP hükümetinin çabalarıyla Türk eğitim sisteminde türbana bir kez daha yeşil ışık yakılacak olursa, bilinmelidir ki, düğmeye basan Beyaz Saray ve Genelkurmay’daki asıl efendileri olacaktır. Fakat henüz, Amerika’nın Irak saldırısı için 11 Eylül hezeyanına ihtiyacının devam ettiği bir süreçte, yine Irak saldırısı için ihtiyaç duyduğu Türkiye’de, İslamcılığın zaferi olarak lanse edilebilecek böyle bir çıkış için müsamaha göstermeleri beklenemez.



“Nereden buldun” sorusu kalkıyor, geçici deprem vergileri kalıcılaşıyor...

AKP hükümetinin ilk icraatı
“kara para”nın aklanması

Yeni hükümetin ilk icraatı patronların isteği doğrultusunda “nereden buldun” sorusu ve “mali milat” uygulamasını kaldırmak, deprem fırsat bilinerek çıkartılan “geçici” özel işlem ve özel iletişim vergilerinin süresini ise 2005 yılına kadar uzatmak oldu.

Başbakanlığa gönderilen tasarı ile, 1998 yılında vergi sisteminde yerine alan “mali milat” tarihe gömülüyor. Yasa tasarısı ile vergi usul kanununda yer alan, vergi incelemelerinde mükellefe “nereden buldun” diye sorulmasına olanak tanıyan düzenleme kaldırılıyor. “Mali milat”tan ayrı düzenlenen “nereden buldun” sorusu, gelir tanımındaki eksiklikler bahane edilerek, bugüne kadar uygulanmamıştı. Ancak “mali milad”ın uygulamaya konulması, “nereden buldun” sorusuna zemin yaratmıştı. Yaşanan ekonomik krizi bahane eden patronların girişimleri sonucu “mali milat” 1999 Ağustos’undan 1 Ocak 2003 yılına ertelenmişti. Aynı dönemde “nereden buldun” sorusundan tedirgin olan patronlar 100 milyar dolara yakın bir kaynağın yurtdışına çıktığını da ilan etmişlerdi.

AKP’nin seçim öncesinde patronlara verdiği sözlerin başında “mali milat” uygulaması ile “nereden buldun” sorusunu kaldırmak geliyordu. Hükümet koltuğuna oturur oturmaz patronlara verdiği sözü tutan AKP hükümeti, işçi ve emekçilere verdiği açlığı, yoksulluğu ve yolsuzluğu çözeceğiz sözlerini ise çoktan unuttu. 3 Kasım öncesinde vergi affını, ekonomik krizden etkilenip dükkanını kapatan küçük esnaf, zanaatkarlar ve yüksek miktarda vergi borcu olan emekçiler için çıkartacağını söylüyordu AKP. Ancak ilk icraatıyla büyük patronların vergi borçlarını tek kalemde silip, yolsuzluk ve kirli yollardan para kazananların önlerini açarken, deprem fırsat bilinerek işçi emekçi ve küçük üreticinin sırtına vurulmuş “geccedil;ici” vergilerin tarihini uzatıyor. Yolsuzluğu önleyeceğiz diyenler, göstermelik olarak çıkarılan ve bugüne kadar sermaye engelleriyle zaten uygulanamayan “nereden buldun” sorusunu “ak bir sayfa açmamız lazım” diyerek erteliyorlar. Böylece her türlü yolsuzluk, kanlı ve kirli yollarla kazanılan parayı AK’lamış oluyorlar.

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan “nereden buldun çok iyi idiyse niye ertelendi madem?” diye soruyor. Kendisinin de çok iyi bildiği gibi, “nerden buldun” sorusu ve “mali milat” uygulaması sermayenin baskısıyla bugüne kadar uygulanmıyordu ve yine sermaye hükümetlerince göstermelik olarak çıkarılmış ardından da ertelenmişti. AKP hükümeti kendinden önceki hükümetlerinden sermayeye bağlılık ve patronların istemlerini yerine getirme noktasında daha kararlı olduğunu göstererek “mali milat” ve “nereden buldun” sorusunu kaldırmayı hedefliyor. “Vergi kutsaldır, vergilendirilmemiş kazanç haramdır” diye işçi ve emekçilerin zaten üç kuruş olan maaşlarını daha ellerine geçmeden, çeşitli adlar altında vergilerle kesen sermayenin “ak” ve “yeni” hükümeti, iş patronların milyarlarına gelince bu paranın nasl kazanıldığını sormaktan dahi aciz kalıyor. Bırakın servetlerinin kaynağını sormayı, ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarını sınırsızca sömüren, doğal hayatı ve çevreyi yıkıma sürükleyen, işçi ve emekçi milyonları her türlü haktan muaf tutup, sefalet ücretleriyle köle gibi çalıştırarak muazzam bir servet birikimine sahip olan yerli ve yabancı patronlara hizmete soyunuyor. Onların yatırım yaparak iş olaakları açtıklarını, ekonomiye katkıda bulunduklarını gerekçe gösterip teşvik etmek için vergiden muaf tutuyor, düşük faizli krediler tanıyor, ücretsiz arsa tayin ediyorlar. Sermaye devleti, adından da anlaşılacağı gibi, tüm icraatlarıyla sermayenin çıkarlarını gözetmekte ve korumaktadır.

Hükümet hazırladığı tasarıyla bir yanda “mali miladı” ve “nerden buldun” sorusunu kaldırarak sermayeye bağlığını gösterirken, diğer yandan 1998 yılı sonrasında deprem vesilesiyle için getirilen ek vergiler arasında yer alan özel işlem ve özel iletişim vergilerinin süresini uzatarak işçi ve emekçilere gerçek yüzünü gösteriyor. Hatırlanacağı gibi göçük altında kalan yüzbinlerce insanın feryatları duymazdan gelinerek mezarda emeklilik ve tahkim yasaları bir gecede meclisten geçirilmiş, sonrasında da yurtiçi ve yurtdışından gelen yardımlar deprem mağduru emekçiler yerine sermayenin kasalarına aktarılmıştı. Üstüne üstlük çıkartılan özel vergilerle deprem tüm emekçilere dönük bir saldırıya bahane yapılmıştı.

Bugün bırakın bu kaynakların deprem bölgesindeki emekçilere ulaşmasını, depremzedelerin elindeki prefabrik konutlar bile alınıp satılmak isteniyor. Dönemin hükümetinde yer alan bakanlar özel vergilerle toplanan paraların depremzedelere gitmediğini, başka alanlara kaydırıldığını açıklamak zorunda kalmışlardı. Bunların başında da batık bankalar geliyordu. AKP hükümeti de hazırladığı ve başbakanlığa sunduğu tasarıyla geçici vergilerden özel iletişim ve özel işlem vergilerini 2005 yılına kadar uzatmayı amaçlıyor. Üstelik tasarıyla bu vergilerin 10 katına kadar arttırılabileceğine ilişkin Bakanlar Kurulu yetkisi de 20 katına çıkarılıyor.

Büyük patronları vergi dışı tutup, üstüne üstlük çeşitli imtiyazlar tanıyan ve sınırsızca kaynak aktaran devlet, emekçilerin ücretinden kestiği vergiler yetmezmiş gibi bir de bunlara eğitime katkı payı, özel tüketim vergisi, özel işlem vergisi, özel iletişim vergisi, çöp vergisi vb. adlar altında, artık dolaysız hale gelen “dolaylı vergileri” ekliyor.

Peki toplanan vergiler kime gidiyor? Bunlar sağlık ve eğitim hizmeti, altyapı ve kamu hizmetleri olarak işçi ve emekçilere döneceğine batık bankalara, teşvikler adı altında kodamanların kasalarına akıyor. Sağlık, eğitim, altyapı ve çeşitli kamu hizmetleri özelleştirilerek sermayeye peşkeş çekiliyor. Emekçiler için paralı hale getirilen bu hizmetler patronlar için yeni vurgun alanlarına dönüşüyor. Buralarda çalışan işçi ve emekçiler işten atılıyor.

Vergi affı diye sunulan tasarının bir ayağını patronların vergi borçlarının silinmesi ve kazançlarının kaynağının dahi sorulmasının engellenmesiyle kirli paraların aklanması, diğer ayağını ise asıl olarak emekçilerin sırtına yüklenmiş olan dolaylı ve dolaysız vergilerin arttırılması oluşturuyor. AKP’nin yasalaşması için başbakanlığa gönderdiği tasarının özeti, hayli kapsamlı olan bu saldırıların hayata geçirilmesini öngörüyor. AKP kendinden önceki sermaye hükümetlerini aşan bir kararlılıkla İMF-TÜSİAD programlarını uygulamaya başlamıştır. Ve kim için ak, kim için kara olduğunu ortaya koymuştur.