21 Eylül '02
Sayı: 37 (77)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermayenin yıkım ve savaş programına karşı sınıfın devrimci programı!
  Seçim çalışması için seferberlik!..
  Seçim ittifakı ve reformist hayaller...
  Çürüyen düzenden kokuşmuş siyaset manzaraları
  İMF'ci-Amerikancı düzen partilerine karşı sosyalizm bayrağı altında birleşik mücadeleye!
  Bağımsız sosyalist milletvekili adayı Mustafa Uğur Akkaya ile konuştuk...
  Amerikancı düzen partileri oy istiyor, biz hesap soracağız!
  Kamuda toplu görüşme sürecinin gösterdikleri...
  Eğitimde "Toplam Kalite Yönetimi"
  Emperyalist savaşın startı BM kürsüsünden verildi
  Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!
  3 Kasım seçimleri...
  İsrail zindanlarında siyonizme karşı direniş!
   Köln'de saldırılara ve savaşa karşı 50 bin kişi yürüdü
   Reha Tekstil işçilerinden mektup...
   Liseli Ekim Gençliği'nden...
   Adana Öncü İşçi Platformu Girişimi Bülteni'nden...
   ÇHD'li avukatlardan F tipi hücreler hakkında kapsamlı bir dosya...
   Sefaköy İşçi Kültür Evi'nde kitlesel etkinlik
   Yine "kamikaze" kapitalizm üzerine
   Berlin İşçi ve Gençlik Kültür Merkezi açılıyor!
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Reha Tekstil işçilerinden mektup...

Sendikal örgütlülüğe karşı
patron-sendikacı işbirliği

Ekonomik krizi bahane ederek sendikalı işçiyi yok ediyorlar. Biz Reha Tekstil işçileri de bundan nasibimizi aldık.

3 yılı bulan çalışmayla gerçekleşen
sendikal örgütlülük

3 yılı bulan örgütlenme çalışmasının ardından Ağustos 2001’de DİSK Tekstil’de örgütlenip yetki aldık. Yetki başvurusundan sonra işten atılan arkadaşların tekrar işbaşı yapabilmesi ve sendikanın kabul edilmesi için o dönemde iki gün fabrika bahçesinde eylem yaptık. Nihayetinde sendika kabul edildi ve 1 Eylül 01- 31 Ağustos ‘03 dönemini kapsayan iki yıllık TİS imzalandı. Sözleşme imzalanırken işveren tarafı sürekli, “Sizler çalışıp maaşlarınızı alıyorsunuz, Türkiye’nin haline hiç bakmıyorsunuz, kriz var” gibi söylemlere başvurarak basınç yaratıyordu. İşçinin o yıllarda yaşadığı kriz sanki işverenleri fazla etkiliyormuş gibi ikide bir koz olarak bizlere hatırlatıyor ve Türkiye savaşa girebilir diye duygu sömürüsü yapıyorlardı. TİS bunlar üzerinden imzalandı: Yarım maaş oranında 2 ikramiye, yılda iki kez erzak, ufak tefek do&crren;um ve ölüm yardımları... Yani ağladıkları kadar hafif bir sözleşme oldu.

Bizler de Ümraniye’de sendikalı bir işyeri olalım diye, örgütlü olarak bir arada kalmak ve sendikalı olabilmek için olumlu davrandık. İlk 6 ay %15, ikinci 6 ay için de %15 zamma evet dedik. 2002’nin 6 aylık zamları 1 yıllık DİE kentsel yerler tüketici fiyatları genel endeksi artışı oranında olacaktı.

Bizler Reha Tekstil işçileri olarak 1 yıl boyunca adeta patronumuzu idare edercesine çalıştık. İşverenin, “sendikalı yapmaktansa ben bu şirketi yakıp yakarım” dediği günler aklımıza gelmişti. Yetki aldıktan sonra biz temsilciler bazı sorunlardan dolayı işverenle görüşmeye çıktıkça, “ben ne dersem o olur. Burada Allah da benim, kitap da” gibi kaba sözlerle karşılıyordu bizi. Hem küfürlü konuşup hem de sonradan inkar etmesi ise işin cabası. Bu işveren istemese de bizler sabırla çalışarak, bedel ödeyerek örgütlendik ve zoru başararak sendikayı Reha Tekstil de yetkili kıldık.

Yetkiyi aldıktan sonra işe sözleşmeli olarak giren işçileri de örgütleyip sendikaya üye yaptık. Oysa patron sözleşmeli işçi alırken, “Burada sendikalı işçiler var, onlara uymadan şerefiniz ve namusunuzla çalışın” diye tembihliyordu. Sendikalı işçilere uyarsanız sizi işten çıkarırız, zaten sözleşmelisiniz diye de tehdit edildiğini duyunca sözleşmeli işçileri örgütlemek için daha bir hırsla çalışmaya başladık. Onlara dışarıda randevular verdik, evlerine giderek patronun tavrını teşhir ettik. Sendikanın tutumunu, örgütlü işçinin nasıl daha güçlü olduğunu, bizlerin örgütsüzkenki halimizi ve şu an örgütlü olunca neler kazandığımızı bir bir anlattık. Onlar da yapılan haksızlıklara karşı gösterdiğimiz tepkiyi gördüler. Örneğin mesai ücretlerinin maaşlarla beraber ödenmsi TİS’de belirtilmesine rağmen patron zamanında ödemeyince mesailere kalmamaya başladık. Haklı olduğumuzu, birlik olunca kazanımlarımızın olacağını gördüler.

Sendika ağalarının ihanet edeceği baştan belliydi

Patronun işe giren sözleşmeli işçilere söylediklerini DİSK Tekstil Genel Başkanı Süleyman Çelebi’ye aktardık. Biz sendikaya üye olduk, sözleşmeli işçileri de üye yapıyoruz diye patron bize küfür ediyor dedik. İşveren temsilcisinin önünde bize şerefsiz, namussuz diyenlerin, asıl kendilerinin şerefsiz olduklarını işçilere karşı davranışlarından belli olduğunu bununda söyledik. Ayrıca Birleşik Metal-İş Genel Merkezi’nde yapılan toplantıda da, hem temsilciler hem de işçiler olarak, fabrikadaki baskı ve haksızlıkları dile getirip başkanımızı bilgilendirdik.

S. Çelebi işçilerin sorunları dile getirmesi karşısında yaptığı konuşmada her iki kelimeden birinde üretimden bahsediyordu. Sanki imalat müdürü konuşuyordu. İşçiler bu konuşmaları duyunca şaşırdılar. Buna karşın işçiler bütün sorunları dile getirdiler. Mesailerin maaşla bir ödenmemesi, tuvalete kartla çıkılması, su içmek için izin verilmemesi vb. sorunlar. Başkan dinliyor, nasıl olur yaz Muharrem diyor, şube başkanı Muharrem Kılıç ise yazıyordu. Ama bizler bu manzaraya alıştık, sorunlar hep yazılı kalıyor. Sendika yapılan haksızlıkları işverenle tartışmıyor bile. Sanki patronu korumak veya masrafa sokmamak gibi tavırları oluyor. Çünkü daha önce birçok sorunları yazılı ve sözlü olarak sendika yöneticilerine ve Genel Merkeze bildirdik, ama başkanlar patronla çay içip gidiyorlar. Ancak temsilcilerin zorlamaları, işçilerin eylem yapmalarıyla bir şeyler üzeliyor.

Patronun ilk saldırısı ve sendika

Çelebi’yle yapılan bu toplantıda sorunlarımız yazıldı. Biz de söz aldık, bu yeni işçilerin sendikaya üye olması için. Çelebi, “Sizler üye yapın, eğer bir işçi işten atılırsa, şerefim ve namusum üstüne yemin ediyorum, o fabrikada eylem yaparım, başında da ben olurum” deyince biz de inandık ve 40 işçiyi üye yaptık. İşveren hemen tepki göstermedi. Önemli ve çok kazançlı olan siparişler yüklenince 14 kişinin işten çıkışı istendi. Bizler örgütlü gücümüzü ortaya koyduk, kimseyi içeri tek göndermedik. Çünkü bu çıkışlar yasaya aykırıydı. Disiplin kurulunun onayı olmadan yapılan saçma sapan keyfi bir çıkıştı. 14 kişi içinde yer alan işyeri komitesinden bir arkadaşımıza, “Sen nasıl olur da çıkış kağıdını imzalamazsın, ben senin patronunum” denildi ve arkadaşımız işverenin fizik saldırısına maruz kaldı. Patron arkadaşın yakasını çekip çıkış kağıdını buruşturup koynuna attı. Bunun üzerine arkadaş, “Sen patron olabilirsin ama bu bana hakaret etme hakkını vermez sana, burası sendikalı bir işyeri, sizi dava ederim” diyerek tepki gösterdi ve bürodan çıkıp banta döndü. Diğer 13 arkadaş da makinaların başına oturdular.

Bu tavrı içine sindiremeyen patron, 10 dakika sonra, tartaklamaya çalıştığı arkadaşın makinasının altındaki fişi çekip makinasının kafasını fırlatarak, iş saatinde ve bandın ortasında arkadaşımızın makinadan kalkıp gitmesini istedi. Ama o anda bütün işçilerin işi durdurup ayağa kalktığını görünce biraz durdu, sözlü olarak saldırıya devam etti. “Ben sendikaymış, başkanmış, temsilciymiş tanımam, ben patronum istediğimi işten çıkartırım” gibi sözler sarfetti. Bunun üzerine bir temsilci arkadaşımız işverene, “Yapmayın, böyle tavırlar yanlış, büronuza gidin, sizinle ben ya da başkan konuşuruz bu durumu; ama şu anda bizler de sinirliyiz, sizler de sinirliyiz” deyince, patron yine “kimseyi tanımam” diyerek bu sefer temsilciyi itekleyip kavga pozisyonuna girdi. Ustalar kendisine sarılarak, yapma etme diyerek büroya götürdüler. Bunun üzerine işi yavaşlatık ve o gün 290 kişilik fabrikada 110 üyemizle yemek boykotu yaptık. 135 işçi yemek yemedi.

Bu olaydan 3 saat sonra fabrikaya gelen şube başkanı Muharrem Kılıç işçiye sitem ederek patronun avukatlığını yapmaya başladı. Bunun üzerine patron 14 kişiyi işten çıkarmaktan vazgeçti. Ancak 3 kişiyi bu şirkette istemediğini sendika yöneticilerine bildirdi. “Baştemsilci ve 2 işçiyi çıkartın, herkesi sendikalı yaparım” diye teklif sundu. Sendika ise durumu bizlere bildirdi. Bunun üzerine temsilci arkadaşımız bizlere “temsilciyi siz seçtiniz, karar sizindir. Gitmeme ya da kalmama karar verecek olan sizlersiniz, çünkü işçi sınıfı adına kimse karar veremez”, diyerek görüşünü bildirdi. İşçi arkadaşlar, “ya hepimiz ya da hiçbirimiz!” diyerek öneriye karşı çıktılar.

İşçilerin gıyabında gerçekleşen satış
ve işçilerden direniş

Bu olay Mayıs ortalarında yaşanmıştı. Biz Reha işçileri olarak patrondan bu tür saldırılar bekliyorduk. Ancak sendikanın işverenden yana tavır alacağını beklemiyorduk.

Patronun 14 arkadaş şahsında bize karşı giriştiği saldırıdan sonra, Reha Tekstil işçileri olarak tertiplediğimiz ve her yaz yaptığımız geleneksel pikniğimizi 16 Haziran’da gerçekleştirdik. Hem katılım hem de içerik olarak pikniğimiz iyi geçti. Pikniği, katılan sınıf dostlarımız da çok beğendiler.

Bizler saldırılara hazırlıklı ve örgütlü olarak tedbirlerimizi almaya çalıştık. Kendimizin ve sınıf dostlarımızın düzenlediği etkinliklere katıldık. Bu dönemde patron, “fabrikayı küçültecem, kapatacam” gibi laflar ortaya atıp, temsilcileri dışlayarak sendikayla görüşmeler yapmaya başladı. Bizler olabilecek herşeye karşı hazırlıklıydık. İşveren ise bizlerin kafasını karıştırmak için taktikler peşindeydi. Kapalı kapılar arkasında görüşmeler, temsilcilerle görüşmeme vb. tavırlar. En son 28 Ağustos Çarşamba günü 3 temsilci, şube başkanıyla fabrika dışında görüşmek için randevu aldık. Ancak o gün mesaiye bırakıldık. Görüşmeye patronun avukatı, müdürler, Genel Başkan, şube başkanı katıldı. Sözleşme harici imzalanan bir protokolle, son 6 aylık zammın yarıya düşürüldüğünü ve 70 işçinin çıkışının abul edildiğini duyduk.

Aynı akşam fabrikaya gidip protokol hakkında arkadaşları bilgilendirdik. Böyle bir protokolün imzalandığını, herkesin ertesi sabah bu olaya karşı hazırlıklı olarak gelmesini tebliğ ettik.

Ertesi sabah işe geldiğimizde fabrikanın önünde polisler vardı. Panzer de yerini almış, emekli polis olan idari amir de aralarında, biz de tedbiri aldık der gibi sırıtıyordu. O gün sabah 08:00’de işbaşı yaptık. Hergün yemeğe saat 13:00, 13:15 ve 13:30’da üç grup halinde çıkılıyordu. O gün ise (29 Ağustos) 13:15’te bütün işçiler tek seferde yemeğe çıktık. Yemekte protokolün açıklanacağı söylendi. İşçiler, Muhharrem Kılıç’ın açıklama yapacağını düşünerek yemeğe beraber çıkmaya hazırlanıyordu. Ancak üretim bölümünün kapıları kapatılarak, öğleden sonra paydos, çalışma olmayacak, yevmiyeleriniz kesilmeyecek şeklinde açıklama yapıldı. Bunun üzerine gerginlik başladı. Fabrika müdürü, avukat ve M . Kılıç açıklama yapmaya başladılar. Kimse onlarıdinlemedi. Hatta işçiler M. Kılıç’a tepkilerini gösterdiler; “şerefsiz, kaça sattın, hani DİSK’in ilkeleri, hani söz ve karar tabanındı?” gibi sözlerle karşılaşan Muharrem Kılıç kurtuluşu orayı terketmekte buldu.

İşçiler saat 13:00’den 19:30’a kadar yemekhaneyi ve fabrika terasını terketmediler. İşveren kurnazca davranmış 3 günlük bir tatil hesaplanmıştı. İşçiler de örgütlülüğünü ön plana çıkarıp saat 19.30’a kadar fabrikayı terketmediler.

Polis bir kez daha patronun hizmetinde!

Pazar günü genel bir toplantı yaptık. Sendikacıları da toplantıya çağırdık, ama bahane uydurup katılmadılar. Toplantıda kararlar aldık. Ümraniye sitesinin girişinde işçiler, aileleri ve çocuklarıyla birlikte toplanıp işyerine doğru yürümeye başladık. Fabrikanın kapısı kilitliydi. Tabii ki polis hazır bekliyordu. Polis bize müdahale ederek önce yolumuzu kesmeye, temsilcileri kitleden ayırmaya çalıştı. Yasaları çiğniyorsunuz, böyle olmaz gibi sözleri işçiler dinlemeyip kapıya gelindi, ancak bizi içeriye almadılar. Kapının açıldığı bir anı kollayarak coşkuyla bahçeye girdik. Üretim bölümünün kapısı kapalıydı. Biz yine de sabah saat 08:00’den akşam 16.30’a kadar fabrikayı terketmedik.

Gün boyu sloganlarla fabrikayı inlettik. Atılan sloganlar “Reha şaşırma, sabrımızı taşırma!”, “İşçiyiz haklıyız kazanacağız!”, “Direne direne kazanacağız!”, “Reha evine patronluk neyine!”, “Susma sustukça sıra sana gelecek!”, “Vur vur inlesin M. Kılıç dinlesin!” ve “İşçiler burada, Süleyman Çelebi nerede!”

Gösteri yapan diğer işçiler de arka kapıdan içeri alındı. İşçiler eylemin basına yansımasını çok istemelerine rağmen hiçbir basın kuruluşu gelmemişti. Turkuaz patronları eylemden rahatsız oldular. Zira bu eylem sitedeki diğer işçilere örnek olabilirdi. Bunun üzerine savcılığa, Reha işçilerinin fabrikayı işgal ettiği ve üretim yapmadığına dair ihbarda bulundular. Sivil, resmi ve çevik kuvvetten oluşan 300 kişilik polis ordusu fabrikanın önündeydi. Gelen emniyet müdür yardımcısı Hasan Kaynar ve çevik kuvvet amiri, patronun temsilcileri gibi konuşmalar yapıyorlar ve işçilere bir an önce fabrikayı terketmeleri için baskı yapıyorlardı. İşçiler merdivende oturarak 3 arkadaşı noter çağırmak için görevlendirdi. “İşimize geldik, bizi içeriye almıyorlar, üstelik fabrikayı işgal etmekle de bizi suçluyorar, noter gelip bu durumu tespit etsin...”. Ancak, çağrımız ortada kaldı, çevredeki noterlerin hiçbiri gelmedi.

İşçiler birçok zorluğu aşarak örgütlendikleri sendikalarından hiçbir yöneticiyi yanlarında görmediler. Ne bir avukat, ne de bir sendika yöneticisi ortada yoktu. Bu olayda sendikanın çok pasif olduğunu işçiler gördü. Ve şunu anladılar, bu sendikaların başındakiler sadece laf canbazıdır, ama iş icraata gelince kaçıyorlar. Temsilcilerin şube başkanı M. Kılıç’ı işçinin yanına getirmek için ikna etme çabaları sonuçsuz kalınca, bizzat işverenle görüştüler. Patron sendikayla protokol yapıldığını ve anlaşıldığını, bu şartlarında işçilerin bir kısmını çıkarmak gerektiğini sırıtarak anlatması üzerine temsilciler, “Tamam biz burayı terk edeceğiz, işçi çıkar, ama son giren ilk çıkar, oysa siz eski işçiyi çıkarıp yenisini tutuyorsunuz” diyerek oynanan oyunu teşhir ettiler.

Bu saldırıya sendikadan tepki gelmesi bir yana, yönetim patronla anlaşarak saldırıya ortak olmuştu. Bizler bu konuyu sendikayla görüşeceğiz diye patronla kapıda görüşürken, çevik kuvvet amiri de kendini ispatlar gibi timiyle marş adımlarla ön kapıdan işçilerin olduğu kapıya doğru saldırı komutu veriyordu ve bunu izleyen patron keyifleniyordu.

Yukarı çıkarken asansörün içinde mahsur kalan kadın ve çocukların çığlıklarını duyduk. Yukarıda ise polis işçilere gaz sıkıyordu. 50-60 yaşındaki analarımızın ve çocuklarımızın gözleri yaşlıydı. Coplar çekilmiş, bir işçi polis tarafından tartaklanıp 40 polisin arasına alınmıştı. Temsilciler çevik kuvvetin başındaki komisere ve işçilere şunu söylediler, “Arkadaşlar bir arkadaşımızı aldılar.” Bunun üzerine polisle pazarlık yaparak arkadaşımızı geri aldık. Bundan sonra temsilciler olarak polisin saldırgan tutumunu protesto ettik. Ardından örgütlü bir şekilde karar alarak fabrikayı terkettik.

Reha Tekstil işçileri



“Kahrolsun sendika bürokratları!”

(Olayların devamını özetleyen aşağdaki bölüm,
bir Reha Tekstil işçisinin gazetemize ulaşan mektubundan alınarak
ortak metne eklenmiştir-SY Kızıl Bayrak)

2 Eylül’de ikinci grup işçi de sokağa atıldı ve atılanların toplam sayısı 130’a ulaştı. 29 Ağustos’ta atılan işçiler aileleri ile birlikte önce DİSK Genel Merkezi bastı. Burada Kazım Doğan’in işçilere hakaret etmesi karşılıksız bırakılmadı, sınıfa ihanet eden bu zat işçiler tarafından tartaklandı. 1 Eylül Pazar günü Reha işçileri DİSK Başkanlar Kurulu’nun yapıldığı toplantı salonuna sloganlarla girerek bastı. Bu esnada işçiler, “DİSK üyene sahip çık!”, “DİSK üyenden korkma!”, “Üye burada, Çelebi nerede!”, “Kahrolsun sendika bürokratları!” “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”, “Yaşasın sınıf dayanışması!” sloganlarını attılar. 20 dakika beklenildiği halde hiçbir sendika yöneticisi işçilerle görüşmeye gelmedi. Uzun bir bekleyişin ardından kapılar zoranarak içeriye girildi. Sendikacılar korku içindeydi. Birkaç sendikacı gelen işçilere karşı kalkan olarak sandalyeleri kaldırmıştı. Daha sonra diğer sendika başkanlarının araya girmesiyle ortalık biraz yatıştırıldı.

Bu arada S. Çelebi ve Kazım Doğan’ın işyerine gelip patronla görüşeceği sözü verildi. İşçiler Pazartesi günü fabrikanın önüne geldiler. Onları ilk karşılayan yine polisler oldu. Öğleye doğru sendikacılar ve avukat gelerek patronla görüşmeye başladılar. Bu arada sendikanın aldığı bir kararla işyeri temsilcilerin görevine son verildiği haberi gelmişti. Fakat işçilerin kararlılığı sayesinde görüşmelere S. Çelebi, K. Doğan, M. Kılıç, sendika avukatının yanı sıra 3 temsilci de katıldı. Temsilciler toplantıda; “Hepimiz işimizi geri istiyoruz, biz işçiler de fedakarlık yapalım, bu sorunu birlikte çözelim” dediler. Temsilcilerin neyi önerdiyse patron reddetti. 134 işçiyi işten çıkardığını söyledi.

Bunun üzerine S. Çelebi sürekli patrona rica-minnet ediyordu. Aciz durumda kalan Çelebi, “40 yıldır bu örgütün başındayım, hiç öyle bir şey gelmemişti başıma. Siz (patrona) yıprandınız, bizim de onurumuzla, itibarımızla oynadılar. Bu işi ortak bitirelim” diyerek, satışı bir an önce sonlandırmak için çaba harcadı. Patron ise, Çelebi’nin sözleri üzerine sendika ağalarını koruyarak; “Kimse bu sendika işçiyi sattı diyemez. Bu sendika herkesin hakkını fazlasıyla savundu. Ben de bu sendika için büyük fedakarlıklar gösterdim. Herkesin hakkını hukuka göre ödüyorum. İsteseydim bütün işçileri 17. maddeden tutup gönderebilirdim ama yapmadım” dedi.

3 saatlik toplantının ardından S. Çelebi, hiçbir açıklama yapma gereği duymadı. Genel Başkan yardımcısı Kazım Doğan varılan anlaşmayı işçilere duyurdu. Yapılan anlaşma ile 130 işçi kapı önüne kondu. Kıdem ve ihbar tazminatlarının en kısa zamanda ödeneceği söylendi. Bunun üzerine işçiler tepki gösterdi. İşçilere yapılan duyuruda, eğer dağılmazlarsa polis çağrılacağı tehdidi savruldu.

130 işçi sokağa atılırken, sendika patronla işçilere bir açıklama yapmadan toplusözleşmede sağlanan ücret artışını da aşağı çekerek, fiilen esnek üretim dayatıldı. Patronlar daha yasa çıkmadan pratikte uygulamaya başladılar. Tabii bunu şimdiden başarabilmeleri sendika ağalarının ihaneti sayesinde olmaktadır.

Bu süreci yaşayan işçiler, yeni mücadelelere daha bilinçli katılmak için bir deneyim kazanmış oldular. Ve amaç, örgütlülüğü tüm bölgeye yaymaktır. Bunun önemi Reha Tekstil deneyimi üzerinden daha açık görüldü.