Türkiye ve Kürdistanda bütün dikkatler 3 Kasım seçimleri üzerinde odaklanmış bulunuyor. Seçime katılan bütün partiler, halka hiçbir içeriği ve pratik değeri olmayan vaatlerde bulunuyor ve seçimi bir kurtuluş, refah ve mutluluk çaresi olarak sunuyorlar. Halk kitleleri ise sergilenen bu demokrasicilik komedyasına ilgiyle, ama daha çok da yanılsamalı bir biçimde katılmaktadır. Seçimler, partiler, meclis ve hükümetin Türk siyasal rejimi içindeki yerine ve konumuna kısaca dokunmak ve bu bağlamda 3 Kasım seçimlerinin anlamını ve getirip götürecekleri konusu hakkında birkaç söz söylemek istiyoruz. Buna bağlı olarak teslimiyet, ihanet ve tasfiyeciliğin mimarı ve yürütücüsü İmralı Partisi KADEKın seçimlere ilişkin politikası hakkında da kısa bir değerlendirme yapmamız gerekecek... Bilinen ve pratik yaşam tarafından sayısız kez doğrulanan bir gerçeklik var, önce bunu kısaca tekrarlayalım: Türk siyaset kurumu olarak özetlenen seçim, partiler, meclis ve hükümetin TC iktidar ilişkileri içinde asma yaprağı olmaktan, gerçek iktidar gücü ve merkezi olan ordu ve Genelkurmay iktidarını meşrulaştırmaktan, kamufle etmekten başka bir anlamı yoktur. Meclis ve onu oluşturan partiler, buna dayalı kurulan bütün hükümetler, iddiaları, programları ve seçim vaatleri ne olursa olsun hiçbir zaman gerçek iktidar gücü olamamış, her zaman ancak iktidarcılık oyununu oynamışlardır... Dolayısıyla 3 Kasım seçimlerini halkımıza ve Türkiye emekçilerine tarihi önemde, demokrasinin kapısını açabilecek bir umut kapısı olarak gösteren İmralı Partisi KADEKin bu yaklaşımı halkımızın ulusal kurtuluş bilincini, Türkiye emekçilerinin sınıf bilincini karartmaya, saptırmaya ve yok etmeye dönük bir yaklaşımdır. Kuşkusuz mücadelenin yükseldiği, bu yükselişin yasal zeminde önemli olanaklar ve mevziler yarattığı bir dönemde seçimleri bir mücadele aracı olarak kullanmak başka bir şeydir. Ama teslimiyet, ihanet ve tasfiyeciliğin devletin hizmetinde ve güdümünde sürece egemen olduğu, Kürt siyaset esnafının en sıradan kırıntılar için satamayacağı değerin olmadığı, çoktandır ruhunu yitirmiş kimi Türkiyeli sol unsurların teslimiyet ve tasfiyecilik sürecine payanda olmaya çalıştığı bir dönemde seçimlere yaklaşım daha farklı olmak durumundadır. Burjuva siyaset kurumu hakkında, onların partileri hakkında yeni bir şey söylemenin pek gerekli olduğunu sanmıyoruz. Ancak yine de bir iki söz söylemek gerekirse, büyük tekellerin ve uluslararası sermayenin tercihini Dervişli CHPden yana koyduğunu söylemek bir gerçekliği itiraf etmekten başka bir anlama gelmeyecektir. CHPli bir seçenekin ne kadar kendi sorunlarına çözüm olacağı ayrı bir tartışma konusudur. Burada vurgulamak istediğimiz nokta şudur: 3 Kasım seçimleri Kürdistan ve Türkiye emekçileri açısından mevcut inkar, imha ve sömürü düzenini daha da ağırlaştırmaktan başka bir sonuç getirmeyecektir. Hangi parti çoğunluğu kazanırsa kazansın, hangi partilerden kurulu bir hükümet gelirse gelsin sonuç budur. Kürtler açısından inkar ve imha sistemi, bütün emekçi sınıflar için ise İMF reçetelerine dayalı baskı ve sömürü politikaları katlanarak devam edecektir. Buna ABD emperyalizminin hazırlıklarını tamamlamaya çalıştığı Irak saldırısının getireceği siyasal, ekonomik ve toplumsal baskı ve sömürüyü de eklememiz gerekir... Devrimci bir stratejinin, iktidar perspektifli bir mücadelenin taktik aracı olarak seçimleri kullanmak devrimci partilerin baş vurduğu bir taktik olmuştur. Ancak 3 Kasım seçimlerinin gerçekleştiği verili koşullarda böyle bir taktiğin koşulları ve olanakları var mı? Özellikle Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi açısından bunun olanağı var mı? Hayır! Nedenleri açık ve somuttur: Bir kez ulusal kurtuluş mücadelemizin bütün değerleri, mevzileri ve dinamikleri üzerinde İmralı Partisinin, KADEKin denetimi söz konusudur. Temelleri daha önceki yıllara uzansa da son üç yılda tasfiyeciliğin politik ve sınıfsal dayanakları da oluşturuldu. HADEP yönetiminin durumu budur. Buna rağmen HADEPin ikili bir karakteri var. Biri, İmralı Partisi KADEKin çizgisinde yürüyen, onu kitlelere taşıyan ve meşrulaştıran, dolayısıyla değerlerimizi yok eden ve yönetim kademelerinden oluşan siyaset esnafı olarak tanımladığımız HADEP. Bunu reddetmek, gerçek kimliğini teşhir etmek gerekir. Diğeri de şu: Politik çizgi ve yön bakımından egemen olmasa da Kürt halkının kendisini ifade ettiği, birikim ve değerlerini akıttığı, devletle mücadelesinde kendi kimliği ile özdeşleştirmeye çalıştığı HADEP. Aslında devletin de, Truva atı konumundaki KADEKin de korktuğu ve tasfiye etmeye çalıştığı bu HADEPtir. Ancak ne yazık, bu HADEP öncüsüz, örgütsüz, politikasız konumundadır. Dolayısıyla bu birikimin uzun süre böyle devam etmesi de mümkün değildir. Yanılsamalı da olsa halkımız genel olarak seçimlere gidecek, seçimlerde oyunu HADEPin de içinde yer aldığı DEHAP blokuna verecektir. Bir kez daha belirtelim ki bu oy veriş yanılsamalıdır, kendi içinde çelişkilidir. Bu oy verişte paradoksal bir durum söz konusudur. Halk, kendisinin anladığı anlamda kendisine, kendi ulusal talepleri ve değerleriyle bir gördüğü HADEPe oy verecek, bunu, devletle hesaplaşmanın ve farklılığını ortaya koymanın bir gereği sayacaktır. Bundan dolayıdır ki devlet, HADEPin yüksek düzeyde oy almasını, nitelikleri ne olursa olsun meclise girmesini istemiyor ve engellemek için her yolu deniyor. Ancak bir de bu oy verişin başka bir boyutu daha var: Paradoksal olarak bu oy verişin İmralı çizgisine, yani devletle bütünleşme ve katliam politikalarına güç taşıma anlamı da var. Bu yanılsamalı ve paradoksal durum halkımızın güncel trajedisini anlatıyor. Güçte güçsüzlüğü, kendi kimliğine sahip çıkma istemi ve eyleminde düşmanının değirmenine su taşıma durumunu yaşamak, trajediden başka bir kavramla tanımlanabilir mi? HADEP yönetiminin meclise girmek, bunun için barajı aşmak için sergiledikleri manevraları halkımız yakından izledi. Bu kadar ilkesizlik, tutarsızlık ve pragmatizm olur mu? sorusu kafalarda şekillendi. Aslında tek derdi kendi basit çıkarları olanların bundan başka bir tutum içinde olmaları mümkün mü? Kürt siyaset esnafının niteliği ve duruşu budur. Halkımız da bu siyaset esnafını daha yakından tanıyor... İmralı Partisi yönetenlerinin derdi de yaşadıkları çözülme ve tükenişi yapay başarılarla engellemek, ömürlerini uzatmaktır. Düzen içinde kendilerine yer yapma istemi de bu bağlama oturuyor. (Teslimiyet ve tasfiyeciliğe yamanan sol unsurların durumunu başka bir değerlendirmede ele alacağız.) Seçim sürecinde de teslimiyet, ihanet ve tasfiyeciliğe, onun somut ifadesi olan İmralı Partisine, KADEKe cepheden tavır almak, buna güç veren eğilim ve çizgilerle mücadele etmek, halkımıza gerçekleri açıklamak ve devrimci çizgiyi politik bir güç haline getirip sürece daha etkin bir şekilde müdahale etmesinin olanak ve koşullarını yaratmak, dönemin görev ve sorumluluklarını anlatmaktadır... 19 Eylül 2002
Nepalde yine genel grev Nepalde maocu gerillaların çağrısı üzerine pazartesi günü başta başkent Katmandu olmak üzere tüm ülkede bir kez daha yaygın katılımlı bir genel grev yaşandı. Katmanduda dükkanlar kapalı kaldı, okullar açılmadı, kamu taşımacılığı durdu. Gerillalar genel grev ile Kasım ayında yapılacak seçimler öncesinde güçlerini göstermek istiyorlar. 1996 yılında Nepalde Nepal Komünist Partisi (Maoist) önderliğinde Himalaya Krallığına karşı bir halk savaşı başlatıldı. Kraliyet ordusu tüm gücüyle bu direnişi kırmak için seferber edildi. Gerillaların hükümete karşı 6 yıldır sürdürdüğü bu savaşta 4 binin üzerinde insan yaşamını yitirdi. Bu insan kaybının yarısı son dokuz ayda gerçekleşti. Ülkede geçtiğimiz günlerde biten ve aylardır süren sıkıyönetim süresince devletin baskı güçlerine tam yetki verilmiş, en temel özgürlükler rafa kaldırılmış, devlete karşı olan herkes saldırıların hedefi haline gelmişti. Dünyanın damı olarak anılan ve Çin ile Hindistan arası bir bölgede bulunan 22 milyon nüfuslu Nepal dünyanın en yoksul ülkelerinden biri durumunda. Halkın büyük bir bölümü karnını bile doyuramayan köylülerden oluşuyor. Milyonlarca Nepal emekçisi yoksulluk nedeniyle, işgücünü ve bedenini satmak için Hindistanın büyük kentlerine göç ediyor. Batılı emperyalist ülkeler için bir turizm cenneti olan Nepalin en büyük dış ticaret kalemini de turizm oluşturuyor. ABD ve İngiltere önderliğinde bir çok batılı emperyalist devlet, Nepale silah satarak, devletin gerillalara karşı savaşına destek sunmaktadır. Geçen Haziran ayında Terörizmle mücadele adı altında Nepal temsilcileriyle ABD, İngiltere, Almanya, Rusya, Çin ve Hindistan temsilcileri İngilterede biraraya geldiler. Katılımcılar bu toplantıda Nepal devletinin askeri ihtiyaçları için onmilyonlarca dolar sağlayacakları sözünü verdiler. İtalya ve Belçikalı emperyalistler ise askeri malzeme sağlama konusunda Napal devletiyle görüşmelerini sürdürüyorlar. Fakat tüm bunlar emperyalist destekli feodal kraliyet sarayına ve Nepal gericiliğine karşı halkın öfkesini ve mücadelesini dizginleyemiyor. Gerillalara verilen destek ve sık sık yaşanan genel grevlere yoğun katılım bunun açık bir göstergesidir. |
|||||