7 Eylül '02
Sayı: 35 (75)


  Kızıl Bayrak'tan
  "Stratejik müttefik"e stratejik uşaklık
  Alevi emekçilere kurulan tuzak...
  İttifak arayışları hangi ihtiyacın ürünüı
  CHP operasyonu sürüyor
  Emperyalist saldırganlık ve İsrail siyonizmi
  Devlet İMF programına sadakatte kararlı...
  Her düzeyde eşit ve parasız eğitim hakkı!
  Kayıt parası, katkı payı soygununa son!
  Seyhan Belediyesi'nde biten grevin ardından...
  Fatma Tokay Köse, hayat kurtarma işkencesi altında şehit düştü
  Topyekûn saldırıya karşı sınıf seferberliği!/2
  Tekellerin aşırı kâr hırsı insanlığı felakete sürüklüyor
  Dünyanın en büyük zirvesi fiyaskoyla sona erdi
   Fakirlere "vah vah" toplantısı
   6-7 Eylül olayları...
   1 Eylül eylem ve etkinliklerinden...
   Pendik İşçi Kültür Evi açıldı...
   Sosyal bir devrim için saygılarımızla"
   Barış ve Kürtler...
   Afganistan'da işler sarpa mı sarıyorı
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Afganistan’da işler sarpa mı sarıyor?

Ergin Yıldızoğlu

Geçen hafta su yüzüne çıkmaya başlayan birçok gelişme Afganistan’da işlerin ABD açısından sarpa sarmaya başladığını düşündürüyor. Tabii bu durumun bir başka yorumu da yok değil!

ABD düşmanlığı artıyor

Afganistan’da yedi ayda Karzai hükümetinin iki bakanı öldürüldü, bunun üzerine ABD Özel Güçleri, Başbakan Karzai’nin korunması görevini bizzat üstlendi. Afganistan’da ABD varlığına karşı direnişin artık tüm bölgeleri kapsayacak kadar yaygınlaştığına ilişkin haberler gelirken (Stratfor, Financial Times), El Kaide güçlerinin toparlandığına, Molla Ömer’in Afganistan’a geri döndüğüne, hatta bir BM raporuna göre Bin Ladin’in yeniden örgütünün başına geçtiğine ilişkin söylentiler yoğunlaşıyor (The Guardian, Wall Street Journal, Associated Press).

Tüm bunlar, ABD’nin Taleban rejimini devirmesinden Karzai’nin devlet başkanı olarak atanmasını sağlamasına kadar yolunda giden gelişmelerin, bir dağılma sürecine doğru yön değiştirmeye başladığını gösteriyor. Böyle dağılma süreçleri hemen her zaman, daha önce gizlenen ya da görülmek istenmeyen kimi olguların da gün ışığına çıkarak, süreci daha da hızlandırmasına yol açar. Newsweek’de yayımlanan Afganistan “ölüm tarlaları” haberi; bu haberde sözü edilen en az 900 kişilik toplu mezar alanının araştırılmasının siyasi nedenlerle mümkün olamayacağına ilişkin saptamalar, bu türden olgulara birer örnek. Bir süre önce bir düğüne yapılan hava saldırısında yanlışlıkla 50 Afgan sivilin öldürülmesi ABD düşmanlığını had safhaya çıkarmıştı, şimdi BM’nin Kâbiltemsilcisine göre “ölüm tarlaları” haberi, ABD düşmanlığını bir kaynama noktasına getirdi. Teksas merkezli stratejik araştırma kurumu Stratfor, birden fazla kaynağa dayanarak, şimdi, ABD düşmanlığının tüm Peştu eyaletlerine yayıldığını, hatta kimi Tacik, Özbek ve Hazara komutanlarının ABD askerlerini hedef almaya hazırlandığını bildiriyor. Afganistan’da SSCB’nin başına gelenleri anımsattıktan sonra, Stratfor ekliyor: &147;Önümüzdeki dönem ABD askerlerinin garnizonlarından çıktıktan sonra sık sık pusuyla karşılaşacakları uzun süreli bir mevzi savaşı dönemi olacak. Bu analiz bir kötümserlik ürünü değil. Sahadaki durum böyle.”

Kayıplar açıklanandan çok daha fazla

Çeşitli yerel, uluslararası kaynaklara dayanarak hazırladığı yazısında Stratfor, bir başka olguya daha dikkat çekiyor: ABD kayıpları resmen kabul edilenlerden yüksek. Halen, 101 ABD askeri kayıp, öldükleri varsayılıyor. Rusya ve Hindistan haberalma kaynaklarına göre de ABD kayıpları 400 kişiyi buluyor. Ne kadar abartılı olursa olsun bu tahminler, gerçek kayıpların ABD resmi açıklamalarından çok daha fazla olduğunu gösteriyor.

Bu koşullarda ABD nihayet Barış Gücü’nün genişletilmesini kabul ettiğini açıkladı (New York Times, The Independent). Her ne kadar ABD, bunun ancak başka ülkeler askeri ve maddi katkı yaparlarsa gerçekleşebileceğini vurguladıysa da, halen bir Afgan ordusu kurma süreci, yeterince eğitecek güvenilir Afgan bulunamadığı için, salyangoz hızıyla yürüdüğünden, zaten Rand Corporation uzmanlarından James Dobbin’in işaret ettiği gibi de, “Afgan ordusunun kurulması uzak bir hedef olduğundan” (The New York Times), ABD Afganistan’a giderek daha çok asker yığmak zorunda kalacak. Afganistan ordusu komutanı General Frank’ın da “Çevre ülkelerde de operasyon yapmak gerekebilir” (Financial Times 26/08), “ABD burada çok uzun süre kalacak” dedikten sonra Güney Kore’yi örnek göstermesi (International Herald ribune 29/08) bu yönde beklentileri güçlendirirken, “ABD’nin Afganistan macerası da, İngilizlerin veya Ruslarınki gibi mi sonuçlanacak” sorusunu da gündeme getiriyor.

Tarih tekerrür eder mi?

“Afganistan’a ağır silahlarla donatılmış binlerce asker gönderdik, en son teknolojiye dayanarak savaşı, neredeyse müstehcen bir kolaylıkla kazandık. İki yüzlü bir vahşi olarak gördüğümüz yönetimi, kendimize uygun bir yönetimle değiştirdik, hatta sürgündeki kralı da geri getirdik. Ama düşmanın şefi en yakın çevresiyle birlikte elimizden kaçtı, kayıplara karıştı” diyerek durumu özetleyen The Times’taki bir yorum, sonra ekliyor: “ve o zaman yıl 1839’du” (31/08)

İngiltere’nin 1842’de büyük bir düş kırıklığıyla sonuçlanan Afganistan macerasının başlangıcıyla ABD’nin bu günkü girişimi arasındaki benzerlikler işte bu kadar çarpıcı... Sonra Ruslar geldiler. İşgalden bir yıl sonra kendilerini, güçlerini her gün biraz daha yıpratan bir gerilla savaşının içinde buldular. Onlar da birkaç kente sıkışıp kaldılar, sonunda da çekip gittiler. Tarih tekerrür eder mi? Bu soruya neden olmasın denebilir, eğer ABD’nin esas amacı Afganistan’da istikrarlı bir rejim kurmak ise. Ya ABD’nin en azından gelecek 10-15 yıl için başka bir amacı varsa?

İstikrarsızlığın faydaları

İngiliz askerlerinin Afganistan’dan çekilmesiyle ilgili olarak Robert Fisk’le konuşan bir İngiliz yardım görevlisinin “İngiliz güçleri çekilmekte haklıydılar. Amerika’nın ülkeye bir düzen getirmekte hiçbir gerçek niyeti olmadığını fark ettiler. Bu yüzden ilk fırsatta çekildiler” (The Independent 14/08) saptamasında önemli bir gerçek gizli olabilir. Ya, ABD’nin bölgedeki çıkarları ve planları açısından Afganistan’a istikrar gelmesi gerekmiyorsa? Ya, ABD harp akademileri dergisi Parameters’de bir stratejist (Raph Peters, İstikrar: ABD’nin ulusal düşmanı, Kış 2001-02) tarafından ileri sürüldüğü gibi kendini bir imparatorluk kurma süreci içinde bulan ABD için müdahale edilebilir istikrarsızlıklar ve stratejik belirsizlikler siyasi ve ekonomik kazanç sağlıyorsa?

Bu açıdan bakınca ABD’nin, Afganistan savaşı sayesinda ilk kez Orta Asya’ya geldiği, yeni üsler elde ettiği, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan yönetimleriyle, ordularıyla doğrudan bağlantılar kurabildiği görülür. Özbekistan Dışişleri Bakanı Kamilov’a göre “Amerika bölgeye ciddi bir amaçla ve uzun süreli olarak geldi”. Nitekim ilk anda geçici kaydıyla yapılan çadır kentlerin yerini şimdi kalıcı binalar almaya başladı (International Herald Tribune 29/08).

Kazakistan’daki bir ABD üst düzey görevlisine göre bölge “2015’e kadar dünyanın en önemli petrol ve gaz alanlarından biri olabilir”... ABD’nin “bu bölgede muazzam ekonomik ve enerji çıkarları söz konusu” ve “bu ABD ulusal enerji stratejsinin bir parçası” (IHT). Öyleyse, önemli olan burada kalmak, Afganistan’dan hareketle Pakistan’a kolaylıkla girip çıkabilmek; İran, Rusya, hatta Çin karşısında bölgede stratejik üstünlüğe, bu ülkelere baskı yapma olanağına sahip olmak. Bunları başarmak için ise Afganistan’da istikrar değil, ABD’nin kendi çıkarı yönünde müdahale ederek şekillendirebileceği, bir istikrarsızlık, stratejik belirsizlik yeterli.

Ancak hesapları ne olursa olsun, ABD açısından sonucu Afganistan’da mayalanmaya başlayan direnişin şiddeti belirleyecek. Bu yüzden ABD kayıplarını azaltmak, yerel direnişi belli bir düzeyde tutabilmek ve tarihin tekerrür etmesini engellemek için güvenliğin sağlanmasında diğer ülkelerin de rol oynamasını istiyor olabilir. (Cumhuriyet/2 Eylül 2002)



Sıcak patates kimin elinde?

Taylan Bilgiç

Sonunda Pandora’nın Kutusu açıldı ve Washington yönetimi, Afganistan’da liderliği Türkiye tarafından üstlenilen ISAF (Uluslararası Güvenlik Destek Gücü) adlı işgal kuvvetinin “görev alanını ve/veya mevcudunu artırma” yönündeki girişimlere yeşil ışık yaktı.

ISAF, adı üzerinde, bir “destek gücü” olarak planlanmıştı. ABD ve müttefikleri, Afganistan’da kendi çıkarlarına hizmet eden bir “ulusal ordu” kuracaklardı, ISAF ise bu süreçte “kolaylaştırıcı” işlevi görmekteydi. “Ulusal ordu” için, savaş ağalarının, aşiret liderlerinin, eli kanlı silahlı çetelerin ve General Dostum gibi “Türkiye dostu” tecavüzcülerin bir araya getirilmesi gerekiyordu.

Olmadı. Şimdi; ISAF’ın başkent Kâbil’in dışına taşırılması, mobil birimler kurması, mevcudunun 20 binlere çıkması ve böylelikle, “asayişi sağlayacak ana güç” olması gündemde.

ABD, ISAF’ın “yenilenmesi”ni, iki açıdan önemli görüyor. Birincisi, her gün dağlarda operasyon düzenleyip eli boş dönen binlerce ABD askerinin, ülkeden artık çıkması için gereken ortamın yaratılabilmesi. İkincisi ise; Irak’a yönelik muhtemel bir saldırı öncesinde, “askeri müdahale” yoluyla “istikrarlı” bir düzen kurulabileceği emsalinin oluşturulması. Afganistan’ın tekrar iç kargaşaya yuvarlanması halinde, önce Avrupa’nın ayağa kalkacağına kimsenin şüphesi olmasın. Avrupalı emperyalistler, yıllardır ABD tarafından “hiçbir işi kendi başlarına becerememek” ile suçlanıyorlar. ABD’nin Afganistan’daki “düzen kurma” girişiminin fiyaskoyla sonuçlanması halinde, bu alayların intikamı, benzer alaylarla alınacaktır herhalde!

Gerçi ISAF’ı yenilemek epey zor. Türkiye’nin 6 aylık ISAF komutanlığının sona ermesi halinde, bu görevi üstlenmek isteyen tek bir ülke bile yok. İngiltere “Ben sıramı savdım” deyip hem ISAF’ı, hem de kırsal bölgelerdeki askeri operasyonları bıraktı, sonra da alelacele ülkeyi terk etti. ABD, zaten başından beri ISAF’ta değildi ve olmaya da niyeti yok. Batılıların deyimiyle, “sıcak patates” şu anda Türkiye’nin elinde ve onu atabileceği bir “enayi” görünmüyor.

(...)

ISAF, henüz ne yönde olacağı belli olmasa da, yenilenecek. “İyi ama, ABD Türkiye’ye söz vermişti. ISAF sadece Kâbil’den sorumlu olacaktı” diye yakınanlar varsa, Bush yönetiminin, müttefikleri ile uzlaşmazlıkları nasıl çözdüğünü anlatan Colin Powell’a kulak versinler: “[Bush], müttefiklerimizi, ABD’nin pozisyonunun doğru olduğuna ikna etmeye çalışır. Bu işe yaramazsa, ABD, doğru olduğuna inandığı pozisyonu alır.” (1 Eylül, Washington Post).

(Evrensel/2 Eylül 02)