7 Eylül '02
Sayı: 35 (75)


  Kızıl Bayrak'tan
  "Stratejik müttefik"e stratejik uşaklık
  Alevi emekçilere kurulan tuzak...
  İttifak arayışları hangi ihtiyacın ürünü?
  CHP operasyonu sürüyor
  Emperyalist saldırganlık ve İsrail siyonizmi
  Devlet İMF programına sadakatte kararlı...
  Her düzeyde eşit ve parasız eğitim hakkı!
  Kayıt parası, katkı payı soygununa son!
  Seyhan Belediyesi'nde biten grevin ardından...
  Fatma Tokay Köse, hayat kurtarma işkencesi altında şehit düştü
  Topyekûn saldırıya karşı sınıf seferberliği!/2
  Tekellerin aşırı kâr hırsı insanlığı felakete sürüklüyor
  Dünyanın en büyük zirvesi fiyaskoyla sona erdi
   Fakirlere "vah vah" toplantısı
   6-7 Eylül olayları...
   1 Eylül eylem ve etkinliklerinden...
   Pendik İşçi Kültür Evi açıldı...
   Sosyal bir devrim için saygılarımızla"
   Barış ve Kürtler...
   Afganistan'da işler sarpa mı sarıyor?
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

  Düzen siyasetindeki çözümsüzlük zorluyor...

İttifak arayışları hangi ihtiyacın ürünü?

İttifak tartışmalarının odağında ağırlıklı olarak “sol” yer alıyor. Düzen cephesinde birçok alternatif elendikten sonra, CHP’nin öne çıkarıldığı bir “sol ittifak” tartışması başlatıldı. Dünya Bankası memuru Derviş’in CHP’ye katılımıyla birlikte, kendini sol olarak pazarlayan partilerden (DSP, YTP vb.) CHP’ye geçişler yaşandı. Azalmış olsa da, bu geçişlerin aday listelerinin kesinleşmesine kadar sürmesi bekleniyor.

CHP’de birleşmek sloganına en tez yanıt Bayram Meral, Süleyman Çelebi gibi sendika ağalarından geldi. Bu hainler bireysel olarak CHP’ye katılmakla yetinmediler. Öncesinde konfederasyonlarının başkanlar kurulundan kendilerine destek kararları da çıkarttılar. Böylece işçi sınıfına ve emekçi kitlelere, hiç değilse sendikal bürokrasinin eklentisi kesimlere CHP’yi işaret etmiş oldular.

Sendika ağalarının İMF programını uygulamaya can atan CHP’ye katılmaları, Derviş’le kol kola girmeleri tam da kendilerinden beklenir bir davranış. Kabul edilemez olan ise, sınıf kitlelerinin, bu hainlerin sendikaları böyle laçkalaştırmalarına seyirci kalmaları, ses çıkarmamalarıdır. Sendika bürokratları kirli emellerini gerçekleştirmek için, demek oluyor ki işçi ve emekçileri yıkıma sürükleyen İMF programlarını kararlılıkla hayata geçireceğini ilan eden bir partide koltuk kapabilmek için sendikal mevzileri paspasa çevirmişlerdir. Kabul edilemez olan buna tepki konulmamasıdır. İşçi sınıfı payına bu tepkisizlik derin bir zaafiyetin göstergesidir.

Derviş’in, TÜSİAD’ın, sendika bürokrasisinin rüzgarını arkasına almış CHP, doğal olarak, işe yaramaz hale gelmiş Ecevit’in DSP’sinden hayli hayli güçlüdür. Aynı şekilde, istifa edenlerin deyimiyle “ideolojisiz, tabansız bir arkadaşlar topluluğu” olarak kala kalan YTP’yle kıyaslanamaz denli güçlüdür. Nedir ki bu kadarı sermaye düzeni için rahatlatıcı değildir. 3 Kasım sonrası ortaya çıkacak tablo konusunda egemenleri huzursuzluğa iten bir belirsizlik hakimdir. Bu da burjuva siyaset alanında son ana kadar milletvekili sirkülasyonunun yaşanmasına neden olacaktır. Süregiden ittifak tartışmaları da bir yanıyla bu belirsizlik nedeniyledir.

Sağda birlik arayışları “sol”daki kadar güçlü değildir. Sağ ittifaklar öteden beri hep tartışma düzeyinde kalıyor. Oysa düzen sağı da paramparçadır. Hükümet olmak da dahil siyaseti tümüyle rant kapma alanı olarak gördükleri için, birleşmek, “sağ” olarak toplumun tepesine çöreklenmek gibi bir dertleri yoktur. Düzen sağı yılların verdiği tecrübeyle şu sonucu çıkarmıştır: Devlet-iktidar her zaman zaten sağın elindedir. Sermaye iktidarının gereksinimi olduğunda sağ partilerden istediğini hükümete getirir. Kaldı ki “sol” tek başına hükümet olamayacağı için, sağ partilerle koalisyon yapmak zorunda kalacaktır. Rekabet olsa olsa, sağdaki hangi partinin hükümete gireceği, dolayısıyla rantın fazlasını yiyeceği üzerine yürür.

Seçimlere hazırlık sürecinde bu kez “sağ”da da oldukça fazla sayıda milletvekilinin birbirinin aynısı partiler arasında geçiş yapması gündemde. DYP, ANAP, MHP, BBP, AKP gibi partilerin milletvekilleri, şimdiye dek yer aldıkları partileri ilkelere ihanetle, satılmışlıkla suçluyor, “vatana-millete daha iyi hizmet vermek” için yeni partilere geçtiklerini ilan ediyorlar. Tam bir şaklabanlık sahneleniyor. Bu ülkede sürekli sersemletilen en geri bilinçli emekçiler bile biliyorlar ki, bu partilerin herhangi birinden diğerine geçmek, tamamen parayla ilgilidir. Bugün bu partilerin liberal, muhafazakar, faşist, şeriatçı gibi sıfatlarla anılmaları, sermaye iktidarının bekası söz konusu olduğunda yek vücut hareket etmelerine engel değildir. Burjuvazinin çeşitli ihtiyaçlarının ürünü, çeşitli çıkarlarının temsilcisi bu partiler, itifak tartışmalarında düzen solu kadar yer almasalar da, her kritik anda tek bir partiymiş gibi hareket edecek bilince de sahiptirler.

Bugün ittifak tartışmalarına esas olarak “sol”un konu olmasının iki önemli sebebi var.

Birincisi, solun kendi içindeki dağınık tablosunun, mecliste muhalefet boşluğunu dolduracak bir partinin seçilmesini zora sokmasıdır. Partilerin değil de meclisin ve burjuva parlamenter sisteminin itibarını belli bir seviyede tutabilmek için, göstermelik de olsa bir muhalefete ihtiyaç vardır. Ve bunu her yerde en iyi karşılayabilecek olan da “sol”dur.

İkincisi ve aslında bugün belirleyici olan sebep ise, dönemin sol partili bir hükümeti-koalisyonu gerektirmesidir. İMF programının uygulanması, emperyalist savaşa ve saldırganlığa ileri düzeyden dahil olunması, kitlelere dönük saldırıların hayata geçirilmesi sol bir partinin bulunduğu koalisyonla nispeten daha sorunsuz olur. En azından “milliyetçi cephe” diye nitelenebilecek bir sağ partiler koalisyonuna tercih edilir. Zira böylesi düzen için işçi ve emekçi kesimlerde oluşacak tepkileri ezmek açısından daha işlevseldir. Rauf Tamer gibi sermaye kalemşörlerı bunu açık açık ifade etmektedirler. Onlara göre sağdan tek parti iktidar olabilse mesele kalmaz; ama koalisyon olacaksa, böyle olması da kesindir, bu sol bir partinin katılacağı bir koalisyon olmalıdır. Tersi durumda, “toplumsal barış” ortamı zedelenir!

CHP işte bütün bunlar üzerinden kıymete binmiş durumda. DSP operasyonları başarısız olunca, YTP’nin ayakları havada kalınca, “solda birleşmenin-toplanmanın adresi, çatısı olarak CHP” öne çıktı. CHP diğer iki partiden avantajlı da olsa, ittifak-birlik bağlamında gerekli tempo yakalanamadı. Tüm medya desteği, sendika bürokratlarının katılımı, TÜSİAD kodamanlarının övücü sözlerine rağmen, Derviş’e ve İMF programına büyük bir şevkle sarılan CHP’nin kitlelerden beklenen, umulan desteği alması zor görünüyor. Deniz Baykal’ın Derviş hamlesi, Sabancılara senet vermesi vb., emekçi kesimlerden CHP’ye verilecek oyları kaçınılmaz olarak etkileyecektir.

DSP’nin büyük ölçüde tüketildiği, sözde “yeni” YTP’nin “eski”liği ve komploculuğuyla teşhir olduğu, CHP’nin de bir koalisyon hükümetinde görevlendirilmesinin düşünüldüğü bir yerde, düzen için muhalefet boşluğu varlığını sürdürecektir. Oysa önümüzde çok yoğun saldırıların planlandığı, savaş hazırlıklarının tırmandırıldığı, demek oluyor ki kitlelerin öfke ve tepkisinin büyüyeceği bir süreç var. Böyle bir süreçte kitlelerin öfke ve tepkisini düzen içinde tutacak dalga kıranlara daha fazla ihtiyaç var.

İşte tam bu noktada reformist solun da dahil olduğu, SHP-Karayalçın eksenli bir manevra yapılmaktadır. Geçtiğimiz hafta içinde ÖDP, HADEP, EMEP, SHP arasında görüşmeler gerçekleşti. Reformist sol partilere dair söylenecekleri sonraya bırakıp, burada şunu belirtmekle yetinelim: Meclise girsin ya da girmesin seçimlerde baraja yaklaşan bir oy oranı tutturduğu durumda, reformist solun da yer aldığı böyle bir oluşum muhalefet boşluğunu doldurmaya aday olacaktır. Egemenlerden de kitleleri düzen içinde tutmanın uygun bir aracı muamelesi görecektir. Parlamenter hayallerin diri kalmasını sağlayarak, devrimci mücadelenin önünü iyice tıkama işlevini yerine getirmeye çalışacaktır.

Seçim sürecinde kitlelerde oluşan politik duyarlılığın her tür ittifak manevrasıyla köreltilmeye, saptırılmaya çalışılması beyhude bir çaba olarak kalmaya mahkumdur. Zira sermaye düzeninin ezilen ve sömürülen milyonlara daha fazla zulüm ve yıkımdan başka verebileceği hiçbir şey kalmamıştır. Komünistlere ve devrimcilere düşen sorumluluk, seçim ortamını, bu gerçeği emekçi kitlelere anlatmak, onları devrim ve sosyalizm mücadelesine kazanmak doğrultusunda değerlendirmektir.