7 Eylül '02
Sayı: 35 (75)


  Kızıl Bayrak'tan
  "Stratejik müttefik"e stratejik uşaklık
  Alevi emekçilere kurulan tuzak...
  İttifak arayışları hangi ihtiyacın ürünü?
  CHP operasyonu sürüyor
  Emperyalist saldırganlık ve İsrail siyonizmi
  Devlet İMF programına sadakatte kararlı...
  Her düzeyde eşit ve parasız eğitim hakkı!
  Kayıt parası, katkı payı soygununa son!
  Seyhan Belediyesi'nde biten grevin ardından...
  Fatma Tokay Köse, hayat kurtarma işkencesi altında şehit düştü
  Topyekûn saldırıya karşı sınıf seferberliği!/2
  Tekellerin aşırı kâr hırsı insanlığı felakete sürüklüyor
  Dünyanın en büyük zirvesi fiyaskoyla sona erdi
   Fakirlere "vah vah" toplantısı
   6-7 Eylül olayları...
   1 Eylül eylem ve etkinliklerinden...
   Pendik İşçi Kültür Evi açıldı...
   Sosyal bir devrim için saygılarımızla"
   Barış ve Kürtler...
   Afganistan'da işler sarpa mı sarıyor?
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Devlet İMF programına sadakatte kararlı...

Kazanmanın yolu mücadeleden geçiyor

Kamu sendikaları ile hükümet yetkilileri arasında süren toplu görüşme sona erdi. Görüşmeler KESK’in talep ettiği net 300 milyon, Kamu-Sen’in talep ettiği net 250 milyon ücret artışına karşılık devletin verdiği %20’lik artış sonucu tıkandı.

Hükümet temsilcileri ilk olarak Aralık ayında ödenecek brüt 35 milyonluk enflasyon farkını 15 Eylül’den itibaren geçerli olmak üzere artış diye sundular, 2003 yılı için ise %20’lik artış önerdiler. Bu öneri sendikalar tarafından kabul edilmeyince, bu sefer rakamı brüt 75, net 55 milyon üzerinden telaffuz etmeye başladılar. Sendikalar bu öneri üzerine, taleplerini Bakanlar Kurulu’nda dile getirilen net 100 milyon üzerinden dillendirmeye başladılar.

Hükümet adına görüşmeleri yürüten Keçeciler bu talebin bütçe olanaklarına denk düşmediği ve görüşmelerin bu nedenle tıkandığı açıklamasını yaptı. Sendikaların 48 katrilyonluk talepte bulunduğunu belirterek, devletin elindeki kaynakların 19.3 katrilyon olduğunu öne sürdü. Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı M. Türker de, 75 milyon liralık artışın bütçeye bu yıl için 300 trilyon, gelecek yıl içinse 1 katrilyon liralık bir maliyeti olduğunu açıkladı.

Anlaşmazlık üzerine açıklama yapan Türker, “Örneğin kamuda çalışan işçilerin ücreti, memurlara göre yüzde 2.9 oranında fazlaydı. Bu program süresince, bu oran yüzde 2.1’e indi. Hedef, bu oranı sıfıra getirip, memuru, kamu hizmeti gören bir grup olarak öne geçirmektir.” sözleriyle, kamu işçisinin ücretini aşağıya çekerek ücretleri eşitleyeceklerini duyurmuş oldu.

Türker, “Hazine’yi zora sokacak hiçbir şey yapılamaz. Hazine’yi zora sokacak bir iş yaptığımız zaman hemen faizlerin yükselmesi, IMF ile yapılan anlaşmalardaki para akışının durması demek olur. O zaman eskiden olduğu gibi çok büyük sorunlarla karşılaşmamız söz konusu olur. Zaten bu konuda sendikaların yöneticileri de bizimle aynı fikirdeler” dedi.

Görüşmelerde anlaşmaya varılamadığı için uzlaşmazlık zaptı tutuldu ve Uzlaştırma Kurulu devreye girdi. Kurul 5 gün içerisinde yapacağı değerlendirmenin ardından bir metin hazırlayacak ve bunu Bakanlar Kurulu’na sunacak. Bakanlar Kurulu bu metin üzerinden memur maaşlarına yapılacak zam konusunda son kararı verecek.

Uyuşmazlık üzerine KESK Ecevit’le, Kamu-Sen ise Bahçeli ile görüştü. Hükümet ortakları ellerinden geleni yapacaklarını ifade ettiler. Konu ayrıca liderler zirvesinde görüşülecek. Görüşme sonrası Ecevit’in “imkanların zorlanması” yönlü açıklamaları üzerine, sendika temsilcilerinde brüt 100 milyonluk bir artış yapılacağı yönlü bir beklenti oluştu. Seçim yatırımı amaçlı bu “sadaka rüşvet” sendika yönetimlerini ikna etmişe benziyor.

Görüşmelerdeki “pazarlık” işin bir yönüyken, bir de emekçilerin yaşadığı gerçeklik var. Herkesin bildiği gibi, devlet kurum ve kuruluşlarının açıkladığı rakamlar hiçbir zaman gerçeği yansıtmaz. Bu, depremde ölenlerin sayısından işsiz sayısına, enflasyon oranından nüfus sayımı sonuçlarına kadar böyledir. Burjuva medyada enflasyondaki artışın beklenen düzeyde olduğu vb. yönlü haberlere sık sık rastlarız. İşçi ve emekçilerin alım gücü her gün düşerken, aldıkları ücret enflasyon karşısında erirken, bu tür haberler emekçilerle dalga geçercesine yayınlanır. Devletin Aralık ayında ücretlere yapacağı son 4 aya ait enflasyon farkı toplamı olan 35 milyonluk artış da enflasyon farkı üzerinden, sözde ücretleri enflasyona karşı korumak amacıyla hesaplanmıştır. Ancak bu hesaplamalar hiçbir zaman geçeği yansıtmadığı için, ne devletin önerdiği 35 milyonluk artış ne de sendikaların talep ettiği 300 milyonluk artış emekçilerin aldığı ücreti insanca yaşamaya yetecek bir düzeye yükseltebilir.

Türk Büro-Sen’in araştırmasına göre, Ağustos 2002 itibarıyla, 1 milyon 548 bin 785 kamu görevlisinin ücretleri 283 milyon ile 1 milyar 218 milyon lira arasında değişiyor. Buna göre, kamu çalışanlarının yüzde 14’ü (216 bin 987 kişi) 283-300 milyon arasında ücret alırken, yüzde 2.4’ü (37 bin 834 kişi) 701 milyon ile 1 milyar 218 milyon lira arasında ücret alıyor.

Türk-İş’in yaptığı araştırmaya göre, Ağustos 2002’de, 4 kişilik bir ailenin sağlıklı olarak beslenebilmesi için gerekli asgari gıda harcaması tutarı, bir önceki aya göre yüzde 3.4 oranında artarak, 345 milyon 675 bin lira oldu. Aylık gıda harcamalarının yanı sıra kira, ulaşım, yakacak, giyim, eğitim, kültür gibi giderlerden oluşan ve “yoksulluk sınırı” olarak da adlandırılan tutar ise 1 milyar 51 milyon liraya ulaştı.

Sonuçta devletin görüşmelerde önerdiği artış emekçilerin yoksulluk sınırının altında yaşamasına neden olan şartlarda bir iyileştirme yapmıyor. Kapitalist devletin ne böyle bir niyeti ne de amacı var. Onun tek amacı, imzaladığı anlaşmalar gereği İMF’nin sözünden çıkmamak, yeni anlaşmalar için güven vermek.

Aynı dönemde Hazine Müsteşarlığı “Eylül 2002 İç Borçlanma Stratejisi”ni açıkladı. Buna göre, en yüksek itfa 3 katrilyon 355.3 trilyon lira ile 4 Eylül’de, en yüksek ikinci itfa ise 3 katrilyon 259.8 trilyon lira ile 23 Eylül’de gerçekleşecek. İMF ile yapılan anlaşmayı gerekçe göstererek, 2.2 milyon emekçiye 300 milyon liralık seyyanen zam vermeyi kabul etmeyen hükümet, kamu ve fon bankalarının açıklarını kapatmak için toplam 52.7 katrilyon liralık kaynak aktardı. Üç kamu bankası ve sermaye tarafından hortumlanan 19 batık bankanın açığını kapatmayı kendine iş edinen hükümet, iş emeğinin karşılığını isteyen emekçilere geldiğinde İMF programının delinemezliğini öne sürüyor. Yapılacak sadaka artış için çalışanların sırtına yüklenecek olan ek vergileri tehdit olarak sunuyor, amu emekçilerini yalnızlaştırmaya çalışıyor.

Görüşmelerin anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine sendika yöneticileri hükümeti alanlara çıkmakla, sandıkta hesaplaşmakla, greve gitmekle tehdit ettiler. Devletin KESK’i ehlileştirmek amacıyla kurdurduğu Kamu-Sen’in fiili meşru zeminde mücadele etmeyeceği açık. Kamu-Sen, “hükümete oy yok”, “ver parayı al oyu” türünden şiarları, medyatik eylemleri ve Ankara’ya yığdığı kof kitlesiyle yine KESK’in önüne set çekme misyonuna soyunmuş bulunuyor.

Kamu emekçilerinin fiili-meşru mücadelesiyle kurduğu KESK’in bu tuzağa düştüğünü Sami Evren’in pratiği gösteriyor. KESK yönetiminin sorunları uzlaşma ve görüşme yoluyla çözme bakışının bir sonucu olarak ilk elden Evren’in Ecevitle görüşmesi, net 300 milyonluk artış talebini brüt 100 milyona çekmesi, Kamu-Sen’le talepler konusunda uzlaşması, ortak demeçler vermesi vb. bunu doğruluyor.

KESK’in görüşme sırasında ve sonrasında yerelliklerde yaptığı eylemlerde dile getirdiği “iş bırakma” ve “genel grev” söylemleri ise bir gerçekliğe oturmuyor. 1 Aralık örneğinde olduğu gibi, geçmiş süreçte iş bıraktığı için adli ve idari soruşturma ve cezalara maruz kalan, sonuç almadan yüzlerce kez Ankara’ya gelip giden binlerce kamu emekçisini onar dakikalık basın açıklaması eylemlerinde iş bırakmaya “ikna” etmek kolay değil. İş bırakma ve genel grev eylemleri, işyerlerinden başlayarak örülmesi gereken, yaptırım gücü olan fiili eylem biçimleridir. Bunun için planlı ve uzun vadeli bir devrimci mücadele programının hedeflenmesi ve işyerlerinde bunun ete-kemiğe büründürülmesi gerekiyor. Kitleleri harekete geçirecek olan altı boş söylemler değil, güven veren ir önderlik, kararlı ve sonuç alıcı devrimci bir mücadele çizgisidir.



DİE’den sahte enflasyon

Resmi enflasyon verileri ile bu verilerin hayattaki karşılığı arasında dağlar kadar fark var. Ancak bu fark bir istatistik hatası değil. Çünkü enflasyon hesabı bugün maaşların belirlenmesinde de önemli bir rol oynuyor. Bu fark dolayısıyla emekçi kesimlerin kaybı da bir hayla fazla. Resmi veriler hesaplanırken, birçok kişinin günlük hayatında hiç ihtiyaç duymadığı, tüketmediği maddeler dikkate alınıyor. Buna karşın zorunlu tüketim maddelerinin ve hizmetlerin, enflasyon hesabındaki ağırlığı çok düşük...

DİE, TÜFE’nin hesaplanmasında ekmekten bisküviye, yaş pastadan dana etine, peynirden tereyağına, sebze ve meyvelerden konservelere, kahve ve çaydan alkollü ve alkolsüz içeceklere, sigaradan paltoya, dantel ipinden terliğe, kiradan tüpgaza kadar 410 ana maddeyi (747 madde alt çeşidi) kullanıyor...

Özellikle dar gelirli vatandaşların kullandığı sınırlı sayıda temel ihtiyaç maddesindeki yüksek oranlı artışlar ise endeks içindeki ağırlıklarından dolayı birebir TÜFE’ye yansımıyor. Bir başka deyişle hanelerin harcamaları içinde ekmek, peynir, et, süt, otomobil ve benzin gibi mal ve hizmetler fiyatlarında meydana gelen değişimin ağırlıkları ölçüsünde endeksi etkiliyor.

Örneğin; ekmeğin Türkiye endeksi içindeki ağırlığı yüzde 4.01 olarak belirlenirken, sadece ekmeğin fiyatı yüzde 100 arttığında ve tüm maddelerin fiyatı sabit kaldığında, Türkiye endeksi yüzde 4.01 yükseliyor. Beyaz peynirin Türkiye endeksi içindeki ağırlığı 1.3 olarak belirlenirken, temmuz ayında bir önceki aya göre 0.8 oranında artan peynir fiyatı endeksi ancak 0.02 oranında artırdı...

Endeks kapsamındaki temel tüketim maddeleri dışında konut, kültür, eğitim ve eğlence için yapılan harcamaların da bulunduğu göz önüne alındığında temel tüketim maddelerindeki fiyat artışları tek başına enflasyon göstergesi olmuyor. (Evrensel, 2 Eylül ‘02)



KESK’ten eylem...

“Sadaka değil toplu sözleşme”

Hükümet ve kamu sendikaları temsilcileri arasında süren toplu görüşmelerde hükümetin kamu emekçilerinin taleplerini kabul etmemesi üzerine KESK, tüm Türkiye’de 3 saatlik iş bırakma eylemi gerçekleştirdi.

Basın açıklaması İstanbul Avrupa Yakası’nda saat 11:00’de Aksaray Metro önünde gerçekleşti. Eyleme Çapa Tıp Fakültesi’nden yürüyüş yaparak gelen sağlık emekçileri, Tüm Bel-Sen, SSK Eyüp Hastanesi’nden sağlık emekçisi SES üyeleri, Taksim İlk Yardım Hastanesi çalışanları, SES Şişli şube üyeleri, Eğitim-Sen 4, 8, 6 No’lu Şube’ye bağlı üyeler ve Enerji-Yapı Yol Sen’li üyeler Saraçhane Parkı’ndan yürüyerek katıldı. Eyleme Haber-Sen’li emekçiler de pankartlarıyla katıldılar. Eylemde SES SES Şişli şubesi “İşsizliğe, yoksulluğa, özelleştirmeye ve savaşa hayır!” yazılı bir pankart açtı. “Zafer direnen emekçinin olacak!”, “Sadaka değil toplu sözleşme!”, “Direne direne kazanacağız!”, “İşçi memur el ele genel greve!”,“Silaha değil emekçiye bütçe!”, “Sefalete teslim olmayacağız!” sloganları en çok öne çıkan sloganlardı.

Olumsuz hava şartlarına rağmen eyleme 200 civarı emekçi katıldı. SES üyelerinin coşkusu dikkat çekiciydi. KESK adına okunan açıklamada; “Görüşmeler süresince iktidarın maskesi bir kez daha düştü; hükümetin İMF’den izin almadan nefes bile alamadığı, kamu emekçileri ile değil İMF ile anlaştığı bir kez daha gözler önüne serildi” denildi. Açıklamada ayrıca, “Hükümet taleplerimizi kabul etmeme tavrını sürdürürse ve kamu emekçilerinin tepkisini dikkate almazsa eylemlerimizi daha da yükselteceğiz” denildi.

SY Kızıl Bayrak/İstanbul



Sel bir kez daha emekçi semtlerini vurdu...

Öfkeli emekçiler belediyeyi bastı!

İstanbul’da her yağmur yağışında yoksul emekçi semtleri binbir sorunla boğuşmak durumunda kalıyor. Son günlerde yağan yoğun yağmur nedeniyle Esenyurt Merkez Mahallesi’nde de yaklaşık 2500 ev sular altında kaldı.

Günler geçmesine rağmen bölgeye hiçbir yardım ulaştırılmamış durumda. İnsanlar çaresiz, bir o kadar da öfkeli. Her yer hala su ve çamur içinde. Sel suları altında kalan eşyalar kullanılmaz durumda. İnsanlar evlerine giremiyor.

Tüm bu nedenlerden dolayı mahalle halkı Kıraç Belediyesi’ni basarak kendi sorunlarıyla ilgilenilmesini istediler, yardım talep ettiler. Belediye yönetimi ise söz konusu mahallenin kendi sahalarına girmediğini söyledi. Ayrıca belediye başkan yardımcısı hem suçlu hem güçlü havalarında, yardım talebinde bulunan halka hakaret ve küfürler yağdırdı. Bunun üzerine öfkeli kalabalık belediye başkan yardımcısını tartakladı. Daha sonra jandarma olaya müdahale etti. Halkın öfkesini dindirmek için bir belediye meclis üyesi, vidanjör ve kepçe gönderme sözü vermek zorunda kaldı.

Mahallede sorunlar hala çözülmüş değil. Tıpkı sel felaketine uğrayan diğer emekçi mahallelerinde olduğu gibi. Yaklaşan seçimler nedeniyle olur olmaz yerlerde göstermelik işler yapmaya soyunan belediyeler, emekçi semtlerinin temel altyapı sorunlarıyla hemen hiç uğraşmıyorlar. Çoğu durumda topu anlaştıkları taşeron şirketlere atarak aradan sıyrılmaya çalışıyorlar.

Konuştuğumuz insanlar bu duruma oldukça öfkeli ve tepkili. Bu seçimlerde hiçbir partiye oy vermeyeceğiz diyorlar. Tepkilerini böyle ortaya koyacaklarını söylüyorlar.

SY Kızıl Bayrak/Esenyurt



Önce açlık, üstüne sel felaketi...

Sel felaketinden zarar gören mahalle Esenyurt ve Kıraç arasındaki bölgede yeralıyor. Burada yaşayanların çoğu kırsal kesimden göç etmiş. Büyük zorluklarla derme çatma evler yapmışlar. Çok düşük ücretlerle çalışıyorlar. Çoğu da işsiz. Açlık, yoksulluk mahallede yaşayanların en temel sorunu. Şimdi buna bir de sel felaketi eklendi.

Selin bölgede bu kadar büyük bir hasara yolaçmasının nedeni sadece yağışların şiddeti değil. Semtin bu bölümüne belediye hizmetleri hemen hemen hiç gitmemiş. Bölgede fabrikalar var. Bu fabrikaların çoğu zehirli atıklarını mahallenin alt tarafından geçen dereye akıtıyor. Kanalın kapasitesi ise yetersiz. Yağışlar biraz fazla olduğunda taşıyor. Ayrıca dereye fabrika atıklarının atılması sağlık sorunlarına da yol açıyor. Burada oturan insanlarda ve özellikle de çocuklarda kaşıntı vb. hastalıklar görülüyor. Bu konuda hiçbir tedbir alınmıyor.

Oysa çok değil yalnızca birkaç km. uzaklıkta bulunan zenginlerin semti Bahçeşehir sürekli temizlenen, ilaçlanan, belediye hizmeti en iyi şekilde giden bir yer. Bu iki semt, yani Esenyurt’la Bahçeşehir, yan yana farklı iki dünya gibi. Biri açlığın, yoksulluğun, yoksunluğun kol gezdiği Esenyurt. Diğeri ise lüks ve sefa içinde yaşayan zenginlerin semti Bahçeşehir. İki sınıf, iki dünya kısacası.