7 Eylül '02
Sayı: 35 (75)


  Kızıl Bayrak'tan
  "Stratejik müttefik"e stratejik uşaklık
  Alevi emekçilere kurulan tuzak...
  İttifak arayışları hangi ihtiyacın ürünü?
  CHP operasyonu sürüyor
  Emperyalist saldırganlık ve İsrail siyonizmi
  Devlet İMF programına sadakatte kararlı...
  Her düzeyde eşit ve parasız eğitim hakkı!
  Kayıt parası, katkı payı soygununa son!
  Seyhan Belediyesi'nde biten grevin ardından...
  Fatma Tokay Köse, hayat kurtarma işkencesi altında şehit düştü
  Topyekûn saldırıya karşı sınıf seferberliği!/2
  Tekellerin aşırı kâr hırsı insanlığı felakete sürüklüyor
  Dünyanın en büyük zirvesi fiyaskoyla sona erdi
   Fakirlere "vah vah" toplantısı
   6-7 Eylül olayları...
   1 Eylül eylem ve etkinliklerinden...
   Pendik İşçi Kültür Evi açıldı...
   Sosyal bir devrim için saygılarımızla"
   Barış ve Kürtler...
   Afganistan'da işler sarpa mı sarıyor?
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Emperyalist tekellerin dediği oldu...

Dünyanın en büyük zirvesi fiyaskoyla sona erdi

Güney Afrika’nın Johannesburg kentinde 26 Ağustos–4 Eylül tarihleri arasında BM-Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi gerçekleşti. Bu, 1992 yılında Rio de Jenerio’daki BM Yeryüzü Zirvesi’nden 10 yıl sonra, doğayı koruma ve yoksullukla savaş için yapılan dünya çapındaki en geniş katılımlı toplantıydı. Onbinlerce kişinin izleyici olarak geldiği toplantıya 100 ülkenin devlet ve hükümet liderleri de 2 Eylül’den itibaren katıldılar.

Sözde dünyanın geleceği ve zengin-yoksul uçurumunun nasıl üstesinden gelineceğinin tartışılıp karara bağlanması düşünülen bu toplantı 9 gün sürdü ve kuru bir gürültüden öteye gitmedi. Ne varılan nokta itibarıyla, ne de yoksulluk ve çevre sorununu çözme konusunda hiçbir ilerleme kaydedilmedi. Alınan ama hiçbir yaptırım gücü olmayan bir-iki ufak karardan başka... Şimdiye değin kararaştırılmış tüm anlaşmalar zaten olduğu gibi korundu.

Tekellerin gölgesinde bir zirve

Zirve beklediğimiz gibi yarısı 2 doların altında yaşamak zorunda kalan dünyanın yoksul halkları için hiçbir sonuç getirmezken, batılı emperyalist devletler ve tekeller tarafından başarılı olarak ifade ediliyor. Zira müzakerelerde, başından sonuna değin DTÖ tarafından sürdürülen uluslararası ticaretin liberalleşmesi ağırlığını korudu. Zirve ABD ve AB gibi emperyalist ülkelerin ve hizmetinde bulunduğu tekellerle kapalı kapılar arkasında aldıkları kararların basıncı altında sürdü.

Zirvede zengin ülkelerle azgelişmiş ülkeler zaman zaman karşı karşıya geldiler. Emperyalist devletler var olanı sürdürme yönlü bir tutum sergilediler. Sayfalarca yazılı metinlerin virgülleri ve noktaları üzerine tartışmayı yeğlediler.

Azgelişmiş ülkelerin oluşturduğu G-77 grubu ülkeleri ise Rio’da 10 yıl önce kendilerine verilen sözler için Johannesburg’da bir kez daha mücadele etmek zorunda kaldılar. Belli konuları tartışma gündemine bile sokmakta başarılı olamadılar. Örneğin zirvede bol bol yoksulluktan söz edildi, ama buna karşı alınacak önlemler konusu tümüyle es geçildi.

Zirveye izleyici olarak katılması beklenen bazı hükümet dışı sivil toplum örgütleri zirveyi tekellerin hakimiyetinde süreceği gerekçesiyle protesto edip hiç katılmazken, bazıları ise zirveye umut bağlayarak Johannesburg’a gittiler. Bunların birçoğu emperyalist tekellerden ve onların devletlerinden medet ummanın yanılgısını orada bir kez daha anladılar. Son gün birçok grup zirvede önemli bağlayıcı kararların alınmamasını protesto ederek salonu terkettiler

Yaptırım gücü olmayan Zirve kararları

* Biyolojik çeşitlilik ve doğal kaynaklar: Dünya ekolojik sistemindeki ağır tahribatın neden olduğu bitki ve hayvan çeşitlerinin yok olması 2010 yılına değin belirgin olarak düşürülecek. Göl ve orman gibi doğal kaynakların yok olması durdurulacak.

Kağıt üzerinde kalacağı şimdiden kesin olan bu kararlar, aynı konuda daha önce varılan anlaşmaların bile oldukça gerisinde.

* Nesli tükenen canlı türlerinin korunması: Zirve, balık rezerveleri azalan bölgelerin dinlendirilerek 2015 yılına değin eski haline gelmesinin sağlanmasını kararlaştırdı. Oysa bu kararın hayata geçirilmesi için hiçbir yaptırım gücü ortada yok.

Denizlerin korunması ve balıkçılık konularında, Afrika ve Güney Amerika devletleri temsilcileri konuşmalarında Avrupalıları, denizlerin "gerçek yağmacı"ları olarak suçladılar.

* Zirvenin en temel sorunu içme suyu ve sağlık sorunuydu. Bilindiği gibi dünyada temiz içme suyu kaynakları zengin ülkelerin elinde bulunuyor ve halen dünyada 2 milyar insan temiz içme suyundan yoksun. Johannesburg zirvesi içme suyundan yararlanamayan insanların sayısını 2015 yılına değin yarıya düşürmeyi kararlaştırdı.

Ayrıca kanalizasyondan yararlanamayan insanların sayısının da 2015 yılına değin yarıya düşürülmesi kararı alındı.

Temiz su hizmetinden yararlanamayan ve kirli suyun neden olduğu sıtma ve ishale yakalanan milyonlarca çocuğun yaşamını yitirmesinin de önüne geçileceğinden sözedildi.

Ama bu konuda da herhangi bir yaptırım uygulaması yok.

Su hizmetleri de meta olarak özelleştirilecek ve yabancı emperyalist tekellerin en fazla iştahını kabartan bir alan. Bu konuda özellikle Batı Avrupalı tekeller Afrika pazarına girmek için yarış içindeler.

Ev sahibi Güney Afrika’da Apartheid rejiminden bu yana özellikle siyahların oturduğu yoksul semtlerinde yaşayan 9,3 milyon insan için su boruları döşendi. Ama halen 6 milyon insan içme suyundan mahrum. Güney Afrika’da sendikalar ve sol örgütler uzunca bir süredir su şebekelerinin özelleştirilmesine karşı da mücadele ediyor ve suyun yoksullar için ücretsiz olmasını savunuyorlar.

* Yoksulluk: Zirve yoksulluğun ve çevre sorunun birbirinden bağımsız olmadığını kabullendi. Buna bağlı olarak günde 1 doların altında gelirle yaşamak zorunda olan 1.5 milyar insanın sayısının da yarıya düşürüleceğine dair peşinen hiçbir inandırıcılığı olmayan bir karar aldı.

Toplantıda açlar ülkesi Zambiya’nın devlet başkanı açlık üzerine bir konuşma yaptı; kendilerine emperyalistler tarafından gıda yardımı olarak gönderilen genetik değişikliğe uğramış besin maddelerinin gerçekte zehir olduğunu artık anladıklarını ve bundan böyle bunları kabul etmediklerini açıkladı. Bilindiği gibi genetik tarım Amerika’da hızla büyüyen kârlı bir sektörü oluşturuyor. Bu ise giderek yoksul ülkelerdeki tarımı tükenişe götürüyor ve birçok ülkede çiftçiler ve üreticiler buna karşı mücadele ediyorlar.

* Kimyasal maddelerin insan ve doğa üzerinde olumsuz etkisi 2020 yılına değin asgari düzeye çekilecek.

* Enerji ve iklim: Zirvede Kyoto Protokolü’ne imza için çağrı yapıldı. 1997 yılında imzalanan ve sera gazlarını düşürmeyi öngören Kyoto Protokolü’nü 98 yılında imzaladığı halde uygulamayan Çin yeniden protokolü kabul ettiğini açıkladı. Rusya ise son gün protokolü imzalayacağını ilan etti. Avusturalya halen imza atmayanlardan.

Çevreyi en fazla kirleten ABD emperyalistleri Bush’un başa geçmesiyle birlikte bu protokolü tanımadıklarını açıklamışlardı. Zaten Bush zirveye de katılmayı reddetmişti. Zirveye katılan Amerika’nın Dışişleri Bakanı Colin Powell ise, çevrecilerin protestoları arasında ABD’nin çevre politikasını savunarak, dünyadaki yoksulluğu önlemek için attıkları sözde somut adımlarından dem vurdu.

Yıl sonuna değin yasallaşması beklenen Kyoto Protokolü’ne çevreyi en fazla kirleten dünyanın emperyalist jandarması ABD onay vermiyor. Bu ise protokolün uygulanabilirliği konusunda endişeleri büyütüyor.

Ama bunu fırsat bilen Avrupalı emperyalistler birden bire çevre şampiyonları oluverdiler. Alman başbakanı Schröder, yenilenebilir enerji ile ilgili yaptığı konuşmasında, Almanya’nın önümüzdeki 5 yıl içinde geri ülkeleri 500 milyon euro yardım ile teşvik edeceğini açıkladı. Chirac ve Blair de benzer konuşmalar yaptılar. AB’nin yenilenebilir enerji payını 2010 yılına değin yüzde 13’ten 15’e yükseltmek çağrısı, ABD ve OPEC ülkeleri tarafından bloke edildi. Ve böylece, küresel ısınmayı daha da ağırlaştırmadan, 2 milyar insana nasıl elektrik sağlanacağı sorunu, yani yenilenebilir enerji kaynakları ile ilgili karar bir başka bahar kaldı.

* Ticaret ve küreselleşme: Uluslararası çevre sözleşmeleri Dünya Ticaret Örgütü kurallarıyla denkleştirildi ve eşit çevre anlaşmasına imza atıldı. DTÖ sözde bundan böyle kalkınma ve çevre hedeflerine karşı umursamaz davranamayacak.

Çevreye zarar veren sübvansiyonlar da kaldırılacak (örneğin taş kömürü sübvansiyonları). Ama rekabet kırıcı sübvansiyonlarda anlaşma sağlanamadı. Bunu yoksul ülkeler tarım alanında istemişti. Ama 2001 yılında Doho’da alınan DTÖ kararlarının ötesine geçilemedi. AB ve ABD’nin adil olmayan tarım sübvansiyonlarına dokunulmadı.

Yoksul ülkeler bu zirvede de ürettikleri tarım ürünlerinin uluslararası pazarlara girmesini talep ediyorlardı. Bu ülkeler ABD ve AB ile yaptıkları tüm sözleşmelerde kendi sınırlarını onların tarım ürünlerine açmak zorunda kalıyor, kendi ürünlerini ise buralara ya hiç süremiyor, ya da çok ucuza sürebiliyordu.

Az gelişmiş ülkeler giriş gümrüğü ödemek zorunda kalırken, birçok tarım ürününü gümrüksüz kendi ülkesine bırakmak mecburiyetindeydiler. Örneğin Güney Afrika Avrupa’dan et, İrlanda’dan yağ, Fransa’dan şarap ithal ediyor, çoğunlukla Afrikalı çiftçi ve üreticilerden daha ucuza. Bazı ülkelerde ise Avrupa’nın ve Amerika’nın büyük ihracatçıları kendilerine büyük kârlar sağlayan besin endüstrisinde sadece kendileri hakim olmak için daha saldırgan politika izleyebiliyorlar.

* Sürdürülebilir kalkınma: Bu konuda öncelikleri belirleme rolü tekellere verildi. Zaten "sürdürülebilir kalkınma", kapitalist ve serbest piyasayı temel alan ekonomik kalkınmadan başka birşey değildir. Birleşmiş Milletler’in geçtiğimiz aylarda, Bayer, BASF, DaimlerChrysler gibi 44 uluslararası tekel tarafından oluşturulan Global Compakt anlaşması çerçevesinde kalkınmada uluslararası tekellere rol biçmesi, yoksul ve azgelişmiş ülkelerin su, elektrik, sağlık ve eğitim gibi kamu hizmetlerinin emperyalist şirketlerin elinde toplanmasını hızlandıracak.

Johannesburg sokaklarından protestolar

Johannesburg’da geçtiğimiz cumartesi günü dünya zirvesi son raunduna girerken protestolar kentin sokaklarına taştı. İndaba Birliği altında biraraya gelen sosyal hareketlerin ve topraksızlar hareketinin çağrısı üzerine 10 bin kişi sokağa çıkarak, İMF, DTÖ, DB ve hükümetlerin özelleştirme politikalarını protesto etti.

Yürüyüşe anti-özelleştirme forumu ve topraksızların kırmızı tişortları yanında Filistin bayrakları rengini veriyordu. Yürüyüşte sık sık "Yaşasın Filistin!" sloganları da haykırıldı. Borçlara karşı ise "Biz sizlere hiçbirşey borçlu değiliz, o halde ödemiyoruz!" şiarı ileri sürüldü. Afrika’daki yoksulluğun, açlığın ve hastalığın baş nedeni olan emperyalist borçları protesto ettiler.

Sendikalar konfedasyonu COSATU ve hükümet partisi ANC taraftarları da 5 bin kişilik ayrı bir yürüyüş gerçekleştirdiler.

Protestolar dünyanın diğer kentlerine de sıçradı. Kolombiya’nın başkenti Bogota, Japonya’da Tokyo, Avusturalya’da Melbourne ve birçok Afrika ülkesinin yanında Avrupa’da da Kopenhagen, Londra, Amsterdam, Varşova , Barcelona ve Romanya’da Timisoara kentinde protestocular sokağa çıktılar.