7 Eylül '02
Sayı: 35 (75)


  Kızıl Bayrak'tan
  "Stratejik müttefik"e stratejik uşaklık
  Alevi emekçilere kurulan tuzak...
  İttifak arayışları hangi ihtiyacın ürünüı
  CHP operasyonu sürüyor
  Emperyalist saldırganlık ve İsrail siyonizmi
  Devlet İMF programına sadakatte kararlı...
  Her düzeyde eşit ve parasız eğitim hakkı!
  Kayıt parası, katkı payı soygununa son!
  Seyhan Belediyesi'nde biten grevin ardından...
  Fatma Tokay Köse, hayat kurtarma işkencesi altında şehit düştü
  Topyekûn saldırıya karşı sınıf seferberliği!/2
  Tekellerin aşırı kâr hırsı insanlığı felakete sürüklüyor
  Dünyanın en büyük zirvesi fiyaskoyla sona erdi
   Fakirlere "vah vah" toplantısı
   6-7 Eylül olayları...
   1 Eylül eylem ve etkinliklerinden...
   Pendik İşçi Kültür Evi açıldı...
   Sosyal bir devrim için saygılarımızla"
   Barış ve Kürtler...
   Afganistan'da işler sarpa mı sarıyorı
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Barış ve Kürtler...

En çok özü boşaltılan, anlamı çarpıtılan, teslimiyet ve tasfiye hareketine kalkan yapılan kavramların başında “barış” gelmektedir. En çok barış kavramı ile oynandı, oynanıyor. En çok barış kavramı ile Kürtler’in siyasal bilinci karartıldı, mücadele belleği ve refleksleri köreltildi. Barış kavramı, tasfiyecilerin elinde en etkili manipülasyon silahı haline getirildi...

Teslimiyet, ihanet ve tasfiyecilik hareketi, hep “barış” ve “barış süreci” ardına sığındı, sığınıyor. Tarihimizin en büyük ihaneti, en büyük utancı “barış” kavramı ile kamufle ediliyor, meşrulaştırılıyor. Bilinç, bellek ve ruh katliamı yine bu kavramla gizletilerek yürütülüyor.

1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle bir kez daha bütün bunlara tanık olduk, olmaya devam ediyoruz.

Bu kadar büyük aldatma, yanıltma ve gerçekleri tersyüz etme hareketi dünyanın hangi yerinde ve tarihin hangi döneminde yaşanmıştır?

Bu kadar üzerinde oynanan, gerçek anlamından çok farklı bir siyasal içeriğe büründürülen, teslimiyet ve ihanet için etkili bir kalkan haline getirilen barış kavramı üzerinde kısaca da olsa bir kez daha durmakta, adına “barış süreci” denilen utanç verici teslimiyet ve ihanet süreci hakkında bir-iki söz söylemekte ve bazı gerçekleri hatırlatmakta yarar var.

Kürtler için gerçek barış nedir? Sömürgeci inkar ve imha sistemi altında her gün biraz daha varlığına ve ulusal değerlerine yabancılaşarak yaşamak mı, daha doğru bir ifadeyle bu sistem altında yitip gitmek mi? Yoksa kendi kaderi ve yaşamı üzerinde söz ve karar sahibi olmak, özgür, eşit ve bağımsız bir yaşam düzenine geçmek mi? Kürt ve Kürdistan gerçeğini tanımayan, inkar eden ve ulusal imha sisteminde ısrar eden bir egemenlik altında Kürtler açısından barış mümkün mü? İmha, ulusal kimliğini ve varlığını, bunun doğal sonucu olan özgürlüğünü, kendi kaderini ve geleceğini belirleme hakkını red ve inkar sistemi, savaş değilse nedir, hem de en pis ve kirli savaş demek olan özel savaş değilse nedir? Hem de ezilenin, inkar edilenin silahsızlandırıldığı, her türlü direnme olana&curen;ından yoksunlaştırılmaya çalışıldığı tek yanlı bir sömürge savaşı değilse nedir? Kürtler’e kırıntı bile denemeyecek avutucu bir oyuncağın ellerine tutuşturulmasıyla, cumhuriyetin ilanıyla birlikte dayatılan tek yanlı sömürge savaşı mı sona erecek?..

Kuşkusuz Kürtler’in özgürlüğü, kendi kaderini belirleme hedefine bağlanmış, yani sömürgeci sistemin tasfiyesini önüne koyan ve buna hizmet eden barış kavramının ve barış mücadelesinin bir anlamı vardır. Bunun dışında Kürtler adına söylenecek her barış sözcüğünün ve “barış mücadelesinin” tek bir anlamı olacaktır: TC’nin tek yanlı sömürgeci savaşını gizlemek ve bunun devamını sağlayacak bir payanda işlevini görmek!

Açık ki, bizim halkımız da silaha tapmıyor, savaş düşkünü değildir. Sömürge halk, aynı zamanda en çok örgütsüzleştirilmiş ve en geniş anlamda silahsızlandırılmış halk demektir. Ülkesi işgal edilen, her türlü ulusal demokratik hakkı gaspedilen, varlığı ve geleceği üzerinde tam bir imha sistemi kurulan bir halkın fiziki varlığını korumak için bile olsa, en sıradan ulusal değerlerini korumak için bile olsa ne yapması gerekir? Hak dilenciliğine çıkmak mı? Ağlayıp sızlamak mı? Yoksa onurlu bir duruşu, bir direnişi ve başı dik bir mücadeleyi mi? Bu soruların yanıtları, genel olarak son ikiyüz yıllık tarihimizde, özel olarak son otuz yıllık yakın tarihimizde fazlasıyla vardır. Bunlar üzerinde sayısız kez durmakta ve katledilmeye çalışılan bilinç ve belleğimizi bu yanıtlarla donanımlı kılmakta sayısız yarar vardır.

Evet, Kürtler de ülkelerinde barış istiyor. Ülkesinin yakılıp yıkılmamasını, evlatlarının kurşuna dizilmemesini, zindanlarda çürütülmemesini istiyor. Kendi kimliği, değerleri ile ülkesinde özgürce ve kaygısız yaşamak, kendi kaderi ve geleceği üzerinde söz ve karar sahibi olmak, bu temelde barış içinde yaşamak istiyor. Gerçek barışın bundan aşağı olmayacağını bilinçli Kürt, kendi haklarının farkında olan Kürt biliyor. Ancak ne yazık ki, görünürde ve siyasal anlamda büyük çoğunluk, bu anlamdan başka bir öze sahip olan, teslimiyet ve ihaneti gizleyen ve meşrulaştıran İmralı barış aldatmacasının hipnozu, büyüsü altında bulunuyor. Bu kuşkusuz nedensiz değildir. Bir anda ortaya çıkan bir durum da değildir.

Son otuz yıllık mücadele tarihimizde yükselişle baş aşağı gidiş, direnişle teslimiyet, kahramanlıkla utanç verici ihanet içiçe olmuş ve atbaşı yürümüştür. Kimi durumlarda bu paradoksal gerçeklik tek tek bireylerde bile yaşanmıştır. Bu gerçeklik tarihsel bir paradoksu da anlatmaktadır. Ayrıntılara girmek konumuz değil. Konumuzla ilgili bir-iki hatırlatma yapmakla yetinelim.

Hatırlanırsa, 1990’ların ilk yılları, ulusal kurtuluş mücadelesinde zirve yıllarıdır. Gerilladaki büyüme ve çığ gibi büyüyen serhıldanlar bu zirveleşmenin başlıca bileşenleridir. Bu zirve dönemi aynı zamanda baş aşağı gidişin, teslimiyet ve tasfiyeciliğin de belirgin bir biçimde geliştiği ve önünü düzlemeye çalıştığı yıllardır. Güney Kürdistan’da yepyeni bir durum var, sömürgeci egemenlik fiilen kalkmıştır, Lozan sınırları fiilen delinmiştir, Güney-Kuzey buluşmasının koşulları ve olanakları hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar artmıştır. Kuzeyde halk gücü ve enerjisi açığa çıkmış ve özgürleşmenin eşiğini zorlamaktadır. Her iki parçada ortaya çıkan bu elverişli koşullar ve olanaklar objektif olarak neye işaret etmektedir? Bağımsızlık ve özgürlüğe, halk iktidarlaşmasına dğilse neye?

Peki ne yapıldı?

Bir: Gerilla, gerçek ve modern anlamda bir gerilla haline getirilmedi, örgütlendirilmedi, bir kurmaya, askeri bir eğitim sistemine, emir-komuta işleyişine, donanıma kavuşturulmadı. Yürütülen savaş askeri bilim ve sanatın gereklerine, örgüt ve komuta yapısına göre değil, Öcalan’ın uzaktan emirleriyle bozma çabalarına rağmen, yerel güç ve komutanların bilgisi, becerisi ve kararlılığı ile sürdü. Ama bu tarz bir savaş ve askeri gücün sınırları belliydi, o sınırlara dayandığında büyük bir çıkmazın içinde olduğu ortaya çıktı. Kendini yenilemek, kendini aşmak, özel savaşın aldığı yeni stratejik ve taktik önlemlere göre kendini yetkinleştirmek şurada kalsın, ilk dönemde yapılanlarla sınırlı kaldı. Aldığı “eğitim” ise, hep birbirinin tekrarı olan Öcalan “çözümlemeleri”, adroların ve savaşçıların varolan yeteneklerini ve güçlerini tüketmekten başka bir anlam ifade etmiyordu. Kısacası gerçek anlamda gerilla yaratılmadı ve gerçek bir gerilla savaşı verilmedi. Herşeye rağmen gerilla mücadelesinin ortaya çıkardığı tüm iktidar ve güç ilişkileri, olanak ve değerler tek başına Öcalan tarafından gaspedildi. Herşeyi eline geçiren ve bunu elinde tutmak için hiçbir köülüğü yapmaktan çekinmeyen Öcalan, açığa çıkan gerilla ve serhıldan dinamikleri için hep Truva atı rolünü oynadı.

İki: Gerillanın başına getirilenler, serhildanların başına da getirildi. Gelinen noktada halkın iktidarını kurumlaştırmaya dönük ve halkın özgücüne ve inisiyatifine dayanan bir örgütlenme ve siyasal çalışma yapılmalıydı. Pratikte bu konuda bazı adımlar da atıldı, ama bunlar da kısa süre içinde tasfiye edildi. Halkın iktidarlaşması ve buna dönük çalışmaları geliştirmek yerine, tersine ortaya çıkan iktidarlaşma mevzileri, olanakları yerle bir edildi...

Üç: Başta tıkanmayı, gerilemeyi ve kendi içinde çözümsüzlüğü üreten bu olgu, 1992 Güney savaşıyla daha da derinleşti, kötüleşti ve tasfiyeci yenilginin koşullarını hazırladı. Oysa Güney’deki gelişmelerle bütünleşen bir Kuzey devriminin önünde hangi güç durabilirdi ki? 1992’de Güney’de yaşanan çatışma ve sonuçları Kürdistan’daki yenilginin en önemli nedenlerinden biridir.

Dört: Askeri, iktidarlaşma ve örgütlenme alandaki başarısızlıklarla birlikte bunu tamamlayan diğer önemli unsur da Öcalan’ın 1990’ların başından itibaren dilinden düşürmediği, kimi zaman Kürtler’in ulusal gururunu ayaklar altına alarak dile getirdiği “barış ve siyasal çözüm” olarak ifade edilen çizginin kendisidir.

Kuşkusuz bu ters duruş ve etkenler rastlantı değildir. Önemli nedenleri var. Öcalan’ın kurduğu sistem, bu sistemle çelişen veya çelişme eğiliminde olan potansiyelin ortadan kaldırılması ve daha başka çok önemli bağlantılar, yükselişin içinde düşüş çizgisini de çok etkili bir konuma getirdi.

Öte yandan baş aşağı gidişin ve yenilgi çizgisinin siyasal dayanakları kadar, toplumsal temelleri de oluşturuldu. Kürt egemen ve orta sınıf unsurları yasal parti, gazete ve Avrupa merkezlerinde önemli noktalara getirildi...

Ve Öcalan, İmralı’da herşeyi altın tepside düşmana sunduğunda ve bu eşi benzeri olmayan ihaneti teorileştirdiğinde her açıdan kendisine yetecek bir yol almış, dayanaklar oluşturmuştu. Herşeyi kendisiyle açıklayan ve kendisine bağlayan, partiyi ve kadroları hiçleştiren sistemi tartışmasız oturtmuş, bu sistemin uygulayıcıları iradesizleşmiş bir kul ve celladına tapan unsurlar haline getirilmişti.

Ayrıca son çeyrek yüzyıllık mücadele ve 15 yıllık savaş süreci halkı yormuş, yıpratmış ve enerjisinden çok şey alıp götürmüştü. Halkta bir barış eğilimi ve istemi doğmuştu. Bu nedenle “barış”, bir de bu yönüyle cazip ve büyüleyici bir kavram oluvermişti. Bunda içi boş, hiçbir etkisi olmayan ve pek de ciddiye alınmayan “barış”, “ateşkes ve siyasal çözüm” çizgisi ve uygulamalarının da rolü ve etkisi çok önemlidir.

Ve gelinen nokta İmralı teslimiyeti, ihaneti ve tasfiyeciliğidir...

Bu çizginin kodu “barış ve barış süreci” kavramlarıdır. Bu nedenle Kürtler’in bu kavramları ve yüklenilen anlamı çok iyi kavramaları gerekmektedir. Bu kavramla kendilerine kaybettirilen değerleri ve mevzileri, daha da kaybettirecek değer ve mevzileri çok iyi anlamak ve değerlendirmek durumundadırlar...

Öcalan ve İmralı Partisi, dil, kavramlar ve terminoloji ile de çok oynadı, bunların özünü boşalttı, anlamlarını tersyüz etti...

Bütün bunlar karşısından devrimci çizgide ısrar etmek, onu gerçek bir politik seçenek haline getirmek, önümüzdeki en temel, acil ve ertelenmemesi gereken bir görev olarak duruyor...

İmralı Partisi tarafından dillendirilen “barış” mı? O, örtük hale getirilmeye çalışılan kölelikten başka bir şey değildir.

Halkımızın ihtiyaç duyduğu barış mı? O, özgürlük, bağımsızlık, eşitlik ilkeleri üzerine kurulu, kendi kaderine ve geleceğine hükmetmeyi içeren bir kavramdır. Böyle bir barışa evet, ama köleliği kamufle etmekten, meşrulaştırmaktan başka bir şey olmayan “barışa” hayır!

PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları